MÜRŞİD-İ KAMİLİN EHEMMİYYETİ

Hak (cc) yoluna sülûk edecek kişiye, Allah-ü Teala (cc) Hz.leri'ni sevdirecek bir Mürşid-i Kamil araması ve bulması, elbette lazımdır. Zira, Bir kimse Allah-ü Teala (cc) Hz.leri'ni sevmezse, Allah-ü Teala (cc) Hz.leri'ne talıp olamaz.

 

Onun içindir ki, mürşitler talibe talep bağışlarlar. Yani Allah-ü Tealâ (CC) Hz.leri'ni sevdirirler. Talip, Allahü Tealâ (CC) Hz.leri'ni gereği gibi sevdikten sonra, Allahü Tealâ (CC) Hz.leri'ne de o talibi sevdirirler.

Resu-i Ekrem (SAV) Efendimiz buyurmuşlardır ki:“Muhammed'in (SAV) in ruhu, kudreti kabzasında bulunan Allahü Tealâ (CC) Hz.leri'nin hakkı için, muhakkak ki Allah-u Azimüşşân'ın (CC) en sevgili kulları, Allahu Tealâ (CC) Hz.leri'ni kullarına sevdiren ve kulları da Allahu TeaIâ (CC) Hz.leri'ne sevdirenlerdir.”

Aleyhissalâtü Vesselâm (SAV) Efendimiz, bu Hadisi Şerifleri ile, Şeyhlerin mertebelerini, kişiyi Allahu Tealâ (CC) Hz.leri'nin yoluna davet edenlerin mertebelerini bildirmiş ve Şeyhlerin lüzum ve ehemmiyetini ve herkese bir Şeyh bulması gerektiğini açıkça beyan buyurmuşlardır. Zira Şeyhler, kulları Allah-u Tealâ (CC) Hz.leri'ne sevdirmeğe sebeptirler.

Şu halde bilmiş ol ki, Şeyhlerin mertebeleri, sofilerin tariklerinden alâ mertebedir. Zira, Nübüvvetin niyabetidir ve onların vazifeleri, Allah (CC) Hz.leri'nin kullarını Allah (CC) Hz.leri'ne davet etmektir. Şeyhler, müritlerini nefs ve kalp tezkiyesi tarikine sülûk ettirirler. Gönül aynalarını açarlar. Gönül aynaları saf ve parlak olunca, o gönüllere ilâhi nurlar aksetmeğe başlar ve tevhidi cemâl aşikâr olur. Gönüllerinde, Hak Tealâ (CC) Hz.leri'nin bütün sıfatları zahir olan kullar da Rablerini severler ve kalplerinden Allahu Tealâ (CC) Hz.leri'nden gayrisini çıkarırlar. Can ve gönülden daima onun hazretine talip olurlar.

Ayrıca Şeyhler, gerçek müritlerinin gönül aynalarını açtıkları vakit, onların gönüllerinde dünya, bütün hakikat ve kabahatleri ile zahir olur. Ahiret de bütün gerçek yönleri ile belirir. Gönül gözü açılınca, iki cihanın hakikati ve iki menzilin hâsılı bilinir. İşte o zaman kul bâkiyi sever ve faniyi terk eder. Bu neticeye vardıktan sonra Şeyhlerin terbiyesinin faydaları ve yararlılıkları anlaşılır.

Şeyhlerin, Allah (CC) Hz.leri'nin kullarını Allah (CC) Hz.leri'ne sevdirmelerinin sebebi, sadık müridlerini, muhlis ve gerçek taliplerini Resûlü zişân (SAV) Efendimize ittiba (tabi) edebilecek hale getirmeleridir.  Resûl Aleyhisselâm (SAV) Efendimize sahih olarak ittibâ ve iktida eden kullarını, Allahü Tealâ (CC) Hz.leri'nin sevdiği, şu Ayeti Kerime ile sabittir: “Yâ Muhamed (SAV). Onlara de ki: “Eğer siz Allah-u Tealâ'yı (CC) seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Allah-u Tealâ (CC) da sizi sevsin.”[1]

Bilmiş olunuz ki, Şeyhler yeryüzünde Allah.u Tealâ (CC) Hz.leri'nin yiğitleridir ve Hak Tealâ (CC) Hz.leri onlar vasıtasiyle gerçek müritleri irşâd buyurur. Şeyhler sebebiyle, Hak Tealâ (CC) Hz.leri taliplere hidayet bahşeder.

Fahr-i Alem (SAV) Efendimiz buyumuşlardır ki: “Kullarım, benimle iştigal etmeğe başlayınca, onların himmetlerini, maksatlarını, fikirlerini ve lezzetIerini zikrim üzerinde sabit kılarım. O bana aşık olduğu gibi, ben de ona aşık olurum. Benimle onun arasındaki perdeleri kaldırırım. Halk yanıldığı zaman, onlar yanılmazlar. Onların sözleri, Nebilerin sözleri gibi olur. Onlar, gerçekten benim yiğit ve bahadır kullarım olurlar. Onlar benim âbit kullarımdır. Ne zaman ki yer ehline azap etmek dilesem, onları zikrederim. Onların sebebiyle o azabımı, yer ehli üzerinden kaldırırım.”

Kul Allah-ü Tealâ (CC) Hz.leri'ne nasıl âşık olur? Allah-u Tealâ (CC) Hz.leri de, kuluna nasıl âşık olur? Allahu Tealâ (CC) Hz.leri'nin kuluna âşık olmasının keyfiyeti nasıldır?  Bu konuda söz çoktur. Kadim muhabbetinin nasıl olduğunu anlatmak çok uzun sürer. Fakat, biz özetleyerek cevap verelim: Allahu Tealâ (CC) Hz.leri'ne âşık olmak odur ki, Hak muhabbetinde kul kendinden geçer. Allahu tealâ (CC) Hz.leri'nin kuluna âşık olması da odur ki, Hak Tealâ (CC) Hz.leri kulunu kendi muhabbetinde haddinden geçirir.  Bu izahlarımızdan da anlaşılıyor ki, kişiye elbette Allahu Tealâ (CC) Hz.leri'ni sevdirecek birisi gerektir. Nitekim, Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz, bir Hadisi Şeriflerinde buyurmuşlardır ki: “İnsanlar,uykudadırlar.Elbette onlara bir uyarıcı kişi gerektir.”

Hak Tealâ (CC) Hz.leri, Kur'an-ı Keriminde de şöyle buyurmaktadır: De ki: “Ben sizi bir öğütle irşât edeyim ki, buradan mücadele ve taklidi bırakarak sırf Allah-u Tealâ (CC) için ikişer ikişer, birer birer kalkın gidin.”[2]

Bu Ayet-i Kerime de, kişiye bir mürşit gerektiğini göstermektedir. Bir diğer Hadisi Şerifte,de şöyle buyurulmaktadır: “Ashabım, tıpkı yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidayete erişirsiniz.”

Ashabi cihar yâri güzinden birisi de İlmin Kapıcısı olan Hz. İmam-ı Ali'dir (KV). Bütün meşâyih, Hz. İmamı Ali (KV) Hz.leri Efendimize, ondan Resûl-ü zişân Aleyhi ve Âlihi Salâvatulahil Mennân Efendimize, ondan Cebrail (AS) ve ondan da Rabbil Âlemin (CC) Hz.leri'ne ulaşır. Sülûk silsilesinin nasıl olacağını da in şallahu Tealâ ileride bildireceğiz.

Burada maksadımız: “Şeyhe ne lüzum var?”  sorusuna yanıt vermek ve her kişiye bir Şeyh edinmek lâzım olduğunu anlatmaktır.

Şimdi, birkaç Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şerif ile akli deliller beyan ederek şeyhin lüzum ve ehemmiyetini size bildirelim ve herkese bir şeyh edinmenin lüzumuna işaret edelim. Zira, mürşitsiz  yola çıkan kişi, mutlaka azgınlığa düşse gerektir. Onun içindir ki, Resûlü zişân (SAV) Efendimiz Bu hususta şöyle Buyuruyor: “Ümmetimin âlimleri, Beni israil Peygamberleri gibidir.”[3]

Burada,âlimlerden murat elbette ve elbette ilimleriyle âmil olan alimlerdir. Onlar, meşayihten halkı Hakka çekip götürenlerdir.

Abdullah ibni Mes'ut (RA) Hz.leri Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizden rivayet ederek Buyurmuşlardır ki: “Bir gün, Resûlü zişân (SAV) Efendimiz yere kum üzerine kendilerine doğru düz bir çizgi çektiler ve: “İşte, bu yol Allah yoludur.” diye buyurduktan sonra, o çizginin sağına ve soluna bir çok çizgiler daha çektiler ve: “İşte, bunlar da her birinin başında şeytanın oturduğu yollardır ki, bu yollara girenler de şeytana uymuş olurlar.” buyurdular ve şu iki âyeti kerimeyi okudular: Şüphe yok ki, bu benim dosdoğru yolumdur. Ona uyun!”[4]

Diğer Âyet-i Kerime ise şöyledir: “Başka yollara tabi olmayın ki, sizi Hakkın doğru yolundan ayırıp, uzaklaştırmasın.”[5]

 Böyle olduğuna göre, tâliplere neden Şeyh gerekmesin? Elbette bu yola giden âşıklara bir mürşit gerektir. Yön bilir, yol yordam bilir bir kılavuz lâzımdır ki, tâlipler bu şeytan yollarına gitmesinler. Bu korkudan ötürü, Hak tealâ her yüz yılın başında, Tariki Muhammediyyeyi talim edecek, şeytanın illetlediklerini düzeltecek, sünnetleri ve müstehapları yenileyecek bir kişi gönderir.

Demek oluyor ki, Şeyhler Allahu Tealâ (CC) Hz.leri'nin kullarına kılâvuz olmak ve onları din yoluna götürmek için gönderilirler. Şu halde, bunlara mutlaka uymak gerektir.  Eğer, uyulmayarak muhalefet edilecek olursa, din yolunda eksikliktir. Onun için: “Kendisine, Şeyh edinmeyenin, Şeyhi Şeytan olur.” demişlerdir.

Sultanül Ârifin Şeyh Bayezid-i Bestami (RA) Hz.leri de buyurmuşlardır ki: “Kimin üstadı yoksa, şeytan ona üstad olur.”

Bazı Ârifler de buyurmuşlardır ki: “Her kim Şeyh edebi ile edeplenmezse, Allah (CC) Hz.leri ve Peygamber (SAV) Efendimizin sözü ile de edeplenmez.”

Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, Şeyhlere uymak onları sevmek lâzımdır ve her kişiye bir Şeyh edinmek ve onun edebi ile edeplenmek gerekir. Zira Şeyhler, tâliplerin çobanı gibidir. Çobanı olmayan koyunu, elbette kurt kapar.

Bir başka delil de şudur: O iki cihanın fahri, kâinatın serveri, bütün yaratılmışların beyi, kıyamet gününün şefi'i, Allahu Tealâ (CC) Hz.leri'nin Habibi iken ve hasseten kendisi için yaratmış ve kendisine evvelinin ve Ahirinin ilmini vermiş ve bildirmiş ve “Sen olmasaydın, bu kâinatı yaratmazdım.” demiş iken, Cebrail aleyhisselâm O’na (SAV) mürşit oldu ve kılavuzluk etti. Hz. Muhammed Mustafa (SAV) Efendimiz de bu  yolu mürşitsiz yürümedi, Cebrail (AS) geldi, O’nu kendi makamına kadar götürdü ve: “Ya Muhammed (SAV)! Ben, makamıma kadar geldim. Bundan öteye bir adım atarsam helâk olurum.” , dedi. Efendimiz (SAV) kendisinden sordu: “Ya ben ne yapayım? YoIu da bilmiyorum, nereye gideyim?” Bunun üzerine başka bir melek geldi ve O’nu (SAV) alarak ileri götürdü. Böylece, bir çok meleklerin kılâvuzluğu ile (KABE KAVSEYN) makamına varıncaya kadar, 0 iki cihan fahrine niceleri mürşit oldu.

Evet. Hz. Muhammed Mustafa (SAV) Efendimiz Habibi Kibriyâ iken, Cebrail Aleyhisselâm kendisine bûrak getirdi, huzuru Hakka çağırdı ve göklere çıkararak Sidretül müntehaya kadar götürdü ve kendisi daha yukarı geçmeğe mezun olmadığından orada kaldı. Fakat iki cihan serveri de mürşitsiz gidemediğinden kendilerine kılavuzluk edecek melekler gönderildi.

Aziz değerli mü’min kardeşim. Senin ise, zincirin henüz nefsinin elindedir. Nefis hevâsı zincirini, nefsi emmare boğazına geçirmiş, dilediği yere sürüklemektedir. Seni, her gün biraz daha Hak'tan uzaklaştırmaktadır. Böyle olduğu halde “Bana mürşit gerekmez!” der durursun. Şunu da aklına getirmezmisin ki, Musa  Peygamber (AS), nice yıllar  Şuayb Peygamber (AS) ’ın koyunlarını güttü, hizmetinde bulundu. Peygamberliğe talip olduktan sonra, Hak Tealâ (HZ)'dan ilmi ledünni istedi. Hak Tealâ (CC) Hz.leri, Musa Aleyhisselâm'ı Hızır Aleyhisselâm'a gönderdi.

İnsanoğlunun da yetiştirilmesi, zâhirde riyazet, perhiz, zikir, tesbih ve evrâdı şerifelerini muntazaman ve yerli yerince yapması ile mümkün olur. Neleri terk edeceğini, nelere dikkat edeceğini öğrenir, kimini görmekle, kimisini işitmekle, zâhire ait şeyleri zâhirden (kesbi ilim) talim eder.

Fakat, bâtınla ilgili olanları nereden ve nasıl öğrenir ve başarabilirler? Zira, bu yol bâtın yoludur ve zâhirle ilgi ve ilişkisi yoktur. Bu yolda, önce bâtın gözü gerek, sonra bâtın kulağı gerek, sonra bâtın dili gerek, sonra bâtın eli gerek, sonra bâtın ayağı gerektir. Bu yolda yürüyecek tâliplere, bâtından türlü türlü vesveseler ve türlü türlü itikad edecek şeyler görünür. Tâlip, bunları hak sanarak kâfir bile olabilir. Yahut, yolunu şaşırır, iki arada, şaşkın kalabilir. Onun için, bir Şeyhe iradet getirmek zaruridir ki, o tehlikelerden geçebilsin ve iki arada mahcup ve perişan kalmaktan ve dünyadan mahrum ve mahzun gitmekten kurtulabilsin. (Ne'ûzû billah)

Taliplere öyle şeyler görünür ki, onu dile getirip söyleyemez. Şeyh bunu velâyeti ile bilir. Öyle zamanlar olur ki, tâlip zikre devam ederek beşeriyeti tamamen fâni olur ve cezbe alemine düşer. Bazan da, ruhu bedenden çıktı zanneder ve işin  gerçeğini bilmeyenler onu götürüp diri diri mezara gömmeğe kalkarlar, göz göre göre zâyi ederler. Öyle zaman da olur ki, tâlibin ruhu insan hakikatinin varlığından fâni olur, hiç bir şeyi baki kalmaz. İşte bu gibi hallerde talibi tekrar beşeriyet alemine getirmek, o baygınlık halini gidermek, aklını iade ederek beşeriyet menziline kondurmak için tasarruf ehli bir mürşit gerektir.

Müşitler, bazan tâlibi bu yola aşikâre alıp giderler. Bazan da öylesine götürürler ki, tâlip kendisi dahi bilmez. Eğer tâlip kendi seyrini bilecek olursa, yolda kalır. Onun için bazı tâliplere bildirmezler. Tâlip, seyrini ve mertebesini bilince, yolu doğru yürüyemez.

Bazı tâlipler de, mertebesini bilince daha ziyade yürürler. Bazan da mürşitIer tâlibi akıldan, candan, nefsten, gönülden ayırır ve öylece akılsız, cansız, nefssiz ve gönülsüz alır, giderler. Zira, bu yolda öyle yerler vardır ki, oraya akıl, can, nefs ve gönül sığmaz.

İşte, o yola gitmek isteyen tâlip, kendisini mutlaka bir mürşide teslim etmek mecburiyetindedir. Fakat, o mürşidin de bizzat aşk âlemine ulaşmış olması gerektir. Mürşit, tâlibi terbiyesi ile, telkini ile, zikrullah ile beşeriyetini fâni ettikten sonra, o binişân dediğimiz yola adım atabilir ve gidebilir. Zaman olur ki, tâlibe Hak Teâlâ (CC) Hz.leri tarafından öyle şeyler yetişir ki, mahlûkat onun tâbirinden âciz kalır. Onun tâbirini yine Allah (CC.HZ) leri bilir. Bunları Allahu Teâlâ Hz.leri'ne ısmarlamalıdır ki, Allahu Teâlâ Hz.leri tarafından da tâbiri gelebilsin. Zaman olur ki, müptedi sâlikin yolu, âlemi enfüse düşer. 0 sâlik, bunun temaşasına tutulur kalır, bu temaşanın zevkine aldanır. Onun için demişlerdir ki, tâlibe âlemi enfüsten müşkil âlem yoktur.

İşte bütün bunlardan tâlibi geçirmek için mürşit gerektir. Bir çokları, bu âlemi  enfüste (nefse alemi) kâfir olmuşlardır, bir çokIarı da olmaktadırlar. Onun için, âlemi enfüste aldanıp kalanların, mürşidi olmaksızın terakki edecek ve daha ileriye doğru yürüyecek himmetleri yoktur. Hak Teâlâ Hz.leri'nin lütuf ve keremiyle bahşettiği o cevheri, nefslerini galip ederek yitirirler, bundan dolayı âIemi ruhaniyyete düşemez ve ortada kalırlar.

İşte, bu gibi hallerde de mürşit gerektir ve tâliplere de mürşitlerinin sözlerini tutmak gerektir ki, kendilerini buralardan geçirsin, âlemi ruhaniyyete ileterek maksuduna eriştirsin.

Kişiye elbette şeyhi Kâmil edinmek gerek olduğunu ve şeyhi olmayanın şeyhinin şeytan olacağını bilip öğrendikten sonra, bunu da bilmen ve itikad etmen gerekir ki, olur olmaz her kese şeyh diye bağlanmak da caiz değildir. Hakka tâlip olan kişilere, kimleri şeyh edineceklerini bilmek gerektir ki, yolda kalmasınlar ve maksut olan menzillerine varabilsinler. Onun için, şimdi de sana kimlerin tâlipleri sülûk ettirebileceklerini ve şeyhlik mertebelerini bir bir bildirelim de, sen de bir yolkesiciye uyup onu şeyh sanmayasın ve yolunu şaşırarak çöplüğe varmayasın.

Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri'nin haliyle hallenmeyen, kendini ondan üstün gören kişi, onun halifesi, naibi olamaz. Ey Hakk’a tâlip olan kardeşim: Bu yolda, yalan yere oturup, şeyhlik dâvası ediciler, adam aldatıcılar, yalan söyleyiciler, dünya menfaatçileri çok olur.

Şimdi, bu şeyhlik dedikleri dâva ile, şöhret ile olmaz. Hele, çok muhip (etraf) edinip, kalabalık ve  hengâme  ile  hiç olmaz. Nuh Peygamber (AS), ŞEYHİENBİYÂ iken dokuz yıl halkı davet etti, ancak doksan kişi toplayabildi. Yoksa, müritlerin çokluğuna ve kalabalığına itibar olmaz. Zira, şeyhlerin bir terbiyeleri vardır ve o terbiyeye varamayan kişiler şeyhlik edemezler. Şeyhlikte  “MERTEBEİ RECÜLİYYET” yani tamam erlik mertebesi şarttır. Yarım erlik mertebesinde kalanlar, tamam erlik mertebesine erişemeyenler şeyhlik edemezler. Çünkü, tâlibin mizacını bozarlar.

Erlik mertebesi nedir? Tam er kime denir? Sana şimdi onları da deyiverelim: Bir kimse, iki cihanı ayağının altına alsa, kendisinin geçen haline ve gelecek sırlarına vâkıf olsa, kendi bâtın sırlarına da vâkıf bulunsa, Hak Tealâ (CC) Hz.leri'nin gizli sırlarını da bilse, bütün mahlûkatın zâhirine, bâtınına, sırrına da vâkıf olsa, henüz Kâmil bir veli değildir. Tam erlik mertebesine de yetişmemiştir. İrşâdı dürüst değildir.

Mürşid-i Kâmil odur ki,bunların  daha da üstünde olmalı. Allahu Teâlâ (CC) Hz.leri'nin zatına ve sıfatına ait ilme vakıf bulunmalıdır. 0 ilim, İlmi Vehbi, Ledünni, Gayyibidir ve hiç nihayeti yoktur. Zahiri ilimler, batıni ilimlerin yanında okyanusun yanında bir damla su gibidir. Şu halde, tâlip olup şeyh edinmek isteyenler, öyle şeyhler seçmelidirler ki, onlar bir çok defalar mürşitleriyle gitmiş gelmiş ve bir çoklarını da iletmiş olsunlar.

Mürşid-i kâmil denilebilecek ve halkı irşâd edecek zatlar, her şeyden evvel kendi vücudu mecâzilerinden bil külliye fani olmuş ve vücud u hakiki ile mevcut olmuş, tâliplik ve müritlik makamlarından geçmiş, belki matlûpluk ve muratlık makamına erişmiş, Hakka murat olmuş ve Hak ona muhib (sevgili) olmuş bulunmalıdırlar ki, şeyh olmaya lâyık görülsünler.

Şeyh edinilecek kişilerin, gönülleri gerçek olmalı, yani kalpleri kalbi hakiki bulunmalıdır. Kalbi hakiki ona derler ki, onun gönlü yerden ve gökten ulu olmalı. 0 gönül arştan ve kürsiden geniş olmalı ve bu genişliği nihayetsiz bulunmalıdır. Zira, nihayetsiz olmadan nihayetsize erişilmez. Nihayetsiz, yine nihayetsize görünür.

Hak Teâlâ (CC) Hz.leri bize o gönüllerin azametini haber vermiş ve buyurmuştur ki: “Yerlere  sığmadım, göklere sığmadım, arşa ve kürsiye de sığmadım, mü’min kullarımın kalplerine sığdım.”

Mürşit olacak zevatın gönülleri işte böyle olmalı, Hak TeâIâ Hz.leri'nden gayrı her şeyden arınmış bulunmalı, böylesine nihayetsizliğe erişmiş olmalıdır.  Şeyh edinilecek zevatın zâhirlerini de, Hak Teâlâ Hz.leri haber vermiş ve buyurmuştur ki: “Böyle olan kişilerin işiten kulağı ben olurum. Gören gözü ben olurum. Konuşan dili ben olurum. Tutan eli ben olurum. Benimle işitir, benimle görür, benimle söyler ve benimle tutar.”

Bu mertebelere erişmeyenler, mürşit olmaya lâyık değillerdir. Şeyh edinilecek kimseler, âlim olmalı ve cahil olmamalı, yani emri ve nehyi bilmeli, mü'ennes (hakiki söz ve hakikat) ile müzekkiri (anan, Zikreden) leri ayırd etmelidir.  Bu kadarcık ilmi bulunmazsa, sebebi necat olamaz. Zira, bu dediğimiz vasıflar kendisinde bulunmazsa, İlimsiz sülûk edenlerin çoğu dalâlete düşmüşler ve kendilerini kurtaramamışlardır. Onun için, her şeyden evvel biraz ilim öğrenmek lâzımdır. Zira, Allah-u Teâlâ (CC) Hz.leri bu hususta şöyle buyuruyor: “Bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.”[6]

Kaldı ki Allah (CC) Hz.leri için ilim okumak ve okutmak, Hak tarikine sülûk etmenin aynıdır. Çok cahil kalmaktan korkmalıdır.

www.GAVSULAZAM.de


[1] Al-i İmran S. A.31

[2] Sebe S. A.46

[3] Sahih-i Buhari

[4] En’am S. A.153

[5] En’am S. A.153

[6] En-Nahl S. A.43

 

Mürşid-i Kamil kimlerdir?

 

Mürşid-i Kamilin vazifeleri nedir?

 

Mürşid-i Kamil: Hadis-i Kudsiler

Mürşid-i Kamil: Hadis-i Şerifler

 

Mürşid-i Kamilin isbatı

 

 

Mürşid Şefaat edebilir mi?

 

Mürşid-i Kamilin lüzumu

 

Mürşid-i Kamil nasıl bulunur?

Mürşid-i Kamile intisap etmek

 

Mürşid-i Kamilin öncülüğü

 

 

Mürşid-i Kamilin İmdadı

 

Mürşid-i Kamil her asırda vardır

 

Mürşid-i Kamilin ehemmiyyeti

Mürşid-i Kamile ihtiyaç var mıdır?

 

Mürşidler Allah'ın (cc) askeridirler

 

© 2003-2004 GAVSULAZAM.de                          Her hakkı mahfuzdur.