Önsöz

Öte alemlerde yaratılışın başlaması

İnsanın asli vatana dönüşü

İnsanın esfeli safiline reddi

Ruhların cesetteki yerleri

İlimlere dair

Tevbe ve telkin üzerine

Tasavvuf ehline dair

Zikirleri beyan eder

Zikrin şartları

Rü'yetullah - İlahi- Zati tecelliye ermek ve görmek

Nur ve zulmet perdeleri

Saadet ve şekavet
Fukara zümresi

Taharet beyan olunur

Şeriatta ve tarikatta namazın manası

Tecrit alemi marifet temizliği

Şeriatta ve tarikatta zekat

Şeriatta ve tarikatta oruç

Şeriatta ve tarikatta hac

Vecd ve safa

Halvet ve uzlet
Halveti evradı

Rüyalar

Tasavvuf ehli anlatılır

Sonsöz

 

Buraya kadar bazı meratib izah edildi; onların hangisi olursa olsun, tevbe ile elde edilir. Bunu böylece hilesin.

 

Tevbenin tam olması da şarttır. Ayrıca ehli olandan da, o yolların telkinini almak gerekir.

 

Allah-ü Teala (CC) şöyle buyurdu:

 

“Onları takva kelimesi ilzam etti.”[1]

 

O takva kelimesi Lâ ilâhe illallâh, cümlesidir. İşte ona sahip olanı bulup almak icab eder.

 

Sonra o kelimenin alındığı yerin, ALLAH (CC), lafza-i celalinden gayrı herşeyden pak ve temiz olması da icab eder. Bilhassa avam halkın ağzından duyulan bütün sözlerle, o kalb sahibi tarafından söylenen söz ayırd edilmeli…

 

Ayrıca söylenenlerin, söyleniş tarzına da dikkat etmeli. Zahirde aynı manayı taşısalar bile, batın itibarı ile tamamen değişiktir.

 

O zattan çıkan kelamla, diğerleri aynı olamaz.

 

Kalb; manen diri bir kalpten Tevhid tohumunu alınca hayata kavuşur. Ve o tohum tam olur. Kemale ermeyen tohumdan bir bitki bitmez. Kur’an-ı Kerim’in iki yerinde geçen: Lâ İlâhi İllallâh cümlesi, anlatmak istediğimizin esasına işaret eder.

 

Birinde: “Lâ İlâhi İllallâh, cümlesi onlara okunduğu zaman büyüklenirler.”[2]

 

Bu ayet zahirî duruma işaret eder; yani avama dairdir. Diğer yerde ise, şöyle buyurulur:

 

“Şunu bil ki, -Lâ İlâhe İllallâh- Allah’tan (CC) başka ilah yoktur, sonra senin ve kadın, erkek müminlerin günahına bağış talebinde bulun!”[3]

 

Bahsettiğimiz telkin bu ayetin delaleti ile olmaktadır. Ki bu, havas kullar için buyurulur.

 

Zikir telkini: Bu yolu, Resulullah (SAV) Efendimizden ilk taleb eden Hz. Ali (KV) Hz.leri olmuştur. Peygamber (SAV) Efendimizden en yakın, en değerli ve en kolay yolu belletmesini temenni etmişti. Bunun üzerine Peygamber (SAV) Efendimiz Hz. Cibril’in (AS) gelmesini bekledi.. Geldi; üç defa Peygamberimize (SAV) yukarıda zikri geçen Tevhid kelimesini telkin etti. Sonra Peygamber (SAV) Efendimiz aynı şekilde tekrar etti. Bundan sonra Hz. Ali’ye (KV) belletti. Daha sonra Ashab’a (RA) geldi. Aynı cümleyi onlara öğretti.. Ve aynı manayı anlatmak için birgün, şöyle buyurdu:

 

“Biz küçük cihaddan döndük; büyük cihada geliyoruz.”

 

Bunu söylerken nefisle edilen cengi murad ediyordu. O büyük Peygamber (SAV) birgün Ashap’tan (RA) birine şöyle diyordu:

 

“En büyük düşmanın; iki kaburga kemiğin arasındaki düşmandır.”

 

İlahî sevgi, vürud düşmanı ölmeyince ele gelmez. Vücudun, ilk defa emmare, levvame ve mülhime derecelerinde olan nefisten temizlenmesi lazımdır. Sonra, hayvani adetlerden de pak olmak icab eder. Özellikle; çok yemek, çok içmek, çok uyumak, boş şeylerle meşgul olmaktan… Sonra, yırtıcı hayvani huylardan sayılan öfkelenmek, kızmak, dövmek, saldırmak ve benzeri huyları da bırakmalıdır.

 

Şeytanî huylardan sayılan, büyüklenmek, kendini beğenmek, hased etmek, kin ve benzeri huyları da bırakmak icab eder. Bunların dışında kalan, kalbe ve bedene dair afetlerden de korunmak, temiz olmak icab eder. Bunlardan arınan kimse, esasta sayılan hatalardan arınmış olur. Temiz, pak, tövbekar kullardan sayılır. Bir Ayet-i Kerimede şöyle buyurulur:

 

“Allah (CC) , tövbekarları, sever; pak, temizleri sever.”[4]

 

Zahirde mücerret günahlardan tevbe eden için gereken şudur ki, aşağıya alınan cümlenin

tehdidi altına girmeye…

 

“Her nekadar tevbe ettiyse de, tövbekar olmamıştır.”

 

“Tevbekar olmamıştır.” cümlesi biraz mübalağa ile zikrediliyor. Bundan çıkan mana şudur: Havas kullara has olan tevbe ile tevbe etmiyor…

 

Dıştan tevbe edip işin özüne geçmeyen kimse odur ki: Otu keserken, kökünü kesmiyor; yalnız dışta görünen kısmını koparıyor. Bu hale göre, o ot ilk halde; öncesinden daha çok dal salacaktır.

 

Hataları, bilhassa kötü huyları tam bırakan kimse, kopardığı otu kökten keser. Şüphesiz, o bir daha dallanmaz; dallanması nadir olur; ki onu kurutmak kolaydır.

 

Bu sökülme ameliyesi yapılırken,. diğer bir büyük zattan gelen manevî telkin de, bir alet sayılır. Yapılan telkin kime ise; onda mevcut olan Hakk’ın (CC) zatından gayrı şeyleri keser atar.

 

Acı ağacı, kökünden kesip geçmeyen kimse, tatlı ağaca eremez.

 

“Ey basiret sahipleri ibret alınız; iflahınız ve vuslatınız, bu yolda umulur.”[5]

 

Bir Ayet-i Kerimede şöyle buyurulur:

 

“O öyle bir Allah’tır (CC) ki, kullarından tevbeyi kabul eder; hatalardan geçer.”[6]

 

Yine buyuruyor:

 

“Kim tevbe ve iman eder, iyi işi yaparsa.. Allah (CC) böyle bir zümrenin kötülüklerini iyiliğe çevirir.”[7]

 

Tevbe iki kısımdır. Avam halkın tevbesi bir de, has kulların tevbesi…

 

Avam halkın tevbesi; Zikirle, ciddî çalışma ile olur. Böylece isyandan taate, kötülükten iyiliğe, geçilir ve… cehennemden cennete gidilir. Sonra… tövbenin aslına, bedenin rahatından geçip, nefsin güç işlere sokulması neticesinde varılır..

 

Has kulların tevbesine gelince… O, bir başka durum arz eder. Onlar, iyi görünen kimselerin iyi hallerinden daha ileride bir marifet makamındadırlar. Dereceler onlar için yok olur, tam yakınlığa varmışlardır. Cismanî tadları bırakıp ruhanî lezzete ererler. Bu lezzet; Allah-ü Teala’nın (CC) zatından gayrı herşeyi bir yana atıp, O’nunla (CC) ünsiyet etmek ve O’na (CC) yakın gözü ile nazar eylemektir.

 

Yukarıda bahsi geçen tadlar, maddi varlığın kazancı sayılır. Halbuki o maddî varlığın bizzat kendisi hatadır; kazancı da ona göre.. Nasıl ki şöyle bir büyük kelam vardır: “Vücudun öyle bir günahtır ki, onunla hiçbir günah kıyas edilemez.”

 

Bazı büyükler, Allah (CC) onlara rahmet eylesin şöyle derler: “Yakınlık makamına varamayan iyilerin yaptığı iyi iş; yakınlık makamına varanlara nazaran, hata sayılır.”

 

İşte bundandır ki, Peygamber (SAV) Efendimiz günde yüz defa istiğfar ederdi. Bunu Allah-ü Teala (CC), bize talim için Peygamber (SAV) Efendimize buyurmuştur: “Günahına bağış talebinde bulun.”[8]

 

Yani, varlığını silmeyi Allah’tan (CC) dile.. Bu hale, tevbeden daha çok İnabe, tabir edilir. İnabe, Allah’ın (CC) zatından gayrı herşeyden geçip ona dönmektir. Ve O’nun (CC) yakınlık evine girip, ilahî yüze nazar eylemektir. Bu aziz kulları Peygamber (SAV) Efendimiz anlatırken, şöyle buyurur:

 

“Allah’ın (CC) birtakım kulları vardır ki; onların bedeni dünyadadır; ama kalbleri arş altında.”

 

Onların kalbi arş altında olması, dünyada ilahî rüyetin olmayışındandır. Kalb aynasında ilahî sıfatlann tecellisi görülür. Ki, Hz. Ömer R.A. bu hususta der ki:

 

“Kalbim, Rabbımı (CC), Rabbımın (CC) nuru ile gördü.”

 

Kalb, CEMAL sıfatının tecellisine bir aynadır. Bu anlatılan alemin bir ismi de müşahededir. Bunun hasıl olması için: Ergin, vuslat alemini bulmuş, geçmiş zatlar tarafından makbul olan bir zatın telkini lazımdır.

 

Bu zat, o aleme erdikten sonra. Allah’ın (CC) emri ile, noksan kişilerin eksiğini tamamlamak için, bu aleme gönderilmiş olmalıdır. Bu gelişte vasıta bizzat Peygamber (SAV) Efendimiz olmalıdır.

 

Velî zatların kullara gönderilişi özel bir durum arz eder. Bunların daveti umuma şamil değildir. Bu yüzden Peygamberlerle (AS) tefrik edilirler. Çünkü Peygamberler (AS) hem havas kullara hem de avama gönderilmiştir. Sonra, bunlar, yani, Peygamberler (AS), kendi işlerinde tam istiklale sahiptir. Velîler müstakil değildir; Peygambere (AS) uymak zorundadırlar. Derler ki:

 

“Kendi istiklalini ilan etmeye yeltenen bir velî, kendisini Peygambere (AS) benzetmek ister ki; bu isteği onu küfre götürür…”

 

Peygamber (SAV) Efendimiz, ümmetinden ulema güruhunu  İsrail devri peygamberierine benzetmiş olması başka mana taşır. Musa (AS), Peygamberden (AS) sonra gelen nebi onun kurduğu dini esas üzerine yürümekte idi. Yeni bir şeriatle değil, aynı şeriatı takip edip gelmekte idi. Bu ümmetin uleması ise, havas kullara gönderilmiştir, emri ve yasağı yeni bir şekilde sunarlar. Açık bir şekilde, amelleri talim eyler, din temelindeki güzelliğe halkı devam ettirmeye bakarlar. Marifet için bir temel yeri olan kalbi temizletirler. Bunlar; Ashab-ı Suffa (RA) gibi, Peygamberin (SAV) verdiği bilgiye göre, haberler verirler.

 

Ashab-ı Suffa (RA) öyle bir hale ermişti ki, Peygamber (SAV) Efendimiz, miraç hadisesini anlatmadan önce; onlar, miracın sırlarından bahsederdi…

 

Velî, Peygamberin (SAV) velayet haline de sahiptir. Çünkü taşıdığı hal, Peygamberliğin bir cüzüdür, iç alemi Peygamberin (SAV)emanetindedir.

 

Bu anlatılanları dinlerken: Zahiri ilme sahib olan herkesin, bu hale ereceği akla gelmesin. Bizim anlattığımız Peygamber (AS) varisleri, neseb itibarı ile ona yakın olanlardan da ileridir. Peygambere (AS) tam varis olan, bir oğul derecesindedir; ki o manevî neseb itibarı ile en yakındır

 

Zahiri neseb, bu nesebe göre sönük kalır…

 

Oğul, hem iç, hem de dış itibarı ile babanın sırrını taşır. Bu durumu Peygamber (SAV) Efendimiz şöyle anlatır:

 

“Öyle ilim vardır ki, gizli bir hazine gibidir. Onu ancak Allah’ın (CC) zatına karşı alim zatlar bilir. O sır konuşulduğu zaman, izzet sahipleri inkar etmez.”

 

Bu ilim, Peygamber (SAV) Efendimizin kalbine micaç gesesi doğdu. O bu sırrı o kadar gizledi ki, otuz bin perde arkasına sakladı. Peygamber (SAV) Efendimiz onu, yakın Ashab (RA) ve Ashab-ı Suffa’dan (RA) gayrına açmadı. O sırrın bereketi iledir ki, şeriat ahkamı kıyamete kadar devam edecek…

 

Batın ilmi, o sırra iletir.

 

İlimler ve marifet nevinden olan şeyler o sırrın kabukları sayılırlar. Zahiri bilgiye sahip olanlar da, ona bir nevi varis sayılır.

 

Zahiri alimlerin bir kısmı, farzlara sahip olurlar. Bir kısmı da Zevil Erham makamında olup, zahirdeki ilmi muhafaza eder. İyi öğütle kulları Allah’a (CC) çağırırlar.

 

Bazı ehl-i sünnet yolunu tutan zatlara gelince, onların zinciri Hz. Ali’ye (KV) kadar uzar. Çünki ol ilmin karargahıdır. Hikmetli davetin kapısı oradadır. Allah-ü Teala (CC) bir Ayet-i Kerime’de şöyle buyurur:

 

“Hikmetle, güzel öğütle Rabbın (CC) yoluna davet et… Onlarla en iyi şekilde mücadele et…”[9]

 

Onların kelamı esasta bir olmakla beraber, teferruat itibarıyla çeşitlidir.

 

Anlatmak istediğimiz üç mana vardır ki, yukarıda zikri geçen ayette mevcuttur. Bunların ilmi Peygamber (SAV) Efendimizin zatında birleşir. Zaten bu ağır vaziyete ondan başkası tahammül edemez. Biz o vazifeleri biraz tefsir ederek aşağıda anlatacağız.

 

Birinci Vazife: Hal ilmi… Bu işin özüdür. Er kişilere verildi. Er kişiler, bu hali elden kaçırmamaya bakarlar. Peygamber (SAV) Efendimiz onları anlatırken şöyle buyurur:

 

“Erkeklerin himmeti, dağları yerinden oynatır.”

 

Buradaki dağdan murad, kalbin ağırlığıdır. Onların duası ve yakarması ile arzuları yerine gelir, yok olmasını diledikleri şey de erir… Bunların halini şu Ayet-i Kerime anlatır:

 

“Her kime hikmet verildiyse, şüphesiz ona bol hayır verilmiştir.”[10]

 

İkinci Vazife: Yukarıda anlatılan özün, kabuğudur. Bu hal zahiri bilgi sahiplerine verildi. İyi öğüt, iyiliği söylemek, yasakları yaptırmamak vb… bunların yaptığı işler arasında sayılır. Bu zümreyi Peygamber (SAV) Efendimiz şu Hadis-i Şerifinde daha iyi anlatır:

 

“Alim, öğüdünü bilgi ve edeble verir. Cahil, öğüdünü öfke ve vurarak verir.”

 

Üçüncü Vazife: Bu üçüncü derece, kabuğun kabuğu sayılır. Emirlere has işlerdir. Zahiri adalet ve siyaset gibi… Bu hale, önce zikredilen ayetin: “Onlarla iyi şekilde mücadele et.” cümlesi işaret eder.

 

Bunlar Kahhar sıfatının mazharıdır. Ve dinî nizamı korurlar. Taze cevizin yeşil kabuğu misali…

 

Zahirî bilgi sahipleri ise, cevizin özünü saklayan sert kabuğuna benzer.

 

Batın alimlerine gelince onlar da öz sayılır.

 

Peygamber (SAV) Efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurur: “Ulema meclisinde oturmalısınız. Hakimlerin sözünü dinlemelisiniz. Allah-ü Teala (CC), yağmur suyu ile, yeri yeşerttiği gibi; hikmetle de ölü kalbleri ihya eder.”

 

Yine buyurur: “Hikmet, müminin yitiğidir, bulduğu yerde alır.”

 

Avam halkın dilinde olan kelam, Levh-i Mahfuz’dan iner; orası ceberut alemidir. Derece itibarı ile hesaplanır. Hakk’a (CC) vasıl erlerin dilinden akıp gelen cümleler en büyük makamdan coşar… Orası yakınlık ilidir; arada vasıta yoktur. Herşey aslına dönecektir. Bu sebeple kalbin dirilmesi için, ehl-i telkini arayıp bulmak gerek… Bu farzdır. Peygamber (SAV) Efendimizin şu Hadis-i Şerifi buna işaret eder:

 

“İlim, her müslüman kadın ve erkeğe farzdır.”

 

Burada farz olan ilimden murad, marifet ve Hakk (CC) yakınlığı ilmidir. Geri kalan bilgilerin, ancak lüzumu kadarı farzdır. Farz ibadetlerini edası için gereken fıkıh ilmi gibi…

 

Allah-ü Teala’nın (CC) hoşnut olduğu odur ki, kulu derece ve makam hırsından geçe. Yakınlık alemine vara… Derecelerin hiç birine iltifat etmeye… Allah-ü Teala (CC) bir Ayet-i Kerimede şöyle buyurur:

 

“Söyle, ben yaptığım işe sizden ücret istemiyorum. Ancak yakınlıklara bağlılık, sevgi…”[11]

 

Bazı rivayetlere göre, buradaki yakınlıktan murad. Hakk (CC) yakınlığı bilgisini talimdir.

www.GAVSULAZAM.de


[1] Fetih S. A.26

[2] Saffat S. A.35

[3] Muhammed S. A.19

[4] Bakara S. A.222

[5] Haşr S. A.21

[6] Şura S. A.25

[7] Furkan S. A.70

[8] Muhammed S. A.19

[9] Nahl S. A.125

[10] Bakara S. A.269

[11] Şura S. A.23

www.GAVSULAZAM.de  © 2003-2005   •   Her Hakkı Mahfuzdur..