|
Kalplerinizden zıtları, putları ve ortakları atın!
Zîrâ Allah-ü Teâlâ (CC) ortak istemiyor; özellikle de “evi” olan kalpte. Hz. Hasan
(RA) ve Hz. Hüseyin (RA) Hz. Peygamber’in (SAV) huzûrunda oynuyorlardı. Daha
küçüktüler. Hz. Peygamber (SAV) onlar ile çok mutlu oluyor, onları çok
seviyordu. Cebrâil (AS) geldi: “Şu zehirlenecek, şu da öldürülecek”
dedi. Bir anda mutlulukları kedere dönüşüverdi.
Hz. Peygamber’in (SAV) Hz. Âişe’ye (RA) muhabbeti
vardı. Sonra meşhur olay
cereyan etti de, suçsuzluğunun Hz. Peygamber (RA) tarafından bilinmesine rağmen
Hz. Âişe onun gönlünden uzaklaştı. Allah-ü Teâlâ (CC) da onun tamâmiyle suçsuz
olduğu husûsunda Hz. Peygamber’i (SAV) kesin bir bilgi sâhibi yaptı. Ve Hz.
Peygamber (SAV) de Cenâb-ı Hakk’ın (CC) bu husustaki maksadını anladı.
Ya’kûb (AS) da Yûsuf (AS)’a muhabbet düşürünce
olanlar oldu… Birbirlerinden ayrılıverdiler. Bu türden olaylar Peygamberlerin
(AS), Velîlerin (RA) ve Hakk (CC) mahbublarının kıssalarında çoktur; çünkü o
“Gayûr”dur yâni “kıskanç”tır. Onların kalplerini kendisinin dışındaki her
şeyden temizlemiştir.
İhlaslı
olun!
Yarattığı şeyler için değil, O’nun (CC) için namaz kılın. Kulları için değil,
Allah (CC) için oruç tutun. Dünyâda nefisleriniz için değil, O’nun (CC) için
yaşayın. Bütün tâatleriniz Allah (CC) için olsun, yarattıkları için değil.
Sâlih amellere ve ihlasa ancak kasr-ı emel ile güç
yetirebilirsiniz. Kasr-ı emele ise ancak ölümü tezekkür ederek güç
yetirebilirsiniz. Ona ise kabirlere bakıp ibret alarak, kabir ehlini ve orada
olanları tefekkür ederek ulaşabilirsiniz. O ibretlik kabirlerin yanında oturun
ve kendi kendinize şöyle deyin: “İşte bunlar da yiyorlardı, içiyorlardı,
evleniyorlardı, giyiniyorlardı; halleri nice oldu? Şimdi bunların onlara ne
faydası var? Ellerinde sâlih amellerden başka ne kaldı?”
Ey bu
beldenin insanları! İçinizden, Dehriyye mezhebine uyarak, ba’se ve neşre, yeniden
dirilmeye inanmayanlar var. Onlar öldürülmekten korktukları için kendilerini
gizliyorlar. Ben onlardan birçoğunu tanıyorum, ama size Allah-ü Teâlâ’nın (CC) hilmi
ile davranıyorum. Ey böyle inananlar!
Allah’ın (CC) ilmi yönünden sizleri açıklamıyorum. Sizleri birer birer
kurtarıyorum. Gözlerimi size kapıyorum. Allah’ım (CC)! Günahlarımızı ört,
affet. Bizi hidâyete, kifâyete ve gâyeye erdir. (Âmin)
Vah sana!
Ahmak olma!
Allah-ü Teâlâ (CC) ile ahmaklığın ve câhilliğinle çekişip münâzara etme: Sonra
zâhir başını da, dîninin başını da tehlikeye atarsın. Gözlerini yum, kapıyı
çal, edepli ol. Sen kimsin?, bil. Gücünü bil, nefsini alçalt. Sen kulsun, kulun
ise Mevlâ’sına (CC) karşı mülkü olmaz. Kendisi için tasarrufu olmaz. İrâdesini
efendisinin irâdesine, sözünü onun sözüne terketmesi gerekir. Sen nefsin için
Rabbine (CC) karşı utanmazca davranıyorsun.
Sûfîler halk için, Rablerine (CC) karşı âdetâ
“arsızlaşırlar”. O’na (CC) şöyle yalvarırlar: “Rabbim (CC)! Hayâtım onlara fedâ
olsun.” Onlar bu tür kabalıkları halk için yaparlar. Oysa onlar halka vedâ
etmiş, kalplerini halktan temizlemiş, kalplerinde halktan zerrece bir şey
kalmamış olan kimselerdir. Onlar sâdece O’nunla (CC) berâber ve O’nun (CC) için
ayaktadırlar. Onlar “kabz”ı
olmayan küllî bir “bast”,
zilleti olmayan küllî bir izzet, mahrûmiyeti olmayan küllî bir bahşiş,
engelleyeni olmayan küllî bir icâbet, reddi olmayan küllî bir kabul, üzüntüsü
olmayan bir sevinç, acziyeti olmayan bir kudret, zaafı olmayan bir kuvvet ve
nikmetsiz (kesintisiz) bir nîmet içindedirler. Onlar “kerâmet hil’ati”ni
giymişlerdir. Böylece Tevkî’ (onaylama), tefvîz (Hakk’a CC. havâle etme),
temkîn (yerleşme, muhkem olma ve etme) ve tekvîn (yaratma) onların “kalp
elleri”ne teslim edilmiştir. Tekvîn onların ellerinde bitmeyen bir hazîne ve
çekilmeyen bir menbâ olmuştur. Ne kadar çok korkarlarsa o kadar emniyetleri
artar. Ne kadar geri giderlerse o kadar ilerlerler. Onların sözleri duyulur.
Şefâatleri makbuldür. Dünyâ ve âhiret işleri onlara havâle edilmiştir. Bu
halkın anlayabilceği bir şey değildir. Onlara melekût âleminde “uzemâ”
(büyükler) diye çağırılır. Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet olunmuştur: “İlim
öğrenen ve öğrendikleriyle de amel edenler melekût âleminde “azîm” diye
çağırılır.”
Neyin içindesiniz ve ne üzerindesiniz? onu düşünün.
Eğer Allah-ü Teâlâ’nın (CC) rızâsına uygun bir şey görürseniz ona yapışın,
O’nun (CC) rızâsına muhâlif bir şey görürseniz terkedin. Yediklerinizde,
içtiklerinizde, evlenmenizde ve davranışlarınızda vera sâhibi olun.
Ey oğul! Sâhip olduğun mânevî
halleri gizle. Eğer ondan başkalarına haber verirsen, o senden alınır. Kendinde
olan şeylerden haber verirsen cezâlandırılırsın. Bu husustaki edep, haber veren
kişinin sen olmamandır.
Sâlihlerden biri dergâhında halvet hâlinde
oturuyor, murâkabe ediyor ve Rabbini (CC) zikrederek O’nunla (CC) ünsiyet
hâlinde bulunuyordu. İnsan, cin ve melek sâlihlerinden bir aziz ona geldi ve
şöyle seslendi: “Allah-ü Teâlâ (CC) senin ünsiyetini ve zikrini mübârek etsin,
ey tertemiz edilmiş, seçilmiş, mukarreb, müttakî, ihlaslı ve nîmetler
bahşedilmiş kişi!” O başını hiç kaldırmadı ve duyduklarına da kalbiyle hiç
aldanmadı. Daha sonra o sözleri birkaç defâ daha duydu, ama o bu sözleri sanki
hiç duymamış gibiydi.
Eğer onlardan biri halka dönerse, bu dünyâ
hastânesinde onlara tabip olur. Onun ilaçları faydalı ve tesirli olur. Onun
sürmesi kalbin gözyaşı selini kopartır, kalp hastalıklarını giderir. O, âfiyet
içerisindedir. Ona kendisiyle aydınlandığı bir nur verilir. Onun, yediğinde
doyduğu bir yemeği vardır. İçtiğinde kandığı bir içeceği vardır. Makbul bir
şefâati vardır. Geçerli bir söze sâhiptir. O emir verdiğinde emri hemen yerine
getirilir, nehyi de kabul edilir.
Sûfîler kalplerinde olanı gizlerler. Mârifetlerini
ve ilimlerini gizlerler. Onların kalplerinin kapıları, Rablerinin (CC) kurbiyet
yurduna gece ve gündüz açıktır. Onlar “kalp ziyâfeti evi”ne sâhiptir. Onların
kalpleri ve sırları, gece-gündüz, Rablerinden (CC) gelen “vârid”leri (ilâhî
tecellîleri) dinlemekten geri durmaz. Âdemoğlu düzelir ve mânevî sıhhat bulursa
her şeyin üzerine çıkar. Cevherleşir, saflaşır, yükselir, herşeyden üstün olur.
Bütün güzelliklere sâhip olur. Âdetâ, Hz. Mûsâ’nın (AS) bütün hayırları
topladığı asâsı gibi olur.
Denir ki: Cebrâîl (AS) o asâyı cennetin köklerinden
aldı ve Hz. Mûsâ’ya (AS) Firavun’dan kaçtığı zaman verdi. Ve yine denir ki: Hz.
Ya’kûb (AS) onu kendisinden sonraki birilerine teslim etti. Allah-ü Teâlâ (CC) o
asâyı halk için bir mûcize ve Hz. Mûsâ’nın (AS) nübüvveti için bir takviye ve
bir tashih vâsıtası yaptı. Onu Hz. Mûsâ (AS) için daha başka nice atâ ve
ihsanlara da vesîle kıldı. O asâ, Hz. Mûsâ’yı (AS) yorulduğunda, canlı bir
hayvan gibi, taşırdı. Önüne bir nehir geldiğinde üzerinden geçtiği köprü
olurdu. Bir düşmanla karşılaştığında onunla savaşırdı. Bir gün sahrâ çöllerinde
Rabbinden (CC) başka hiçbir mûnisinin olmadığı ve tek başına bulunduğu bir
sırada koyunlarını otlatırken, uyku bastı ve uyudu. Birden uyanıverdi; asânın
tepesinde bir kan izi gördü. Hemen etrâfını kolaçan etti, bir de ne görsün:
Kocaman bir yılan ölüsü! Asâsının kendisini korumasından dolayı Allah-ü
Teâlâ’ya (CC) şükretti. Acıktığında hemen meyveli bir ağaç oluverir, o da ondan
yeterince yerdi. Susadığında hemen bir nehir olur, o da ondan yeterince içerdi.
Güneşin sıcaklığı onu rahatsız ettiğinde onu sırtına koyar, o da ona gölgelik
olurdu.
İşte bir kul da böylece, kalbi düzelir ve Rabbi (CC)
için ıslah olursa, Allah-ü Teâlâ (CC) o kalpte halk için genel ve onun için
özel nice manfaatler yaratır. Genel ve özel herkes ondan faydalanır. Bunların
bir kısmı halka zâhir olur, bir kısmı onlara gizli kalır. Halka karşı açık,
kalp sâhibinin kendisi için gizli olur.
Bu işin evveli “Lâ ilâhe illAllah Muhammedün
resûlullâh” ve âhiri ise, övgünün ve yerginin, iyiliğin ve kötülüğün, faydanın
ve zararın, kabûlün ve reddin, teveccühün ve sırt çevirmenin kişinin gözünde
eşit olmasıdır. Bir şeyin evvelini düzgün yaparsan, sonu da düzgün olur. İlk
derecede ayağını sâbit basamazsan ikinci dereceye nasıl yükselirsin? Amellerin
netîcelerine bakılır. “Lâ ilâhe illAllah Muhammedün Resûlullâh” bir iddiâdır;
delîlin nerede? Onun delîli tevhîd, ihlas, ahkâmı yerine getirmek ve onun
hakkını vermektir.
“Muvahhid”in (Hakk’ı CC. gerçek anlamda tevhîd eden
kimse) sultandan da, şeytandan da haberi olmaz. O Rahmân’la (CC) berâber olan
kalbiyle onlardan uzaktır. O O’nun (CC) halk ve kendi üzerindeki tasarrufâtını
görür. Onun eli kazâ ve kader kapısının iki halkasındadır. Onların nasıl açılıp
kapandığına bakar. Halkı âciz, zayıf, hasta, fakir, zavallı ve ölü olarak
görür. Rabbi (CC) onu birisine karşı bedduâ etmesi için konuşturduğunda onun
aleyhine bedduâ eder ve başka birisine karşı duâ etmesi için konuşturduğunda da
onun için duâ eder. O emrin ve nehyin hükmü altındadır. Onun kalbi meleklere
karışmıştır. Ki, böylesi kimseler hakkında Allah-ü Teâlâ (CC) şöyle
buyurmuştur: “Onlar Allah’ın (CC) kendilerine emrettiği hususlarda isyan
etmezler, ne emredilirse onu yaparlar.”
O, kıyâmet günü uzuvların konuşacağı gibi konuşur. Kendilerinden olan birisi
onları kınadığında derler ki: “Her şeyi konuşturan Allah (CC) bizi
konuşturuyor.” Bu makâma bu kul kendinden fânî ve Rabbi (CC) ile mevcut olmak
suretiyle ulaşmıştır.
Allah’ım
(CC)! Senin uğrunda yaptığımız iddiâlarımızı düzelt. “Bize dünyâda da,
âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
www.GAVSULAZAM.de
Kaynak:
Gavsulazam Abdulkadir-i
Geylani (KSA),
Cilâü’l-hâtır
fi’l-bâtın
ve’z-zâhir
|