|
Tasavvuf
(tarikat), şükür ibadetlerini yerine getirdikten sonra Tasavvuf (tarikat)
yolunda Yüce Allah (CC) Hz.leri’ne yakınlık tahsil etmektir. Tarikatın esası,
insan ruhunun terbiye ve irşad ile harici alemden alakanın münasebetlerin
kesilmesi ve batın alemiyle irtibatın teminidir.
Dersiam (Ord.
Prof.) Mehmet Ali Ayni “Bizdeki tarikatlar” makalesinde şunları kaydediyor:
Müslümanlık haddizatında Allah (CC) Hz.leri’ni ve Resulü (SAV) Efendimiz’i
tasdikten ibaret olmakla beraber bu tasdik keyfiyeti bilahare bir muahede ile
teyid edilmiştir. Bu mukavele (ahid) pek muhataralı (korkulu) ve tehlikeli bir
günde müslümanlar ile Nebiler Nebisi (SAV) Efendimiz arasında akdolunmuştu. Müslümanlar
o gün Resülullah (SAV) Efendimiz’inn elini tutarak kendilerinden
ayrılmayacaklarına söz vermişlerdi. (Bu olay Asr-ı Saadette Nebiler Nebisi
(SAV) Efendimiz ile Sahabeleri (RA) arasında geçmiştir. Bak Fetih S.A.10)
Binaenaleyh bir müslümanın bugün özü, sözü ve fiili birbirine uygun ve düzgün,
fazilet ve istikamette muttasıf, muhabbet ve itimada layık bir Peygamber Varisi
olan zatı (Mürşidi Kamil) bulup, onun huzurunda, o güne kadar işlemiş olduğu
günahlardan tevbe ve nedamet (pişmanlık) ettiğine ve o andan itibaren kimseye
fenalık etmeyeceğine, kimsenin malını çalmayacağına, kimseyi öldürmeyeceğine
velhasıl her türlü menahiden (yapılması yasaklanan şeylerden) sakınacağına dair
söz vermesi ve bu taahhüdüne Allah (CC) Hz.leri’ni ve Resulüllah (SAV) Efendimiz’i
ve Piranı İzamdan (tarikat kurmuş büyüklerden) birini sahici tutması, o birinci
muahedeyi (ruhlar aleminde) tecdid (yenileme) ve te’kid etmekten ibarettir.
İşte şeriatın batını olan tarikata girmek bu demektir. Yoksa, tekkede oturup
çorba içmek değildir. Ondan sonra o talibin bütün efal ve harekatı o intisab
ettiği zatın nezaret ve murakabesine tabi olur.
İzmirli İsmail
Hakkı (RA) Hz.leri Tasavvufun evveli ilim, ortası amel, sonu mevhibedir
demektedir. Halveti Tarikatı ileri gelenlerinden Dede Ömer Ruşeni (RA) Hz.leri
manzumesinde Tasavvufu şöyle anlatmaktadır: “Tasavvuf kalbi Hakk’a (CC)
bağlamaktır. Yüreğin aşk oduyla dağlamaktır. Tasavvuf, yar olup bar olmamaktır.
Gül-i gülzar olup, har olmamaktır. Tasavvuf Keramet satmamaktır. Hakk’ın (CC)
işinde etmeyip tasarruf”
diye anlatmaktadır. Demek oluyor ki tasavvuf, İslam dinini gönüllere daha iyi
sindirmek ve sindirebilmek için insanların gönlündeki Allah (CC) Hz.leri ve Hz.
Muhammed Mustafa (SAV) Efendimiz’in aşkı, heyecan ve imanını bütün cihana yaymak
ve bütün insanların müslümanlığı tatmalarına ve gönüllerindeki her türlü
itirazı terkedip itirafa ulaşmalarına, Allah (CC) Hz.leri ve Hz. Muhammed
Mustafa (SAV) Efendimiz’in aşkıyla coşmalarına ve bunun ilmine verilen isimdir.
Yoksa Tasavvuf (tarikat) şeriattan ayrı bir şey değildir. Anadolumuzun
Türkleşmesi ve İslamlaşmasında hizmetlerin en büyük bir kısmının Tarikat erbabı
mutasavvuflara ait olduğu belirtilmektedir. Münevverlerimiz de, okuma merakı
olan yüksek tahsil gençliğinde tasavvuf ve tarikat konularında ciddi
tecessüsler doğmuştur. Bununla birlikte, meselenin ne olduğu veya ne olmadığı
araştırılmaksızın bir takım şeyh arayışlarına rastlanılmaktadır. Bu arayışların
temelinde, insanın kendi ruhuna yeni bir sığınak bulmak, ruhunu kuvvetlendirmek,
stresler karşısında kendisine bir destek ve güç bulmak, sürmenaj ve ruhi
depresyonları azaltmak gibi duyguların bulunduğu anlaşılmaktadır ve şu aleme
gönderiliş gayesini uyanıklık içerisinde yerine getirmenin bahtiyarlığına,
dünyada iken ermek ebedi aleme gittiği zaman: “Keşke toprak olsaydım! Ya Rabbi
(CC)! Beni tekrar yeryüzüne çıkart da sana ibadet edeyim!” dememektir.
Velhasıl
tasavvuf, başından sonuna kadar iki şeyden ibarettir, biri “LAİLAHE İLLALLAH”
ile Cenab-ı Hakka terakki, diğeri de “MUHAMMEDÜR RESULULLAH” ile şol aleme
tenezzüldür. Terakki ruh ve sırra aittir. Alemi mülkte tenezzül, şeriat ve
tarikate riayetle olur. Bütün ulumi evvelin bundadır. “İlim bir noktadır, onu
cahiller çoğaltır.” buyrulmuştur.
www.GAVSULAZAM.de
|
|