|
|
|
|
|
|
|
Birinci mertebede zakir (zikreden), kalben Allah’a (CC) teveccüh ettiği için kurbet (alemlerin rabbine yaklaşma) kastıyla belli başlı zikirleri anlamlarına dikkat etmeksizin dile getirir. İkinci mertebede kurbet kastıyla zikirleri söylerken aynı zamanda onların anlamını da zihninden geçirir. Üçüncü mertebede dil kalbi izleyerek zikreder. Şöyle ki, kalp Allah (CC) Hz.leri’ne teveccüh edip içinden zikirlerin anlam ve mefhumlarına iman ettiği için dile zikretmesini emreder. Dördüncü mertebede salikin Alemlerin Rabbi (CC) Hz.leri’ne karşı batınî huzur ve kâmil bir kalp teveccühü vardır ve O’nu (CC) hazır ve nazır, kendisini ise O’nun (CC) huzurunda görür. Bu makamda bu haletlerin arız olmasında salikler farklıdır. Her biri diğerine oranla daha kâmildir. Allah (CC) Hz.leri’nden gayrısından her ne kadar alakalarını keserlerse, Allah-u Teâlâ (CC) Hz.leri’yle o kadar ünsiyet kurar ve O’na (CC) sevgi beslerler ve bu durum Allah’tan (CC) gayrısından alakasını kâmilen kesip lika ve fena (rabbinde yok olma) derecesine ulaşıncaya kadar böylece devam eder. Salik, makamların en üstünü olan bu makamda dünyevî hicap ve perdeleri yırtmış, hakiki olmayan mecazî bağları kesmiş, hayır ve kemallerin kaynağına ulaşmıştır. Her şeyi, hatta kendi nefsini bile terkederek, Allah (CC) Hz.leri’ne dönmüştür. Allah (CC) Hz.leri’nden gayrısından kopmuş ve muhabbetini Allah(CC) Hz.leri’ne mahsus kılmıştır. Bu makama erişince Allah (CC) Hz.leri’nden başka gönül verecek bir kemal göremez. O’nun (CC) dışında ünsiyet kuracak bir dost bulamaz. Allah (CC) Hz.leri’nden başka bir hakikat göremez. Bu muhlis kullar azamet, celâl, kemâl, hayır ve nur kaynağına ulaşmış, kalp gözleriyle Allah (CC) Hz.leri’nin cemâlinin nurlarını görürler. Kemaller kaynağına ulaştıklarından mecazî kemaller onların gözünde değersizdir artık. Allah-u Teâlâ (CC) Hz.leri’nin aşk ve likasının muhabbetiyle yanar ve ünsiyetin zevkini iki âleme de değişmezler. Dünyadaki varlıkları gördüklerinde hepsini yegâneliğin cemâlinin nurundan bir ışıltı ve Allah-u Teâlâ (CC) Hz.leri’nin mükemmel varlığının birer delil ve nişanesi bilirler. Bu konuda ariflerin önderi olan İmam-ı Ali (KV) Hz.leri şöyle buyuruyor: “Allah’ı (CC) dünyada gördüğüm her şeyden önce, her şeyden sonra ve her şeyle birlikte gördüm.” İmam-ı Ali (KV) Hz.leri’ne: “Allah’ı (CC) gördün mü ki, O’na (CC) ibadet ediyorsun?” diye sorduklarında Hz. Ali (KV): “Vay sana! Ben görmediğim Allah’a (CC)ibadet etmem.” buyurdular. “Allah’ı (CC) nasıl gördün?” diye sorulduğunda ise “Vay sana, Allah (CC) zahiri gözlerle görülmez. O’nu (CC) kalpler iman hakikatiyle görürler.” cevabını verdi.[1] İmam- Hasan (RA) Hz.leri şöyle buyuruyor: “Her şey sana muhtaçken, senin varlığını ispatlamak için bir şeyle nasıl istidlal edilebilir? Acaba başka bir varlıkta sende olmayan bir aşikârlık var mı ki o seni aşikâr etsin? Ne zaman gayıptın ki (varlığını ispatlamak için) delile ihtiyaç olsun? Ne zaman uzaktın ki nişane ve izler sana ulaşmak için vesile olsun? Seni kendisine murakıb (nâzır) bilmeyen göz kördür ve muhabbetinden kendisini nasiplendirmediğin kul pek ziyankârdır.”[2] İmam-ı Ali (KV) Hz.leri Şabaniye münacatında şöyle buyuruyor: “İlahi! (senin dışındaki her şeyden) sana doğru tamamen kopmayı bana lütf (nasib) et ve kalp gözlerimizi senin cemâlini görmekle aydınlat ki, kalplerin basiret gözleri nur perdelerini yırtsınlar, azamet kaynağına ulaşşınlar ve ruhlarımız senin kutlu makamına erişşinler.”[3] İmam-ı Zeynel Abidin (RA) Hz.leri Allah (CC) Hz.leri’nin bu muhlis kulları hakkında şöyle buyuruyor: “Rabbim (CC)! Diller senin celâlinin layık olduğu hamd ve senaya ulaşmaktan; akıllar senin cemâlinin hakikatini idrak etmekten ve gözler cemâlinin nurlarını görmekten acizdirler. Marifet makamına ulaşmak için kullarına acizliklerini itiraftan başka bir yol bırakmadın. Ya Rabbi (CC)! Bizleri, likanın şevkinin fidanı, gönül bahçelerinde dikilen ve aşkın, kalplerini kapsayan, yüksek düşünceler merkezine sığınan, Rablerinin kurb ve şuhud makamının bağlarında nimetlendirilen, muhabbet kaynağından lütuf kadehiyle içen sefa ve sevgi kanallarına giren, kalp gözlerinden perde kalmış ve şüphe zulmeti inanç ve kalplerinden bertaraf olan ve şüphe ızdırabı kalplerinden giderilen kullarından kıl. O kullarından ki, göğüsleri marifet bularak genişlemiş, takva yarışında himmetleri yükselmiş ve Allahu Teâlâ (CC) Hz.leri ile muamelede lezzetli bir içeceğe ve Allah (CC) Hz.leri ile ünsiyet mahfilinde tertemiz bir kalbe sahiptirler. Onlar korkulu durumlarında emniyet yolundan yararlanırlar ve Allah (CC) Hz.leri’ne dönmekte mutmain bir nefse sahiptirler, saadet ve kurtuluşa erme yolunda yakin mertebesine ulaşmışlardır; sevgililerini görmekle gözleri aydınlanır ve istedikleri şeye ulaşmakla kalp huzuru bulurlar, dünyayı ahirete değişmekle kâr ederler. Rabbim (CC)! Senin zikrinle kalplere ilham gelmesi ne kadar da lezzet vericidir! Ve gayb yollarında tefekkür vasıtasıyla sana doğru sülûk etmek ne kadar da tatlıdır! Senin muhabbetinin tadı ne kadar da lezzetlidir! Sana yakınlık şerbetinden içmek ne kadar da afiyetlidir!! O halde bizi kendinden tardetmekten ve senden uzaklaşmaktan koru ve bizi en has ariflerinden, en salih kullarından, sana itaat eden en sadık kimselerden ve sana ibadet eden en muhlis insanlardan kıl. Ey azamet ve celâl sahibi Allah (CC)! Ey kerim ve bağışlayıcı olan Allah (CC)! Rahmet ve bağışlarının hürmetine (kabul et duamı) ey merhametlilerin en merhametlisi.”[4] Kısacası dördüncü mertebe pek yüce ve yüksek bir makam olup, Vacib ul-Vücud’un (Allah-u Teâlâ (CC) Hz.leri’nin) mukaddes zatının makamına dek, sonsuz kemâl ve cemâle kadar; yani sonsuza dek devam eden makam ve dereceleri vardır ki bu makam ve dereceler Ehlullah’ın dillerinde zikir, ünsiyet, kopuş, muhabbet, şevk, rıza, korku, şuhud, ayn-el yakin, hakk-el yakin ve nihayette fenâ ve beka-i billah makamları diye adlandırılırlar. Bu tabirler çoğunlukla ayet ve hadislerden alınmış olup her birinin bu adlarla adlandırılmalarının bir sebebi vardır. Salik, Vacib-ul Vücud’un (CC) sonsuz azamet, cemal ve kemaline teveccüh edince, O’nun (CC) muhabbet, nur ve feyizlerini nazara alınca, kendinin güçsüzlük ve acizliğine ve o yüksek makama ulaşmak için mesafenin uzaklığına dikkat edince onda aşk, şevk ve yanıp tutuşma meydana gelir. İşte bu makama “şevk” makamı denir. Makam, derece ve kemallere ulaşınca da bunlarla ünsiyet kurar, neşe ve mutluluk duyar; bu makama da “ünsiyet” makamı denir. Allahu Teâlâ’nın (CC) sonsuz azamet, cemal ve kemaline teveccüh ettikten sonra o makama ulaşmak için kendi zaafına, güçsüzlüğüne ve acizliğine vakıf olunca kalbi titrer ve acı duyar, korku bütün vücudunu sarıverir ve ağlamaya, yanıp yakılmaya başlar, işte bu makam da “havf” (korku) makamıdır. Diğer makamlar da aynı şekildedir. Nefsinin isteklerine tutsak, maddiyat zulmetlerinde esir ve manevî makamlara ulaşmaktan mahrum olan, Allah’ın (CC) bu aciz kulu, bu derin ve nihayeti olmayan engin okyanusa ayak basmayıp, bu yüksek ve yüce makamların açıklamasını ehline bırakmamız daha uygun olsa gerek. Çünkü muhabbet, ünsiyet ve likanın tadını tatmayan kimse onu açıklamaktan ve şerhetmekten acizdir. Sözü ehlinden duyalım. Büyük filozof ve arif Sadruddin Şirazi (RA) şöyle yazıyor: “Allah’ın (CC) rahmetinin nurlarından bir nur bir kula nasip olursa cehalet ve tabiat uykusundan uyanır; bu madde âleminin ötesinde diğer bir âlemin de varlığından, hayvanî lezzetlerden daha üstün lezzetlerin de olduğundan haberdar olur. Bu durumda batıl ve değersiz şeylerle meşgul olmayı bırakarak günah işlemeyeceğine dair Allah (CC) Hz.leri’ne tövbe eder. Derken Allah (CC) Hz.leri’nin ayetleri üzerinde düşünmeye, ilahi vaizleri dinlemeye, Resulullah’ın (SAV) hadisleri hakkında tefekkür etmeye ve şeriat gereğince amel etmeğe başlar. Uhrevî kemâlata ulaşmak için makam, mevki vs. gibi dünya pisliklerinden el etek çeker ve eğer yine Allah’ın (CC) inayetinden daha fazla bir pay alırsa kesin bir kararla Allah (CC) Hz.leri’nden gayrı her şeyden göz yumup Allah (CC) Hz.leri’ne doğru hareket eder. Nefis vatanından ve heves makamından kurtularak Allah (CC) Hz.leri’ne doğru yükselir. Bu durumda melekut (melekler) nurlarından bir takım ışıklar aşikâr olur ona, gayb âleminden onun için bir kapı açılır ve kutsal âlemden tedricen bir takım sayfalar görünür. O sırada gaybî şeyleri misal suretinde görür; gaybî şeyleri görmenin tadını alınca inzivaya, bir köşeye çekilmeye ve sürekli zikretmeye ilgi duyar. Kalbi maddi meşguliyetlerden kurtularak bütün varlığıyla Allah (CC) Hz.leri’ne teveccüh eder. Bu durumda ona tedricen ledünni ilimler verilir ve arasıra manevî nurlar ona zahir olur. Bu durum, tamamen temekkün ve tahakkuk buluncaya, değişim bertaraf olup sükünet ve huzur gelinceye kadar böylece devam eder. O sırada Ceberut âlemine girer ve mücerred (soyut) akılları görür, onların nuruyla tahakkuk bulup nurlanır. O durumda yagâneliğin sultanı, azamet ve kibriya nuru ona aşikar olur, varlık ve benliğini yıkar, dağıtır ve yegânelik sultanının azamet ve celâli karşısında alçalır. Salikin nazarında Allah (CC) Hz.leri’nden gayrı herşeyin mahvolduğu ve: ‘(Allah (CC) sorar:) bugün mülk kimindir?’ ‘Bir olan, kahhar olan Allah’ındır (CC).’ sesini duyduğu bu makama Tevhid makamı denir.”[5] Rahmetli arif Feyz-i Kaşanî şöyle yazıyor: “Allah’ın (CC) sevgisini kazanmanın ve Allah’ı (CC) görme ve lika istidadı hazırlamak için o sevgiyi güçlendirmenin yolu, marifet kazanmak ve onu kuvvetlendirmektir. Marifet kazanmanın yolu ise, dünya meşguliyetlerinden ve dünya sevgilerinden kalbi temizlemek ve Allah’a (CC) doğru yönelmek üzere zikir, tefekkür ve kalpten Allah’ın (CC) dışında her şeyin sevgisini çıkararak gayrısından kâmilen kopmaktır. Çünkü kalp bir kap gibidir eğer suyla dolarsa sirkeyi alacak kapasitesi olmaz, sirkeyi doldurmak için suyu boşaltmak gerekir. Allah-u Teâlâ (CC) Hz.leri hiç kimsede iki kalp yaratmamıştır. Kâmil olan sevgi, bütün kalple Allah’ı (CC) sevmektir. Allah’tan (CC) başkasına teveccüh ettiği müddetce kalbin bir köşesi Allah’tan (CC) gayrısıyla meşgul olur. Tabi ki Allah’tan (CC) gayrısına Allah’ın (CC) fiili, mahluku ve O’nun (CC) isim ve sıfatlarının mazharlarından biri olması açısından teveccüh ederse durum değişir ve söylenenler sözkonusu olmaz. Allah-u Teâlâ (CC) Hz.leri Kur’ân-ı Kerim’de bu anlama işaret ederek “De Allah. Sonra da onları bırak, saçma uğraşlarında oyalanıp dursunlar.”[6] diye buyuruyor. Bu, şevkin galebesi neticesinde ortaya çıkar. Şöyle ki, insan kendisi için aşikâr olan şeyin daha çok aşikâr olması için çaba harcamalı ve henüz ortaya çıkmayan ve varlığı sözkonusu olmayan şeye muştak olmalı, onu istemelidir. Zira şevk, daima bir açıdan idrak edilmiş ve diğer bir açıdan da idrak edilmemiş bir şeyde sözkonusu olur ve devamlı sonu olmayan iki şeyin arasında bulunur. Çünkü ortaya çıkmış ve varolmuş bir şeyin açıklığının derece ve mertebeleri sonsuzdur. Yine Allah’ın (CC) cemal ve celalinden bâki kalan şeyin artışında bir sınır yoktur. Aksine visalin vuku bulmasıyla yine de bir ağrı görülmeyen zevk verici şevki hisseder. O halde şevk, hiç bir zaman sükun bulmaz özellikle yukurda oldukça çok olan dereceleri görünce.[7] “Nurları, önlerinde ve sağ yarlarında koşup parıldar. Derler ki Rabbimiz nurumuzu tamamla.”[8] Üç şeyin Allah-ü Teala (CC) Hz.leri indinde sinek kadar değeri olmadığında bütün Meşayıh-ı Kiram (RA) ittifak etmişlerdir: 1. Gafletle Zikrullah etmek. 2. Sünnet-i Seniyyey’e uymadan Salavat getirmek. 3. Kalb huzuru olmadan namaz kılmak. Meşayıh-ı Kiram (RA) bu
sebeple: “Dil ile (gaflet halinde) yapılan zikir, laklakadır.” buyurmuşlardır. www.GAVSULAZAM.de |
|
©2003-2004 GAVSULAZAM.de Her Hakkı Mahfuzdur... |