İnsanların iki kısım dışında
olmadığını bilesin; yani: Saadet veya şekavet… Keza bu iki vasıf her insanda
bulunur.
Bir insanın ihlası ve
iyilikleri galip gelirse, yani, nefsanî olan duygular ruhanî bir hal alırsa; o
kimsenin şekavet -kötülük- tarafı, saadete -iyiliğe- çevrilir. Şayet bir şahıs
iyi olmayan arzulanna uyar, iş yukarıda anlattığımızın aksine dönerse; şakavet
tarafı, saadet tarafından üstün gelir.
Her iki taraf eşit olduğu
takdirde son ümit, iyiliğedir. Bunu şu Ayet-i Kerime bize ifade eder:
“Bir iyilik getiren on misli sevap alır.”
Allah-ü Teala (CC) dilerse,
daha fazla ihsanda bulunur… Ve bu kimse için mizan kurulur. Halbuki nefsanî
halleri ruhaniyete geçen için mizana lüzum kalmaz. O hesapsız gelir ve cennete
hesap vermeden girer. Bu durum şu Ayet-i Kerime ile daha iyi izah edilir:
“İyilik yönünden tartıları ağır olan kimse, bir hoş geçim içindedir.”
Hatası sevabından fazla olan
kimse, ettiği cinayet kadar azap görür, sonra o ateşli azaptan kurtulur. İmanı da
varsa cennete girer. Saadet ve şekavetten kasdımız, iyilik ve kötülüktür.
Bunlar, bir kimsede hali ile kalmaz, iyilik kötülüğe, kötülük de iyiliğe
çevrilebilir. Peygamber (SAV) Efendimizin buyurduğu gibi iyi kötü olabilir,
kötü de iyi olabilir. İyilikleri çok olan, saadet bulur, iyi olur. Kötülükleri,
iyiliğinden fazla olan da şakavet bulur, kötü olur.
Tevbe edip iyi iş tutan
kimsenin şakavet hali saadete döner. Mukadder olana gelince, hem iyilik, hem de
kötülük, yani saadet, ve şakavet herkesin varlığında gizlidir. Her iki vasfa da
sahiptir.
Peygamber (SAV) Efendimiz,
şöyle buyurur:
“Saîd olan, anasının karnında saiddir, şaki olan yine anasının karnında
şakidir.”
Hal böyle olmasınaa rağmen, bu
bahsi açmaya kimsenin hakkı yoktur. Çünkü bu fasıl kader sırrına taalluk eder. İleri
gidilirse, zındıklık getirir.
Sonra, hiç kimsenin kaderi ele
hüccet olarak alıp, iyi işleri terk etmeye hakkı yoktur: “Eğer, ezelde iyiler arasında yazıldımsa, bugün yapacağım iyiliğin faydası
yoktur, keza kötülerden yazıldımsa, iyiliğin de yararı olmaz.” demek, kimse
için caiz olmaz. Bu hallerde:
“Eski
halim ne ise o olur, yeniden ne faydam, ne zararım olur.” demek yakışmaz.
Bu hususta Adem (AS) nebi ile iblis
-şeytan- misal getirilebilir. İblis işini kadere havale etti, kafir oldu;
kovuldu… Adem (AS) nebi isyanı, hatayı özünde bildi, rahmete erdi, kurtuldu…
Her müslüman için gerekli
olan. odur ki: Kaderin inceliği üzerinde düşünmeye. Böyle bir hale kapılan
teşvişe düşer; şüpheler içinde kalır. Sonra, zındıklık haline kaçması da
ihtimal dahilinde olur.
Her müslüman; Allah-ü Teala’nın
(CC), HAKÎM olduğuna kani olması gerek… İnsanın bu alemde oluşunu gördüğü
işlerin herbiri, bir hikmete mebni oluyor.
İnsan bu dünya evinde, küfür,
nifak, fisk ve benzeri işleri, Allah (CC) kudretini izhar için yaptığını ve
bildiği hikmete binaen olduğunu bilmeli… Bunların büyük sırrı var… Allah-ü Teala
(CC) kudretini izhar eder. Peygamberimiz Mustafa’dan (SAV) başkası bu işlere
akıl erdiremez, muttali olamaz. Şöyle bir hikaye anlatılır:
İrfan sahiplerinden biri, yaratanına
şöyle münacaat ediyordu: “İlahî, takdir senin, irade senin ve nefsimdeki
marifeti de sen halk eyledin…
Bunun üzerine şu nidayı
içinden duydu:
“Ey kulum, bu dediğin Tevhid’in icabıdır; kulluğun icabı
değildir.”
Bundan sonra, o kul. şöyle
dedi:
“Ben hata ettim, günah işledim,
nefsime zulmettim.”
Bu itiraftan sonra, ikinci
defa yine bir ses geldi: “Ben de seni
bağışladım, affettim, merhamet eyledim.”
Her iman sahibine lazım olan
odur ki, yaptığı iyiliği Halık’ın (CC) verdiği başarı ile bile… Şer iş
ediyorsa, onu da nefsinin kötü arzusundan olduğunu anlaya… Böyle yaparsa, Allah-ü
Teala’nın (CC) şu Ayet-i Kerimede tasvif ettiği kullardan olur:
“Allah’ın (CC) kulları onlardır ki, bir hata işledikleri zaman, ya da
nefislerine zulümettikte, Allah’ı (CC) hatırlar ve günahlarına bağış talebinde
bulunurlar. Günahları Allah’tan (CC) başka kim bağışlayabilir ki?”
Kul, kötülüğün menbaı olarak
nefsini bilirse, kar eder, kurtulur. Böyle etmek, ismi Aziz olana isnad
etmekten daha hayırlı olur. Çünkü O (CC), hakikî yaratıcıdır.
Peygamber (SAV) Efendimizin
buyurduğu: “Şaki ve said ana karnında
iken bellidir…” cümlesi tefsir ister.
Burada anadan murad, beşerî
kuvveti doğuran dört unsurdur. O dört unsurdan ikisi su ile topraktır. Bunlar
iman bitirir, ilim getirir, hayat verir. Sonra, kalbde tavazu doğurur…
İkinci parçada mütala edilen,
ateşle havaya gelince, onlar da su ile toprağın aksinedir. Bunlar yakar ve
öldürür. Bu zıdları bir cisimde birleştiren Sübhan’dır (CC).
Su ile ateşi nasıl da bir
arada tutuyor. Nurla zulmeti bulutta nasıl da birleştiriyor. Bir Ayet-i Kerime
zikredelim:
“O (CC) size, korku ve ümitle baktığınız şimşeği gösterir ve ağır yüklü
bulutlar yapar…”
Bir gün Yahya b. Muaz Hz. Ali’ye
(KV): “Allah’ı (CC) nasıl anladın?”
diye sordular, şöyle anlattı: “Zıdların
bir araya gelişinden.”
Bu zıd sıfatlar icabıdır ki, insan,
Hakk’ın (CC) aynası oluyor, hem de celal sıfatını göstermektedir. Bütün kainatı
yaratılışında toplamıştır. Yine bu hikmete mebni, insana: Cem edici varlık ve
büyük alem, adı takılır. Çünkü onu Allah-ü Teala (CC) iki eli sayılan kahır ve
lütufla halk etti. Böyle yaratılınca, iki yönden de ayna olması gerek… Hem
kesafeti gösterir; hem de letafeti… İnsan, diğer eşya hilafına, bütün isimlerin
zuhur yeridir, insan dışında kalan eşya, tek yönlü yaratılmıştır.
Kahır sıfatından iblis ve
zürriyetini. Yarattı…
Lütuf sıfatından melekler
yaratıldı. Onlar: Sübbûh, Kuddûs isimlerine mazhardır.
Kahır sıfatından iblis ve
tayfası yaratıldı. Bunlar da cebbar sıfatının zuhur yeridir. Bundan ötürü Adem nebiye (AS) secde etmediler, büyüklük
sattılar. İnsan kainatın ulvî ve süfli özelliklerini benliğinde topladığına
göre, gerek enbiya, gerek evliya hatadan beri olamaz. Ancak Peygamberler,
nübüvvet ve risaleti uhdelerine aldıktan sonra, büyük günahlardan masumdur.
Küçük hatalardan değil… Evliya zümresi masum değildir.
Derler ki: “Evliya zümresi, tam kemale erdikten sonra,
büyük günahlardan mahfuzdur.”
Şakikül-Balhî (RA) der ki: “Saadete alamet beştir: Yumuşak kalb, çok
ağlamak, dünyaya gönül vermeden zahid yaşamak, az ümitli olmak ve haya sahibi
olmak…”
Keza, şakavet alameti de
beştir: Kalbin katı olması, gözlerin yaşsız olması, dünyaya rağbet, ümit
çokluğu ve hayasızlık…
Peygamber (SAV) Efendimiz,
saadet ehlinin alametini dört olarak anlatır: “Kendine tevdi edilen emaneti eda eder. Verdiği ahdi yerine getirir.
Sözünde doğru olur. Biri ile çekişme anında sövüp saymaz.”
Keza şekavet alametini de
dörde ayırır ve şöyle devam eder: “Verilen
emanete hiyanet eder. Verdiği sözü tutmaz. Sözüne yalan katar. Biri ile çekişme
sırasında söver sayar.”
Sonra o şaki kişi, arkadaşlarının
hatasını affetmez. Çünkü af, dinî huyların en büyüğüdür. Sonra; Allah-ü Teala,
Peygamber (SAV) Efendimize affı emir buyurmuştur: “Affı al; iyilik için emir ver. Bilmezlerden kaç…”[5]
“Affı al” emri, yalnız Peygamber (SAV) Efendimize değildir. Bu
emir, umumi bir mana taşır. Bütün Muhammed (SAV) ümmetine şamildir. Bir sultanî
emrini tebliğe memur bir valisine, şu işi şöyle yap derse, o valinin eli
altında bulunan bütün ülkeler o şeyi yapmaya memurdur. İsterse emir, yalnız o
zata olsun…
“Affı al” emri üzerine bu Fakîr şerh vermek ister… “Al” demek, onu daima huy edin,
demektir. Her kim, af sıfatı ile huylanırsa, Allah-ü Teala’nın (CC) isimlerinden
biri ile isim almış olur. O isim ise, “AFV”
dır. Bir Ayet-i Kerimede şöyle buyurulur:
“Affeden ve ıslah olan kimsenin mükafatını bizzat Allah (CC) verir…”
İyi bilesin ki: Saadet
şakavete, şakavet ise saadete terbiye ile çevrilebilir. Bunu Peygamber (SAV) Efendimizin
buyurduğu şu Hadis-i Şeriften anlıyoruz:
“Bütün çocuklar doğarken İSLAM fıtratını taşır. Sonra, ana babası onu
yahudî, mecusî, nasrani eder.”
Bu Hadis-i Şerif gösteriyor
ki, herkesin iyiliğe ve kötülüğe kabiliyeti vardır. Bundan ötürü şu, tamamen
kötüdür, veya iyidir, gibi bir hüküm verilemez. Bu yolda söylenmesi doğru olan
şudur:
“Eğer bu şahsın iyiliği, kötülüğünden üstün gelirse, saadete erer. Kötülüğü
üstün gelen ise aksine olur…”
Bu sözden başkasını diyen şaşmış
sayılır. Bu demek değildir ki, insan, amelsiz cennete girer. Hatası olmadan da
ateşe sokulur. Bu inanç, İslam esaslarını hilafınadır. Çünkü Allah-ü Teala (CC)
cennetini iyilik ve iman ehli kullarına vaad etti. Ateşi ise küfür şirk ve
isyan ehline… Şu Aye-t-i Kerime bize bu mevzuda yol gösterir:
“Bir kimse iyilik ederse kendine, lehine…
Kötülük ederse yine kendine, aleyhine…”[7]
Yine buyurur: “Bugün herkes, yaptığı ile ceza görür,
bugün zulüm yok.”[8]
Yine buyurur: “İnsana yalnız yaptığı kadarı kalır.”[9]
Yine buyurur: “Kendiniz için Hakk’a (CC) takdim
ettiğinizi O’nun (CC) katında bulacaksınız.”[10]
www.GAVSULAZAM.de
|