Tevbe etmek, herhangi bir suretle daha önceleri işlenmiş olan günah ve
kötülüklerden pişmanlık duymak ve bir daha günah işlememeye ve kötülük
yapmamaya azmetmektir. Gerçekten tevbe yapmış olan bir müslüman, tevbesinde
durur ve eski günah ve kötülüklerine bir daha dönmez, işte Allah (CC) Hz.leri
indinde bu şekildeki tevbeler makbuldür. Tevbe edenlerden maksat aklına geldiği
zaman, haftada ayda yılda tevbe edenler değil, beşeriyet iktizasınca işlenen
günahlarına her gün devamlı olarak tevbe etmek ve bir daha günah işlememeye
gayret sarfetmektir. Bir müslüman, sadece geçmiş günahlarına ve kusurlarına
tevbe etmekle kalmamalı, aynı zamanda hem bir daha o günahları işlememeye
azmetmeli, esasen tevbe, işte bu takdirde hakiki tevbe sayılır.
Yüce Mevla (CC) Hz.leri şöyle buyuruyor: “İman edip de salih ameller
işleyenlerin kendilerinden günahlarını muhakkak örteriz.”[1]
İnsanları doğru yoldan saptırıp günah işlemeye sebep olanlar hakkında da Yüce
Mevlamız (CC) şöyle buyurur: “Muhakkak onlar, kendi günahlarını ve o günahlarla
beraber daha bir çok (saptırdıkları kimselere ait) günahları yüklenecekler ve
şüphe yok ki, (Allah’a) (CC) iftira ettikleri şeylerden kıyamet günü sorumlu
tutulacaklardır.”
Yüce Allah (CC) Hz.leri buyuruyor: “Ey İman edenler! Allah’a (CC) öyle tevbe
edin ki, tam bir pişmanlık halis bir tevbe olsun. Ola ki Rabbiniz (CC),
kötülüklerinizi örter ve sizi, (ağaçları) altından ırmaklar akan Cennetlere
koyar.”
Ayet-i Kerime’de bildirilen Tevbe-i Nasuh, kulun geçmişte işlediği günaha
pişman olması ve bundan sonra da o günaha dönmemeye kati olarak karar
vermesidir. Kalb pişman olmalı dil de dua etmelidir. Bu hususta Yüce Allah (cc)
Hz.leri şöyle Buyuruyor: “Şüphesiz ki Allah (CC) çok tevbe edenleri de sever,
pisliklerinden pak olanları da sever.”
“Hem Rabbinizin (CC) mağfiretini isteyin. Sonra O’na (CC) tevbe edin ki, sizi
takdir edilmiş belirli bir zamana (ölüme) kadar güzel bir şekilde yaşatsın.”
“Rabbinizden (CC) mağfiret dileyin. Sonra, günahlardan tevbe edip O’na (CC)
sığının.”
“Onun için sen (Ey Habibim) emrolunduğun şekilde, beraberinde tevbe edenlerle
dosdoğru hareket et.”
“Ve O’ndan (CC) mağfiret dile,
muhakkak ki, O (CC) Tevvab'dır, Tevbeleri kabul eder.”
“Tevbe etmeyenler işte onlar zalimlerdir.”
Tevbe yapmayan kimsenin nefsi ıslah olmaz, zalim olur. İmam-ı Gazali (RA)
Hz.leri buyurdu ki: “Tevbe üç kısımdır: 1: Halkın (avamın) tevbesi. 2: İlim
sahibi olanların tevbesi. 3: Seçilmişlerin (Havvasm) tevbesi. Bu hiç bir vakti
zayi etmemektir.”
Arifler şöyle buyurmuşlardır: “Tevbe beş kısımdır. 1: Halkın tevbesidir, bu
günahlardan dönmektir, 2: Salihlerin tevbesidir, bu gizli günahları da
terketmektir. 3: Müttekilerin tevbesidir, şekten şüpheden sakınmaktır. 4:
Muhiblerin (Allah (CC) dostlarının) tevbesidir. Bunların tevbesi, Allah-ü Teala
(CC) Hz.leri’ni zikretmekten gafil olmamak için halktan sakınmaktır. 5:
Ariflerin tevbesidir.”
“Hasenat büyük günahlardan gayri seyyieleri giderir.”
Bir kimse bir günah işlese ve o günahına tevbe etmese fakat bütün bunlara
rağmen bir musibet de görmese, biliniz ki, o kişinin işi Ruzi Cezaya kalmıştır.
Kıyamette hesaba çekilecek ve yaptığının cezasının görecektir. Ayet-i
Kerime’lere devam edelim.
İbrahim Halilullah (AS) Cenab-ı Hakk’a (CC) şöyle niyaz etmişti: “Ey
Rabbimiz (CC)! Bizi sana teslim ve İhlâs sahibi olmakta sabit kıl. Soyumuzdan
bir topluluğu da, sana boyun eğen bir ümmet yap, kusurlarımızı afvedip
tevbemizi kabul buyur, muhakkak ki, sen tevbeleri kabul edensin.”
“Derken Adem (AS) Rabbinden (CC) bir takım kelimeler aldı O’na (CC) yalvarıp
tevbe etti. O’da (CC) tevbesini kabul buyurdu. Çünkü tevbeyi çok kabul eden
asıl esirgeyici O’dur (CC).”
Ayet-i Kerime’de beyan olunan Hz. Adem’e (AS) Cenab-ı Hak Celle ve Ala
Hz.leri, Hz. Cebrail’i (AS)'ı gönderdi.
“Ya Cibril (AS)! Adem (AS) kuluma git! Neden çok ağlar, onar sor! Onu kim
Yarattı? Cennetine kim koydu? Cennette nimetleri kim verdi? Havva’yı ona kim
verdi? O yasak ağaçtan kim yedirdi ve yeryüzüne kim indirdi? O’na (AS) sor!”
dedi. Cebrail (AS) Cenab-ı Hakk’ın emriyle Adem (AS)'a vardı: “Ya Adem (AS)!
Rabbin (CC) sana selam söyledi.” Adem (AS): “Aleykümüsselam!” dedi. “Sana
soruyor; Onu kim yarattı?” Hz. Adem (AS) cevaben: “Beni Rabbim (CC) yarattı.”
“Cennetine kim koydu?” “Beni Rabbim (CC) koydu” Cennette nimetleri kim verdi.”
“Bana Rabbim (CC) verdi.” “Hz. Havva'yı ona, kim verdi o yasak ağaçtan kim
yedirdi ve yeryüzüne kim indirdi?” Hz. Adem (AS): “Hepsi de Rabbimdendir (CC).”
dedi. Cebrail (AS): “Ya Adem (AS)! Bunların hepsinin Rabbinden (CC) olduğunu
bildiğin halde niçin bu kadar çok ağlıyorsun?” dedi. Adem (AS): “Ya Cibril (AS). Ey karındaşım! bunlar hepsi
Rabbimdendir (CC). Takdir yerini buldu, yer yüzüne keder yerine indim bunlar
mukadderdi takdir yerini buldu. Yalnız Rabbim (CC) bana nimetlerini verdi o
yasak ağaçtan yeme dedi. Emrine muhalefet ettim yedim, onun için Rabbimden
utanıyor haya ediyorum.” dedi. Cebrail (AS), Cenab-ı Hakk’ın (CC) katına gitti.
Cenab-ı Hakk (CC) sordu. Cebrail (AS): “Ya Rabbi (CC)! Sence her şey malumdur.”
dedi. Cenab-ı Hakk Celle ve Ala Hz.leri Ayeti Kerimede beyan edilen kelimeleri
(tevbeyi) Hz. Cebrail’e (AS) verdi ve: “Bunu Adem (AS) kuluma telkin et. Bu
tevbei istiğfarı onun esması kıldım. Bu tevbeye devam etsin. (Estağfirullahel
azim) onun zürriyyeti çok olacak, ben onun tevbesini ve secedesini kabul
ederim.” buyurdu. Cebrail (AS) bu esmayı Adem (AS)’a getirdi, telkin etti. Adem
(AS) bu tevbeye devam etti tevbesi kabul oldu, secdesi de kabul oldu ve bu
tevbei istiğfar bize Adem (AS)'dan miras kaldı.
Musa (AS) Turi Sinadan dönünce kavmini buzağıya tapar gördü. Bu bahsi
Cenab-ı Hakk şöyle beyan ediyor: “Ey kavmim! Siz buzağıya tapmakla kendinize
zulmettiniz, hemen Yaradanınıza tevbe edin.”
Ayet-i Kerime’lere devam edelim: “Bu takdirde Allah (CC) günahlarınızdan
size bağışlar.”
“Ancak tevbe eden ve iman edip de salih amel işleyen kimse müstesnadır. Kim
de tevbe eder de salih amel işlerse, muhakkak ki, o makbul bir şekilde Allah'a
(CC) döner.”
Cenab-ı Hakk (CC) tevbe edenlere bu müjdeyi vermiştir. Ey Müslüman kardeşim!
Biz de tevbe işinde ve Cenab-ı Hakk’ın (CC) razı olduğu işlerde tembel
olmayalım. Tevbe etmek saadet alametidir, tevbe eden tevbenin şartlarını yerine
getiren bahtiyar kimselerin geçtiği yerler kendileriyle övünür. Cenab-ı Hakk
(CC) onu halkın gönlünde tatlı sevimli kılar. Kabir ona Cennet bahçelerinden
bir bahçe olur. Kıyamet gününde yüzü ak olur. Sırattan kolay geçer. Hesabı
ihsan ile kolay geçer ölürken müjdelenir. Ayet-i Kerime’de mağfiret sebebine ve
nimetin artmasına işaret vardır. Fakat istiğfardan sonra, bir daha günah
işlememeye gayret etmeli ve lisanla istiğfar ettiği gibi, kalbi ile de nedamet
etmelidir. Beşeriyet icabı günah irtigab ederse derhal tevbei istiğfar
eylemelidir. Ve: “Bu küçük günahtır. Bundan ne olur?” dememelidir. Çünkü küçük
görülen günahlarda birer birer irtikat edilecek (işlenecek) olursa o da büyük
günah olur. Hak Celle ve Ala Hz.leri: “Kıyamet gününde tevbelerine sadık ve
daim olanların bir günahtan sonra tevbe ederek bir daha o günaha dönmeyenlerin
suçlarını yüzlerine vurmaz onları rezil rüsvay etmeyiz.” buyurmuştur. Tevbe
edenler ve tevbelerin de sadık ve samimi olanlar Allah (CC) Hz.leri’nin Resulü
(SAV) ile beraberdirler. Alemlerin Efendisi (SAV) ile beraber olanlar hiç rezil
rüsvay olurlar mı? Elbette olmazlar. Allah-ü Zülcelal (CC) Hz.leri onların
suçlarını açıklayarak kendilerini mahşer ehline karşı asla utandırmaz. Onlara
Cehennem azabını ve Sırat karanlığını göstererek onları üzmez. Onların imanları
önlerinde ve sağ yanındadır. Bu, bahtiyar kullarını Mucizel beyanında şöyle
beyan ediyor: “Hatırla o günü ki, mümin erkeklerle mümin kadınların nurları,
önlerinden ve sağlarından koşuyor kendilerini göreceksin. O gün, münafık
erkeklerle münafık kadınlar, iman edenlere şöyle diyecekler. ‘Bize bakın (yahud
bizi bekleyin) nurunuzdan bir parça alalım.’ (Müminler tarafından onlara şöyle
denilecek, arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayın.”
Yüce Allah (CC) Hz.leri mümin ve müminatın o alemde münafıkların düştüğü o
kederli günü sadık kullarına Mucizel beyanında şöyle beyan edip o şekilde dua
edeceklerini bildiriyor: “Ey Rabbimiz (CC)! Bizim nurumuzu tamamla, (bu sırat
üzerinde nurları sönen münafıklar gibi bizleri yapma) Bizi bağışla muhakkak ki,
sen her şeye kadirsin.”
“Siz günahlarınızdan tevbe ederek Rabbinizden (CC) bir mağfirete ve
genişliği, yerle göğün genişliği gibi olan bir cennete yarışın.”
Kur'an-ı Azim bir Nur-u İlahi'dir. O'nu daima önlerinde bulunduranlar
mutlaka selamet ve saadete ererler. Nitekim Ayet-i Kerime'de buyurulduğu gibi
önleri sıra ışıklan bulunanlarda o ışık sayesinde bastıkları yeri görürler,
düşmeden yollarına devanı ederler. Sağ yanımızdaki nur da Fahri Alem (SAV)
Efendimiz’dir. Kul bu iki nura ne kadar yaklaşır ve onlara uyarsa dünyada ve
Ukbada o nisbette nurlanır. Bu nurlanma insanın gayretine bağlıdır. Bu nurlara
uymayanlar ise karanlıklarda kalır ve yollarını kaybederler. Demek oluyor ki,
Resul (SAV) Efendimiz Nur-u Azim, Kur’an da Nur-u Mübin’dir. Bu iki nuru önüne
ve yanına alanlar, onlara dayananlar o nurlar ile nurlananlar, elbette zulmette
ve dalalette kalmazlar.
“Rabbiniz kendi üzerine şu Rahmeti yazdı, içinizden kim bilmeyerek bir
fenalık yapıp da sonra arkasından tevbe etmiş ve düzelmiş ise şüphesiz ki, O
(Allah) (CC) Ğafur ve Rahim’dir.”
İnsan cehaleti sebebiyle günah işlemiştir. Sonra fenalıktan tevbe ve
muamelatını islâh etmiştir. İşte bu gibiler hakkında Allah (CC) Hz.leri
Gafururrahim’dir ve bu gibiler için affını farz kılmıştır. Gerek itaat ve
gerekse isyanın zerresi gaib olmaz. “Zira kim zerre miktarı bir hayır işlerse,
onun mükafatını görecek. Kim de, zerre miktarı bir kötülük işlerse, onun
cezasını görecektir.”
Şu halde daima itaatte bulunarak kendini Cenab-ı Hakk’a (CC) sevdirmeli. Necat
(kurtuluş) bundadır.
“Eğer siz, yasak edildiğiniz günahların büyüklerinden sakınırsanız, sizden
diğer kabahatlarinizi örteriz ve sizi iyi bir gidişata sokarız.”
“Ancak Allah’ın kabul edeceğini vaad buyurduğu tevbe, o kimseler içindir. Ki,
bir cahillikte bir kabahat yaparlar da sonra çok geçmeden tevbe ederler, işte
Allah (CC) bunların tevbelerini kabul buyurur. Allah (CC) ihlâsla tevbe
edenleri hakkıyla bilicidir. O kimseler ki, kütü işlerde ısrar ederken onlardan
birine ölüm gelip hayattan ümidini kesince ‘Ben, şimdi tevbe ettim’ der. O
kimseler için tevbe yok (tevbe makbul değildir).”
“Ey müminler! Sizden meydana gelen kusurlardan Allah’a (CC) tevbe ve rücu
ediniz ki, felah bulup dünya ve Ahiret saadetine kavuşasmız.”
Kul ölürken can alıcı meleği görür ve ölümün geldiğini anlar. “Ey Melekül
mevt (ölüm meleği)! Bana bir gün müddet ve de tevbe edeyim.” der. Ölüm Meleği
der ki: “Önünde nice günler vardı bu gün ömrün bitti.” der. O kul tevbe etmeden
ümitsizlik şerbetini içerse imanının aslı sarsılmaya başlar. Tevbe ölüm anı
gelmeden yapılmalıdır. Tevbe şartlarına uygun yapılırsa kabul edilir.
Ey bir çare! Tevbe ettiğin zaman, kabul edilip edilmeyeceğinden şüphe etme.
Tevbenin şartlarına uygun olup olmadığından şüphe et. Tevbenin esası, pişmanlık
neticesi meydana gelen bir iradedir. Pişmanlığın alameti daima üzülmek ve tam
olması için evvela tevbe lazım geliyor. Bir mümin Cenab-ı Hakk’ın (CC)
korkusuyla büyük günah işlemezse ona çok sevap yazılır. Niyyeti halis olmak
lazımdır.
“Kim bir hayırlı ve güzel amelle gelirse, ona on misli sevap verilir. Kim de
bir günah ile gelirse ona ancak misli ile (günahı kadarla) ceza edilir.”
Bir mümin yüz sene ibadet etmiş olsa on misli bin sene eder bir kafir de yüz
sene yaşamış olsa o miktardan başkasıyla cezalandırılmaz. Mümin niyyeti sebebi
ile kafir de niyyeti ile ebediyyette niyyetleri sebebiyle ebedi mükafat ve
ebedi mücazat yani azaba duçar olurlar. Cenab-ı Hakk (CC) kuluna eziyet etmez,
kul eziyeti kendi kendine eder. Şu mısralar ne de yerinde söylenmiştir: Kuluna
zulmetmez Hüda’sı, herkesin çektiği kendi belası. Dolayısıyla herkes ne ekerse
onu biçer.
Tevbe kelimesinin lügat manası “rucu etmek, dönmek” Şer'i manası ise,
“yaptığı kötülüklere pişman olup Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne karşı olan
isyanından vaz geçmek” demektir. Tevbenin, günahların hepsi için farz olduğu,
İcma-i Ümmet ile bildirilmiştir.
Yüce Allah (CC) Hz.leri buyuruyor: “Ey Müminler! şarap (içki içmek), kumar
oynamak, ibadet için dikilen putlar, (cahillik devresinde kullanılan) fal
okları hep şeytanın işinden, pis birer şeydir. Onun için bunlardan sakının ki,
kurtulasınız. Muhakkak şeytan, şarabda ve kumarda aramıza düşmanlık ve kin düşürmek,
sizi, Allah’ı (CC) anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Artık siz,
bunlardan sakınmaz mısınız?”
“Siz içinizde olan şeyi açıklasanız da, saklasanız da, Allah-ü Teala (CC)
sizi onunla hesaba çeker, nihayet dilediğini bağışlar ve dilediğine de azab
eder. Allah (CC) her şeye kadirdir.”
“Yoksa küfür işleyip isyan edenler, bizden (azabımızdan) kurtulacaklarını mı
sandılar? Ne fena hüküm veriyorlar.”
“Günahkarların yolu seçilip durumları sana belli olsun diye, ayetlerimizi
böylece açıklarız (Ey Habibim).”
“Nihayet o müşriklerin her birine ölüm geldiği vakit şöyle diyecekler Rabbim
(CC), beni dünya geri çevir. Tâ ki, ben terk ettiğim imanı yerine getirip salih
bir amelde bulunayım. Hayır (artık dünyaya dönülmez) müşriklerden her birinin
söylediği bu sözler, söyleyene ait faydasız bir lafdır.”
“(İnsanoğlunun), biri sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki katip
Melek'in amellerini yazmakta olduklarını hatırla. O, her ne söz atarsa muhakkak
yanında hazır bir gözcü vardır.”
Ebayezid-i Bestami (KSA) Hz.leri buyururlar ki: “İnsanların tevbesi,
işledikleri günahlarından dolayıdır. Benim tevbem ise, (Lailahe illellah)
sözündedir. Çünkü ben bunu alet ve harflerle söylüyorum. Cenab-ı Hakk (CC) ise
harf ve âletlerin ötesindedir.”
“Günah ve isyanın Tevbesi, bir tanedir; taatin tevbesi bin tevbedir.”
Çünkü kudsi alemde, Levh-i Mahfuz’da âlet ve harflerin yeri yoktur. O alemden
gelme olan ruhun da harf ve âletle ilgisi yoktur. Harf ve âletten kurtulamayan
bir taat, kudsiyet alemine erişen bir ruh için, noksanlıktır. Bundan dolayı
nice defalar tevbe etme ihtiyacını duyar. İbadette sadece dil ve diğer organlar
hareket ediyor ve bu kalbe ruha inmiyorsa, işte bu ibadet harf ve alet
kapsamında kalmıştır. Bundan dolayı her kelime ve harf için bir tevbe gerekir.
Ey Allah (CC) Hz.leri’nin mülkünde, O’nun (CC) nimetiyle yaşayan insan!
Allah’a (CC) karşı O’nun (CC) mülkünde O’nun (CC) nimetini yiyerek sakın
isyanda bulunma, varlığın hikmetini anlıyarak Allah (CC) Hz.leri’nden utan.
Çünkü Allah (CC) Hz.leri seni Cehennem ateşinde yakmaktan utanıyor. Rahmeti
gazabının önüne geçiyor. Şayet kul isyanında ısrar eder, Yüce Allah (CC)
Hz.leri’ne asi olursa o zaman Yüce Allah (CC) Hz.leri’nin ebedi alemdeki ceza
evi olan Cehenneme bir tutsak rehine olarak girer. Bu hususta Yüce Mevlamız
(CC) buyuruyor: “İçinizden (hayırda) ileri gitmek, yahud geri kalmak
isteyenleri... Herkes kazandığına karşılık bir rehinedir; (hesabını doğru
vermekle ancak kendisini kurtarabilir).”
Ey mümin! Eğer ebedi alemde Yüce Allah (CC) Hz.leri’nin ceza evi olan
Cehenneme tutsak rehine olarak girmek istemiyorsan, bu alemde iken günah
işlemekten kendini koru.
“Allah, kendine
dönüp tevbe edenleri bağışlayıcıdır.”
“Evvab’dan murad kimdir?” diye sual olundukça cevaben buyurulmuştur ki:
“Evvab o mümin kimsedir ki, bir günahı işleyip sonra tevbe eder tekrar bir
cürmü işleyip, yine tevbe eder salisen (yani üçüncü defa) işleyip tevbe eder,
tevbe insanın hayatı içinde işlemiş olduğu günahlara nedamet pişmanlık duyup
Hakk’a (CC) rücu ve ilticasına denir ki, halktan yüz çevirmesine vesile olur.
Bu tevbe her mümin için farzı ayındır. Bir an evel tevbei nasuh ile tevbe edip
abid, zahid, salih ve Hakk’ın (CC) nimetlerine şükreden, aynı zamanda zakir
(Zikreden) kullarının arasında yer almaya say ve gayret göstermesi lazımdır.”
Çünkü Cenab-ı Hak (CC) Hz.leri ona kıyamette şöyle hitab edecek: “(Ona şöyle
diyeceğiz) Oku kitabını, bugün üzerine hesap görücü olarak nefsin yeter. Hiç
bir günahkâr da başkasının günahını taşımaz. Bir de biz bir Peygamber
göndermedikçe azab etmeyiz.”
“Eğer iyilik ve güzellik işlerseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz ve eğer
kötülük ederseniz yine kendinize.”
“Allah (CC), kime hidayet ederse o doğru yoldadır. Kimi de sapıklığa
düşürürse, artık bunlar için Allah’tan (CC) başka asla yardımcılar bulamazsın.”
Tevbeden mahrum, isyan vadilerinde (Keyfe ma yesa keyif içerisinde)
yaşayanların akibetlerinin felaket ve hüsranla neticeleneceğinde hiç şüphe
yoktur. Binaenaleyh evlada ve aileye dost ve ahbaplara her fırsatta tevbenin
lüzumunu ehemmiyetini duyurmaya çalışmalıdır. Tevbeye niyet eden kişi ömrünü
gaflet ve günah ile geçirmekten son derece sakınmalıdır. Bunun için en kolay
çare, eskiden edindiği ve kendisini günaha sürükleyen ibadetlerinden ayıran
bütün kötü arkadaşlarından ayrılıp Hakk (CC) yolcusu ibadet ve taatte müdavim
(devam eden) olan temiz ve şalin arkadaşlar edinmek lazımdır. Yoksa mucizel
beyanda belirtilen şu vaka ile karşılaşır.Yüce Allah (CC) Hz.leri ebedi alemde
mahrumiyet içerisinde kıvranacak olan kullarını mucizel beyanında ikaz ediyor
kulak verelim: “Yazıklar olsun bana keski (beni sapılan) falanı dost
edinmeyeydim. Vallahi o sapıttı beni Zikirden, (Allah’ı (CC) anmaktan ve Kur'an
ahkâmına bağlanmaktan).”
Salih arkadaş edinildiği zaman işte bu tevbe hayırların başı ve anahtarıdır.
Böyle olmadıkça hakiki bir tevbe ve tam bir dönüş olamaz. Bu tevbe bütün
muamelelerinde esasıdır. Haller bu tevbe ile açılır. Keşifler kerametler
saadetler hep bu tevbeden sonra hasıl olur, herkesin bilmesi lazımdır ki, bu
tevbe herkes için farzı ayındır.
Günahlarından kaçmaya muvaffak olduktan sonra mühim bir nokta daha vardır ki
o da vurduğu, dövdüğü, sövüp sayarak şerefini kırdığı kimse ile de
helallaşmaktır. Bundan dolayı Cenab-ı Hak Teala Hz.leri bu hususta kullarına:
“Benim seni afv etmem için evvela o kardeşinden af dile helalleş, özür beyan et
kul hakkını öde, sonra Bana gel bana dön ve benden af dile. Yoksa başka türlü
affın mümkün değildir.” diye buyurur. Böyle olmazsa yarın kıyamet gününde o
hakaret eden ve hürmetsizlik gösteren kişi dövüp sövdüğü veya arkasından
gıybetini yaptığı kimseye verilmek üzere sevaplarının alınıp hakaret gören
müslümana verildiğini görecektir. Daha yetmezse o hakir görüp dövülen sövülen
kimsenin günahları alınıp döven söven kimsenin üzerine, yüklenecektir. Aman Allah’ım
(CC)! Ne büyük facia.
Kainatın Halikı (CC) Buyuruyor: “Günahının Yarlığanmasmı iste.”
Kötü mezmum huylardan ahlaklardan biri de tevbeyi terk etmek ve onu ihtiyarlığa
bırakmaktır. Bu ise çok yanlış, bir harekettir. Çünkü insanın ömrünün ne zaman
son bulacağı belli değildir. Gerçek müslümana yakışan, daima ölüme hazırlıklı
yani tevbeli, abdestli, namazlı, hak hukuka son derece riayetkar olmaktır.
Böyle olabilen (fikrinde, şükründe, zikrinde) daim olan bahtiyarlar için ölüm
ne zaman gelirse gelsin kayıpları yoktur. Çünkü Hakk’ın (CC) huzuruna çıkmaya
hazırdırlar. Binaenaleyh tevbenin, terki veya onu yarına bırakmak müslümanın
işi değildir. Müslüman her zaman, tevbekâr olmalıdır. Tevbede daim olabilmek
için Takva Tasavvuf (Tarikat) okuluna ihtiyaç vardır. Zira tarikata giren bir
insan, manevi yolculuğa çıkar, her an Hakk (CC) ile olur, O’nu (CC) daima anar
ve geçmişte işlediği suç ve isyanlarından dolayı pişmanlık içinde olur. O zaman
her gün muntazaman en az günahına yüz defa tevbei istiğfar eder. Zira Nebiler
Nebisi (SAV) günahı olmadığı halde günde yetmiş ile yüz defa tevbei istiğfar
ederlerdi. Elbetteki bunu bizlere talim için yaparlardı. Tevbenin cem'i
(Estağfirullahhelazim) dir buyururlardı. Nitekim Hakk Teala (CC) Hz.leri
buyurur ki: “Ve Allah’tan (CC) mağfiret dile. Şüphesiz ki Allah (CC), çok
bağışlayıcıdır. Çok merhamet edicidir.”
“Günah işleyerek nefislerine hainlik edenlerden taraf mücadeleye kalkışma,
çünkü Allah (CC) hainlikte ileri gitmiş olan günahkârı sevmez.”
“Kim bir fenalık yapar yahut nefsine zulmeder de Allah’tan (CC) mağfiret
dilerse, Allah’ı (CC) çok bağışlayıcı, çok merhametli bulur. Kim bir günah
yaparsa, onu ancak kendi aleyhine işlemiş olur. Allah (CC) her şeyi hakkıyle
bilendir. Hükmünde hikmet sahibidir. Kim bir hata veya bir günah yapar da,
sonra onu bir suçsuza atarsa, muhakkak ki, o iftira ve bir büyük günahı
yüklenmiştir.”
Bu Ayet-i kerimeler, Nebiler Nebisi’ne (SAV) inzal buyurulunca şeytan mel
'unu korkunç bir ses ile feryad eyledi. Bu feryadı şeytanın askerleri duyup yanına
geldiler. “Bu halin nedir?” dediler. Şeytan: “Benim hilelerim ile bu ümmete
işlettiğim günahların af ve mağfireti hakkında Muhammed’e (SAV) bir Ayet-i
Kerime nazil oldu.” dedi. Askerleri hangi ayet olduğunu sorunca Nisa Sûresi
110. Ayeti onlara okudu. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin vaadinde dönmek yoktur.
Şimdi düşünün buna bir hile bulabilir misiniz?” Onlar da: “Hayır hile
bulamadık.” dediler. Şeytan düşündü: “Ben hile buldum.” Dedi. Avanesi: “Nedir?”
dediler. Şeytan: “O büyük Peygamber (SAV) ahirete intikal ettikten sonra
ümmetine güzel amel suretinde çeşitli bid'atler işletelim, onlar bid'atleri
sünnet sayıp yaparlar o yaptıkları amelden de tevbe ve istiğfar etmezler. Bu
bid'atlerle onların cehenneme girmelerini sağlar muradınıza erersiniz.” dedi. Allah-ü
Teala (CC) Hz.leri cümlemizi şeytanın şerrinden muhafaza eylesin. (AMİN)
“Gerçekten bir kimse günah ve küfrü kazanır da, günahları onu her taraftan
çevrelerse, işte böyle kimseler cehennem ehlidirler ve orada ebedi olarak
kalıcıdırlar.”
“Onlara (küfredenlere) ‘Yeryüzünde (küfür ve günah işleyerek, müminleri
aldatarak) fesat çıkarmayın’ denildiği zaman: ‘Bizim işimiz ıslah etmektir’
derler.”
“Onlar, bizim Ayetlerimizi yalanladılar da Allah (CC), yaptıkları günahlar
sebebiyle kendilerini enseledi. Allah’ın (CC) azabı çok şidetlidir.”
Ancak onun arkasından tevbe edip hallerini düzeltenler başka. Çünkü Allah
(CC), hakikaten günahları bağışlayan, çok esirgeyendir.”
“Elbette iman ettikten sonra kafir olanlar ve küfürlerini artıranların (son
nefeste) tevbeleri kabul olunmaz. İşte bunlar sapıklardır.”
“Size bu azap, yaptığınız günahların karşılığıdır: Ve Allah (CC) kullarına
zulmedici değildir.”
O halde ey insan! Bil ki, Allah (CC) Hz.leri’nin Rahmeti, Ğufranı sana
yakındır. Allah (CC) Hz.leri’nin senden günahlarına, gerçek manada tevbe etmen,
pişmanlık duyman ve bir daha o kötü hallere dönmemen ve günah işlememeye ve
tevbei istiğfara devam etmen şartı ile razı olması ümid edilir ve yine umulur
ki, Allah (CC) Hz.leri senin tevbeni kabul eder. Allah (CC) Hz.leri merhamet
edenlerin en çok merhamet edicisidir. Suçun büyüklüğünü ve rezilliğini idrak
etmek Allah (CC) Hz.leri’nin gazabından korkmak bir mümini, masiyatı nefret
etmeye, ondan şiddetle uzaklaşmaya, tevbe ve istiğfar etmeğe, büyük bir
pişmanlık duymaya sevkeder. Yüce Allah (CC) Hz.leri Mucizel beyanında Ayet-i
Kerime’ler ışığı altında tevbei istiğfar mutlak olarak zikrolundu ve adedi
tayin olunmadı. Ey bütün mahlukatın ahseni (güzel) olarak yaratılan insan!
İhtiyarlık gelmeden, ölüm gelip çatmadan, ebedi alemdeki makamını göreceğin
zaman nutkun (dilin) tutulmadan günahına, unutmadan devamlı nedamet ve
pişmanlık içerisinde tevbei istiğfar etmeye bak. Eğer günahına tevbe
edebiliyorsan, ve günah işlememeye de azami gayret edebiliyorsan ne mutlu sana,
günahına tevbe edemezsen, kendine yazık edersin.
Şanı Yüce Allah (CC) Hz.leri buyurur ki: “O, size Hak ile batılı ayırd
edecek bir anlayış ve nur verir. Günahlarınızı örter ve sizi bağışlar. Allah
(CC) çok büyük lütuf sahibidir.”
“Halbuki sen (Ey Resulüm) onların içindeyken Allah (CC) azab verecek değildi.
Tevbei istiğfar ettikleri halde de Allah (CC) onlara azab edecek değil.”
Mansuru Ammar der ki: “Beni İsrail zamanında güzel bir kadın vardı.
Güzelliği ile halkı aldatır, evinin kapısını daima açık tutardı. O şehirde
gayet abid (ibadet eden) bir zat vardı. Bir gün nasılsa yolu bu kadının evi
önüne düştü gözü ansızın o kadına ilişti. Fakat gönlünü kaptırdı ne çareki
nefsini yenemez. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne yalvadı. Nihayet gönlünü
kadından ayıramadığından nesi varsa sattı, altınları alarak kadına gitti. ‘Ey
dilber, şu altınların hepsini al ve beni bir gece vasim bağında kamuran eyle.’
Fettan kadın kabul edip abide zaman tayin etti buluştular. Abid kadına el atar
atmaz titremeye başladı, içine Allah (CC) Hz.leri’nin korkusu düştü ve gönlüne
‘Sen abid ve zahid bir kişi olasın. Meşayih önünde tevbe etmiş olasın bunca
yıldır ibadet ve taatten ayrılnayasın. Şu kötü kadının kapısına düşersin.
Allah’tan (CC) korkmaz mısın ve Peygamberinden utanmaz mısın?’ ilhamı geldi.
Korkudan titremeye başladı. ‘Ey hatun! Allah (CC) Hz.leri’nin korkusu içime
düştü, izin ver gideyim, altınlar sana helal olsun.’ dedi ağlayarak evine geldi
haliyle uğraşmaya başladı. Bu zatın bu hali kadına tesir etti. O zahidi aradı
buldu kapıyı çaldı o zat kapıya geldi. Kendini yoldan çıkaran kadını görünce
büsbütün perişan oldu. Kendini kınadı. ‘O bir kere tevbesini bozduğu, için
korkusundan can verdi. Sen ise bunca defadır tevbeni bozdun hiç aldırış
etmedin.’ diyerek evine gitti. Kadın o zatın kardeşi ile evlendi, malını
mülkünü Allah (CC) rızası için kocasına bağışladı. Çocuklarının hepsi alim
salih birer insan oldular.”
Kainatın Halikı (CC) buyururlar ki: “Ve bir günah işledikleri veya
nefislerine zulûm ettikleri zaman Allah’ı (CC) anarak hemen günahlarının
bağışlanmasının isteyenler, (ki günahları Allah’tan (CC) başka kim
bağışlayabilir?) hem de yaptıkları günaha bile bile ısrar etmemiş olanlar var
ya, işte onların mükafatı, Rablerinden bir mağfiret ve ağaçları altından
ırmaklar akan cennetlerdir. Orada ebedi kalacaklardır. Şu işleri yapanların
mükafatı ne de güzeldir.”
Tevbeyi bir daha işlememek azmiyle, nadim olarak ve içli dışlı etmek
gerekir. Sadece dışıyla ve diliyle tevbe edenin hali şuna benzer: Bir necis
yığını üzerine ipekten, göz kamaştırıcı bir örtü örtülür. Altındakinin farkında
olmayan herkes bu ipeğe hayranlıkla bakar, fakat biraz sonra örtü kaldırılıp
necis ortaya çıkınca seyirciler kaçışıverir. İşte ibadeti içten yapmayan ve
tevbeyi şartlarına göre yapmayanların hali de böyledir. Görünüşleri namaz
niyazdadır, fakat içleri temiz değildir. Kıyamet günü perdeler ortadan
kaldırılınca Melekler onlardan kaçışırlar.
“Bununla beraber, şüphe yok ki ben, tevbe eden, iman edip salih amel işleyen
sonra da hak yolda sebat gösteren kimse için Ğaffarım, (çok bağışlayıcıyım).”
Ey kardeşim! Bil ki, alel acele büyük ve küçük günahlardan tevbe etmek ve
kötü huyları terk edip iyi ahlaklı olmak farzı ayındır. Küçük günahları
mühimsememek ve devamlı işlemek büyük günahların meydana gelmesine sebep olur.
Damlaya damlaya göl olur. İmam-ı Ali (KV) Hz.leri buyurdu ki: “Bu Ayet-i
Kerime, Hz. Adem’in (AS) yaratılmasından dört bin yıl önce arşın kenarlarında
yazılmıştı.”
Yine buyuruldu ki: “O tevbekârlar bilmediler mi ki, bizzat Allah (CC)
kullarından tevbeyi kabul eder. De ki: ‘Ey tevbekârlar, çalışın (islediğinizi
yapın) çünkü yaptıklarınızı Allah (CC) da, Resulü de, müminlcr de görecektir.”
“Şirk ve nifaktan tevbe edenler, Allah’a (CC) ihlâsla ibadet edenler, hamd
edenler.”
“Münafıklar, her yıl bir veya iki kere çeşitli belalara çarpıldıklarını,
görmezler mi? Böyle iken, yine tevbe etmezler ve ibret almazlar.”
Ayet-i Kerime’lerdeki bütün bu vasıfları toplayan bahtiyar insanlar dünyadan
ahirete pişmanlıkla gitmezler. Çünkü elinden geldiği kadar günah işlememeye ve
evvelden işlediği günahlarına tevbei istiğfar ettiğinden Yüce Allah (CC)
Hz.leri ve O’nun (CC) Resul-ü Azamını (SAV) sevenlerle beraber olduğundan,
“Kişi sevdiğiyle beraberdir!” Hadis-i Şerif’i mucibince ebedi aleme sevinerek
gider, yoksa seven kişi sevdiğinin hoşuna gitmeyen hareketlerde bulunmaz.
Nitekim Yüce Allah (CC) Hz.leri buyurur ki: “O’dur (CC) ki, kullarından tevbeyi
kabul buyuruyor, günahlardan afv ediyor ve O (CC) bütün yaptıklarınızı bilir.”
“Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizin kazandığı (günahlar)
yüzündendir. Allah (CC) ise, günahların bir çoğunu bağışlıyor (da bunlardan
dolayı musibet vermiyor.)”
Ey aciz kul! Hal
böyle olunca O’nun (CC) emirlerine nasıl asi olabiliriz? O’nu (CC) nasıl
gücendirebüiriz? Evet Allah-ü Teala (CC) Hz.leri kuluna kırılır ve gücenir.
Bize azab da etmese O’nu (CC) kırmaya ve gücendirmeye nasıl cesaret eder ve
sonra huzuruna ne yüzle çıkarız. Evet Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ni hiç
unutmamalı ve O’ndan (CC) gafil olmamalıyız. Ve O’ndan (CC) korkmalı ve haya
etmeliyiz. Emirlerini seve seve yerine getirip nehiylerinden de O’ndan (CC)
korkarak O’ndan (CC) haya ederek ve O’nu (CC) gücendirmekten son derece
sakınmalıyız. Hiç şüphe yoktur ki, Allah (CC) Hz.leri’nin vaadi hak, vermiş
olduğu haberi de, gerçektir. Bu Ayet-i Kerime’lerden anlaşılıyor ki, tevbe
günahları silip hiç bir eser bırakmıyor fakat yapılan tevbenin gerekli şart ve
usûllerine riayet edilerek yapılmalı. İşte o zaman tevbe tesirini gösterir.
Tevbe neticesinde günahların afvedilmesi hiç şüphe yok ki, Allah (CC)
Hz.leri’nin kullarına bir lütuf ve ihsanıdır.
Ey aziz kardeş! Hakk Teala (CC) Hz.leri’nin kelamını ve Resul-ü Mücteba’nın
(SAV) Hadis-i Şerif’lerini işitip onunla amel etmek sadece dirilere nasiptir.
Ayakta gezen ölüler bir şey duymaz ve işitmezler.
Yüce Allah (CC) Hz.leri Kur’an-ı Azim-ül Burhan’da buyurur: “Ey (Habibim SAV)
sen bizim Kelamımızı ve Emirlerimizi dünya muhabbet ile gönülleri ölmüşlere
işittiremezsin.”
Burada işitmekten murad tutmak ve uymak
manasınadır.
“İnsan günahını öne alır ve tevbesini geri bırakır. Bir gün gelir ki o
tembelliği ve gevşekliği üzünden yaramaz bir fiil işlerken tevbesiz olarak
ölür. Alay ederek sorar; Kıyamet günü ne zaman?”
İmdi ey aziz! Bilmiş olasın ki, Cenab-ı Hakk’ın (CC) inaneyetiyle bir kimse
kendisini bir toplar ve o ana kadar ettiklerine tevbei Nasuh ile tevbe eder,
Allah (CC) Hz.leri’nin hakkını ve kul haklarını da edaya başlar. Kötü
ahlaklarının güzel ve temiz ahlâka, tebdili için kendisini bütün mahlûkattan
aşağı görür, bütün günahlarını önüne koyarak gözünü Allah-ü Teala (CC)
Hz.leri’nin merhamet ve Rahmetine diker, aczini bilerek her zaman aczini itiraf
eder, “aman kapısı”ndan ayrılmayarak her nefes zikri aman olursa ve Allah-ü
Teala (CC) Hz.leri’nin rızasını kazanmaya çalışır ve gayret ederse, Cenab-ı
Hakk (CC) Hz.leri bu kulun sıdkına, istikametine, sebatına ve ihlasına nazar
eder. İlahi ihsanı ve Rabbani inayetiyle onsekiz bin alemin Fahr-i Ebedisi
Efendimiz Muhammed Mustafa (SAV) Efendimiz Hz.leri’ne Yüce Mevla (CC) Ferman
buyurur ki: “Habibim Ahmed ve Resulüm Ya Muhammed (SAV)! Filan kulum geçmiş
günahlarına pişman olup İlahi Rızam yoluna girdi. ‘Allah-ü Teala (CC)
günahlarından tevbe edenleri, fenalık ve kirliliklerden temizlenenleri sever.’Ayet-i Kerimes’inin altına girdi. Fakat o kulumun kalbi hâlâ açıktadır. Dünya
hırs, heves ve istekleriyle doludur seni o kulumun korunmasına temizlenmesine
süslenmesine tarafı İlâhiyemden memur eyledim, nezaret eyle ve Meleklerimle
temizle ve süsle.” diye emir buyurur. O anda Fahri Alem (SAV) Efendimiz’in,
Ruhaniyyetleri o kalbe nazar eder ve Meleklere emir buyurur. Melekler o kalbi
temizlemeye başlarlar. O kalbde dünya hırs heves ve isteklerinden hiç bir şey
bırakmazlar ayna gibi parlatırlar. Türlü süslerle süslerler. Fakat o kalbin
bazı yerlerinde hayvan suretinde bir şey dönüp dolaşmaktadır. Onun hiç ele
geçmediğini Melekler Fahri Alem (SAV) Efendimiz’e haber verirler. Aleyhissalatü
Vesselam Efendimiz de Cenab-ı Hakka münacaat buyururlar. “Ya Rabb (CC)! Bu
kulunun kalbi temizlendi, fakat hayvan şeklinde acaib bir şey dönüp dolaşıyor
ve ele geçirilmesi de mümkün olmuyor.” Melekler aciz kalmışlardı, Vacib-i Teala
Vetekaddes Hz.leri buyururlar ki: “Habibim (SAV)! İşte nefis denilen şey odur,
o hayvanı benim emrimle, meleklerime yakalattır ve kalbin dışarısında sağlam
zincirlerle bağlattır, akla da tenbih et, kalbin kapısı önünde otursun o kalbe
bir veled ihsan edeceğim, ona ‘Murad’ adını koysunlar. Habibim (SAV) onu da sen
emzireceksin, kalbin anahtarlarını da ona teslim edeceksin. O kalbin ortasına bir
mücevher kürsüsü ihsan eyledim. Kur’an-ı Azimüşşan’ı da o kürsünün üzerine
kondurdum.” Bu vesile ile kalbin kapıları açılır ve emre amede beklemeye
başlar. O anda İlâhi tecelli zuhur eder. Bu hal kal ile bilinmez, tutmayan bu
hali hiç bilmez.
Yani kulun kalbinin bu hale gelebilmesi, nefs-i hayvanidan nefs-i insaniye
geçebilmesi için Tasavvuf yoluna sülük etmesi lazımdır.
Yine buyuruldu ki: “(Ey Resulüm (SAV) tarafımdan kavmine) de ki: ‘Ey (günah
işlemekle) nefislerine karşı haddi aşmış kullarım. Allah’ın (CC) rahmetinden
(sizi bağışlamasından) ümidi kesmeyiniz. Çünkü Allah (CC) (şirk ve küfürden
başka, dilediği kimselerden) bütün günahları mağfiret buyurur. Onun için
başınıza azab gelip çatmadan (tevbe edip) Rabbinize dönün, O’na (CC) halis
ibadet edin, sonra kurtulamazsınız.”
“Sonra günahkâr nefsin şöyle demesi var: ‘Yazık bana. Allah’a (CC) ibadette
kusur etmişim. Ben (Kur'an ve müminlerle) alay edenlerdenim’.”
“(Allah (CC) o kafire o günahkar nefse şöyle buyurur) Hayır! Sana ayetlerim
(Kur’an’ım) geldi de onlara yalan dedin, kibirlendin.” Halbuki, iblis kendi nefsinin suçluluğunu asla kabul
etmedi, nedamet duymadı ve nefsini takdir etmedi. Tevbe edip Allah (CC)
Hz.leri’nden affını talep etme yoluna gitmedi, tersine Allah (CC) Hz.leri’nin
rahmetinden ümidini kesti, kibirlendi. Kim ki, iblis gibi hareket ederse onun
tevbesi kabul edilmez, kim de Hz. Adem (AS) gibi hareket ederse Allah (CC)
Hz.leri onun tevbesini kabul eder. Çünkü, nefsin şehevi heva ve hevesinden
ileri gelen her günahın affedilmesi umulur. Kibir ve azametten ileri gelen bir
günahın affedilmesi ise umulmaz. Hz. Adem (AS)’ın günahı nefsin şehevi
arzusundandı. İblis’in günahı ise kibir ve azamettendi. Ayet-i Kerime’de beyan
edilen nefislerine karşı, “Allah (CC) Hz.leri’nin Rahmetinden ümid kesmeyiniz”
bahsi bunu ifade etmektedir. Mümin kişi, Allah (CC) Hz.leri’nin Rahmetinden
ümidini kesmemekle beraber, ibadetlerini de yapar, kötü fillerinden vazgeçer ve
kötü huylarını terkeder.
Diğer Ayet-i Kerime’sinde de Yüce Mevlamız şöyle buyurur: “Doğrusu Allah
(CC), kendisine eş koşulmasını (eş koşanın günahını) bağışlamaz, O’ndan
başkasını (CC), dilediği kimse için bağışlar.”
Ey mümin kardeşler! Ey Hakk (CC) yoldaşları! Fırsat elde iken, korkunç ölüm
bizi bulmadan, yalnızlık evine girmeden, rezil olmadan, amelimizle basbasa
kalmadan Rabbimizi (CC) sevip emirlerine boyun eğelim.
“Allah (CC), sizin tevbelerinizi kabul etmek ister. Halbuki şehvetlerine
uyanlar (Yahudi hıristiyan ve diğer kafirler) sizi doğru yoldan büyük bir meyi
ile harama götürmek ister.”
“Eğer onlar, nefislerine zulmettikleri zaman sana gelseler de günahlarına
Allah’tan (CC) mağfiret dileseler, Peygamber (SAV) de kendileri için afv
isteseydi, elbette Allah’ı (CC) tevbeleri ziyade kabul edici, çok esirgeyici
bulacaklardı.”
“Ancak yaptıklarından tevbe edip hallerini düzeltenler ve Allah’a (CC)
(dinine) sarılıp (ibadetlerini Allah (CC) için halis kılanlar müstesna).”
“Vah, yazıklar olsun dünyada kusur yaparak vaktimizi boşa çıkardık, onlar
günahlarını arkalarına yükleneceklerdir. Dikkat edin ki, yüklendikleri günah ne
kötüdür.”
Ey aziz müslüman! Kıymetli ömrümüz günah işlemekle, kusur, kabahat yapmakla,
yanılmakla geçip gidiyor. Bunun için işlediğimiz günahlar için Yüce Allah (CC)
Hz.leri’ne boyun büküp tevbe edelim, yoksa vera ve takvadan konuşmamız boş
olur.
“Öyle ki, içinizden kim bilmeyerek bir fenalık yapmış da arkasından tevbe
edip (halini) düzeltmişse (Allah’ın (CC) ona mağfireti vardır). Muhakkak ki,
Allah (CC) Gafur’dur, Rahim’dir.”
“(Ey Resulüm) (SAV)! Kur’an’la hatırlat ki, bir nefis yaptığı günah yüzünden
bir defa helaka düşmesin.”
“Gizli ve aşikâr olan günahı bırakın. Çünkü günah kazananlar, kıyamette,
kazandıklarının cezasını muhakkak çekeceklerdir.”
“Fakat her kim de Rabb’ının (CC) makamından korkmuş ve nefsi şehevattan
alıkoymuşsa; Muhakkak cennet onun gideceği yerdir.”
Nefse muhalefet etmek, yapılan bütün ibadetlerin başıdır. Kul nefse
muhalefet etmekle, Hak Teala (CC) Hz.leri’ne giden yola kavuşur. Çünkü kul
nefsinin esiri olmuşsa, helak olmuş demektir. Bu Ayet-i Kerime’de Cenab-ı Hakk
(CC) Hz.leri nefse muhalefet etmeyi emretmiştir.
“İşte bu mutluluk, Rabb’ından (CC) korkanlara mahsustur.”
Nefsinin arzularından kaçınıp ilahi emirlere nefsinin boynunu büktüren her
müslüman, Allah (CC) Hz.leri’nin inayeti ve izniyle İnşaallah Cennetliktir.
“Artık kim azgınlık edip kafir olmuş; (Ahiret üzerine) dünya hayatını tercih
etmişse; Muhakkak cehennem, onun varacağı yerdir.”
Bil ki, tevbe, marifet ve iman ile başlayan bir nurdur. Bu nur zuhur edince
günahın öldürücü zehir olduğu görülür. Bu öldürücü zehirden (günahtan) çok
yediğini öğrenen, mutlaka içine korku ve nedamet düşer. Tıpkı zehir yediğinin
farkına varınca korku ve nedamet çekip bu şehvetlerin evveli tatlı fakat
sonunda zarar ve acılar olduğunu gören kimse derhal geçmiş günlerine pişman
olup canına korku ateşi düşer, bundan önce gafillere arkadaşlık ederdi. O halde
gerçek tevbe nedamettir. Onun aslı iman ve marifet nurudur.
Yine buyurulduki: “İyilik etmek ve fenalıktan sakınmak hususunda
birbirinizle yardımlaşın, günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde yardımlaşmayın.”
“Bilin ki Allah (CC) tevbeleri sebebiyle günahlarını mağfiret buyurucudur.”
“Kim yaptığı hırsızlık zulmünden tevbe eder ve halini düzeltirse muhakkak ki,
Allah (CC) onun tevbesini kabul eder.”
“Ey iman edenler! Nefislerinizi düzeltmek üzerinize borçtur.”
Ey biçare! Bil ki, tevbe Cenab-ı Hakk’a (CC) rücû etmeye (dönmeye) denir.
Müridlerin ve (sülûk ehlinin) yolunun başlangıcı tevbedir. Hiç bir insanın
tevbeden müstağni olması mümkün değildir. Zira yaratılışın başlangıcından
sonuna kadar günahlardan temiz ve arınık olmak meleklere mahsustur. Bütün ömür
boyu muhalefet ve günaha gömülmek şeytana münhasırdır. Tevbe hükmü ile günah
yolundan taat yoluna dönmek de Adem (AS) ile O’nun (AS) çocuklarının halidir. Geçmiş
taksiratından tevbe ile kendini hazırlayan kimse Hz. Adem’e (AS) olan nisbetini
doğrulamış olur. Ömrünün sonuna kadar zamanı günahlarla geçiren kimse de
şeytana nisbetini doğrulamış olur. Ancak insanların bütün ömürlerinde taat
üzere olmaları mümkün değildir. Zira ilk yaratılışında eksik ve akılsız
yaratılmıştır. Ve başkaca kendisine şehvet ve arzular musallat edilmiştir.
“Kullarının günahlarından O’nun (CC) haberdar olması yeter.”
“Ahdim olsun ki, cehennemi cin ve insanların günahkarları ile dolduracağım.”
Yüce Allah (CC) Hz.leri bizi bu bedbaht zümreden etmesin. (Amin)
Ey bir çare! Bilmiş olasın ki, tevbe etmek insanlık zaruretlerindendir.
Sülük ehlinin (Tarikata girenin) ilk adımıdır. Yani tevbe etmeye devam
edenlerin ve şeriat akliyle gaflet uykusundan uyanıp din yolunun istikamet ve
istikametsizliğini ayırdettikten sonra tevbeden başka mühim farz yoktur. Zira
tevbenin manası dalalet yolundan dönüp hidayet yoluna başlamaktır ve ömrünün
sonuna kadar işledikleri günahları hatırlayıp tevbe de daim olmaya devam
etmektir. Bilmiş ol ki, tevbe her zaman herkese farzdır. Zira buluğa eren kimse
eğer kafir ise küfürden tevbe etmesi farzdır. Eğer müslüman ise ve müslümanlığı
ana ve babasını taklid ise dili ile İslamı ikrar edip kalbi de ondan gafil ise
gafletten tevbesi ve kalben tevbenin hakikatından haberdar olması farzdır.
Alemlerin Halikı (CC) buyurur: “Ey Resulüm (SAV)! De ki; Rabbim ümmetimi
bağışla, onlara merhamet buyur, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.”
“(Müminler adet edinsinler diye) günahın için mağfiret dile.”
“O günah bağışlayan, tevbe kabul eden, azabı şiddetli olan ihsan sahibi
Allah’tandır (CC).”
Arşı taşıyan melekler tevbe edenleri bağışlaması için Yüce Allah (CC)
Hz.leri’ne dua ederler.
Yüce Allah (CC) Hz.leri buyuruyor: “Ey Rabbimiz (CC)! Senin rahmetin ve
ilmin her şeyi kuşatmıştır, Bunun için tevbe edenleri ve senin yoluna
koyulanları bağışla, onları cehennem azabından koru.”
“Muhakkak ki, mümin erkeklerle mümin kadınlara eziyet edenler sonrada tevbe
etmeyenler (var ya) işte onlara cehennem azabı var.”
“Eğer Allah’ın (CC) üzerinize ihsanı ve rahmeti olmasaydı ve Allah (CC)
tevbeleri kabul eden hikmet sahibi olmasaydı, sizi rüsvay ve perişan ederdi.”
“Kim Allah’a (CC) ve Resulüne (SAV) itaal eder, yaptığı günahlardan ötürü
Allah’tan (CC), korkar ve geri kalan ömründe O’ndan (CC) sakınırsa, işte bunlar
ebedi saadete kavuşanlardır.”
Bilesin ki, bu günahların hepsi kalb pislikleri ve günahların kaynaklarıdır.
Bunların her biri itidal derecesine getirip bu şehvetleri akla ve şeriata itaatli
yapıncaya kadar bunlardan (günahlardan) tevbe etmek farzdır. Bu mertebe ciddi
bir çalışma ve uzun bir mücahede ile elde edilir. Eğer bunların tamamından da
arınık ise, vesvese, nefis konuşması ve imkansız fikirlerden boş olmaz,
bunların tamamından tevbe etmek farz olur. Eğer bunlardan da boş ise bazı
hallerde Allah (CC) Hz.leri’nin zikrinden gafil kalmaktan boş olmaz. Bütün bu
noksanların aslı bir an dahi olsa Allah (CC) Hz.leri’ni unutmaktır. O halde
bundan da tevbe etmek farzdır. Eğer daima zikir ve fikirden boş kalmıyorsa da
zikirde de değişik dereceler vardır. O derecelerin her biri, bir üstüne göre
noksandır. O halde daha yükseği mümkün iken eksik derece ile kanaat etmek
aldanış ve hüsrandır. Ondan tevbe etmek farzdır. Eğer bir kimse küfür, günah,
gaflet ve taksirattan tevbe ettikten sonra, tevbe ile yüksek dereceleri elde
etmek farz değildir. “O halde niçin bu tevbcye farz dedin?” diye sorulacak
olursa cevabı şöyle olur: Farz iki kısımdır: Bir kısmına zahiri fetvalar
mucibince farz denir. Bu avam insanların derecesidir. Bu şöyledir ki, bununla
meşgul olanın dünyası viran olmaz ve dünya maişetini sağlamak mümkün olur. Bu
farz onları cehennem azabından kurtarır. İkincisine ise avam insanlar güç
getiremezler. Bu farzı yapmayan cehennem azabından ve ayrılık acısından
kurtulamaz. Zira ahirette gökteki yıldızlar gibi kendinden yüksek kimseler
görecektir ve bu aldanış ve hasret onun için azab olacaktır. İkincisine farz
denilmesi bu azabdan kurtulmak içindir. Nitekim bu dünyada da bazı kimselerin
derecesi akran ve emsalinden yüksek olunca dünya öbürlerinin gözüne dar ve
zindan olur. Bu aldanış hasretinden sanki onların bedenine ateş düşer, bu
itibarla onun azabı dayak ve işkence değil ise de yine azaptadır. Bu sebeple
kıyamet gününe aldanma günü denilmiştir. Taat etmeyen “niçin taat etmedim?”,
taat eden de “niçin daha çok taat etmedim?” diye hayıflanır. Bunun içindir ki,
Peygamberler (AS) ve velilerin yolu şu idi ki, yarınki gün hasret ve nedamet
çekmeyelim diye ibadet yapabildikleri zamanın bir dakikasını bile
kaçırmazlardı. Resulüllah (SAV) Efendimiz daima aç dururlardı. Hatta Hz. Aişe
Sıddıka (RA) annemiz derdi: “Elimi Resulüllah’ın (SAV) mübarek karnı üzerine
koydum, çok zayıf olduğu için acıdım ve ağladım. Dedim ki ‘Canım sana feda
olsun, Ye Resulallah (SAV)! Dünya yemeğinden doya doya yesen ne olur?’
Resulüllah (SAV) buyurdu ki; ‘Ey Aişe! Benim kardeşlerim Ulul azim Peygamber
(AS) idiler. Sıkıntılara sabredici idiler. Çok mükafat ve derecelere
kavuştular. Korkarım ki, eğer dünyadan nasib alırsam benim derecem onların
derecesinden aşağı olur, ben sıkıntılara günlerce sabretmeyi kardeşlerimden
geri kalmaktan iyi görürüm.’ buyurdu.”
Hz. İsa (AS) bir defa uyurken başının altına taş koydu şeytan yanına gelip:
“Ey İsa (AS)! Sen dünyayı terketmemiş miydin? Şimdi pişman mı oldun?” diye
sordu. Hz. İsa (AS) da: “Ben ne yaptım?” dedi. Şeytan: “Başının altına taş
koydun, rahatlık ve huzur istedin.” dedi. İsa (AS) başının altındaki taşı attı.
“Bunu dünya ile beraber sana bağışladım.” dedi. Resulüllah (SAV) nalinlerinin
kayışlarını yenilemişti, gözüne ilişince güzel göründü yenisini çıkarıp
eskisini takmalarını buyurdu. O halde bilmiş ol ki, bütün bunlardan anlaşılıyor
ki, kul hiç bir zaman tevbeden müstağni değildir.
Ebu Süleyman-ı Darini (RA) der ki: “Eğer kul yalnız bugüne kadar boşa
geçirdiği zamanına baksa, ölünceye kadar üzülmeye yetişir. O halde gelecek
zamanını da boşuna geçirene ne dersin? Şunu da bil ki kıymetli bir mücevheri
kaybeden kimse mutlaka ağlar sızlar. Ömrünün her nefesi de öyle kıymetli bir
mücevherdir ki, onunla ebedi saadetini avlamış olur. Bunu günah ile geçiren
kimse bu günahtan haberdar olduğu zaman hali nasıl olur? Bilhassa bu böyle bir
hatadır ki, haberdar olduğu zaman hasret ve pişmanlıktan da fayda vermez.”
Bunun için Allah-ü Teala (CC) Hz.leri buyurur ki: “Sizden birinize ölüm
(alametleri) gelip de: ‘Ey Rabbim (CC)! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen
de, sadaka versem ve salihlerden olsam’.”
Çünkü kul ölüm anında Azrail (AS)'ı görünce dünyadan göçmek zamanı olduğunu
anlar, bunun için sonsuz hasret ve nedamet kalbini kaplar. “Ey ölüm meleği!
Bana bir gün mühlet ver ki, tevbe edip özür dileyeyim.” diye yalvarır. Ölüm
meleği (Azrail AS): “Senin çok vaktin vardı, boşa geçti, şimdi ömrünün müddeti
kalmadı. Nasıl mühlet istersin?” der. O kimse: “Bari bir saat mühlet ver.” der.
Ölüm Meleği: “Saatler tamam oldu.” diye cevap verir. O kimse tevbeden,
ümitsizlik şerbetini tadınca imanı tereddüde düşer. Eğer Allah (CC) korusun,
ezelde onun şekavetine hüküm edilmiş ise kuşku ve tereddütle gider ve bedbaht
olur. Eğer saadetine hüküm edilmişse imanını selametle kurtarır.
Şöyle buyurulmuştur ki: “Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin her kulu ile iki
sırrı vardır. Biri anasından doğduğu zaman Allah-ü Teala (CC) Hz.leri ona: ‘Ey
kulum! Seni tertemiz yarattım sana ömrünü emanet verdim. Ölüm zamanında bana
teslim edinceye kadar onu muhafaza eyle.’ der. İkinci sırrı da ölüm zamanında:
‘Ey kulum! Sana verdiğim emaneti ne yaptın? Eğer onu koruyup, hakkını
gözetmişsen onun sevabını bulursun. Eğer boşa geçirmişsen cehennem ateşine
girersin. Vaktine hazır ol.’ der.”
Allah (CC) Hz.leri, cümle mümin kullarına, ölmeden evvel hazırlığını
tamamlayan, günahlarına tevbe edip huzuruna temiz bir iman ile giden
kullarından olmayı nasip eylesin. (AMİN!)
www.GAVSULAZAM.de
|