Cismanî ruhun cesetteki yeri,
sinedir. Zahiri duygularla beraberdir. Onun metaı şeriattır. Yaptığı iş, Allah’ın
(CC) emri olan farzlardır. Allah-ü Teala (CC) o emirleri ile, zahirdeki ahkamı
düzenlemiştir.
O ruh farzları eda ederken
şirk ehli olmaz. Çünkü Allah-ü Teala (CC) onun için şöyle buyurdu:
“O yaptığı ibadette Rabbına (CC) şirk koşmasın.”
Allah (CC) birdir, bir’i
sever. Yani, ibadetin yalnız kendine has olmasını ister. Dahası var; Ameller
gösterişsiz olmalı, duysunlar diye yapılmamalı. Sonra yapılan ibadetin, dünyada
iken kârı gözetilmemelidir.
Yapılan ibadetten hasıl olacak
velayet hali, keşif ve müşahede hali mülk alemine aittir. Bu haller yer
zemininden sema yüksekliğine kadar böyledir.
Sonra, bazı bu aleme has Kevni
keramet tabir edilen, ruhbanlara ait işler vardır. Onlar da, suda yürümek, hava
boşluğunda uçmak, az zamanda çok yer kat etmek… Uzaktan söyleneni duymak ve iç
alemde gizli şeyleri haber vermek gibi şeylerdir…
Ahiret aleminde ise, bazı
iyilikler bulabilir. Onlar da cennet, huri, köşkler, güman, içkiler
ve cennetin diğer nimetleri… Bunlar, birinci cennet olan meva cennetindedir.
Revani ruhun yeri kalbdir.
Metaı, manevî yolculuğa dair olan ilimdir. Bu ruhun meşgalesi Hakk’ın (CC) zatına
ait isimlerin ilk dördü iledir. Diğer on iki isimde olduğu gibi, bu dört isimde
de ses, harf, konuşma olmaz. Allah-ü Teala (CC) bu hale işaret için şöyle
buyurdu:
“İster Allah (CC) deyiniz, isterse Rahmân (CC); hangisini çağınrsanız,
çağırınız; güzel isimlerin hepsi O’nundur (CC).”
Yine buyurdu:
“Güzel isimler O’nundur (CC). Onlarla çağırınız.”
Bu ayetlerdeki işaret şudur
ki, uğraşılması gereken esaslı iş, ilahî isimlerdir. O da iç alemine dair olan
bilgidir. Bu bilgiden hasıl olan marifete gelince: Tevhid esmasının sonucu
olduğunu söyleriz.
İlahî esmaya dair Peygamber (SAV)
Efendimizin şu Hadis-i Şerifi vardır:
“Allah-ü Teala’nın (CC) doksan dokuz ismi vardır; herkim onları ezbere
sayarsa, cennete girer.”
Anlatmak istediğimiz mevzuu
açıklayan Peygamber (SAV) Efendimizin bir Hadis-i Şerifi de şöyledir:
“Ders bir harftir, tekrarı bindir.”
Yani, zata has isim bir tane;
ama, onun huyuna bürünen sayısız…
On iki ilahî isim, Lâ
İlâhe İllallah cümlesinin esasına dayanır. Çünkü bu cümlenin Harfleri
on ikidir.
Allah-ü Teala (CC) , kalb
işlerindeki her harfe bir isim verdi. Ayrıca her alemin üç ismi vardır. Allah-ü
Teala (CC), sevenlerin kalbini öylece, sevgide sabit kıldı…
Bu durumu, Allah-ü Teala (CC) şöyle haber verdi:
“Allah (CC) iman eden kimselerin kalbini dünyada ve ahirette sabit söz
üzerine tesbit etti.”
Ve onlara, ünsiyet zevkini
ihsan eyledi.
Tevhid ağacını onların kalbine
yerleştirdi. Aslı, yerin yedinci zemininde sabit olup, belki daha aşağıda;
dallarına gelince, sema yüksekliğinden taa arşa kadar veya daha yukarı uzar.
Allah-ü Teala (CC) diğer
Ayet-i Kerimede şöyle buyurur:
“O bir pak ağaca benzer, kökü
yerde, dalı semaya uzar.”
Revani ruhun yeri, kalb
hayatıdır. Melekût alemini müşahede eder. Müşahede ettiği şeylerin bir kısmı,
cennetler ve onun ehli, nurları, ve içinde bulunan meleklerdir.
Sonra konuşması iç aleme dair
olur. İlahî isimlerin batın manasını düşünür; sessiz ve harfsiz konuşur. Bu
ruhun, ahiretteki yeri ise, Naim cennetidir.
Sultani ruha gelince… Onun da
olduğu ve tasarruf ettiği bölge Fuad’dır. Bunun metaı ise,
marifettir. İşine gelince, kalb dili ile vasıta kılınıp yalvarıları ilahî
ilimlerin hepsidir.
Peygamber (SAV) Efendimiz ilmi
anlatırken şöyle buyurur:
“İlim iki çeşittir. Biri, dildeki ilim; bu Allah’ın (CC) kullarına karşı
bir tutanağıdır, öbürü de kalblerdeki ilimdir. Faydalı olan da budur.”
Esas yararlı bilgi bu ilmin
çerçevesi içindedir. Peygamber (SAV) Efendimiz diğer bir Hadis-i Şerifinde ise.
şöyle buyurur:
“Kur’an’ın bir dış, bir de iç manası vardır.”
Yine buyurur:
“Allah-ü Teala (CC) Kur’an’ı on batında inzal eyledi… Her batın mananın bir
sonrası daha faydalı ve daha karlıdır. Çünkü gerçeğe daha yakındır…”
Bahsettiğimiz, on iki ilahi
isim, bir nevi Musa Nebinin (AS), tasa vurup açtığı on iki çeşmeye benzer. Bu
durumu, Allah-ü Teala (CC) bize şöyle haber verdi:
“Musa (AS), kavmi için bizden su talebinde bulundu. Ona (AS): ‘Tasa sopanla
vur.’ dedik, o zaman on iki göze fışkırdı. Her cemaat, içeceği yeri bildi.”
Zahirdeki ilim, geçici yağmur
suyuna benzer. Batınî ilme gelince, temeli olan bir hazinedir; ki bu, zahir
ilimden daha yararlıdır.
Allah-ü Teala, bir misal
olarak şöyle buyurur:
“Ölü yer, onlara kudretimizi bildiren bir delil olmalıdır. Oraya can
verdik, habbe çıkardık; ondan yemektedirler.”
Allah-ü Teala (CC) bu afakta
habbe yarattı. Bu habbe, hayvani nefsin kuvvetidir. Bir de enfüsî aleme habbe
halk etti. O da, ruhanî ruhların kuvvetidir; gıdasıdır.
Peygamber (SAV) Efendimiz bir
Hadis-i Şerifinde şöyle buyurur:
“Her kim kırk gününü ihlas ile sabahlarsa, hikmet kaynakları kalbinden
diline akar.”
Bu sultanî ruhun kârına
gelince, Cemâl sıfatının tecellisini seyre dalıp hayran olmaktır. Bunu
Allah-ü Teala (CC) şöyle haber verdi:
“Fuad gördüğünü yalanlamadı.”
Bir Hadis-i Şerifte ise, bu
durum daha başka anlatılır:
“Mümin, müminin aynasıdır.”
Birinci müminden imanlı kulun
kalbi, ikinci, müminden ise, Allah-ü Teala (CC) murad ediliyor. Allah-ü Teala (CC)
bir sıfatının Mümin olduğunu bize şu ayetiyle bildirdi:
“O Mü’min (CC) ve Müheymin’dir (CC).”
Bu sultanî ruhun meskeni öbür
alemde, üçüncü cennet sayılan Firdevs cennetidir. Kudsî ruhun
tasarruf ve durak yerine gelince, o da SIR’dır.
Bu ruhun hali, şu kudsî
hadisle anlatılır:
“İnsan benim sırrım; ben de insanın sırrıyım.”
Bu ruhun metaı hakikat
ilmidir; bu ilim aynı zamanda Tevhid ilmidir. Yaptığı işlere
gelince, Tevhid isimlerine devamdır. Buradaki devam, sır lisanı ile
olur. Öbürlerinde olduğu gibi, burada da zahiri nutuk yoktur:
“Sözü bağırarak demekte isen; o gizliyi bildiği gibi, en hafiyi de bilir.”
Kudsî ruhun haline Allah-ü Teala’dan
(CC) başkası vakıf olamaz.
Bu ruhun kârı, mana yavrusunun
zuhurudur. Müşahede ettiği ve gördüğü, Allah-ü Teala’nın (CC) vechidir. Hem Celâl,
hem de Cemâl sıfatlarına bakar. Bakışı sır gözü iledir. O günde yüzler parlak
olarak Rablarına (CC) bakarlar. Orada benzeme ve benzetilme yoktur. O (CC) işitir ve
görür.
İnsan, gayesini bulunca, akıl
inhisarı altına girer. Kalbler hayrete dalar. Diller tutulur; bu hallerden
haber vermeye gücü yetmez. Çünkü Allah-ü Teala (CC) görünen misallerden
münezzehtir.
Anlattığımız bu haberler
ilim sahiplerine ulaşınca, onlara gerekir ki, ilim makamlarını anlamaya
çalışalar. Bütün rağbetlerini, oraya yönelteler, gerçek yüzünü anlamaya
bakalar. Teveccühlerim daha ötelere aşıralar… Daha yükseklere varalar. Daha
ilerisi ledünnî ilme ereler. Anlattığımız halleri inkara sapmadan, zatî olan
ehadiyet makamını bulmaya, irfan sahibi olmaya bakalar.
www.GAVSULAZAM.de
|