|
Tevhîdiniz
ne kadar da az! Allah’tan (CC) râzılığınız ne
kadar da az! Allah’ın (CC) istediği dışında, aranızda hiçbir ev (kalp) yok
ki, içerisinde Cenâb-ı Hakk (CC) ile tartışma ve O’ndan (CC) hoşnutsuzluk
olmasın. Halkı ve sebepleri ne kadar da çok şirk koşuyorsunuz! Allah’ı (CC) değil
de, falan ve falan kişileri rab ediniyorsunuz. Faydayı, zararı, bağışlara nâil
olmayı veyâ olmamayı onlara izâfe ediyorsunuz. Böyle yapmayın. Rabbinize (CC)
dönün. Kalplerinizi O’nun (CC) için boşaltın. O’na (CC) tazarrû edin.
İhtiyaçlarınızı O’ndan (CC) isteyin. Sizin için başka bir yer yok. Başka kapı
yok. Bütün kapılar kapalı; sâdece O’nun (CC) kapısı açık. Tenhâ yerlerde
O’nunla (CC) başbaşa kalın. O’nunla (CC) konuşun. Îman dillerinizle O’na (CC) hitap
edin. Âile fertleri uyuyup, halkın sesi kesilince her biriniz temizlensin.
Yüzünüzü secdeye koysun. Tevbe etsin. Özürler dilesin. Günahlarını îtiraf
etsin. Emellerini arzetsin. İhtiyaçlarını dilesin. Göğsünü sıkıştıran her şeyi
O’na (CC) şikâyet etsin.
Sizin Rabbiniz O’dur (CC), başkası değil. İlâhınız
O’dur (CC), başkası değil. Melikiniz O’dur (CC), başkası değil. Âfet okları
yüzünden O’ndan (CC) kaçmayın. Zararda ve faydada, zorlukta ve rahatlıkta, size
gelen her şeyin gerçek fâili O’dur (CC). Bunlar O’nu (CC) tanımanız,
şikâyetlerininizi O’na (CC) yapmanız, O’nun (CC) için sabretmeniz ve O’na (CC) “tevbe
etmeniz” (dönmeniz) içindir.
Cezâlar avam içindir. Kefâretler müttakî mü’minler
içindir. Yüksek dereceler ise, mü’min, müeyyed (desteklenmiş) ve sıddık olan
sâlihler içindir. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Biz peygamberler
insanlar içinde en şiddetli belâya uğrayan kesimiz. Sonra diğerleri, sonra da
diğerleri gelir.”
Mü’min, bir belâya uğradığında sabreder ve belâsını
halktan saklar, onlara şikâyet etmez. Bundan dolayı Hz. Peygamber (SAV) şöyle
buyurmuştur: “Mü’minin sevinci yüzünde olur. Onun kalbinde ise hüzün vardır.
Kalbine diğer insanlar muttalî olmasın diye o, hüznü sevinçle karşılar.”
Bâtınlarındaki hâzîneleri gizlerler. Bâtınlarındaki yükleri, azıkları
gizlerler. Hüzün kalp azığı, kalp yüküdür; havf nefsin azığıdır. Hüzün,
kalplere sır hikmetlerini yağdıran bir buluttur. Allah-ü Teâlâ (CC): “Ben
kalpleri benim için kırılmış olanların yanındayım”
buyurmuşken, onlar hüzün ve inkisar üzere nasıl sabretmesinler? Onların
kalpleri her ne zaman uzaklık sebebiyle kırılsa, kurbiyet onlara zorla gelir.
Her ne zaman halktan uzaklaşsalar, Allah-ü Teâlâ (CC) ile ünsiyet onlara öyle
bir gelir ki! Her ne zaman halktan uzaklaşıp soğusalar, Allah-ü Teâlâ’nın (CC) ünsiyeti
ile ünsiyet, yakınlığı ile yakınlık bulurlar. Dünyâda hüzünleri ne kadar çok
olursa, âhiretteki ferahları da o derece çok olur.
Peygamberimiz (SAV) çok hüzün ve tefekkür-i dâim
sâhibi idi. Sanki birisi O’na (SAV) konuşuyor veyâ sesleniyor da O (SAV) ona
kulak veriyormuş gibi idi. O’nun (SAV) halîfeleri, nâibleri ve vârisleri de çok
hüzün ve tefekkür-i dâim sâhibidirler. Onlar fiillerinde nasıl o Peygamberlerine (SAV) uymasınlar ki, O’nun (SAV) makâmına
geçmişlerdir; O’nun (SAV) yemeğinden yerler, O’nun (SAV) içeceğinden içerler;
O’nun (SAV) binekleri üzerinde taşınırlar; O’nun (SAV) kılıçları ve mızrakları
ile savaşırlar. Sûfîler, isimleri ve lakapları yönünden değil, halleri ve
makamları cihetiyle, onlara mahsus özellikler ve fazîletler yönünden Peygamberlere
(AS) vâris olmuşlardır.
“Evliyâ”nın ve “abdâl”ın sayısı bellidir;
onlar artmaz da, eksilmez de. Onlardan kiminin durumu hayatlarının ilk
döneminde, kiminin durumu da son döneminde belli olur. Haller onunla değişir.
O, Allah’ın (CC) ilmi içerisindedir ve Allah’ın (CC) velîsidir. Mâsumluk
(günahsızlık) bedel olmanın ve velî olmanın şartlarından değildir; Peygamberlerden
(AS) sonra mâsum gelmeyecektir. “İsmet” (gühahsızlık) Peygamberlerin (SAV)
sıfatlarındandır. Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet olunmuştur: “Allah-ü
Teâlâ’nın (CC) velîlerinden birisi günah işlediği zaman melekler güler ve
birbirlerine şöyle derler: Bakın, bakın, bir Allah (CC) velîsi nasıl da günah
işliyor!” Onun günâhından, küfründen, uzaklığından, nifâkından nasıl da
taaccüp ediyorlar, hayrete düşüyorlar? Halbuki onlar onun birkaç gün sonra
mukarreb, mutahhar (tertemiz), şefâatçi, rehber ve vâris bir velî olacağını
bilirler.
Ey münâfık! Senin bu sözü dinlemekle
eline ne geçiyor? Çık git; sen Allah’ın (CC) düşmanısın, sen O’nun (CC) Resûlünün
(SAV), Peygamberlerinin (AS) ve Velîlerinin (RA) düşmanısın. Eğer hilim sâhibi
olmasaydım ve Allah’tan (CC) utanmasaydım, buradan iner, seni boğazından tutar
ve dışarı atardım! Neyin varsa hepsi boş bir heves…
Ey cemâat! Amel edin, ihlaslı olun
ve ucüplenmeyin, böbürlenmeyin. Yaptığınız amellerdeki başarınızla Rabbinizi(CC)
minnet altına almaya kalkmayın. Ucüp
sâhibi câhildir. Minnet altında bırakan câhildir. Halka karşı büyüklenen
câhildir. Tevâzu Rahmân’dan (CC), tekebbür ise şeytandandır. Kibirlenenlerin
ilki İblîs’tir; o bu yüzden lânete ve nefrete uğramıştır, tardedilmiştir,
mahrum edilmiştir. Eğer zül ve tevâzu için yüksek bir derece olmasaydı, Allah-ü
Teâlâ’yı (CC) sevenler ve O’nun da (CC) kendilerini sevdiği kimseler şu şekilde
vasıflanmazlardı: “Ey îmân edenler! Sizden her kim dîninden dönerse bilsin
ki: Allah (CC) öyle bir topluluk getirir; O (CC) onları sever, onlar da O’nu (CC)
severler. Onlar mü’minlere karşı zül (tevâzu), kâfirlere karşı ise şeref ve
izzet sâhibidirler.”
Mü’minler mü’minlere karşı zül ve tevâzu gösterirler, kâfirlere karşı ise
üstünlük ve şiddet gösterirler. Onların mü’minlere karşı gösterdikleri zül de,
kâfirlere karşı gösterdikleri tekebbür de bir ibâdettir.
Mü’min halka karşı tekebbür göstermez, bilakis
onlara karşı zül gösterir. Halkın işini ve hâlini zül ve tevâzusu ile gizler. O
melikin evinde O’na (CC) yakındır. Oradan dışarı çıkacak olursa, Rabbiyle (CC) berâber
ve bir hizmetçi kıyâfetinde çıkar. Böylece, kimse onun Rabbine (CC) yakınlığını
bilmez. Meselâ bir vezir, sultanla birlikte tebdîl-i kıyâfet ederek dışarı
çıkar. Dostlarından biri veziri tanır ve onunla konuşur. O anda vezir o adama
karşı kibirlenerek ve onu bir kenara çekerek: “Bak, sultan benim yanımda”
diyemez. Bilakis ona gülümser. İşine bakar, hattâ yanındakinin kendi hizmetçilerinden
birisi olduğunu îmâ eder, onu gizler.
Ey oğul! Ne onların hallerini
biliyorsun, ne de sözlerine inanıyorsun. Halkla berâber oluşun onlardan seni
perdeliyor. Dünyâ makam ve mevkîsi sevdan, baş olma isteğin seni onlardan
perdeliyor. Eğer onları istemede sâmîmî olsaydın, onları görür ve onların
sözlerinden istifâde ederdin.
Yazık sana! Onların ilmine sâhip
olmayan bu âlimlerin meclisine gitme. Benim yanımda içtiğini onların yanında
dökme, yoksa şarab sana tesir etmez. Onların hepsi de ilmiyle âmil olanlara
nisbetle avamdır, halktır. İlmiyle amel etmeyen kimse, isterse bütün ilimleri
yutmuş olsa dahi avamdır. Allah-ü Teâlâ’yı (CC) tanımayan herkes avamdır. Allah-ü
Teâlâ’ya (CC) karşı havfi olmadığı halde recâsı olan herkes avamdır. Halvetinde
de, celvetinde de takvâ sâhibi olmayan kimse avamdır.
Boşuna bana yol göstermeyin; benim indimde sizin
halleriniz şu güneş gibi apaçık. Sizler âdetâ oyun oynayan çocuklarsınız.
Şehvetlerinizi yerine getirmek istiyorsunuz. Sizler halkın kulusunuz. Onların
atâ ve ihsanlarının kulcuklarısınız. Medihlerinin ve zemlerinin kullarısınız.
Boşuna bana delil getirmeyin; benim şüphem kalmadı. Kapının dışında olan da,
evin içinde olan da benim nazarımda birdir. Kalplerinizde olan her şeyin
yüzünüzde izleri ve işâretleri var.
Beni sizin aranızda oturtan ve beni size konuşturan
Allah’ı (CC) tenzîh ederim. Ben kendim hakkında da, sizin hakkınızda da,
kısmetim hakkında da zâhidim. Müjdeler olsun bana ki, ben yemiyorum, içmiyorum,
giymiyorum, evlenmiyorum, görmüyorum ve gösterilmiyorum… Müjdeler olsun bana
ki, ben sizden uzakta duruyorum ve size sözle değil, işâretle vaaz ediyorum.
Ben münâfıkları, isyankârları ve müşrikleri görmekten hoşlanmıyorum, ama
onlarsız da olmuyorum. Onlar hasta, ben ise onların ateşiyim.
Ey oğul! Îmanda mübtedî olan kimse
onlardan bir tânesini bile görmeye katlanamaz ve bir an dahi çekemez; bir
münâfık veyâ bir isyankâr veyâ bir müşrik gördüğünde öfkelenir, hattâ elinden
gelse onu öldürür. Öyle ki, onlardan bâzıları bir kâfir gördüğünde öfkesinin
şiddetinden bayılıp yere düşer. Daha da ilerisi, onların bu hâli Allah-ü Teâlâ (CC)
için gösterdikleri gayret ve kıskançlıktan ve o kişiye olan öfkelerinden
kaynaklanır. “Bir kul nasıl olur da kâfir olur?” Şüphe yok ki, böyle düşünenler
mübtedîdirler. Zîrâ îman başlangıçta zayıf olur, nihâyet ise kuvvetli olur.
Derler ki: “Münâfığın yüzüne ancak ârif güler.”
Çünkü ameli çok, mahâreti çok ince ve tıbbı yerleşmiş olduğu için o, münâfığın
yüzüne gülümser. Yâni: “Senin devan bendedir, yaklaş!” demektedir. Onu kendine
çekebilsin, onunla meşgul olabilsin diye, ona karşı güzel konuşur. Kendisiyle
ünsiyet kurabilsin onunla ünsiyet kurar. O kâfir, ârife yakınlaştığında onun
hastalığını iyileştirir. Ona islâmı ve îmânı sunar. Bunların vasıflarını,
özelliklerini ona anlatır. Ona Rabbinin (CC) kelâmını sunar. Onunla Allah-ü
Teâlâ (CC) arasında sulh (barış) olacağına garanti verir. Gün geçtikçe onun
küfrü, nifâkı ve mâsiyeti erir, kalbinin hastalığı azalır. Nefsinin cerâhati
iyileşir. Zâhiri de, bâtını da herhangi bir husûmet ve münâzaa olmaksızın,
herhangi bir azarlama veyâ vurma olmaksızın düzelir.
Hz. İsâ b. Meryem (AS) ve Hz. Yahyâ b. Zekeriyâ (AS)
çölde Cenâb-ı Hakk’ı (CC) tesbîh ediyorlardı. Gece olunca Hz. Yahyâ (AS)
mü’minlerin köyüne gitti. Hz. İsa (AS) da fâsıkların köyüne gitti. Hz. Yahyâ (AS)
hâlinin zayıflığından dolayı mü’minlere, Hz. Îsâ (AS) da hâlinin kuvvetinden
dolayı fâsıklara vaaz etmek, onları uyarmak ve onların ellerinden tutup,
Rablerinin (CC) kapısına götürmek için gitmişlerdi. Bu, mü’minler arasında
namaz kılmaz ve oruç tutmak isterken, öbürü insanları Allah-ü Teâlâ’ya (CC) ve
O’na (CC) kulluğa çağırmak istiyordu.
Ârifin yevmiyesi ve ibâdeti halkı Allah-ü Teâlâ’ya (CC)
dâvet etmektir. O bu makamda Allah-ü Teâlâ (CC) ile berâber olmaktan geri
durmaz. Mü’min ameledir, mü’min gündelikçidir; ârif-billâh binâ yapandır
(mîmardır); âlim-billâh ise mühendis ve yol yapan kimsedir.
Yazık sana! İslâmını düzeltmeden
nasıl bu makâma çıkar ve halka ilim öğretirsin? Aşağı in! Aksi halde başaşağı
indirilirsin. Allah-ü Teâlâ’nın (CC) dînini koruyacağı, münâfık kimseleri
velâyetinden azledeceği, kürsülerinden alaşağı edeceği, halka konuşmalarını
engelleyeceği muhakkaktır. Ey
münâfıklar! Benim halka karşı genel bir muhebbet ve dinde herkes için
velâyet sâhibi olduğumu bilmiyor musunuz?
Ey bütün
halk! Ben
Allah-ü Teâlâ (CC) ile size karşı zenginim. Dünyâdan zerrece bir şeye sâhip
olmasam dahi, zenginlik benim ellerimindedir. Halktan birisi bana bir şey
verirse veyâ bana bir iyilik ederse, ben onu Allah-ü Teâlâ’nın (CC) elinden alırım
ve o iyiliği onun hezeyânı, Rabbine (CC) karşı cehâleti ve O’ndan (CC) uzaklığı
olarak görürüm. Birisine bir şey verdiğimde de bunu Allah-ü Teâlâ’nın (CC) muvaffakiyeti
sayarım. O’nun (CC) atâ ve ihsânı nasıl benim elimden çıkmasın ki, ben gerçekte
verenin Allah-ü Teâlâ (CC) olduğunu, kendim olmadığını bilirim. Önemsemen kadar
atâya kavuşursun, önemsemen kadar menedilirsin. Bundan dolayı Hz. Peygamber (SAV)
şöyle buyurmuştur: “Muhakkakki, Allah (CC) yüce işleri sever, önemsizleri
değil.”
Ey cemâat! Çoluk çocuğunuza ve
eşlerinize edep öğretin, Allah-ü Teâlâ’ya (CC) ibâdeti, O’na (CC) karşı güzel
edepli olmayı, O’ndan (CC) râzı olmayı öğretin. Rızıklarınız husûsunda kalp
yönünden endişelenmeyin, ama kazanç ve çaba yönünden onları önemseyebilirsiniz.
Ben sizlerin çoğunu evlat terbiyesini terketmiş, fakat rızık konusuna büyük
önem veren kimseler olarak görüyorum. Aksine gidin, gittiğiniz yoldan dönün…
Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet olunmuştur: “Hepiniz çobansınız
(gözeticisiniz) ve hepiniz güttüğünüzden (gözetiminizden) sorumlusunuz.”
Baba, evlâdından ve eşinden sorumludur, evlat ve eşler de babadan sorumludur.
Her lider kendisine tâbi olanlardan sorumludur, her tâbi de liderinden
sorumludur. Öğretmen öğrencilerinden sorumludur. Muhtar köy halkından
sorumludur. Sultan memleketindeki insanlardan sorumludur. Mü’minlerin lideri de
–ki, o halkın tamâmını gözeten kimsedir- halkından sorumludur. İçinizde sorumlu
olmayan kimse yoktur. Herkesin bir derecesi vardır.
Zulmetmemeye çalışın. Hakları hak edenlere vermek
uğrunda çabalayın. Aranızda hediyeleşin. Birbirinize merhamet edin. Birbirinize
lânet okumayın. Birbirinize kahretmeyin. Birbirinize güzellikle, hoşlukla
muâmele edin. Gizli yönlerinizi araştırmayın. Birbirinizin hatâlarını affedin.
İnsanları Allah-ü Teâlâ’nın (CC) örtüsü altına çağırın. Hiçbir teftiş, tecessüs
(araştırma) ve meraklanma olmaksızın, mârufu emredin, münkerden menedin. Ortaya
çıkan hatâları görmezden gelin; siz gizliden sorumlu değilsiniz. Siz insanların
hatâlarını örtün ki, Allah-ü Teâlâ (CC) da sizin hatâlarınızı örtsün. Hz.
Peygamber (SAV) insanların hatâlarını örtmeyi sever, iz ve işâret peşinde
gitmekten hoşlanmazdı. Bundan dolayı şöyle demiştir: “Sınırı şüphelilerle
bitirin.”
Ve güneşi işâret ederek, Hz. Ali’ye (KV) şöyle buyurmuştur: “Ey Ali (KV)!
İşte bunun gibi apaçık olanlar için şâhitlik et.”
Ey oğul! İhsân, hakkı vermek ve
bâzı hakları almaktır. Gücün varsa hakkının hepsini hibe et, bağışla, hattâ
fazlasını da ver. Bu senin için îmâna ve Rabbine yakınlığa dönecektir. Tarttığında
fazla fazla tart ki, Allah-ü Teâlâ (CC) da kıyâmet gününde senin mîzânını fazla
fazla tartsın. Ey tartıcı! Fazla fazla tart ki, senin için de fazla fazla
tartılsın. Katı olma. Hz. Peygamber (SAV) birisinden bir şeyler ödünç almıştı.
Geri öderken tartıcıya şöyle dedi: “Fazla fazla tart.”
Biriniz birisinden bir borç aldığında -başlangıçta şart koşulmaksızın-
aldığından daha iyisini veyâ fazlasını ödesin.
Ey cemâat! Allah’tan (CC) Allah’ın (CC)
kurbiyetini satın alın. Allah’tan (CC) Allah’ı (CC) satın alın. Kısmetlere
gelince, onlar yazılmıştır, kaydedilmiştir. Talep etseniz de, talep etmeseniz
de, Rabbinize (CC) ibâdet etseniz de, isyan etseniz de, iyi olsanız da, kötü
olsanız da onlar ne artar, ne eksilir. Onların sonradan geleni öne geçmez, önce
geleni ertelenmez. Size düşen, kalp cihetinden halktan çıkmak ve sır
ayaklarınız üzerine Rabbinizin (CC) huzûrunda ayakta durmaktır. Muhakkak ki, Allah-ü
Teâlâ (CC) gerçek râzıktır, gerçek rızık verendir. Diğerleri ise ancak “rızık
verilen”dir. O (CC) zengindir, diğerleri fakirdir. O (CC) kâdirdir, güçlüdür,
diğerleri âcizdir. Hareket ettiren, sükûnet veren, musallat eden, musahhar
kılan hep O’dur (CC). Halk O’nun (CC) elindeki bir sebepten ibârettir. O (CC) her
şeyi sebep kılmıştır. Kalpleriniz yönünden, halvetleriniz, mânâlarınız ve
sırlarınız yönünden halkı unutun. Mâsivâyı kalplerinizden çıkarın. O’ndan (CC) başka
bir şeyin isteği ve arzusu olduğu halde kalplerinize nazar edilmesinden
sakının. İslam olun, teslim olmaya çalışın. Tevhîd edin, birleyin ki, vahdeti
bulasınız. Kadere râzı olun, mukadderde fânî olun. Rabbinizi (CC) dinleyin,
halkı dinlemekte sağır olun. Halkı dinlemeye karşı bir saatçik de olsa sağır ve
onları görmede kör olun. “Cesâret bir saatlik sabretmektir.” Bütün kalbinizle
bu saatte tevbe edin.
Ölümü ve ondan sonrasını düşünün. Hz. Peygamber (SAV)
şöyle buyurmuştur: “Zevkleri yerle bir edeni çokça anın; o çok hatırlanan
şeyleri azaltır, az hatırlanan şeyleri çoğaltır.”
Ölümü düşünmek nefis hastalıklarının devâsı ve kalpler için bir azık ve faydadır.
Ölümü unutmak kalbi katılaştırır ve ibâdetlere karşı tembelleştirir. Ölümü
unutmak insana, halkı dikkate alma, zararı ve faydayı ondan görme, onlara izâfe
etme duygusu verir ve onu küfre iter, karartır, Rabbinden (CC) perdeler.
Sebeplere güvenmek îmânı eksiltir; îkan nûrunu söndürür; kalbi Rabbinden (CC) perdeler;
O’ndan (CC) nefret etmeye sevkeder; O’nun (CC) gözünden düşmeye sebep olur;
O’nun (CC) kurbiyetinin kapısını kapatır.
Vah
sizlerden çektiklerim! Bu hâlinizle nasıl ölürsünüz! Kalpleriniz îmandan,
îkandan, tevhîdden, ihlastan ve mârifetullahtan bomboş… Rabbinize (CC) karşı
îtirazınız ne de çok! Yazık sizlere!
Siz kimsiniz? Ne kadar da küstahsınız!
Bütün işiniz gücünüz gece gündüz Rabbinize (CC) îtiraz etmek. Îtiraczı,
kurbiyet kokusunu duyamaz. Eline zerrece bir şey geçmez. Rabbinize (CC) karşı
îtirazı terkedin, ey kalplerini
kaybetmişler, ey îmânı gerilerine atmışlar!
Allah’ım (CC)! Bizi sevdiğin şeylerle biraraya
getir. Sevmediğin şeylerden bizi ayır. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik
ver ve cehennem azâbından bizi koru.” (Âmin)
www.GAVSULAZAM.de
Kaynak:
Gavsulazam Abdulkadir-i
Geylani (KSA),
Cilâü’l-hâtır
fi’l-bâtın
ve’z-zâhir
|