|
Ey oğul!
Yazıklar olsun sana! Senin nefsin hasta. Dolayısıyla onu, Rabbinin (CC) yakınlığı
âfiyetine erişinceye kadar yiyeceklerden uzak tut. Yazıklar olsun sana! Üzerinde haram varken, yemende, içmende,
oturmanda, evliliğinde ve bütün işlerinde haram içerisinde yüzerken Allah-ü
Teâlâ’ya (CC) yakınlığı nasıl beklersin? Nefsin ve hevân seni istilâ etmişken,
seni onlar idâre ediyorken, onlar seni şehvetlere, zevklere, hevâ ateşine
sürüklüyor, dînini ve takvânı yakıp yıkıyorlarken, Allah-ü Teâlâ’ya (CC) yakınlığı
nasıl beklersin? Akıllı ol! Bu,
ölüme inanan, ona yakîn duyan kişinin ameli değil. Bu Allah-ü Teâlâ (CC) ile
karşılaşmayı bekleyen, O’nun (CC) muhâsebesinden ve münâkaşasından
(sorgusundan) korkan kişinin ameli değil. Sende tefekkür yok; irâde yok; tedbir
yok; gece-gündüz sükûnet yok. Sen dünyâya, onu düşünmeye, dünyâ ehli ile
sohbete ve onlar önünde eğilmeye dalmışsın.
Sûfîler dünyâdan, hayattan ve halka bulaşmaktan
istifâ etmişlerdir. Onların her biri, kervanını Horasan’a göndermiş, kendisi
ise tek başına bir bineğe binip yerinde kalakalmış, dolayısıyla, kâfilenin
gelmesini bekleyen kimseye benzer. Bedeni oradadır, ama gönlü evindedir onun.
İşte mü’min de malını âhirete göndermiş, orada bir saray yaptırmış ve muhtaç
olduğu her şeyi orada bulmuş kimsedir. Bütün kalbiyle Rabbine (CC) yakınlaşmıştır.
Bundan dolayı Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Dünyâ mü’minin
zindanıdır.”
Mü’min îmânında tahkîke ulaşmaya devam eder, tâ ki,
ârif-billâh ve âlim-billâh olur; O’nun (CC) karîbi, yakını olur, O’na (CC) vâsıl
olur. İşte o zaman O’nu (CC) her şeye tercih eder. Malını kapıda bekleyenlere
dağıtır. Bütün tasası kurbiyet evine girmek olur. Cennetteki köşkünün
anahtarını muhâfızına geri verir. Sırrı cennet kapılarına varır, onları da halk
ve varlık kapılarını da kapatır. Kendini melikin (sultânın) kapısının önüne
atar. Orada hastalanır, bir et parçası gibi yere düşüverir. Lutuf ayaklarının gelmesini
ve üzerine basıp geçmesini bekler. Rahmet gözünün nazarını, cömertlik ve iyilik
elinin kendisine yetişmesini bekler. O bu halde iken kurbiyet hazînesine, lutuf
odasına, tabîbin ve “Habîr”in (her şeyden haberdâr olanın) önüne düşüverir.
Cenâb-ı Hakk (CC) onu güzelce tedâvi eder ve kuvvetini ona geri verir. Onunla
ünsiyet eder, ona güzel, süslü elbiseler giydirir. Fazîlet yemeğinden yedirir.
Ünsiyet içeceğinden içirir. İşte o zaman O’na kurbiyet evinde rahatlığa erer.
Kurbiyet şerefelerinden ferahlıklar gelir. Bütün yaratıklar onun altında olur.
Onlara rahmet ve şefkat gözüyle bakar. Cenâb-ı Hakk’ın (CC) ahlâkı ile
ahlâklanır. Çünkü Cenâb-ı Hakk’a (CC) vâsıl olanların kalpleri halka karşı
rahmet ile dolar. Müslümanlara da, kâfirlere de, avâma da, havâssa da rahmet
nazarıyla bakarlar. Şerîatin hudutlarını onlardan istemekle birlikte, herkese
merhamet ederler. Zâhiren talep, bâtınen rahmet!
Ey Allah’ın (CC)
kulları!
Sûfîlerden birini gördüğünüz zaman ona hizmet edin, onu kabul edin. Çünkü o
size nasîhat verir. Ey evlerinde ve
savmaalarında (tekkelerinde) nefis, hevâ ve hevesleri ile, azıcık ilimleri ile
oturanlar! İlmiyle âmil şeyhlerin sohbetlerine katılın. Onlara tâbi olun ve
adımlarınızla onların arkasından yürüyün. Onlara tevâzu gösterin. Onların sizi
kırmasına sabredin ki, hevânız kaybolsun, nefisleriniz kırılsın, ateşiniz
sönsün. İşte o zaman dünyâyı tanır ve ondan uzaklaşırsınız. O zaman dünyâ sizin
hizmetçiniz olur. Verilmesi gerekenleri, kısmetlerinizi size verir. Siz
Rabbinizin (CC) kurbiyet kapısında olduğunuz halde kısmetlerinizi size getirir.
Dünyâ ve âhiret, Hakk’a (CC) hizmet edenin hizmetçisidirler.
İçerisinde tevhid ve kurbiyetin yetiştiği bir kalp,
her gün daha da büyür. Her seferinde daha da büyür, yücelir ve yükselir. Ne
yeryüzünde, ne de gökyüzünde Allah’tan (CC) başka bir şey görmez. Bütün
mahlûkat onun kaydı altında olur. Onunla Rabbi (CC) arasında bir “sır”
gerçekleşir. O’na (CC) iyice yakınlaşır ve ulaşır. Zamânının sultânı olur. Kazâ
ve kaderi, ilmi ve hükmü anlar. “Melik”in sıfatları ona hizmet eder, zâtı ona
yakınlaşır.
Ey cemâat! Allah-ü Teâlâ’yı (CC),
Resûlünü (SAV) ve sâlih kullarını tasdik edin. O (CC) sözüne sâdıktır, çünkü
şöyle buyurmuştur: “Sözünde O’ndan (CC) daha sâdık kim vardır?”
Resûl (SAV) de sözünde sâdıktır, sâlihler de sözünde sâdıktırlar. O (CC) kendisine
sadâkat gösterilmesini sever, ister.
Ey oğul! Rabbinin (CC) kapısı
önünde kalbinin beklemesi uzadıkça oburluğun ve yanlış isteklerin kaybolur,
edebinin güzelliği artar. Sabır, şehvetleri giderir. Sabır alışkanlıkları sona
erdirir, sebepleri bitirir, putları söküp atar. Sen bir hayâlperestsin. Sen Allah-ü
Teâlâ’nın da (CC), Resûlünün de (SAV), Evliyâsının ve hâs kullarının da (RA) câhilisin.
Sende Rabbine (CC) rağbet yok. Sen dünyâya rağbet ettiğin halde, hâlâ zâhid
olduğunu iddiâ ediyorsun! Senin zühdün lafın gelişi. Bütün rağbetin dünyâya ve
mahlûkâta. Sende Rabbine (CC) karşı ve O’nun (CC) huzûrunda durmaya karşı
rağbet yok. Zannını ve edebini güzelleştirirsen, Rabbine (CC) doğru gitmende
sana rehberlik eder, O’na (CC) giden yolu sana öğretirim. Kibir elbisesini
üzerinden çıkarıp, tevâzu elbisesini giyersen, yücelirsin. Sen boş bir heves
içinde boş bir hevessin. Eğer nefsinin, şeytanın ve dünyânın “hâtır”ından
(vesvesesinden) yüzçevirirsen sana âhiret gelir, meleğin ve sonra da Cenâb-ı
Hakk’ın (CC) “hâtır”ı (ilhâmı) sana gelir ki, işte o gâyedir. Kalbin düzgün
olursa hâtırın künhüne vâkıf olur ve ona şöyle dersin: “Sen bir hâtır mısın?
Nasıl bir hâtırsın?” O da der ki: “Ben şöyle şöyle… bir hâtırım.”
Yazık size! Sizin çoğunuz boş birer
hevessiniz ve dergahlarınızda boş hevesler içinde Cenâb-ı Hakk’a (CC) ibâdet
ediyorsunuz. Bu iş öyle cehâletle halvetlere çekilme yoluyla olacak bir şey
değildir. Yazık sana! İlim uğrunda
ve ilmiyle âmil âlimleri talep uğrunda, yol tükeninceye kadar yürü. Gücün
kuvvetin tükenene kadar yürü. Âciz kaldığın zaman önce zâhiren, sonra da kalben
ve mânen otur. Zâhiren ve bâtınen kaybolup oturduğun zaman sana Allah-ü
Teâlâ’dan (CC) kurbiyet ve vuslat gelir. Kalp ayakların kesilip yürümeye dermanın
tükenirse, işte bu durum O’na (CC) yakınlaşmana bir işârettir. Huzur duy ve
rahatla; ister kırda sana bir tekke açalım, ister seni harâbâtta oturtalım,
ister mâmur yerlere yerleştirelim, ister dünyâyı, âhireti, cinleri, insanları,
melekleri ve ruhları senin hizmetine verelim… Cenâb-ı Hakk’ın (CC) kapısında
durursan, “acâiplikler” görürsün.
Yemeni, içmeni, giyinmeni… bütün varlığını ve
toplumun övmesini ve yermesini unut. İşte bütün bunlar kalp amelleridir. Böyle
bir kalpte bostanlar olur, ağaçlar olur, meyve olur. Orada çöller olur, kırlar
olur, denizler olur, dağlar olur. Cin, insan, melek ve ruh toplulukları olur.
Bunlar aklın ötesindedir.
Allah’ım (CC)! Eğer ben hak üzere isem, o durumu
sâlikler için de gerçekleştir; yok, eğer bâtıl üzere isem, onu yok et. Eğer hak
üzere isem şânımı yücelt ve yükselt. Halkı benim vâsıtamla hemen hidâyete
erdir. Kalplerimizi sana doğru yükselt.
Bu yorgunluk daha ne zamâna kadar? Kalp adımların
ne zaman sona erecek? Ne zaman kalp köşkünde ziyâfet yiyecek ve onun şerefelerinden
halkı rahatlatacaksın? Allah (CC) misaller verir. Kalp sağlamlaştığı zaman
Cenâb-ı Hakk’ın (CC) dışındaki her şeyi unutur. O kadîmdir (ezelîdir) ve
dâimdir (ebedîdir); O’nun (CC) dışındaki her şey sonradandır, muhdestir,
yaratılmıştır. Kalp sağlamlaştığı zaman, kendisinden sâdece doğrular,
reddedilemeyen hakîkatler çıkan bir söz olur. O zaman kalp kalple, sır sırla,
halvet halvetle, mânâ mânâ ile, lüb (öz, gönül) lüb ile, doğru doğru ile
muhâtap olur. O zaman kalbe gelen söz, toprağa atılan tohum gibi yumuşacık, hoş
olur. Çorak olmaz; filizler ve kökler verir. O zaman istersen dünyâyı öğrenir
ve dünyâ için çalışırsın, istersen âhireti öğrenir ve âhiret için çalışırsın.
Dallar kökten çıkar. “Sen nasıl davranırsan sana
da öyle davranırlar.”
Her kap içindekini sızdırır. Senin kabına katran konmuş, ama sen onun su
sızdırmasını istiyorsun! Sende hiçbir kerâmet (hayır) yok. Dünyâyı inşâ etmek
için çalışıp çabalıyorsun ve yarın da âhirete sâhip olmak istiyorsun: Bunda
kerâmet olmaz! Halk için çalıştın ve yarın da Hâlık’a (CC), O’nun (CC) kurbiyetine,
O’nun (CC) nazarına nâil olmak istiyorsun: Sende kerâmet yok! Bu durum zâhir ve
umûmîdir; ama O (CC) isterse sana bütün bunları amelin olmaksızın da
bağışlayabilir.
Beni dinleyin ve söylediklerimi anlayın. Ben daha
önce gitmiş olanların çocuğuyum, kölesiyim. Onların huzûrundayım. Onların
mallarını dağıtırım. Onların mallarını korurum; onlara ihânet etmem. Ben ebedî
bir mülk iddiasında da değilim. Onları övüyorum. Allah-ü Teâlâ (CC), Resûlüne (SAV)
tâbi olmamın bereketi ile ve anne babama (RA) karşı gösterdiğim güzel
davranışlarım vesîlesiyle beni hoş karşılasın. Babam gücünün yettiği kadarıyla
dünyâya karşı zâhid birisi idi. Annem de bu konuda babama muvâfakat göstermiş
ve ondan râzı idi. Her ikisi de salâh ve diyânet sâhibi idiler. Halka karşı
şefkatli idiler. Onlar için de, halk için de benim elimde bir şey yok. Ben
Resûle (SAV) onlar sâyesinde geldim ve hayır adına neyim varsa, hepsini onlarla
berâber veyâ onların yanında elde ettim.
Ben halktan, Hz. Muhammed (SAV)’den başka hiç kimseyi istemem; ben Rabbimden (CC)
başka da herhangi bir rab istememem.
Ey oğul! Sözlerin dilinden
çıkıyor, kalbinden değil; sûretinden çıkıyor, mânândan değil. Sağlam bir kalp,
kalpten değil, dilden çıkan sözlerden kaçar. Onun böylesi konuşmaları
dinlemesi, kuşların kafeste kalması ve münâfıkların câmide bunalması gibidir.
Sıddık birisi, bir toplulukta münâfık bir âlim ile karşılaştığında onun için en
güvenli hareket orayı terketmektir.
Sufîler, münâfık, deccal, bid’atçi, Allah (CC) düşmanı,
Resûl (SAV) düşmanı olanları yüzlerindeki işâretlerden tanırlar. Onların
işâretleri yüzlerinde de olur, sözlerinde de. Onlar sıddıklardan, aslandan
kaçtıkları gibi kaçarlar. Sıddıkların kalp ateşleriyle kendilerini
yakmalarından korkarlar. Melekler onlara karşı sıddıkları ve sâlihleri müdâfaa
eder. Onlar halk katında büyük olabilirler, ama sıddıkların gözünde
hakîrdirler, alçaktırlar. Onlar halk nazarında âdemîdir, insandır, fakat
sıddıkların gözünde onlar kedi gibidirler, hiçbir değerleri yoktur.
Ey cemâat! Hüküm tabîbini bulun. O
sizin hastalıklarınızı tedâvi eder. Ona tâbi olun, onu kabul edin ki, sıhhate
erişesiniz. Görevli kişiye tâbi olun ki, o sizi hikmet sâhibi olan bir üstâda
götürsün. İlim kölesine, ilim çocuğuna tâbi olun; onun nereden girdiğine
bakmayın, onun arkasından siz de girin. Rabbinizin (CC) kapısını talep edin.
Hükümle (dîn ile) aranızı güzelleştirin; çünkü o “kapı görevlisi”dir. Hüküme
tâbi olmazsanız ilme ulaşamazsınız. Rabbinizin (CC): “Resûl (SAV) size neyi
verirse onu alın ve sizi neyden nehyederse ondan uzaklaşın”
buyruğunu işitmediniz mi?
Rabbinizin (CC) kapısındaki hükümle muâşeretiniz
güzel olursa ve onun edebiyle edeplenirseniz, O (CC) sizden hoşlanır ve size
kurbiyet kapısını açar. Sizi fazîlet ve ikram sofrasına oturtur. O’nun (CC) konuğu
olursunuz. Kalplerinize konuşur. Sırlarınız ünsiyet bulur. Havâs (seçkin)
kullarına öğrettiği ilmi size de öğretir. Böylece halk ile aranıza O’nun (CC) hükmü,
kendisi ile aranıza ise O’nun (CC) ilmi girer. Çünkü hüküm müşterek, ilim
özeldir. Hüküm îman etmek, inanmaktır; ilim ise apaçık görmektir.
www.GAVSULAZAM.de
Kaynak:
Gavsulazam Abdulkadir-i
Geylani (KSA),
Cilâü’l-hâtır
fi’l-bâtın
ve’z-zâhir
|