|
Ey oğul! Belâdan ve belâya
sabretmektan kaçma. Belâ da, ona sabır da gereklidir. Yoksa, dünyevî cibilliyet
ve orada yaratılan her şey senin lehine nasıl değişecek? Beşerin en hayırlısı
olan Peygamberler (AS) dahî türlü türlü belâlara dûçar olmaktan kurtulamadılar.
Onlara uyanların önde gidenleri, onların yolundan gidenler, izlerini tâkip
edenler de böyledir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz Cenâb-ı Hakk’ın
(CC) mahbûbu idi, her şey O’nun (SAV) hürmetine yaratıldı; ama O (SAV) dahi
ölünceye kadar fakirlik, açlık, savaş, muhârebe, halkın eziyeti gibi bir çok
belâya uğradı.
Allah-ü Teâlâ’nın (CC) babasız olarak yarattığı,
körlerin gözünü açan, hastaları iyileştiren, ölüleri dirilten, duâsı makbul,
rûhullah ve kelîmullah olan Hz. Îsâ (AS) da kavminin tasallutuna mâruz kaldı. O’na
(AS) sövdüler. O’nu (AS) ve annesini taşa tuttular, dövdüler. Sonunda o ve
havârîler kaçtılar. Ama onları yakaladılar, dövdüler, çeşitli eziyetler ettiler
ve Hz. İsa’yı (AS) asmaya kalktılar. Allah-ü Teâlâ (CC) O’nu (AS) kurtardı ve
onlar bu işte ön-ayak olan kişiyi astılar. Hz. Mûsâ (AS) da aynen öyle. O da (AS)
o korkunç belâlara mübtelâ oldu. Her bir Peygamberin (AS) kendine mahsus
sıkıntısı ve derdi oldu.
Allah-ü Teâlâ’nın (CC) kendi Nebîlerine (AS), Resullerine
(AS), sevdiklerine yaptıklarıdır bunlar; sen kim oluyorsun ki, O’nun (CC) kendin
ve dünyâ hakkındaki ilmini, hükmünü değiştirmeye kalkışıyorsun? Kendi istek ve
tercihlerine karşı zâhid ol, onlara önem verme. Nefsinden, hevâ ve hevesinden,
dünyandan behsetmeye önem verme. Halk ile konuşmaya, onlarla ünsiyet etmeye
değer verme. Bunu tamamlarsan kalbinin Rabbinle (CC) konuşması, O’nunla (CC) ünsiyet
etmesi gerçekleşir. O’nun (CC) zikrini kalbine kurarsın. Sen O’nu (CC) zikredersin,
O (CC) da seni zikreder. Kalbin, “fuâd”ından (gönlünden) ve bütün bedeninden
O’na (CC) gitmek uğrunda istifâde eder. Kalbin O’nun (CC) huzûrunda olur. O’nun
(CC) istediğini ister. O’nun (CC) hâricindeki her şey senin gözünde yok olur.
Rûhânî vâsıllardan kimileri beldelerde ve insanlar
arasında zâhidlik ederek gezerler ve halk üzerinden belâlar onlar vâsıtasıyla
defedilir. Onlar Rablerinin (CC) kendilerine verdiğini alırlar ki, bu atâ ve
ihsanlar gerçek atâ ve ihsanlardır, diğerleri mecâzîdir.
Ey oğul! Dünyâ ve âhiretle ilgili
sâhip olduğun ahvalinden halktan herhangi birilerine bahsetme. Açığını kapat. O
ahvâli kapalı kapıların arkasına bırak. Hâlinin yüzünü kapat. Gözlerinden başka
bir şey görünmesin. Yüzünün örtüsü peçe olursa senin için daha hayırlı olur.
Bugünler âhir zamânın fetret günleridir. Nifâk sokağı, rağbet ve “rehbet”
(kaçış) sokağıdır. İnsanlar dünyâlık geldiğinde rağbet ediyorlar, ondan
başkasından ise kaçıyorlar. Halka yakın olmaya rağbet ediyorlar, onlardan uzak
durmaya iltifat etmiyorlar. Hükümdarlar halkın çoğu tarafından ilah edinilmiş
durumda. Dünyâ, zenginlik, hoş yaşam, güç ve kuvvet ilah edinildi.
Yazık size! Teferruatı asıl yaptınız;
merzûku râzık, yâni rızık verilen kimseyi rızık veren, memlûkü mâlik yâni
köleyi efendi, fakiri zengin, âcizi kuvvetli, ölüyü diri yaptınız. Sizde hayır
yok. Size de uymuyoruz, sizin görüşünüzü de doğru kabul etmiyoruz. Bilakis
sizden uzak kalacağız. Biz selâmet tepesi üzerinde duruyoruz. Sünnet üzereyiz;
bid’ati terkettik. Tevhîd ve ihlâs tepesinde duruyoruz; riyâ ve nifâkı terk
ettik. Halkı acziyet, zaaf ve yokluk gözüyle görüyoruz. Kazâya, kadere râzıyız;
hoşnutsuzluğu bıraktık. Sabra sarıldık; şikâyeti terkettik. “Kalp
ayakları”mızla Melîk’imizin kapısına doğru yürüyoruz. Tıpkı yaratmanın da,
rızıklandırmanın da O’ndan (CC) olduğu gibi, bir şeyi veyâ bir kimseyi emrimize
âmâde kılma da, üzerimize musallat etme de O’ndandır (CC). Dünyânın
gaddarlarını, firavunlarını, idârecilerini, zenginlerini tâzim edip, Allah-ü
Teâlâ’yı (CC) unutur, O’nu (CC) tâzim etmezsen, senin hakkındaki hüküm puta
tapanlar hakkındaki hükümdür. Tâzim ettiğin kimse senin putundur.
Vah sana! Putların Hâlık’ına (CC) kulluk
et ki, putlar senin gözünden düşsün. Allah-ü Teâlâ’ya (CC) yakınlaş ki, halk da
sana yakınlaşsın. Senin Allah-ü Teâlâ’ya (CC) tâzimin ölçüsünde O’nun (CC) yarattıkları
da sana tâzim eder. O’na (CC) olan muhabbetin ölçüsünde O’nun (CC) yarattıkları
da sana muhabbet duyar. O’ndan (CC) korkun kadar O’nun (CC) yarattıkları da
senden korkar. O’nun (CC) emirlerine ve nehiylerine gösterdiğin hürmet kadar
O’nun (CC) yarattıkları da sana hürmet gösterir. O’na (CC) yakınlığın kadar
O’nun (CC) yarattıkları da sana yakınlaşır. O’na (CC) yaptığın hizmet kadar
O’nun (CC) yarattıkları da sana hizmet eder.
Veraya sarıl. “Kalp eli”n veradan boş kalmasın. Onu
terkettiğin zaman bil ki, hezîmet de senin tarafındadır. Verayı terkeden
kimsenin kalbi şüpheli ve karmaşık şeylerle siyahlaşır.
Yazık sana! Müttakî olduğunu iddiâ
ediyorsun ama verayı terkediyorsun. Vera sâhibi olan kimse haram ve şüpheli şeye
düşme korkusuyla pek çok şeyi terkeder. Böyle bir kimseyi Allah-ü Teâlâ (CC) en
hafif şekilde sorguya çeker.
Bir gün bir köye uğramıştım. Yakınlarında mısır
tarlası vardı. Mısırlardan birisini kopardım ve yedim. Köylülerden iki adam
geldi. Ellerinde sopa vardı. Beni yere düşünceye kadar dövdüler. O zaman bana
verdiği bütün ruhsatları kullanmayacağıma dâir Allah-ü Teâlâ’ya (CC) ahdettim.
Çünkü şerîat zor durumda kalanlar için, ekilmiş şeylerden ve meyvelerden
ihtiyaç miktârınca yemeyi mübah kılmıştır. Bunun karşılığında da ondan bir şey
alınmaz. Bu genel bir ruhsattır. Fakat bana bu ruhsat için izin verilmedi ve
benden ip-ince veraya ve azîmete sarılmam istendi.
Ölümü çokça hatırlayanın verası da çok olur;
ruhsatı azalır, azîmeti artar. Ölümü hatırlamak nefis hastalıklarının
devâsıdır. Tasavvufî hayâtımın başlangıcında gece-gündüz ölümü düşünerek
geçirdiğim zamanlarım çok oldu. Ben ölümü düşünerek felah buldum. Nefsimi ölümü
düşünerek ezdim. O günlerde ölümü düşünerek akşamdan seher vaktine kadar ağladığım
zamanlar oldu. Yine böyle bir gece ağlamış ve şöyle duâ etmiştim: “İlâhî (CC)!
Senden, rûhumu ölüm meleğinin değil, senin kabzetmeni diliyorum.” Gözlerim
kapandı. Rüyamda çok güzel yüzlü ihtiyar bir adam gördüm. Kapıdan içeri girip
yanıma geldi. Ona: “Sen de kimsin?” dedim. “Ben ölüm meleğiyim” dedi. Dedim ki:
“Ben Allah-ü Teâlâ’dan (CC) rûhumu kendisinin kebzetmesini, senin kabzetmemeni
dilemiştim!” Bana dedi ki: “Niçin böyle duâ ettin? Benim ne günâhım var? Ben
sâdece görevli bir memurum. Bâzı kimselere yumuşak davranmakla, bâzı kimselere
de sert davranmakla emrolunurum.” Bana sarıldı ve ağlamaya başladı. Ben de
onunla birlikte ağladım. Sonra ağlayarak uyandım.
Hevâ ve hevesi kendinizden uzaklaştırın. Bu iş
süslenip püslenerek, boş kuruntular kurarak veyâ laklak ile olacak şey
değildir. Bu sofraya, bu kaynağa oturmuş isen ye, iç, yedir ve içir. Yok,
sâdece lafını duymuşsan, sus! Görmediğin şeyden haber verme. İnsanları
başkasının dâvetine çağırma. İnsanları boş eve dâvet etme, sonra sana gülerler.
Bize sen kendi ok torbandan ok ver. Bize kendi kesenden, kendi kazancından ve
kendi alın terinden infak et. Komşularından hırsızlıkla çaldığını bize ikram
etme. Kendi yırtık pırtık elbisenle bizi giydirme. Biz ancak senin kendi malını
hediye olarak kabul ederiz, ödünç veyâ gasb malını değil.
Tevhîd her şeyi yakan bir ateştir. “Ey ateş!
Serin ve selâmetli ol!”
Allah’ım (CC)! Bugünün
hayırını bize nasip et, onun şerrinden bizi koru. Bütün günleri ve geceleri de
böyle yap. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından
bizi koru.”
www.GAVSULAZAM.de
Kaynak:
Gavsulazam Abdulkadir-i
Geylani (KSA),
Cilâü’l-hâtır
fi’l-bâtın
ve’z-zâhir
|