Onun içindir ki, mürşitler
talibe talep bağışlarlar. Yani Allah-ü Tealâ (CC) Hz.leri'ni sevdirirler. Talip,
Allahü Tealâ (CC) Hz.leri'ni gereği gibi sevdikten sonra, Allahü Tealâ (CC)
Hz.leri'ne de o talibi sevdirirler.
Resu-i Ekrem (SAV) Efendimiz
buyurmuşlardır ki:“Muhammed'in (SAV) in ruhu, kudreti kabzasında bulunan Allahü
Tealâ (CC) Hz.leri'nin hakkı için, muhakkak ki Allah-u Azimüşşân'ın (CC) en
sevgili kulları, Allahu Tealâ (CC) Hz.leri'ni kullarına sevdiren ve kulları da
Allahu TeaIâ (CC) Hz.leri'ne sevdirenlerdir.”
Aleyhissalâtü Vesselâm (SAV)
Efendimiz, bu Hadisi Şerifleri ile, Şeyhlerin mertebelerini, kişiyi Allahu
Tealâ (CC) Hz.leri'nin yoluna davet edenlerin mertebelerini bildirmiş ve
Şeyhlerin lüzum ve ehemmiyetini ve herkese bir Şeyh bulması gerektiğini açıkça
beyan buyurmuşlardır. Zira Şeyhler, kulları Allah-u Tealâ (CC) Hz.leri'ne
sevdirmeğe sebeptirler.
Şu halde bilmiş ol ki,
Şeyhlerin mertebeleri, sofilerin tariklerinden alâ mertebedir. Zira, Nübüvvetin
niyabetidir ve onların vazifeleri, Allah (CC) Hz.leri'nin kullarını Allah (CC)
Hz.leri'ne davet etmektir. Şeyhler, müritlerini nefs ve kalp tezkiyesi tarikine
sülûk ettirirler. Gönül aynalarını açarlar. Gönül aynaları saf ve parlak
olunca, o gönüllere ilâhi nurlar aksetmeğe başlar ve tevhidi cemâl aşikâr olur.
Gönüllerinde, Hak Tealâ (CC) Hz.leri'nin bütün sıfatları zahir olan kullar da
Rablerini severler ve kalplerinden Allahu Tealâ (CC) Hz.leri'nden gayrisini
çıkarırlar. Can ve gönülden daima onun hazretine talip olurlar.
Ayrıca Şeyhler, gerçek
müritlerinin gönül aynalarını açtıkları vakit, onların gönüllerinde dünya,
bütün hakikat ve kabahatleri ile zahir olur. Ahiret de bütün gerçek yönleri ile
belirir. Gönül gözü açılınca, iki cihanın hakikati ve iki menzilin hâsılı
bilinir. İşte o zaman kul bâkiyi sever ve faniyi terk eder. Bu neticeye
vardıktan sonra Şeyhlerin terbiyesinin faydaları ve yararlılıkları anlaşılır.
Şeyhlerin, Allah (CC)
Hz.leri'nin kullarını Allah (CC) Hz.leri'ne sevdirmelerinin sebebi, sadık
müridlerini, muhlis ve gerçek taliplerini Resûlü zişân (SAV) Efendimize ittiba
(tabi) edebilecek hale getirmeleridir.
Resûl Aleyhisselâm (SAV) Efendimize sahih olarak ittibâ ve iktida eden
kullarını, Allahü Tealâ (CC) Hz.leri'nin sevdiği, şu Ayeti Kerime ile sabittir:
“Yâ Muhamed (SAV). Onlara de ki: “Eğer siz Allah-u Tealâ'yı (CC) seviyorsanız,
hemen bana uyun ki, Allah-u Tealâ (CC) da sizi sevsin.”
Bilmiş olunuz ki, Şeyhler
yeryüzünde Allah.u Tealâ (CC) Hz.leri'nin yiğitleridir ve Hak Tealâ (CC)
Hz.leri onlar vasıtasiyle gerçek müritleri irşâd buyurur. Şeyhler sebebiyle,
Hak Tealâ (CC) Hz.leri taliplere hidayet bahşeder.
Fahr-i Alem (SAV) Efendimiz
buyumuşlardır ki: “Kullarım, benimle iştigal etmeğe başlayınca, onların
himmetlerini, maksatlarını, fikirlerini ve lezzetIerini zikrim üzerinde sabit
kılarım. O bana aşık olduğu gibi, ben de ona aşık olurum. Benimle onun
arasındaki perdeleri kaldırırım. Halk yanıldığı zaman, onlar yanılmazlar.
Onların sözleri, Nebilerin sözleri gibi olur. Onlar, gerçekten benim yiğit ve
bahadır kullarım olurlar. Onlar benim âbit kullarımdır. Ne zaman ki yer ehline
azap etmek dilesem, onları zikrederim. Onların sebebiyle o azabımı, yer ehli
üzerinden kaldırırım.”
Kul Allah-ü Tealâ (CC)
Hz.leri'ne nasıl âşık olur? Allah-u Tealâ (CC) Hz.leri de, kuluna nasıl âşık olur?
Allahu Tealâ (CC) Hz.leri'nin kuluna âşık olmasının keyfiyeti nasıldır? Bu konuda söz çoktur. Kadim muhabbetinin
nasıl olduğunu anlatmak çok uzun sürer. Fakat, biz özetleyerek cevap verelim:
Allahu Tealâ (CC) Hz.leri'ne âşık olmak odur ki, Hak muhabbetinde kul kendinden
geçer. Allahu tealâ (CC) Hz.leri'nin kuluna âşık olması da odur ki, Hak Tealâ
(CC) Hz.leri kulunu kendi muhabbetinde haddinden geçirir. Bu izahlarımızdan da anlaşılıyor ki, kişiye
elbette Allahu Tealâ (CC) Hz.leri'ni sevdirecek birisi gerektir. Nitekim,
Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz, bir Hadisi Şeriflerinde buyurmuşlardır ki:
“İnsanlar,uykudadırlar.Elbette onlara bir uyarıcı kişi gerektir.”
Hak Tealâ (CC) Hz.leri,
Kur'an-ı Keriminde de şöyle buyurmaktadır: De ki: “Ben sizi bir öğütle irşât
edeyim ki, buradan mücadele ve taklidi bırakarak sırf Allah-u Tealâ (CC) için
ikişer ikişer, birer birer kalkın gidin.”
Bu Ayet-i Kerime de, kişiye
bir mürşit gerektiğini göstermektedir. Bir diğer Hadisi Şerifte,de şöyle
buyurulmaktadır: “Ashabım, tıpkı yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız,
hidayete erişirsiniz.”
Ashabi cihar yâri güzinden
birisi de İlmin Kapıcısı olan Hz. İmam-ı Ali'dir (KV). Bütün meşâyih, Hz. İmamı Ali (KV) Hz.leri
Efendimize, ondan Resûl-ü zişân Aleyhi ve Âlihi Salâvatulahil Mennân Efendimize,
ondan Cebrail (AS) ve ondan da Rabbil Âlemin (CC) Hz.leri'ne ulaşır. Sülûk
silsilesinin nasıl olacağını da in şallahu Tealâ ileride bildireceğiz.
Burada maksadımız: “Şeyhe ne
lüzum var?” sorusuna yanıt vermek ve her
kişiye bir Şeyh edinmek lâzım olduğunu anlatmaktır.
Şimdi, birkaç Ayet-i Kerime ve
Hadis-i Şerif ile akli deliller beyan ederek şeyhin lüzum ve ehemmiyetini size
bildirelim ve herkese bir şeyh edinmenin lüzumuna işaret edelim. Zira,
mürşitsiz yola çıkan kişi, mutlaka
azgınlığa düşse gerektir. Onun içindir ki, Resûlü zişân (SAV) Efendimiz Bu
hususta şöyle Buyuruyor: “Ümmetimin âlimleri, Beni israil Peygamberleri
gibidir.”
Burada,âlimlerden murat
elbette ve elbette ilimleriyle âmil olan alimlerdir. Onlar, meşayihten halkı
Hakka çekip götürenlerdir.
Abdullah ibni Mes'ut (RA)
Hz.leri Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizden rivayet ederek Buyurmuşlardır ki:
“Bir gün, Resûlü zişân (SAV) Efendimiz yere kum üzerine kendilerine doğru düz bir
çizgi çektiler ve: “İşte, bu yol Allah yoludur.” diye buyurduktan sonra, o
çizginin sağına ve soluna bir çok çizgiler daha çektiler ve: “İşte, bunlar da
her birinin başında şeytanın oturduğu yollardır ki, bu yollara girenler de
şeytana uymuş olurlar.” buyurdular ve şu iki âyeti kerimeyi okudular: Şüphe yok
ki, bu benim dosdoğru yolumdur. Ona uyun!”
Diğer Âyet-i Kerime ise
şöyledir: “Başka yollara tabi olmayın ki, sizi Hakkın doğru yolundan ayırıp,
uzaklaştırmasın.”
Böyle olduğuna göre, tâliplere neden Şeyh
gerekmesin? Elbette bu yola giden âşıklara bir mürşit gerektir. Yön bilir, yol
yordam bilir bir kılavuz lâzımdır ki, tâlipler bu şeytan yollarına gitmesinler.
Bu korkudan ötürü, Hak tealâ her yüz yılın başında, Tariki Muhammediyyeyi talim
edecek, şeytanın illetlediklerini düzeltecek, sünnetleri ve müstehapları
yenileyecek bir kişi gönderir.
Demek oluyor ki, Şeyhler
Allahu Tealâ (CC) Hz.leri'nin kullarına kılâvuz olmak ve onları din yoluna
götürmek için gönderilirler. Şu halde, bunlara mutlaka uymak gerektir. Eğer, uyulmayarak muhalefet edilecek olursa,
din yolunda eksikliktir. Onun için: “Kendisine, Şeyh edinmeyenin, Şeyhi Şeytan
olur.” demişlerdir.
Sultanül Ârifin Şeyh Bayezid-i
Bestami (RA) Hz.leri de buyurmuşlardır ki: “Kimin üstadı yoksa, şeytan ona
üstad olur.”
Bazı Ârifler de buyurmuşlardır
ki: “Her kim Şeyh edebi ile edeplenmezse, Allah (CC) Hz.leri ve Peygamber (SAV)
Efendimizin sözü ile de edeplenmez.”
Bütün bunlardan
anlaşılmaktadır ki, Şeyhlere uymak onları sevmek lâzımdır ve her kişiye bir
Şeyh edinmek ve onun edebi ile edeplenmek gerekir. Zira Şeyhler, tâliplerin
çobanı gibidir. Çobanı olmayan koyunu, elbette kurt kapar.
Bir başka delil de şudur: O
iki cihanın fahri, kâinatın serveri, bütün yaratılmışların beyi, kıyamet
gününün şefi'i, Allahu Tealâ (CC) Hz.leri'nin Habibi iken ve hasseten kendisi
için yaratmış ve kendisine evvelinin ve Ahirinin ilmini vermiş ve bildirmiş ve
“Sen olmasaydın, bu kâinatı yaratmazdım.” demiş iken, Cebrail aleyhisselâm O’na
(SAV) mürşit oldu ve kılavuzluk etti. Hz. Muhammed Mustafa (SAV) Efendimiz de
bu yolu mürşitsiz yürümedi, Cebrail (AS)
geldi, O’nu kendi makamına kadar götürdü ve: “Ya Muhammed (SAV)! Ben, makamıma
kadar geldim. Bundan öteye bir adım atarsam helâk olurum.” , dedi. Efendimiz
(SAV) kendisinden sordu: “Ya ben ne yapayım? YoIu da bilmiyorum, nereye
gideyim?” Bunun üzerine başka bir melek geldi ve O’nu (SAV) alarak ileri
götürdü. Böylece, bir çok meleklerin kılâvuzluğu ile (KABE KAVSEYN) makamına
varıncaya kadar, 0 iki cihan fahrine niceleri mürşit oldu.
Evet. Hz. Muhammed Mustafa
(SAV) Efendimiz Habibi Kibriyâ iken, Cebrail Aleyhisselâm kendisine bûrak
getirdi, huzuru Hakka çağırdı ve göklere çıkararak Sidretül müntehaya kadar
götürdü ve kendisi daha yukarı geçmeğe mezun olmadığından orada kaldı. Fakat
iki cihan serveri de mürşitsiz gidemediğinden kendilerine kılavuzluk edecek
melekler gönderildi.
Aziz değerli mü’min kardeşim.
Senin ise, zincirin henüz nefsinin elindedir. Nefis hevâsı zincirini, nefsi
emmare boğazına geçirmiş, dilediği yere sürüklemektedir. Seni, her gün biraz
daha Hak'tan uzaklaştırmaktadır. Böyle olduğu halde “Bana mürşit gerekmez!” der
durursun. Şunu da aklına getirmezmisin ki, Musa
Peygamber (AS), nice yıllar Şuayb
Peygamber (AS) ’ın koyunlarını güttü, hizmetinde bulundu. Peygamberliğe talip
olduktan sonra, Hak Tealâ (HZ)'dan ilmi ledünni istedi. Hak Tealâ (CC) Hz.leri,
Musa Aleyhisselâm'ı Hızır Aleyhisselâm'a gönderdi.
İnsanoğlunun da
yetiştirilmesi, zâhirde riyazet, perhiz, zikir, tesbih ve evrâdı şerifelerini
muntazaman ve yerli yerince yapması ile mümkün olur. Neleri terk edeceğini,
nelere dikkat edeceğini öğrenir, kimini görmekle, kimisini işitmekle, zâhire
ait şeyleri zâhirden (kesbi ilim) talim eder.
Fakat, bâtınla ilgili olanları
nereden ve nasıl öğrenir ve başarabilirler? Zira, bu yol bâtın yoludur ve
zâhirle ilgi ve ilişkisi yoktur. Bu yolda, önce bâtın gözü gerek, sonra bâtın
kulağı gerek, sonra bâtın dili gerek, sonra bâtın eli gerek, sonra bâtın ayağı
gerektir. Bu yolda yürüyecek tâliplere, bâtından türlü türlü vesveseler ve
türlü türlü itikad edecek şeyler görünür. Tâlip, bunları hak sanarak kâfir bile
olabilir. Yahut, yolunu şaşırır, iki arada, şaşkın kalabilir. Onun için, bir
Şeyhe iradet getirmek zaruridir ki, o tehlikelerden geçebilsin ve iki arada
mahcup ve perişan kalmaktan ve dünyadan mahrum ve mahzun gitmekten
kurtulabilsin. (Ne'ûzû billah)
Taliplere öyle şeyler görünür
ki, onu dile getirip söyleyemez. Şeyh bunu velâyeti ile bilir. Öyle zamanlar
olur ki, tâlip zikre devam ederek beşeriyeti tamamen fâni olur ve cezbe alemine
düşer. Bazan da, ruhu bedenden çıktı zanneder ve işin gerçeğini bilmeyenler onu götürüp diri diri
mezara gömmeğe kalkarlar, göz göre göre zâyi ederler. Öyle zaman da olur ki,
tâlibin ruhu insan hakikatinin varlığından fâni olur, hiç bir şeyi baki kalmaz.
İşte bu gibi hallerde talibi tekrar beşeriyet alemine getirmek, o baygınlık
halini gidermek, aklını iade ederek beşeriyet menziline kondurmak için tasarruf
ehli bir mürşit gerektir.
Müşitler, bazan tâlibi bu yola
aşikâre alıp giderler. Bazan da öylesine götürürler ki, tâlip kendisi dahi
bilmez. Eğer tâlip kendi seyrini bilecek olursa, yolda kalır. Onun için bazı
tâliplere bildirmezler. Tâlip, seyrini ve mertebesini bilince, yolu doğru
yürüyemez.
Bazı tâlipler de, mertebesini
bilince daha ziyade yürürler. Bazan da mürşitIer tâlibi akıldan, candan,
nefsten, gönülden ayırır ve öylece akılsız, cansız, nefssiz ve gönülsüz alır,
giderler. Zira, bu yolda öyle yerler vardır ki, oraya akıl, can, nefs ve gönül
sığmaz.
İşte, o yola gitmek isteyen
tâlip, kendisini mutlaka bir mürşide teslim etmek mecburiyetindedir. Fakat, o
mürşidin de bizzat aşk âlemine ulaşmış olması gerektir. Mürşit, tâlibi terbiyesi
ile, telkini ile, zikrullah ile beşeriyetini fâni ettikten sonra, o binişân
dediğimiz yola adım atabilir ve gidebilir. Zaman olur ki, tâlibe Hak Teâlâ (CC)
Hz.leri tarafından öyle şeyler yetişir ki, mahlûkat onun tâbirinden âciz kalır.
Onun tâbirini yine Allah (CC.HZ) leri bilir. Bunları Allahu Teâlâ Hz.leri'ne
ısmarlamalıdır ki, Allahu Teâlâ Hz.leri tarafından da tâbiri gelebilsin. Zaman
olur ki, müptedi sâlikin yolu, âlemi enfüse düşer. 0 sâlik, bunun temaşasına
tutulur kalır, bu temaşanın zevkine aldanır. Onun için demişlerdir ki, tâlibe
âlemi enfüsten müşkil âlem yoktur.
İşte bütün bunlardan tâlibi
geçirmek için mürşit gerektir. Bir çokları, bu âlemi enfüste (nefse alemi) kâfir olmuşlardır, bir
çokIarı da olmaktadırlar. Onun için, âlemi enfüste aldanıp kalanların, mürşidi
olmaksızın terakki edecek ve daha ileriye doğru yürüyecek himmetleri yoktur.
Hak Teâlâ Hz.leri'nin lütuf ve keremiyle bahşettiği o cevheri, nefslerini galip
ederek yitirirler, bundan dolayı âIemi ruhaniyyete düşemez ve ortada kalırlar.
İşte, bu gibi hallerde de
mürşit gerektir ve tâliplere de mürşitlerinin sözlerini tutmak gerektir ki,
kendilerini buralardan geçirsin, âlemi ruhaniyyete ileterek maksuduna
eriştirsin.
Kişiye elbette şeyhi Kâmil
edinmek gerek olduğunu ve şeyhi olmayanın şeyhinin şeytan olacağını bilip
öğrendikten sonra, bunu da bilmen ve itikad etmen gerekir ki, olur olmaz her
kese şeyh diye bağlanmak da caiz değildir. Hakka tâlip olan kişilere, kimleri
şeyh edineceklerini bilmek gerektir ki, yolda kalmasınlar ve maksut olan
menzillerine varabilsinler. Onun için, şimdi de sana kimlerin tâlipleri sülûk
ettirebileceklerini ve şeyhlik mertebelerini bir bir bildirelim de, sen de bir
yolkesiciye uyup onu şeyh sanmayasın ve yolunu şaşırarak çöplüğe varmayasın.
Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA)
Hz.leri'nin haliyle hallenmeyen, kendini ondan üstün gören kişi, onun halifesi,
naibi olamaz. Ey Hakk’a tâlip olan kardeşim: Bu yolda, yalan yere oturup,
şeyhlik dâvası ediciler, adam aldatıcılar, yalan söyleyiciler, dünya
menfaatçileri çok olur.
Şimdi, bu şeyhlik dedikleri
dâva ile, şöhret ile olmaz. Hele, çok muhip (etraf) edinip, kalabalık ve hengâme
ile hiç olmaz. Nuh Peygamber
(AS), ŞEYHİENBİYÂ iken dokuz yıl halkı davet etti, ancak doksan kişi
toplayabildi. Yoksa, müritlerin çokluğuna ve kalabalığına itibar olmaz. Zira,
şeyhlerin bir terbiyeleri vardır ve o terbiyeye varamayan kişiler şeyhlik
edemezler. Şeyhlikte “MERTEBEİ
RECÜLİYYET” yani tamam erlik mertebesi şarttır. Yarım erlik mertebesinde
kalanlar, tamam erlik mertebesine erişemeyenler şeyhlik edemezler. Çünkü,
tâlibin mizacını bozarlar.
Erlik mertebesi nedir? Tam er
kime denir? Sana şimdi onları da deyiverelim: Bir kimse, iki cihanı ayağının
altına alsa, kendisinin geçen haline ve gelecek sırlarına vâkıf olsa, kendi
bâtın sırlarına da vâkıf bulunsa, Hak Tealâ (CC) Hz.leri'nin gizli sırlarını da
bilse, bütün mahlûkatın zâhirine, bâtınına, sırrına da vâkıf olsa, henüz Kâmil
bir veli değildir. Tam erlik mertebesine de yetişmemiştir. İrşâdı dürüst
değildir.
Mürşid-i Kâmil odur ki,bunların daha da üstünde olmalı. Allahu Teâlâ (CC)
Hz.leri'nin zatına ve sıfatına ait ilme vakıf bulunmalıdır. 0 ilim, İlmi Vehbi,
Ledünni, Gayyibidir ve hiç nihayeti yoktur. Zahiri ilimler, batıni ilimlerin
yanında okyanusun yanında bir damla su gibidir. Şu halde, tâlip olup şeyh
edinmek isteyenler, öyle şeyhler seçmelidirler ki, onlar bir çok defalar
mürşitleriyle gitmiş gelmiş ve bir çoklarını da iletmiş olsunlar.
Mürşid-i kâmil denilebilecek
ve halkı irşâd edecek zatlar, her şeyden evvel kendi vücudu mecâzilerinden bil
külliye fani olmuş ve vücud u hakiki ile mevcut olmuş, tâliplik ve müritlik
makamlarından geçmiş, belki matlûpluk ve muratlık makamına erişmiş, Hakka murat
olmuş ve Hak ona muhib (sevgili) olmuş bulunmalıdırlar ki, şeyh olmaya lâyık
görülsünler.
Şeyh edinilecek kişilerin,
gönülleri gerçek olmalı, yani kalpleri kalbi hakiki bulunmalıdır. Kalbi hakiki
ona derler ki, onun gönlü yerden ve gökten ulu olmalı. 0 gönül arştan ve
kürsiden geniş olmalı ve bu genişliği nihayetsiz bulunmalıdır. Zira, nihayetsiz
olmadan nihayetsize erişilmez. Nihayetsiz, yine nihayetsize görünür.
Hak Teâlâ (CC) Hz.leri bize o
gönüllerin azametini haber vermiş ve buyurmuştur ki: “Yerlere sığmadım, göklere sığmadım, arşa ve kürsiye
de sığmadım, mü’min kullarımın kalplerine sığdım.”
Mürşit olacak zevatın
gönülleri işte böyle olmalı, Hak TeâIâ Hz.leri'nden gayrı her şeyden arınmış
bulunmalı, böylesine nihayetsizliğe erişmiş olmalıdır. Şeyh edinilecek zevatın zâhirlerini de, Hak
Teâlâ Hz.leri haber vermiş ve buyurmuştur ki: “Böyle olan kişilerin işiten
kulağı ben olurum. Gören gözü ben olurum. Konuşan dili ben olurum. Tutan eli
ben olurum. Benimle işitir, benimle görür, benimle söyler ve benimle tutar.”
Bu mertebelere erişmeyenler,
mürşit olmaya lâyık değillerdir. Şeyh edinilecek kimseler, âlim olmalı ve cahil
olmamalı, yani emri ve nehyi bilmeli, mü'ennes (hakiki söz ve hakikat) ile
müzekkiri (anan, Zikreden) leri ayırd etmelidir. Bu kadarcık ilmi bulunmazsa, sebebi necat
olamaz. Zira, bu dediğimiz vasıflar kendisinde bulunmazsa, İlimsiz sülûk
edenlerin çoğu dalâlete düşmüşler ve kendilerini kurtaramamışlardır. Onun için,
her şeyden evvel biraz ilim öğrenmek lâzımdır. Zira, Allah-u Teâlâ (CC) Hz.leri
bu hususta şöyle buyuruyor: “Bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.”
Kaldı ki Allah (CC) Hz.leri
için ilim okumak ve okutmak, Hak tarikine sülûk etmenin aynıdır. Çok cahil
kalmaktan korkmalıdır.
www.GAVSULAZAM.de
|