Sabır, nefsin isteklerinden tıpkı öir ölü gibi uzak durmaktır. Ve bu mücahede
ile yapılmalıdır.
Yani nasıl ki, bir ölünün
nefsi istekleri kalmıyorsa iradî ölümde de kalmaması gerekir. Yalnız buradaki
mücahede, nefse karşı onun isteklerini yapmamakla ve istemediklerini yapmakla
mücadele etmektir. Mesela nefis vahdeti istemez, daha çok kesreti ve
çeşitliliği ister. Bunun için ehl-i heva olanlar bir yerde durmazlar.
Vakitlerini gayr-i meşru sohbetlerde geçirirler. Sürekli pis ve necis sözler ve
gazeller söylerler. Nitekim bu durumu açıklayan bir hadîs vardır: “Cennet’in etrafı sıkıntı ve güçlüklerle,
Cehennem’in ise istek ve hazlarla doludur.”
İşte müminlerin bu konuda dikkat etmesi gerekir. Kalplerinin hangi tarafa
meylettiğini ve bazı insanların Cennet’e bir akçe ile girmek yerine Cehennem’e
bin akçeyle girmeyi nasıl tercih ettiklerini görmek için.
Nefsin isteklerini ve ülfette
bulunduğu şeyleri ona vermeyerek doğru ve güzel bir yol üzerine sebatı ancak bu
şekilde mümkündür. Nitekim Kur’an-ı Kerim buna şöyle temas eder: “Onlardan, sabrettikleri için sizlere doğru
yolu gösteren önderler yetiştirdik. Onlar ayetlerimizi de yakinen biliyorlardı.” (Secde, 24).
Böyle bir yola girdikten sonra
önemli olan sebattır. Bir insanın tevbe etmesi güzel bir şeydir, fakat o hal
üzerinde devam olmadıktan sonra bu tevbe anlamsızdır. Aynı şekilde tarikata
girmek de gaye değil vasıtadır. Tarikatta sebat eden ancak gayeye varabilir.
Nitekim yüce Allah (CC) şöyle buyurmaktadır: “ ‘Rabbimiz Allah’tır (CC) dedikten sonra doğru yolda devam edenler…”
Yani, sadece “Rabbimiz Allah’tır (CC)”
demek yetmiyor; bunda devam etmek gerekir. Bunun için Allah (CC) sabır ve sebat
ile mukayyed kıldı.
www.GAVSULAZAM.de
|