Bu görüş iki
çeşittir. Biri öbür alemde vasıtasız olarak Cemal sıfatının
tecellisini görmek. Öbürü de, kalb aynası delaletiyle bu alemde ilahî
sıfatların tecellisine ermek… Cemal nurlarının tecellisi olarak, bu sıfatlar Fuad
–kalb- gözüyle görülür… Bu görüşü Allah-ü Teala (CC) şu Ayet-i Kerime ile
bildirmektedir:
“Kalb, -Fuad-
gördüğünü yalanlamadı.”
İlahî tecellilerin
görünüşü üzerine, Peygamber (SAV) Efendimizin buyurduğu şu Hadis-i Şerif de
önemlidir:
“Mümin müminin aynasıdır.”
Burada anılan,
birinci müminden murad, müminin kalbi olup, ikincisinden ise, bizzat Allah-ü
Teala (CC) murad edilmektedir. Herkim bu alemde sıfat tecellisine ererse, öbür
alemde, şekilsiz olarak, zatını görür…
Arz edilen bu
kelamlar, Allah’ın (C) sevgili kulları tarafından teyid edilmiştir.
Hz. Ömer (RA) der
ki: “Kalbim, Rabbımın (CC) nuru ile,
Rabbımı (CC) gördü…”
Hz. Ali (KV) der
ki: “Görmediğim Allah’a (CC) kulluk
etmem.”
Bu anlatılanların
cümlesi, ilahi sıfatların müşahadesini anlatır. Bir kimse pencereye düşen
güneşin ışığını görse ve: “Güneşi
gördüm.” dese, yalan olmaz.
Allah-ü Teala (CC)
sıfat tecellileri itibarı ile, bir misal olarak anlatacağımız şu Ayet-i
Kerimeyi inzal eyledi:
“O’nun (CC) nuruna misal bir penceredir ki, orada
aydınlık veren madde bulunur. O aydınlık veren madde bir billur içinde durur.
O, mübarek zeytin ağacından hasıl olan şeyle inci gibi yanar ve parlar gibidir.”
Yukarıda arz
edilen ayette bahsi geçen pencereden murad, imanlı kulun kalbidir. Oradaki
lambadan murad ise, Fuad’ın -kalbin- özündeki sır olduğu söylenir. O sır ise
bizzat sultanî ruhtur. Birinci olarak vasfedilen billurdan kasd ise, Fuad’dır.
O tam bir nurla kaplandığı için Hakk Teala (CC) onu inciye benzetti… Sonra o
nurun kaynağı bir mübarek zeytin ağacından alınıp yakıldığı şeklinde anlatılışı,
halis Tevhid halinin telkin ağacıdır. Ki bu, vasıtasız olarak, kudsiyet
dilinden alınır… Aslında, Kur’an-ı Azim’i Peygamber (SAV) Efendimiz dilden
vasıtasız olarak almıştı… Cibril’in (AS) sonradan getirmesi, bazı maslahat
icabı idi ki, bunda umumî bir fayda vardır. Bilhassa kafir ve münafıkların meydana
çıkması…
Peygamberimize
(SAV), Kur’an’ın vasıtasız verildiğini şu Ayet-i Kerime, beyan eyler:
“Sen, katî olarak bu ki, Kur’an-ı, Hakîm ve Alîm (CC) zatın
katından aldın…”
Peygamber (SAV) Efendimiz,
Cibril (AS) Kur’an’ı getirmeden, alacağı yerden vahyini almıştı… Bu hikmete
binaen Cibril (AS), vahyi tebliğ ederken, Peygamber (SAV) Efendimiz daha önce
kalbinde bulurdu. Ve daha önce okurdu… Bundandır ki, şu Ayet-i Kerime nazil
oldu: “Vahyi tamam almadan acele ile Kur’an-ı
okumaya başlama.”[4]
Yine bu hikmet
icabıdır ki, miraç gecesi Cibril (AS), sidre-i müntehayı geçemedi: “Bir adım daha geçersem yanarım.” dedi
ve Peygamber (SAV) Efendimizi haline terk etti…
Sonra, daha önce
zikri geçen Ayet-i Kerimede, o ağacı Hakk Teala (CC) şöyle tavsif ediyor: “O ne şarka aittir, ne de garba…”[5]
Yani ona bir had
ve yokluk tanınmaz. Yeniden doğması veya batması da akla gelmez. Belki o, ezeli
bir vasıf tacir ve daimî kalır. Nasıl ki, Allah-ü Teala’nın (CC) bir vasfı,
ezeli, bir vasfı da ebedîdir. O’nun (CC) zatının yokluk yeri olmaz, sıfatları
da öyle olmalı değil mi ya. Çünkü o sıfatlar, kendi nurlarıdır, tecellileridir.
Zatı ile kaim olan sıfatlarıdır. O’na (CC) tam ibadet edilebilmesi için, kalb
yönünden perdelerin kalkması gerekir. O zaman, kalb o ilahî nurların feyzini
alır. Ruha gelince, o ulvî pencereden Hakk’ın (CC) sıfatını müşahede ederler.
Her ne olursa
olsun, bu alemin yaratılışından kasd, o gizli hazinenin keşfidir. Bunu anlatan
kudsî hadisin zikri yukarıda geçti. Faydasına binaen bir daha anlatalım:
“Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim. Halkı da
beni bilsinler diye yarattım.”
Demek oluyor ki,
dünyada sıfatlarımı bilsinler, zatımı görme işine gelince, o, öbür alemde
olacak… Orada vasıta olmayacak… İnşallah… Tıfl-ı Maani adı ile anılan sır gözü
ile bakılacak… Bu manayı şu Ayet-i Kerime teyid eder: “O gün yüzler vardır, parlar; Rablarına bakarlar…”[6]
Peygamber (SAV) Efendimizin
şöyle bir Hadis-i Şerifi vardır: “Rabbımı
(CC), güzel bir delikanlı şeklinde gördüm.”
Bu -Tıfl-ı
Maani- demek olur. Ve yaratanın o surette tecellisidir. Ruh aynasına
öyle tecelli eyledi… Suret, ruhun aynası sayılır. Tecelli ile, ona mazhar olan
arasında bir vasıta olur. Yoksa, Hakk Teala (CC) suret ve yemek şekline
görmekten, cismin özellikleri ile favsif edilmekten münezzehtir.
Suret bir aynadır.
Görünen ne aynadır, ne de gören… anla… çünkü o, sır aleminin özleridir. Ki
bunlar sıfat aleminde olmaktadır. Zat alemine gelince, orada bütün vasıtalar
yanar ve mahvolur. O alemde olanlar Allah-ü Teala’nın (CC) zatından gayrını
duyamazlar. Bu hali Peygamber (SAV) Efendimizin şu Hadis-i Şerifi bize daha iyi
anlatır:
“Rabbımı (CC), Rabbımla (CC) anladım…”
Yani O’nun (CC) nuru
ile… İnsanın hakikati işte bu nurun mahremi sayılır. Bunu da şu kudsî hadis
bize anlatır:
“İnsan benim sırrımdır; ben de onun sırrı…”
Peygamber (SAV) Efendimizin
şu Hadis-i Şerifi de bu babda önemlidir:
“Ben, Allah’tan (CC), müminler de bendendir.”
Yeri gelmişken şu
kudsî hadisi de zikredelim :
“Muhammedi (SAV) yüzüm nurundan yarattım.”
Burada bahsi geçen
yüzden murad, Erham sıfatı ile tecelli eden, mukaddes zattır.
O, Erham
-en çok merhamet eden- sıfatını şu kudsî hadisle beyan eyler:
“Rahmetim, gazabımı geçti.”
Hazret-i Resul
(SAV) Hakk’ın (CC) nurudur. Hakk Teala (CC) nuru için aşağıdaki ayet ve kudsi
hadisleri buyurdu… Teberrüken zikredelim:
“Biz seni ancak; alemlere rahmet olarak gönderdik.”
“Size Allah’tan (CC) nur ve herşeyi beyan eden kitap
geldi.”
“Sen olmasaydın,felekleri yaratmazdım…”
www.GAVSULAZAM.de
|