Önsöz

Öte alemlerde yaratılışın başlaması

İnsanın asli vatana dönüşü

İnsanın esfeli safiline reddi

Ruhların cesetteki yerleri

İlimlere dair

Tevbe ve telkin üzerine

Tasavvuf ehline dair

Zikirleri beyan eder

Zikrin şartları

Rü'yetullah - İlahi- Zati tecelliye ermek ve görmek

Nur ve zulmet perdeleri

Saadet ve şekavet
Fukara zümresi

Taharet beyan olunur

Şeriatta ve tarikatta namazın manası

Tecrit alemi marifet temizliği

Şeriatta ve tarikatta zekat

Şeriatta ve tarikatta oruç

Şeriatta ve tarikatta hac

Vecd ve safa

Halvet ve uzlet
Halveti evradı

Rüyalar

Tasavvuf ehli anlatılır

Sonsöz

 

Zahirdeki ilimler, sayı olarak on iki bölüme ayrılır. Keza batın ilmi de on ikiye bölünmüştür. Bunlar, avam ve has kullar arasında, herkesin kabiliyetine göre taksim edilmiştir.

 

Biz, burada ilimleri dört bölüme ayırıp anlatmaya çalışacağız.

 

Birincisi: Şeriatın zahirdeki emri,yasağı ve koymuş olduğu diğer hükümler.

 

İkincisi: O ahkamın iç hükümleri ki, ona batın ilmi ve tarikat ilmi, ismini verdim.

 

Üçüncüsü: Batının bizzat kendisi… buna marifet ilmi ismini veriyorum.

 

Dördüncüsü: Batından daha batın. Buna da hakikat ilmi, adını veriyorum.

 

Bu saydıklarımızı tümden öğrenmen, bilmek ve onlara varan yolları bulmak lazımdır.

 

Peygamber (SAV) Efendimizin bir Hadis-i Şerifi vardır, onu da yeri gelmişken zikredelim:

 

“Şeriat bir ağaçtır. Tarikat onun dalları, marifet yaprakları, hakikat ise meyvesidir. Kur’an’a gelince, gerek tevil, gerekse tefsir bakımından hepsini camidir.”

 

Mecma adlı eserin sahibi der ki:

 

“Tefsir avam için, tevil ise, havas kullara hastır. Çünkü havas kullar, manevi ilimde rasihdir. Rasih burada ilim cihetinden sebatlı, kararlı, hüküm çıkarmaya yetki sahibi kimseler, manasına gelmektedir. Onlar, tıpkı hurma ağacı gibidir. Kökü yerle sabit; dallarına gelince, semaya doğru baş salmıştır.”

 

Burada anlatılan rüsuh, kalbin özüne kalbe yerleşir.

 

Ayetteki Verasihune cümlesi, İllallah kelimesine atf olunmaktadır. Bu, bir kavle göre tefsir edilmiştir.

 

Tefsir-i Kebir sahibi, bu ayetin tefsirinde der ki:

 

“Eğer bu ayetteki kapı açılaydı, batın aleminin kapıları tümden açılırdı.”

 

Sonra kulun haline gelince, o emir veya yasakları yerine getirmeye memurdur, ileride anlatacağımız dört daire içinde nefse muhalif hareketle mükelleftir.

 

Şeriat dairesinde nefis, muhalefet için vesvese verir.

 

Tarikat dairesinde ise, uyma emrini verir.

 

Velayet ve nübüvvet davalarını karıştırır. Müridi, yersiz iddia peşinde koşmayı sevk eyler.

 

Marifet dairesinde ise, daha başka şeyleri emreder. Rububiyet davasına yeltenir. Gizli sirke düşer. Bir Ayet-i Kerimede Allah-ü Teala (CC) şöyle buyurur:

 

“Boş arzularını ilah tutanı gördün mü?”[1]

 

Hakikat dairesine gelince, orası başkadır. Oraya nefsin, şeytanın yolu uğramaz. Hatta melekler de giremez. Allah’tan (CC) gayrı herşey orada yanar. Cibril (AS), bu hali Peygamber (SAV) Efendimize anlatırken:

 

“Bir karınca adımı ileri geçsem, yanarım.” dedi.

 

Kul bu halinde nefis ve şeytan hasmından azad olur, ihlasa bürünür. Allah-ü Teala (CC) şeytanın sözünü hikaye ederek, şöyle buyurdu:

 

“İzzetine yemin olsun ki, ihlas sahibi kulların hariç, hepsini azdıracağım.”[2]

 

Kul, ihlas sahibi olmayınca hakikata eremez. Çünkü beşeri sıfatlar, ancak zatî tecelli ile sona erer. Cehaletin ortadan kalkması, Allah-ü Teala’nın (CC) zatına karşı irfan sahibi olmakla olur. Bu da tahsille elde edilmez. Allah-ü Teala (CC) vasıtasız öğretir. Tıpkı Hızır Nebiye (AS) olduğu gibi… Kendi kalından ilim verir; o da verdiği o duygu ile arif olur ve ihsanla da ibadet eder.

 

Bu aleme eren, kudsî ruhları müşahede eder. Peygamberi –Muhammed’i- (SAV) görür. Onunla olup . bitenleri baştan sona konuşur. Diğer Peygamberler de ona sonsuz vuslatla müjde verirler. Allah-ü Teala (CC) onları anlatırken şöyle buyurdu:

 

“Onların arkadaşlığı ne iyi oldu.”[3]

 

Bu ilmi benliğinde bulamayan kimse, milyon ciltlik kitap okusa; yine de alim olamaz. Zahirdeki ilimlerle elde edilen mükafat, ancak cennete götürebilir. Orada ancak ilahi sıfatların nuru tecelli eder.

 

Alim, zahiri bilgi ile kudsî hareme giremez; yakınlık alemine de eremez. Çünkü, o bir uçuş alemindedir. Uçmak için iki kanada ihtiyaç vardır. Kul odur ki, zahir ve batın bilgisi ile çalışır ve anlattığımız aleme kavuşur. Allah-ü Teala (CC), kudsî bir hadiste şöyle buyuruyor:

 

“Kulum! Haremime dahil olmak dilersen, mülke, melekûta, ceberûta bakma!”

 

Çünkü, mülk alimin şeytanı, melekût arifin şeytanı, ceberût ise, gerçeğe vakıf olanın şeytanıdır. Her kim onların biriyle razı olsa, dergahtan tard olunmuştur; Allah’ın (CC) katında böyledir. Demek istiyorum ki, zat-ı ilahî'ye yakınlık hakkını kaybetmiştir. Dereceleri durur. Halbuki, onlar, yakınlık istiyordu; o aleme bu halleri ile eremezler. Çünkü esas arzu edilecek şeyi istemediler. Onların tek kanadı vardır.

 

Hak yakınlığına erenler için öyle nimetler vardır ki, onları hiçbir göz görmedi, kulak işitmedi, beşer kalbi adlarını duymadı. Ki, o yakınlık cennetidir. Orada huri, köşk olmaz…

 

İnsana layık olan odur ki kadrini bile. Hakkı olmayan şeyi nefsi için iddia etmeye.

 

Hz. Ali (KV) der ki:

 

“Kadrini bilen, haddini aşmayan, diline sahip olan, ömrünü boşa sarfetmeyen kimseye Allah (CC) rahmet eylesin.”

 

İlim sahibine gereken manalar çocuğu -Tıfl-ı Maani- adı verilen, insanlığın hakikatini anlaya… Tevhid esmasına devamla, onu terbiye ede… Cismanî alemden geçip, ruhanî aleme ere… Orası sır alemidir. Allah-ü Teala’nın (CC) zatından gayrı orada yoktur. Orada bir başka diyar da yoktur. Orası sonsuz, bir sahradır. Manalar çocuğu -Tıfl-ı Maani- orada uçar. Acaip ve garip şeyler görür. Ama, onlardan haber vermek mümkün olmaz. Orası kendi varlıklarından fena bulan, tevhid ehlinin makamıdır. Vahdet gözü ile bu böyledir. Allah-ü Teala’nın (CC) cemalini görmekle, kendine has fani vücudu kalmaz. Güneşten gözü kamaşan da kendini göremez. Allah-ü Teala’nın (CC) cemal tecellisi önünde, nefsin nesi kalabilir ki?… hiç… İsa Peygamber (AS) der ki:

 

“İnsan, melekût alemine geçmesi için, iki defa doğması lazım; ki kuşlar da iki defa doğar.”

 

Bu kelamdan murad; ruhanî olan, mana aleminin doğmasıdır. O insanın, gerçek kabiliyetinden gelir. O da insanın sırrıdır. Onun varlığı ve ilgileri şeriat ve hakikat ilminin birleşmesinden doğar. Çünkü yavru iki suyun bir araya gelmesinden hasıl olur. Allah-ü Teala (CC) bunu anlatmak için şu ayetini inzal eyledi:

 

“Biz insanı karışık sudan halk ettik; onu tecrübe ederiz.”[4]

 

Bu mana hasıl olduktan sonra, halk denizinden geçip, emir derinliğine inmek kolay olur. Alemlerin tümü, ruh alemine göre bir katredir. İşte bunlar anlaşıldıktan sonradır ki; ruhanî ve ledünnî ilimlerin feyzi ve nuru, harfsiz, sessiz kainata dağılır.

www.GAVSULAZAM.de


[1] Furkan S. A.43

[2] Sad S. A.82

[3] Nisa S. A.69

[4] İnsan S. A.2

www.GAVSULAZAM.de  © 2003-2005   •   Her Hakkı Mahfuzdur..