Buraya kadar bazı meratib izah
edildi; onların hangisi olursa olsun, tevbe ile elde edilir. Bunu böylece
hilesin.
Tevbenin tam olması da
şarttır. Ayrıca ehli olandan da, o yolların telkinini almak gerekir.
Allah-ü Teala (CC) şöyle
buyurdu:
“Onları takva kelimesi ilzam etti.”
O takva kelimesi Lâ ilâhe illallâh, cümlesidir. İşte
ona sahip olanı bulup almak icab eder.
Sonra o kelimenin alındığı
yerin, ALLAH (CC), lafza-i celalinden gayrı herşeyden pak ve temiz olması da
icab eder. Bilhassa avam halkın ağzından duyulan bütün sözlerle, o kalb sahibi
tarafından söylenen söz ayırd edilmeli…
Ayrıca söylenenlerin, söyleniş
tarzına da dikkat etmeli. Zahirde aynı manayı taşısalar bile, batın itibarı ile
tamamen değişiktir.
O zattan çıkan kelamla, diğerleri aynı olamaz.
Kalb; manen diri bir kalpten Tevhid
tohumunu alınca hayata kavuşur. Ve o tohum tam olur. Kemale ermeyen tohumdan
bir bitki bitmez. Kur’an-ı Kerim’in iki yerinde geçen: Lâ İlâhi İllallâh cümlesi,
anlatmak istediğimizin esasına işaret eder.
Birinde: “Lâ İlâhi İllallâh, cümlesi onlara okunduğu zaman büyüklenirler.”[2]
Bu ayet zahirî duruma işaret
eder; yani avama dairdir. Diğer yerde ise, şöyle buyurulur:
“Şunu bil ki, -Lâ İlâhe İllallâh- Allah’tan (CC) başka ilah yoktur, sonra
senin ve kadın, erkek müminlerin günahına bağış talebinde bulun!”
Bahsettiğimiz telkin bu ayetin
delaleti ile olmaktadır. Ki bu, havas kullar için buyurulur.
Zikir telkini: Bu yolu, Resulullah
(SAV) Efendimizden ilk taleb eden Hz. Ali (KV) Hz.leri olmuştur. Peygamber (SAV)
Efendimizden en yakın, en değerli ve en kolay yolu belletmesini temenni
etmişti. Bunun üzerine Peygamber (SAV) Efendimiz Hz. Cibril’in (AS) gelmesini
bekledi.. Geldi; üç defa Peygamberimize (SAV) yukarıda zikri geçen Tevhid kelimesini telkin etti. Sonra
Peygamber (SAV) Efendimiz aynı şekilde tekrar etti. Bundan sonra Hz. Ali’ye (KV)
belletti. Daha sonra Ashab’a (RA) geldi. Aynı cümleyi onlara öğretti.. Ve aynı
manayı anlatmak için birgün, şöyle buyurdu:
“Biz küçük cihaddan döndük; büyük cihada geliyoruz.”
Bunu söylerken nefisle edilen
cengi murad ediyordu. O büyük Peygamber (SAV) birgün Ashap’tan (RA) birine
şöyle diyordu:
“En büyük düşmanın; iki kaburga kemiğin arasındaki düşmandır.”
İlahî sevgi, vürud düşmanı
ölmeyince ele gelmez. Vücudun, ilk defa emmare, levvame ve mülhime
derecelerinde olan nefisten temizlenmesi lazımdır. Sonra, hayvani adetlerden de
pak olmak icab eder. Özellikle; çok yemek, çok içmek, çok uyumak, boş
şeylerle meşgul olmaktan… Sonra, yırtıcı hayvani huylardan sayılan öfkelenmek,
kızmak, dövmek, saldırmak ve benzeri huyları da bırakmalıdır.
Şeytanî huylardan sayılan, büyüklenmek,
kendini beğenmek, hased etmek, kin ve benzeri huyları da bırakmak icab
eder. Bunların dışında kalan, kalbe ve bedene dair afetlerden de korunmak,
temiz olmak icab eder. Bunlardan arınan kimse, esasta sayılan hatalardan
arınmış olur. Temiz, pak, tövbekar kullardan sayılır. Bir Ayet-i Kerimede şöyle
buyurulur:
“Allah (CC) , tövbekarları, sever; pak, temizleri sever.”
Zahirde mücerret günahlardan
tevbe eden için gereken şudur ki, aşağıya alınan cümlenin
tehdidi altına girmeye…
“Her nekadar tevbe ettiyse de, tövbekar olmamıştır.”
“Tevbekar olmamıştır.” cümlesi biraz mübalağa ile
zikrediliyor. Bundan çıkan mana şudur: Havas kullara has olan tevbe ile tevbe
etmiyor…
Dıştan tevbe edip işin özüne
geçmeyen kimse odur ki: Otu keserken, kökünü kesmiyor; yalnız dışta görünen
kısmını koparıyor. Bu hale göre, o ot ilk halde; öncesinden daha çok dal
salacaktır.
Hataları, bilhassa kötü
huyları tam bırakan kimse, kopardığı otu kökten keser. Şüphesiz, o bir daha
dallanmaz; dallanması nadir olur; ki onu kurutmak kolaydır.
Bu sökülme ameliyesi
yapılırken,. diğer bir büyük zattan gelen manevî telkin de, bir alet sayılır.
Yapılan telkin kime ise; onda mevcut olan Hakk’ın (CC) zatından gayrı şeyleri
keser atar.
Acı ağacı, kökünden kesip
geçmeyen kimse, tatlı ağaca eremez.
“Ey basiret sahipleri ibret alınız; iflahınız ve vuslatınız, bu yolda
umulur.”
Bir Ayet-i Kerimede şöyle
buyurulur:
“O öyle bir Allah’tır (CC) ki, kullarından tevbeyi kabul eder; hatalardan
geçer.”
Yine buyuruyor:
“Kim tevbe ve iman eder, iyi işi yaparsa.. Allah (CC) böyle bir zümrenin
kötülüklerini iyiliğe çevirir.”
Tevbe iki kısımdır. Avam halkın
tevbesi bir de, has kulların tevbesi…
Avam halkın tevbesi; Zikirle, ciddî çalışma ile olur.
Böylece isyandan taate, kötülükten iyiliğe, geçilir ve… cehennemden cennete
gidilir. Sonra… tövbenin aslına, bedenin rahatından geçip, nefsin güç işlere
sokulması neticesinde varılır..
Has kulların tevbesine gelince… O, bir başka durum arz
eder. Onlar, iyi görünen kimselerin iyi hallerinden daha ileride bir marifet
makamındadırlar. Dereceler onlar için yok olur, tam yakınlığa varmışlardır.
Cismanî tadları bırakıp ruhanî lezzete ererler. Bu lezzet; Allah-ü Teala’nın (CC)
zatından gayrı herşeyi bir yana atıp, O’nunla (CC) ünsiyet etmek ve O’na (CC) yakın
gözü ile nazar eylemektir.
Yukarıda bahsi geçen tadlar,
maddi varlığın kazancı sayılır. Halbuki o maddî varlığın bizzat kendisi
hatadır; kazancı da ona göre.. Nasıl ki şöyle bir büyük kelam vardır: “Vücudun öyle bir günahtır ki, onunla
hiçbir günah kıyas edilemez.”
Bazı büyükler, Allah (CC) onlara
rahmet eylesin şöyle derler: “Yakınlık
makamına varamayan iyilerin yaptığı iyi iş; yakınlık makamına varanlara
nazaran, hata sayılır.”
İşte bundandır ki, Peygamber (SAV)
Efendimiz günde yüz defa istiğfar ederdi. Bunu Allah-ü Teala (CC), bize talim
için Peygamber (SAV) Efendimize buyurmuştur: “Günahına bağış talebinde bulun.”[8]
Yani, varlığını silmeyi Allah’tan
(CC) dile.. Bu hale, tevbeden daha çok İnabe, tabir edilir. İnabe,
Allah’ın (CC) zatından gayrı herşeyden geçip ona dönmektir. Ve O’nun (CC) yakınlık
evine girip, ilahî yüze nazar eylemektir. Bu aziz kulları Peygamber (SAV) Efendimiz
anlatırken, şöyle buyurur:
“Allah’ın (CC) birtakım kulları vardır ki; onların bedeni dünyadadır; ama kalbleri
arş altında.”
Onların kalbi arş altında
olması, dünyada ilahî rüyetin olmayışındandır. Kalb aynasında ilahî sıfatlann
tecellisi görülür. Ki, Hz. Ömer R.A. bu hususta der ki:
“Kalbim, Rabbımı (CC), Rabbımın (CC) nuru ile gördü.”
Kalb, CEMAL sıfatının tecellisine
bir aynadır. Bu anlatılan alemin bir ismi de müşahededir. Bunun hasıl olması
için: Ergin, vuslat alemini bulmuş, geçmiş zatlar tarafından makbul olan bir
zatın telkini lazımdır.
Bu zat, o aleme erdikten
sonra. Allah’ın (CC) emri ile, noksan kişilerin eksiğini tamamlamak için, bu
aleme gönderilmiş olmalıdır. Bu gelişte vasıta bizzat Peygamber (SAV) Efendimiz
olmalıdır.
Velî zatların kullara
gönderilişi özel bir durum arz eder. Bunların daveti umuma şamil değildir. Bu
yüzden Peygamberlerle (AS) tefrik edilirler. Çünkü Peygamberler (AS) hem havas
kullara hem de avama gönderilmiştir. Sonra, bunlar, yani, Peygamberler (AS),
kendi işlerinde tam istiklale sahiptir. Velîler müstakil değildir; Peygambere (AS)
uymak zorundadırlar. Derler ki:
“Kendi istiklalini ilan etmeye yeltenen bir velî, kendisini Peygambere (AS)
benzetmek ister ki; bu isteği onu küfre götürür…”
Peygamber (SAV) Efendimiz,
ümmetinden ulema güruhunu İsrail devri
peygamberierine benzetmiş olması başka mana taşır. Musa (AS), Peygamberden (AS)
sonra gelen nebi onun kurduğu dini esas üzerine yürümekte idi. Yeni bir
şeriatle değil, aynı şeriatı takip edip gelmekte idi. Bu ümmetin uleması ise,
havas kullara gönderilmiştir, emri ve yasağı yeni bir şekilde sunarlar. Açık
bir şekilde, amelleri talim eyler, din temelindeki güzelliğe halkı devam ettirmeye
bakarlar. Marifet için bir temel yeri olan kalbi temizletirler. Bunlar; Ashab-ı
Suffa (RA) gibi, Peygamberin (SAV) verdiği bilgiye göre, haberler verirler.
Ashab-ı Suffa (RA) öyle bir
hale ermişti ki, Peygamber (SAV) Efendimiz, miraç hadisesini anlatmadan önce;
onlar, miracın sırlarından bahsederdi…
Velî, Peygamberin (SAV) velayet
haline de sahiptir. Çünkü taşıdığı hal, Peygamberliğin bir cüzüdür, iç alemi
Peygamberin (SAV)emanetindedir.
Bu anlatılanları dinlerken:
Zahiri ilme sahib olan herkesin, bu hale ereceği akla gelmesin. Bizim
anlattığımız Peygamber (AS) varisleri, neseb itibarı ile ona yakın olanlardan
da ileridir. Peygambere (AS) tam varis olan, bir oğul derecesindedir; ki o
manevî neseb itibarı ile en yakındır
Zahiri neseb, bu nesebe göre
sönük kalır…
Oğul, hem iç, hem de dış
itibarı ile babanın sırrını taşır. Bu durumu Peygamber (SAV) Efendimiz şöyle
anlatır:
“Öyle ilim vardır ki, gizli bir hazine gibidir. Onu ancak Allah’ın (CC)
zatına karşı alim zatlar bilir. O sır konuşulduğu zaman, izzet sahipleri inkar
etmez.”
Bu ilim, Peygamber (SAV)
Efendimizin kalbine micaç gesesi doğdu. O bu sırrı o kadar gizledi ki, otuz bin
perde arkasına sakladı. Peygamber (SAV) Efendimiz onu, yakın Ashab (RA) ve
Ashab-ı Suffa’dan (RA) gayrına açmadı. O sırrın bereketi iledir ki, şeriat
ahkamı kıyamete kadar devam edecek…
Batın ilmi, o sırra iletir.
İlimler ve marifet nevinden
olan şeyler o sırrın kabukları sayılırlar. Zahiri bilgiye sahip olanlar da, ona
bir nevi varis sayılır.
Zahiri alimlerin bir kısmı,
farzlara sahip olurlar. Bir kısmı da Zevil Erham makamında olup, zahirdeki
ilmi muhafaza eder. İyi öğütle kulları Allah’a (CC) çağırırlar.
Bazı ehl-i sünnet yolunu tutan
zatlara gelince, onların zinciri Hz. Ali’ye (KV) kadar uzar. Çünki ol ilmin
karargahıdır. Hikmetli davetin kapısı oradadır. Allah-ü Teala (CC) bir Ayet-i Kerime’de
şöyle buyurur:
“Hikmetle, güzel öğütle Rabbın (CC) yoluna davet et… Onlarla en iyi şekilde
mücadele et…”
Onların kelamı esasta bir
olmakla beraber, teferruat itibarıyla çeşitlidir.
Anlatmak istediğimiz üç mana
vardır ki, yukarıda zikri geçen ayette mevcuttur. Bunların ilmi Peygamber (SAV)
Efendimizin zatında birleşir. Zaten bu ağır vaziyete ondan başkası tahammül
edemez. Biz o vazifeleri biraz tefsir ederek aşağıda anlatacağız.
Birinci Vazife: Hal ilmi… Bu işin özüdür. Er kişilere verildi. Er
kişiler, bu hali elden kaçırmamaya bakarlar. Peygamber (SAV) Efendimiz onları
anlatırken şöyle buyurur:
“Erkeklerin himmeti, dağları yerinden oynatır.”
Buradaki dağdan murad, kalbin
ağırlığıdır. Onların duası ve yakarması ile arzuları yerine gelir, yok olmasını
diledikleri şey de erir… Bunların halini şu Ayet-i Kerime anlatır:
“Her kime hikmet verildiyse, şüphesiz ona bol hayır verilmiştir.”
İkinci Vazife: Yukarıda anlatılan özün, kabuğudur. Bu hal
zahiri bilgi sahiplerine verildi. İyi öğüt, iyiliği söylemek, yasakları
yaptırmamak vb… bunların yaptığı işler arasında sayılır. Bu zümreyi Peygamber
(SAV) Efendimiz şu Hadis-i Şerifinde daha iyi anlatır:
“Alim, öğüdünü bilgi ve edeble verir. Cahil, öğüdünü öfke ve vurarak
verir.”
Üçüncü Vazife: Bu üçüncü derece, kabuğun kabuğu sayılır.
Emirlere has işlerdir. Zahiri adalet ve siyaset gibi… Bu hale, önce zikredilen
ayetin: “Onlarla iyi şekilde mücadele
et.” cümlesi işaret eder.
Bunlar Kahhar sıfatının mazharıdır.
Ve dinî nizamı korurlar. Taze cevizin yeşil kabuğu misali…
Zahirî bilgi sahipleri ise,
cevizin özünü saklayan sert kabuğuna benzer.
Batın alimlerine gelince onlar
da öz sayılır.
Peygamber (SAV) Efendimiz bir
Hadis-i Şerifinde şöyle buyurur: “Ulema
meclisinde oturmalısınız. Hakimlerin sözünü dinlemelisiniz. Allah-ü Teala (CC),
yağmur suyu ile, yeri yeşerttiği gibi; hikmetle de ölü kalbleri ihya eder.”
Yine buyurur: “Hikmet, müminin yitiğidir, bulduğu yerde
alır.”
Avam halkın dilinde olan
kelam, Levh-i Mahfuz’dan iner; orası ceberut alemidir. Derece itibarı
ile hesaplanır. Hakk’a (CC) vasıl erlerin dilinden akıp gelen cümleler en büyük
makamdan coşar… Orası yakınlık ilidir; arada vasıta yoktur. Herşey aslına
dönecektir. Bu sebeple kalbin dirilmesi için, ehl-i telkini arayıp bulmak gerek…
Bu farzdır. Peygamber (SAV) Efendimizin şu Hadis-i Şerifi buna işaret eder:
“İlim, her müslüman kadın ve erkeğe farzdır.”
Burada farz olan ilimden
murad, marifet ve Hakk (CC) yakınlığı ilmidir. Geri kalan bilgilerin, ancak
lüzumu kadarı farzdır. Farz ibadetlerini edası için gereken fıkıh ilmi gibi…
Allah-ü Teala’nın (CC)
hoşnut
olduğu odur ki, kulu derece ve makam hırsından geçe. Yakınlık alemine vara…
Derecelerin hiç birine iltifat etmeye… Allah-ü Teala (CC) bir Ayet-i Kerimede
şöyle buyurur:
“Söyle, ben yaptığım işe sizden ücret istemiyorum. Ancak yakınlıklara
bağlılık, sevgi…”
Bazı rivayetlere göre,
buradaki yakınlıktan murad. Hakk (CC) yakınlığı bilgisini talimdir.
www.GAVSULAZAM.de
|