|
Allah-ü Teâlâ (CC) bir vahyinde (hadîs-i kudsîde)
şöyle buyurmuştur: “Beni sevdiğini söyleyip de geceyi benden habersiz bir
şekilde uykuyla geçiren kimse muhabbet iddiasında yalancıdır.” Eğer sen Allah’a
(CC) karşı gerçekten muhabbet dolu olsaydın, sabaha kadar zevk için uyumaz, onu
ibâdet ile bölerdin. “Muhib” (Hakk CC. âşığı) zorluklara katlanır; “mahbûb” (Allah
CC. tarafından sevilen kimse) ise rahatlık içerisinde olur. Muhib talep eden,
mahbub talep edilendir.
Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet edilmiştir: “Allah-ü
Teâlâ (CC), Cebrâil (AS)’a buyurur ki: ‘Ey Cebrâil (AS)! Falan kişiyi uyut,
falan kişiyi de kaldır’.” Bu sözün iki anlamı vardır: Falan kişiyi kaldır,
çünkü o muhibdir. Falan kişiyi de uyut, zîrâ o mahbubdur. Muhib, beni sevdiğini
iddia etmekte, bana muhabbet dâvâsında bulunmakta; dolayısıyla onunla bu
muhabbet iddiasını tartışmalı ve vücûdundaki benden gayrı yaprakları düşürerek
onu muhabbet makâmına yerleştirmeliyim. Onu kaldır, tâ ki, onun muhabbet
dâvâsındaki burhânı apaçık olsun ve hakîkî muhabbete ulaşsın. Falancayı da
uyut. Çünkü o mahbubdur. O birçok sıkıntıya katlanmış, onda benden gayrı bir
şey kalmamıştır. Onun muhabbetini kendime ayırdım. Onun iddiasını, burhânını, bana
olan vefâsını tahkik ettim. Tevbesini kabul etme ve ahdine vefâ gösterme zamânı
geldi. O benim konuğumdur. Konuğa hizmet ettirilmez. Ona yorgunluk çıkarılmaz.
Onu lutuf odamda uyuturum. Fazîlet soframa oturturum. Onunla kurbiyet yoluyla
ünsiyet ederim. Onun muhabbeti, sevgisi gerçektir. “Muhabbet” gerçek olunca
tekellüf, zorluk çıkarma olmaz.
Bu rivâyetin ikinci mânâsı da şudur: Falancayı
uyut, çünkü o bana yaptığı ibâdetle halkın hoşnutluğunu kazanmak istiyor.
Falancayı kaldır, çünkü o ibâdet ile yalnızca benim rızâmı umuyor. Falancayı
uyut, çünkü o namazdan hoşlanmıyor. Falancayı kaldır, çünkü ben onun sesini
duymaktan hoşlanıyorum.
Mürîd, kalbini mâsivâdan temizlerse “mahbub” olur.
Hakk’tan (CC) gayrısına geri dönmeyi istemez. Kalbin bu makâma ulaşması ancak,
farzları edâ etmekle, harâmdan ve şüphelilerden sakınmaya sabretmekle, helâl ve
mübah şeyler yemekle, hevâ, şehvet ve “varlığı” (enâniyeti) terketmekle, kalbe
şifâ veren veraya sarılmakla ve kâmil bir zühd sâhibi olmakla gerçekleşebilir
ki, kâmil bir zühd Allah-ü Teâlâ’nın (CC) gayrısı her şeyi terketmek, nefis,
hevâ ve şeytana muhâlefet ve halkı, onların övgüsü ve yergisi, yardımı ve
engeli, taş ve çamur tamâmen onun nazarında eşit oluncaya kadar onları kalpten
temizlemektir.
Bu işin (tasavvufun, dînin) ilk basamağı “Lâ ilâhe
illallah”a şehâdet etmektir. Nihâyeti ise taş ve çamurun, yâni altın ve gümüşün
eşit olmasıdır. Kalbi sıhhat bulup Rabbine (CC) vâsıl olan kişinin nazarında
taş ve çamur, övgü ve yergi, hastalık ve âfiyet, zenginlik ve fakirlik, dünyâ
mutluluğu veyâ mutsuzluğu birdir. Böyle olan kişinin nefsi ve hevâsı ölmüştür.
Cibilliyet ateşini söndürmüştür o. Şeytanını zelil etmiştir. Onun kalbinde
dünyâ ve erbâbı önemsizleşmiştir. Sonra o, bütün bunların hepsinden de
yüzçevirir, Mevlâ’sına (CC) yönelir; kendisine halkın arasında bir patika yol
bulur, onunla Hâlık’ına (CC) ulaşır. Sağından ve solundan onu o yolda rahat
bırakırlar, ona yol açarlar… Sadâkatinin ateşi ve sırrının heybetinden dolayı
ondan uzaklaşırlar. İşte o zaman melekût âleminde o “azîm” diye çağırılır.
Halkın tamâmı onun kalbinin ayaklarının altında olur. Onun gölgesiyle
gölgelenirler. Sakın heveslenme! Sen kendinde olmayan şeyi iddia ediyorsun.
Nefsin seni istilâ etmiş. Kalbinde dünyâ ve halk var. Kalbinde halk ve dünyâ Allah-ü
Teâlâ’dan (CC) daha büyük yer etmiş. Sen sûfîlerin sınırları içerisinde
değilsin. Eğer işâret ettiğim makâma ulaşmak istiyorsan kalbini eşyâdan
tamâmiyle temizlemekle meşgul ol.
Yazıklar
olsun sana!
Eğer bir lokman eksik olsa, bir buğday tânen gitse, ya da bir isteğin kırılsa
kıyâmetleri koparıyorsun! Rabbine (CC) îtiraz üstüne îtiraz ediyorsun. Öfkeni
hanımını ve çocuklarını dövmekten, dînine ve peygamberine sövmekten
çıkarıyorsun. Oysa, murâkabe ehlinden, akıllı ve uyanık biri olsaydın Rabbinin (CC)
huzûrunda olmayı gözetler, onun bütün fiillerinin senin hayrına olduğunu,
onların, Rabbinin (CC) sana birer nazarı olduğunu bilirdin.
Yazık sana! Açların açlığını hatırla.
Hatırla, çıplakların çıplaklığını; hastaların hastalığını, mahbusların hapsini…
Sana verilen belâ sana az gelmiş! Kıyâmet dehşeti içerisindeki kabir ehlini
hatırla. Allah’ın (CC) senin hakkındaki hükmünü, O’nun (CC) sana baktığını,
kazâ ve kaderini hatırla ki, O’ndan (CC) utanasın. Eğer hayâtın zorlaşırsa
günahlarını hatırla. Onlara tevbe et. Nefine de ki: “Cenâb-ı Hakk (CC), günâhın
dolayısıyla seni sıkıntıya uğrattı. Eğer günâhından tevbe eder ve Hakk’a (CC) karşı
takvâ sâhibi olursan O (CC) sana her zorluktan kurtulacak bir kolaylık verir ve
her sıkıntını giderecek bir çıkış yolu gösterir.” Allah-ü Teâlâ (CC) şöyle
buyurmuştur: “Kim ki, Allah’a (CC) karşı takvâ sâhibi olursa, O (CC) ona bir
kurtuluş yolu gösterir, onu ummadığı yerden rızıklandırır. Allah’a (CC) tevekkül
edene O (CC) yeter.”
Akıllı kişi sadâkat sâhibi olur ve sadâkati ile
yalancılardan ayrılır. Sadâkati yalana bedel yap; sebâtı kaçmaya, ikbâli
idbâra, sabrı sızlanmaya, şükrü küfrân-ı nîmete, rızâyı hoşnutsuzluğa,
muvâfakati münâzaaya, yakîni şüpheye bedel yap. Eğer, Hakk’ın (CC) emrine uyar ve O’nunla (CC) çekişmezsen,
küfrân-ı nîmet etmez şükredersen, hoşnutsuzluğu bırakır râzı olursan, sükûnet
gösterir şüphe göstermezsen sana şöyle denir: “Allah (CC) kuluna yetmez mi?”
Yazık sana! Neyin varsa hepsi heves
içinde heves. Allah (CC) onlara nazar etmez. Bu iş (tasavvuf) sâdece beden
amelleri ile başarılamaz, bilakis o önce kalp amelleri, sonra da beden amelleri
ile gerçekleşir. Hz. Peygember (SAV) kalbine işâret ederek şöyle buyururmuştur:
“Zühd işte buradadır! Takvâ işte buradadır! İhlâs işte buradadır!”
Felâha ermek istiyen kimse, tasavvuf rehberlerinin
ayaklarının altına toprak olsun! Onların vasıfları nedir? Onlar dünyâyı da
halkı da terketmiş kimselerdir. Arştan yerin dibine kadar, göklerde ve yerlerde
dünyâya ve dünyâ ehline âit ne varsa, onlar hepsiyle vedâlaşmışlardır. Onlar
öyle bir vedâ etmişlerdir ki, bir daha aslâ geri dönmezler. Halkın tamâmıyla,
nefislerinin her şeyiyle vedâlaşmışlardır. Çünkü onlar her hallerinde Rableri (CC)
ile varlık bulmuşlardır. Hakk’ın (CC) sohbetini nefsi ile isteyen kimse boş bir
heves ve hezeyan içindedir. Zühdü ve tevhîdi sağlam olan kişi halkın elini ve
varlığını görmez. Allah’tan (CC) başka veren ve O’ndan (CC) başka üstün kılan
da görmez.
Ey dünyâ
ehli! Bu
sözleri duymaya ne kadar da ihtiyâcınız var! Ey câhil zâhidler! Bu sözleri duymaya ne kadar da ihtiyâcınız var!
Zâhidlerin ve âbidlerin çoğu halkın kölesidir, onları şirk koşarlar.
Ey ihlas
sâhibi!
Şirkten, Rabbinin (CC) kapısına kaç. Orada dur, âfetlerin gelmesinden çekinme.
Eğer O’nun (CC) kapısında durursan ve sana da halktan âfetler, belâlar gelirse,
işte o zaman, kapıya daha sıkı yapış. O (CC), tevhîdin ve sadâkatinin heybeti
ile belâları senden defeder. Âfetler geldiğinde sebat göster. Şu âyetleri oku:
“Allah (CC) sâbit, sağlam bir söz ile îman edenlerin ayaklarını dünyâda da,
âhirette de sâbit kılar.”
“Onlara karşı sana Allah (CC) yeter. O (CC) işitendir, bilendir.”
“Allah (CC) kuluna yetmez mi?”
“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm” i çok çok söyle.
İstiğfârı, tesbîhâtı artır. Hakk’ı (CC) bolca zikret. Belâdan, nefis, hevâ ve
şeytan ordusundan ancak sadâkat ile emin olunur.
Size ne çok şey öğretiyorum, ama siz
öğrenmiyorsunuz! “Allah’ın (CC) hidâyet bahşettiği kişidir
hidâyete eren”
“Allah’ın (CC) saptırdığı kimseyi hidâyete erdirecek başka bir kimse yoktur.”
Hz. Peygamber (SAV) sapıkların hidâyete ermesini
ister ve arzulardı, bunun üzerine Allah-ü Teâlâ (CC) O’na (SAV) şu âyeti
vahyetti: “Sen istediğini hidâyete erdiremezsin, fakat Allah (CC) dilediğine
hidâyet bahşeder.”
O zaman Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Hidâyet ile gönderildim ancak,
hidâyete erdirme husûsunda benim elimde bir şey yok!”
Şeytanın iğvâsı, kandırması dalâletin sebebi
kılınmıştır, fakat onun elinde de dalâlete düşürme husûsunda bir şey yoktur. Allah’ın
(CC) kitâbına ve Resûlünün (SAV) sünnetine ittibâ edenler inanırlar ki: Kılıç
tabîati îtibâriyle kesmez, aksine onunla Allah (CC) keser. Ateş bizâtihî
yakmaz, onunla Allah (CC) yakar. Yemek bizâtihî doyurmaz, onunla Allah (CC) doyurur.
Su bizâtihî kandırmaz, onunla Allah (CC) susuzluğu giderir. Bütün sebepler
çeşit çeşit ve birbirine zıt olmasına rağmen böyledir. Onlarda ve onlarla
mutasarrıf olan Allah-ü Teâlâ’dır (CC). Onlar Allah-ü Teâlâ’nın (CC) elinde
birer âlettir, onlarla istediğini yapar. İbrâhîm Halîlullah (AS) ateşe atılıp
Cenâb-ı Hakk (CC) O’nu (AS) yakmamayı dileyince, ateşi O’nun (AS) için serin ve
selâmetli yapıverdi.
Sahih bir hadîste Hz. Peygamber (SAV) şöyle
buyurmuştur: “Kıyâmet günü cehennem mü’mine şöyle seslenir: Ey mü’min! Çabuk
geç; nûrun nârımı söndürüyor!”
“Köleye sopa ile vurulur, hür olana ise bir işâret yeter.”
Ey Allah’ın (CC)
kulları!
Beş vakit namazı vaktinde kılın. Namazları âdâb ve erkânı üzere edâ edin. Sakın
namazı gafletle kılmayın. Allah-ü Teâlâ’nın (CC), “Namazlarından gâfil
olanlara yazıklar olsun!”buyruğunu işitmediniz mi?
İbn Abbâs (RA) da şöyle demiştir: “Namazı vaktinden
düşürmeniz, vaktinde kılmamanız, namazı terketmeniz demektir.”
Allah (CC) size rahmet etsin! Tevbe edin.
Tevbenizde “Tevvâb”a (tevbeleri kabul edene) muvâfakat edin. Ey isyankârlar! Tevbe edin. Ey namazı geciktirenler! Tevbe edin. Ey şeytanın teviline uyup tevil edenler, ey
şeytanın tuzağına düşenler! İsyan etmeyin; isyânın sonu ateştir. Dünyâda
körlükle, sağırlıkla, müzmin hastalıkla ve fakirlikle karşılaşıp da sabretmeyen,
halka muhtaç kılınıp kalbi katılaşan ve âhirette de bu yüzden ateşe düşen
kimselerden de mi ibret almıyorsunuz? Bütün bunlar isyanların ve günahların
felâketidir. İntikâmından, yakalamasından, muâhezesinden ve gazabından Allah-ü
Teâlâ’ya (CC) sığınırız.
Allah’ım
(CC)! Bizi affet. Bize affınla muâmele et. Bize hilminle, kereminle muâmele et.
Senden uzaklaştırma. Sana muvâfakat ile bizi rızıklandır. “Bize dünyâda da,
âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.” (Âmin)
www.GAVSULAZAM.de
Kaynak:
Gavsulazam Abdulkadir-i
Geylani (KSA),
Cilâü’l-hâtır
fi’l-bâtın
ve’z-zâhir
|