|
|
|
|
|
|
|
Burada o nişanelerden bir kaçına işaret edeceğiz: 1. ALLAH'A (CC) İTAATE DÜŞKÜNLÜK İnsan, zatının batınında yegâneliğin cemalini görecek ve kendini onun huzurunda bulacak makama ulaşınca, şüphesiz O’nun (CC) emirlerine itaat eder. Yap dediği şeyi yapar ve nehyettiği şeyi terkeder, yapmaz. İnsan bu makama ulaşıp ulaşmadığını bilmek istiyorsa, Allah'ın (CC) emir ve nehiylerine ne kadar bağlı kaldığına bakmalıdır; bağlılığına oranla bu makama ne derecede ulaştığını anlayabilir. İnsan, Allah'ın (CC) emir ve nehiylerine tamamen bağlı kalmadıkça şuhud ve ünsiyet makamına ulaşması imkansızdır. İmam-ı Cafer-i Sadık (RA) Hz.leri zikrin tanımında şöyle buyuruyor: “Zikir, Allah'ın (CC) emrettiği bir şeyle karşılaştığında onu yerine getirmen ve nehyettiği bir şeyle karşılaştığında da onu terketmendir.”[1] İmam- Hüseyin (RA) Hz.leri de Arafat duasında şöyle buyuruyor: “Ey ünsiyetin tatlılığını dostlarına tattıran Allah (CC)! Onlar senin karşında durur sana huzu, huşu ve hamdederler. Ey karşında durup istiğfar etmeleri için heybet elbisesini evliyasına giydiren!”[2] Allah-ü Teala (CC) Hz.leri Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: “De ki: Eğer siz Allah'ı (CC) seviyorsanız bana uyun. Allah da (CC) sizi sevsin.”[3] İmam-ı Cafer-i Sadık (RA) Hz.leri’nden şöyle naklediliyor: “Allah'ı gerçekten zikreden kimse O’na (CC) itaatkârdır ve gafil olan kimse de günahkârdır.”[4] 2. HUZU VE HUŞU Allah (CC) Hz.leri’nin kudret ve azametini müşahede eden kimse, ister istemez O’nun (CC) karşısında huzu ve huşu duyar ve kendinin zaaf ve acizliğinden daima utanç duyar. İmam-ı Cafer-i Sadık (RA) Hz.leri şöyle buyuruyor: “Allah'ın (CC) sana teveccüh ettiğini bilmen, senin huzu ve huşu etmene, utanıp mahcup olmana sebep olur.”[5] 3- İBADET AŞKI Şuhud makamına erişmenin belirtilerinden biri, ibadete yakın ilgi duymak ve ibadetten zevk almaktır. Çünkü Allah (CC) Hz.leri’nin azamet ve kudretinin kapısına çıkan kimse kendini alemlerin Rabbinin (CC) azamet ve kemal kaynağının huzurunda görür. Dolayısıyla münacâtın, ünsiyetin, Allah (CC) Hz.leri’ne içini dökmenin, raz-u niyaz edip ağlamanın zevkini her şeye tercih eder. Manevî lezzetlerin tadından mahrum olan kimseler, gerçekte uyuşturma ve ağrıyı dindirmekten başka bir şey olmayan mecazî ve geçici lezzetlere gönül verirler. Ancak hakiki lezzetlerin, Allah-u Teala (CC) Hz.leri ile münacat etmenin ve O’na (CC) ibadet etmenin zevkini tadan kimseler kendilerinin hoş ve güzel manevi hallerini hiç bir şeyle değişmeye hazır olmazlar. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne, bir sevap kazanma ümidiyle veya cezalanmaktan korktukları için değil, ibadet edilmeye layık olduğu için ibadet edenler de bunlardır. Bu konuda Resulullah (SAV) Efendimiz’in, İmam-ı Ali (KV) Hz.leri’nin, Cümle Evliyanın ibadet ve yakınmalarını araştırmak yeter. 4. HUZUR VE GÖNÜL RAHATLIĞI Dünya sıkıntı, ıstırap ve üzüntü yeridir. Dünya sıkıntılarını genel olarak üçe ayırabiliriz: a) Kendisinin ve yakınlarının hasta olması veya ölmesi, başkalarının zulümleri, hakkını çiğnemeleri ve haksızlıkları, uyumsuzluk ve rahatsızlıklar gibi çeşitli sıkıntılar bu grupta yer almaktadır. b) Ulaşamadığı dünyevi şeylere hasret çekmek ve üzülmek. c) Sahip olduğu şeyi kaybetme korkusu: Malının çalınmasından, mahvolmasından, evlatlarını kaybetmekten, hasta olmaktan ve ölmekten korkmak. Böyle şeyler genelde insanın huzur ve rahatlığını kaçırır. Bunların hepsinin kaynağı ise dünyaya ilgi duymak, gönül bağlamak ve Allah (CC) Hz.leri’nin zikrinden yüz çevirmektir. Kur'ân-ı Kerim’de Allah-ü Teala (CC) Hz.leri buyuruyor ki: “Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve onu kıyamet günü kör olarak haşrederiz.”[6] Ancak bütün kemal ve hayırların kaynağına ulaşan Allah (CC) Hz.leri’nin has kulları sonsuz cemal ve kemali müşahede ederler. O’nun (CC) zikriyle ve O’nunla (CC) ünsiyet kurmakla gönülleri hoştur. Üzüntü ve kederleri yoktur. Allah (CC) Hz.leri’ne ve O’nun (CC) lütfuna sahip oldukları için her şeye sahiptirler. Dünyevî şeylere gönül vermediklerinden, onların olmayışından korkmaz ve üzülmezler. Hiç bir kemalden yoksun olmayan kemalat ve hayırların kaynağına gönül vermişlerdir. İmam-ı Hüseyin (RA) Hz.leri, Arafat duasında şöyle buyuruyor: “Rabbim (CC)! Sen'den başkasını sevmemeleri ve senden gayrısına sığınmamaları için evliyanın kalplerinden yabancıları çıkaran sensin. Dehşetli olaylar hücum edince onların dostu ve sevgilisi sensin. Eğer bir marifet bulurlarsa senin hidayetinle bulurlar. Seni bulmayan bir kimse neyi bulur? Ve seni bulan neyi kaybeder? Senin yerine diğerlerini tercih eden ne kadar da ziyankârdır ve Sen'den (kopup) başkalarına yönelen ne kadar da bedbahttır! İhsan ve bağışını kimseden kesmediğin halde senden gayrısına nasıl ümit edilebilir ve sen kendi ihsan ve bağış alışkanlığını değiştirmediğin halde insan, isteklerini senden başkasından nasıl isteyebilir?”[7] Her halukârda zikir, şuhud ve ünsiyet makamına ulaşmanın belirtilerinden biri de kalp huzuru ve gönül rahatlığıdır ve esasen kalp gemisini hayatın çalkantılı ve dalgalı denizinde Allah (CC) Hz.leri’nin zikrinden başka hiç bir şey yatıştıramaz. Allah-u Teala (CC) Hz.leri Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: “Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın (CC) zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun, kalpler yanlızca Allah'ın (CC) zikriyle mutmain olur (huzur bulur).”[8] İnsanın imanı her ne kadar güçlü ve kuvvetli olursa, o derecede mutmain olur ve huzur bulur. 5. ALLAH'IN (CC), KULUNA TEVECCÜHÜ Kul Allah (CC) Hz.leri’ni anınca, Allah (CC) Hz.leri de bunun karşılığında kuluna inayet ve teveccüh eder. Bu konuya ayet ve hadislerde işaret edilmiştir. Allah-u Teala buyuruyor ki: "Öyleyse (yanlızca) beni anın, ben de sizi anayım.”[9] İmam-ı Cafer-i Sadık (RA) Hz.leri şöyle buyuruyor: “Allah-ü Teala (CC) buyurmuştur ki: ‘Ey Ademoğlu! Sen beni kendi nefsinde an ki ben de seni kendi nefsimde anayım. Ey Ademoğlu! Halvette (gizlide) beni an ki, ben de halvette seni anayım. Ey Ademoğlu, toplumda beni an ki, ben de kendi toplumundan daha iyi bir toplumda anayım seni.’ Halkın arasında Allah’ı (CC) anan bir kulu Allah-ü Teala (CC) Hz.leri meleklerin arasında anar.”[10] Allah (CC) Hz.leri’nin kendi kuluna teveccüh ve inayeti, mecazî ve teşrifatî olmayıp bilakis gerçeği olan bir şeydir ve onu şu iki yoldan biriyle izah edebiliriz: a) Kul Allah (CC) Hz.leri’ni anarak bu vesileyle feyzi almaya hazır olunca Allah-ü Teala (CC) Hz.leri de ona kemal bağışlar ve derecesini yükseltir. b) Allah (CC) Hz.leri’ni zikreden kul O’nu (CC) anınca ve O’na (CC) doğru hareket edince, Allah’ın (CC) inayetine, lütfuna ve teveccühüne mazhar olur. Allah-ü Teala (CC) onu daha yüksek bir mertebeye yükseltir ve onun kalbinin idaresini kendi eline alır. Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz: “Allah-ü Teala buyurur ki: ‘Bana teveccüh etmenin ve benimle meşgul olmanın kuluma galip geldiğini görünce, onun şehvetini benim dua ve münacatıma intikal ederim ve kulum böyle olduğu halde, tesadüfen bir unutkanlık ve gaflete düşmek isterse, ben gaflet etmesine engel olurum. Bunlar benim gerçek evliyamdır. Bunlar gerçek cesurlardır. Yeryüzündeki canlıları helak etmek istediğimde hatırları için azabımı yeryüzündekilerden uzaklaştırdığım kişiler bunlardır’.” buyurmuştur.[11] Her durumda Allah (CC) Hz.leri’nin kendini zikreden kuluna teveccüh ve lütfu göstermelik bir şey değildir. Tersine bir hakikati vardır ve o, bu iki yoldan biriyle izah edilir. Elbette bu ikisinin bir yerde toplanması da mümkündür. 6. ALLAH'IN (CC) KULUNA OLAN SEVGİSİ Zikrin sonuç ve etkilerinden biri de, Allah (CC) Hz.leri’nin, kulunu sevmesidir. Ayet ve hadislerden anlaşılıyor ki kul, Allah (CC) Hz.leri’ni anar da, O'nun (CC) ve Peygamberinin (SAV) emirlerine itaat ederse Allah-ü Teala (CC) Hz.leri de bunun karşılığında onu sever. Allah-u Teala (CC) Hz.leri Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: “Eğer siz Allah'ı (CC) seviyorsanız bana uyun. Allah (CC) da sizi sevsin.”[12] İmam-ı Cafer-i Sadık (RA) Hz.leri, Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz’in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Her kim Allah'ı (CC) çokça zikrederse Allah'ın (CC) sevgisini kazanır ve her kim Allah'ı (CC) çokça anarsa ona iki beraat mektubu yazılır. Biri cehennem ateşinden beraat ve diğeri ise nifaktan beraat.”[13] Allah (CC) Hz.leri’nin kuluna olan sevgisi, ne mecazi ve teşrifatî bir şeydir ne de insanın sevgisinde kullanılan anlamdadır. İnsanlar arasında muhabbet ve sevgi, ihtiyacı olduğu bir şeye gönül vermek ve kalben ilgi duymak anlamındadır. Ancak Allah (CC) Hz.leri’nin sevgisine böyle bir anlam vermek doğru değildir. Allah (CC) Hz.leri’nin sevgisini şöyle yorumlamalıyız: Kuluna daha çok lütuf ve inayet eder, ibadet, teveccüh ve ihlas için ona daha fazla muvaffakiyet verir ve bu vasıtayla onu kurb ve kemal derecelerine cezbeder. Kulunu sevdiği ve onun yakarışını, inleyip yalvarmasını duymak istediğinden onu dua, namaz, zikir ve münacat etmeye muvaffak kılar. Onun kendine yaklaşmasını sevdiğinden kemale erişmesi için ona bir vesile hazırlar ve kısacası, onu sevdiği için onun kalbinin idaresini kendi eline alır ve kurb makamına doğru daha güzel ve daha çabuk hareket etmesi yolunda onu muvaffak eder. Allah (CC) Hz.leri için hiç bir zorluk yoktur ve O (CC) her şeye kadirdir. 7. DAHA ÖNEMLİ ETKİLER Bu makamda, ona erişenlere kalemin yazmaktan ve dilin beyan etmekten aciz kaldığı ve bu makama ulaşanların dışında hiç kimsenin bilmediği, daha büyük faydalar ve sonuçlar nasip olur. Salik, nefsini tezkiye etme, batınını tasfiye etme, ibadet, riyazet, tefekkür ve zikri sürdürerek öyle bir makama erişir ki; maddi göz ve kulakla görülüp işitilmeyen hakikatleri kalp gözü ve kulağıyla müşahede edip duyar. Bu makamda varlıkların ve hatta meleklerin tesbih ve kutsamalarını duyar ve onlara eşlik eder. Bu dünyada yaşadığı ve bu halkla muaşeret ettiği halde, zatının batınında daha yüksek bir ufuğa bakar ve sanki hiç bu dünyada değilmiş gibi bambaşka bir alemde yaşar. Bu alemde cennet ve cehennemi müşahede eder, meleklerle, salih ve iyi kimselerin ruhlarıyla bağlantı kurar. Bu alemle ünsiyeti olup bambaşka nimetlerden yararlanır. Ancak genellikle ondan söz etmez. Çünkü böyle kimseler genellikle içlerine kapalı olup tanınmaktan gerçekten sakınırlar. Arifin kalbine dışarıdan öğrenme yoluyla edinilemeyen ve halk arasında meşhur olmayan ilim ve maarifler girer ve bir takım keşf ve şühudlara sahiptir. Salik, öyle bir makama erişir ki, her şeyden ve hatta kendi nefsinden gafil olur ve Mutlak Ganî’nin (Allah-ü Teala CC) varlığından, O'nun (CC) isim ve sıfatlarından başka bir şeye teveccüh etmez. Kur'an-ı Kerim'in O’nun (CC) “O (CC), evveldir; ahirdir; zahirdir, batındır.” buyurduğu zatını, her yerde hazır ve nazır görür. Alemi ilahî sıfatların mazharı bilir. Her cemal ve kemali Allah (CC) Hz.leri’nden bilir. Varlıkların zatî yoksulluklarını ve Vacibul-vücud’un mutlak gâni oluşunu açıkça bulur ve birliğ’in (Allah’ın CC) mutlak kemal ve cemalini görmekten boğulur ve mahvolur. Şu noktayı da hatırlatalım ki
fena ve mahvolma makamının da derece ve mertebeleri vardır ki bu mahrum kulun
(benim) bunlara girmekten sakınması daha uygun olacak. www.GAVSULAZAM.de [1] Bihar-ul Envar. C.93. S.155 [2] Arafat Duası [3] Al-i İmran S. A.31 [4] Bihar-ul Envar. C.93. S.158 [5] Bihar-ul Envar, C.93. S.158 [6] Taha S. A.124 [7] Mefatih-ul Cenan (Arafat duası). [8] Rad S. A.28 [9] El-Bakara S. A.152 [10] Vesail-uş Şia. C.4. S.1185 [11] Bihar-ul Envar. C.93. S.162 [12] Al-i İmran S. A.31 [13] Vesail-uş Şia, C.4. S.1181 |
|
©2003-2004 GAVSULAZAM.de Her Hakkı Mahfuzdur... |