Murakabe, müridin her türlü havi (değişim) ve kuvvetten bir ölü gibi
kendini tecrid etmesidir.
Buradaki değişim (havi), Allah’ın
(CC) emriyle olan değişiklik demektir. Bunun için duada şu ifade kullanılır: “Ey değişenlerin ve değişikliğin sahibi
Allah (CC)…” Bununla her türlü değişikliğin sahibi olarak Allah’ı (CC) kabul
etmek demektir. Kendini bu değişikliklerin ve değişimlerin dışında bırakmaktır.
Kuvvet sıfatı da böyledir. Zaten Allah’ın (CC) bir ismi de Kaviyy’dir. Kocaman
ve son derece ağır değirmen taşı bu ismin tesiriyle ve su vasıtasıyla döner.
Taşın dönme kabiliyeti
var, fakat bu ancak su ile yapılabilir.
Murakabe bir mevhibe-i ilahiyedir. Bu hibede
ise her salik’in kendine düşen payı vardır. Başkalarının bu konudaki
mertebesine talib olmak himmette kusur sayılır. Bunun için “nefahat-ı ilahiye”ye sarılmak gerekir. Bunun için Hz. Peygamber (SAV)
şöyle dua ederdi: “Ya Rabbi (CC)! Senden
mağfiretine sebep olan en güzel ameli isterim.” Bunun için “ağlamayan çocuğa meme verilmez.”
atasözü meşhur olmuştur. Denilmiştir ki, amel merdivenin basamaklarıdır. Nasıl
ki, merdiven basamaksız çıkılmazsa amel siz gayeye vasıl olmak da imkansızdır.
Murakabe halinde olanların şu vasıfları taşıması gerekir:
Masivadan yüz
çevirmek:
Saliklerin buna dikkat
etmeleri gerekir. Çünkü masiva Hakk’a (CC) yönelmeyi engeller. Buna dikkat
etmeyen niceleri yarı yolda kalmışlardır. Bunun için demişlerdir ki: “Malınıı seven fitneye düşmüş, çoluk
çocuğunu seven aldanmış ve halini seven de mecnun olmuştur.” Bunun için salikin
bunlara çok dikkat etmesi gerekir. Çünkü her an masivanın şekline aldanıp yolda
kalabilir.
O’nun (CC)
aşkının deryasına dalmak!
Bütün deryaları geçip O’nun (CC)
aşkının deryasına varmaktır. Nitekim Mecnun mecazi aşkı tattıktan sonra gerçek
aşkı, Hakk’ı (CC) bulur. Aslında insanın bütün hareketleri O’nun (CC) aşkından
sudur eder. Bunun için ehl-i Hakk’a (CC) ta’nda bulunmak hata ve belki de
küfürdür.
O’na (CC) kavuşma
özlemini duymak:
İştiyak muhabbet üzerine bina
edilen bir durumdur. Bu durumda kişi O’na (CC) kavuşmak arzusuyla efsunlanır. O’nu
(CC) müşahedeye doymaz. Müştaku’l-Ekber bir beytinde şöyle der:
“Kalbim O’ndan başka bir şey hatırlamaz Gözlerim O’na bakmağa doymuyor.”
Bir başka şair de şöyle söylemektedir:
“Dostlarım uzakta olunca onların uzaklığından ağlıyorum. Yakın olunca da
kaybetmekten korkarım.”
Anlaşılıyor ki, aşıkların her
iki halde de ağlamaları gerekmektedir.
O’nun (CC)
huzurunda ağlamak:
Ehl-i murakabenin huzur-ı
ilahide şevke gelip ağlaması onun vuslata olan aşklarındandır. Bunlar sevinç
gözyaşlarıdır. Bu gözyaşları soğuktur. “Firkat”
dolayısıyla akan yaşlar ise sıcaktır. Çünkü kalpteki ateş onları da ısıtır.
Sadece O’na (CC)
güvenir.
Allah’ın (CC) lütfü için yine
O’nun (CC) lütfunu ister. Çünkü kendine yardım eden ona yol gösterip dergahına kabul eden yine O’dur
(CC).
Sadece O’ndan
(CC) yardım diler.
Salik “Senden Sana sığınırım” prensibince Allah’ın (CC) yardımı için yine
O’nun (CC) yardımını, O’nun (CC) kahrından sakınmak için yine O’nun (CC) yardımını
ister. Tıpkı bir çocuğun annesinden dayak yerken bile “anne” diye bağırması gibidir bu.
Bütün bu sıfatları kendisinde
bulunduran salik için Cenab-ı Allah (CC) hiç kimsenin kapatamayacağı azap
kapılarını kapatır, öbür taraftan hiç kimsenin kapatamayacağı rahmet kapılarını
da açar.
Yani burada sayılan sıfatları
taşıyan sufiyi kimse Allah’ın (CC) rahmetinden ne menedebilir ne de rahmete
sebep olabilir.
Buradaki rahmetten maksat “rahmet-i hassa” (özel rahmet) dır ki, “kurb” (yakınlık) ve vuslat’ı temsil
eder. Aynı şekilde azap da “azab-ı has”
olarak O’ndan (CC) uzak ve ayrı düşmek anlamındadır. Bundan da anlaşılıyor ki
vuslattan sonra ayrılık yoktur. Ebû Süleyman Darani, “Vusulden dönüş yoktur.” buyurmuştur. “Fena mertebesine ulaşan, tekrar eski vasıflarına dönmez.” denilmiştir.
Nasıl ki, aşılanan ağaç tekrar eski haline dönemiyorsa bu da mümkün değildir.
Nefs-i emmare mücahede ve
riyazet yoluyla tam otuz yıl yok edilemezken fena noktasında bir anda yok olur.
Bu süfilere “ahyar” denilir ki, şu ayette
onlara işaret edilir: “Rabbimin rahmet
ettikleri müstesna…”
Allah’ın (CC) bu derecedeki
kullarına rahmet-i hassasını açması dolayısıyla nefs-i emmare yok olup gider.
Yani bunların nefsi “nefs-i merhûme”dir
ki, Allah’ın (CC) rahmet-i hassasına mazhar olmuşlardır. Uzun süre mücahede ve
riyazete muhtaç değillerdir. Çünkü bu usul muhabbet ve cezbeye dayanan bir usuldür.
Nitekim mirac gecesi Hz. Resul (SAV) Efendimiz bir merdiven tahsis edilmiştir.
Bu cezbenin kendisidir. Yoksa merdiveni adım adım tırmanma sözkonusu değildir.
Böyle olsa bu durumda yükselmek uzun zaman alır. Oysa miac “tayy-ı zaman” ve “tayy-ı
mekan” (bir anda birden fazla zaman ve mekanda bulunmak) kabilindedir.
Melekut alemi ile mülk alemi kıyas kabul etmez. Çünkü melekut aleminde ruh ile
seyr yapılır. Ceberut ve lahutta ise sırr ile yapılır.
Bilakis bunların kötülükleri
iyiliklere çevrilir. Bu durumdan Kur’an-ı Kerim’de de bahsedilir: “Allah (CC) onların kötülüklerini
iyiliklere çevirir.”
Ve bunlar “ebrar” diye adlandırılır.
Bu derecedeki sufilerin
günahları iyiliklere çevrilir. Bu ebrar haline mağfiret makamı da denir. Bu
makam “ğafr” ve “setr” makamıdır. Yani afv ile mağfiret farklıdır. Afv günahları
tamamen yok eder, mağfiret ise sadece üstünü örter. Bir hadiste de Kıyamet Günü
bazı mücrimlerin günahlarının sevaba çevrileceğinden bahs edilmektedir. “Ya Rabbi (CC)! bizim günahlarımız var idi
onlar ne oldu?” diye şaşıracaklardır, denilmektedir.
Bir eşya eğer aslında kötü ise
Cenab-ı Allah (CC) onun kötü sıfatını iyiye çevirmeye kadirdir. Nefis emmare
makamından eğitimle mutmainne makamına çıkar. Nitekim bu dünyada nice çirkin
yüzler enbiyanın mucizeleri ve evliyanın kerametleri vasıtasıyla güzelliğe
bürünmüşlerdir. Aksine birçok iyi insan da maymun ve domuz suretine
çevrilmişlerdir.
Ebrar için hasenat olan şey vardır
ki, “mukarribin” için seyyiattır.
Kur’an-ı Kerim’de: “Güzel amelde
bulunanlara daha güzel karşılık vardır.”
Bu ziyadelik Allah’ın (CC) ikramıdır. “Bu
Allah’ın (CC) bir lütfudur, istediğine verir.”
buyurulmaktadır.
Buradaki “fazlalık”tan maksat Allah’ın (CC) lütuf ve iyilikleridir. Bunun en
yüksek ve yücesi rü’yetullahtır. Yani Cemal-i ilahi’yi temaşadır. Allah (CC) bunu
dilediğine verir demekten maksat ise “mukarribin”dir.
Bunlar Allah’ın (CC) hass kullarıdır. Ahirette de cennetin en üst mertebesi olan
“Firdevs” cennetine konulacaklar,
burada Hz. Resul (SAV) Efendimize komşu olacaklardır. Bu komşuluk dünyadaki manevi
bağın bir devamıdır.
www.GAVSULAZAM.de
|