|
Müttakîler, halvetlerinde de, celvetlerinde de
Cenâb-ı Hakk’a (CC) karşı takvâ sâhibi olan kimselerdir. Bütün hallerinde O’nu (CC)
gözetirler. Göğüsleri gece gündüz O’na (CC) karşı bir korku ve titreyiş
içerisindedir. Kendilerini küfre düşürerek Hakk’tan (CC) alıkoyan, sabır
gösteremeyecekleri âfetlerin gelmesinden korkarlar. Ayrıca, kötü bir amel üzerinde iken ölümün gelmesinden
korkarlar. Ellerinde olanı verirler, ama kalpleri ürperti içerisindedir. Namaz
kılarlar, oruç tutarlar, hac farîzasını îfâ ederler, gerekli yerlere maddî
yardımı yapmaktan geri durmazlar, her türlü hayır işine koşarlar; fakat
kalpleri reddedilme korkusu ve ürpertisi içerisindedir. Allah’ın (CC) kendileri
hakkında takdîr ettiği ilminden (hükmünden) korkarlar.
Fudayl b. İyâz (RA) (v. 187/803) Süfyân-ı Sevrî (RA)
(v. 161/777) ile karşılaştığında şöyle dermiş: “Hadi, gel; Allah’ın (CC) bizim
hakkımızdaki ilmine ağlayalım!” Bu ne güzel sözdür! Bu, Allah-ü Teâlâ’yı (CC) ve
tasarrufâtını bilen ve tanıyan (âlim ve ârif) kişinin sözüdür. O Allah-ü
Teâlâ’nın (CC) şu sözündeki işâreti bilen kimsedir: “Bunlar cennete
gidecekler; onlarla ilgilenmiyorum. Bunlar da cehenneme gidecekler; onlarla da
ilgilenmiyorum. Sonra hepsini bir yerde
toplayıp karıştırır; onların hangisinin hangi gruptan olduğu anlaşılmaz.”
Onlar kendilerinden zuhur eden amellere aldanmazlar. Çünkü ameller netîcelerine
göre değerlendirilir.
Müttakîler açık ya da gizli, bütün günahları, bütün
hatâları, riyâyı, nifâkı ve halk için ve bir karşılık için amel işlemeyi
terkeden kimselerdir. Onlar bugünden tâat cenneti içerisindedirler, yarın ise
gerçek cennetlerde, pınarlar arasında olacaklar; hiçbir zaman yeşilliği gitmeyen,
meyvesi hiç tükenmeyen ağaçlar arasında, suyu hiç kesilmeyen nehirler arasında
oturacaklar. O nehirlerin suyu nasıl çekilsin ki, onlar arşın altından
çıkarlar. Cennetliklerden her biri için bir su nehri, bir süt nehri, bir bal
nehri, bir şarab nehri vardır. Bu nehirler onlar nereye giderse, onlarla
birlikte akıp giderler. Dünyâda olan her şeyin bir benzeri âhirette mutlakâ
vardır, ayrıca başka şeyler de vardır. Âhirette olan her şeyin de dünyâda bir
örneği bulunur.
İşte cennetlikler Rablerinin (CC) kendilerine
verdiği nîmetlerle nîmetlenirler ki, onları ne bir göz görmüştür, ne bir kulak
işitmiştir ve ne de bir beşerin aklına gelmiştir onlar. O cennet meyvelerini
toplamak çok kolaydır. Birisi o ağaçlara dayandığında meyvesi hemen onun ağzına
düşer ve o da o meyveyi uyuyor olsa bile yiyiverir. O ağaçların kökleri yukarı
doğru gider, meyveleri ise aşağı doğru sarkar. Onların gövdeleri gümüşten,
dalları altındandır. Cennetlik birisinin aklına o meyvelerden yemek fikri
düştüğü vakit, ağaç meyvesini hemen onun ağzına sunuverir, o da istediği kadar
ondan yer, sonra ağaç geri çekilip gider. Cennette her şey cennetlikler için
neşe ve eğlence saçar. Nehirlere, ağaçlara varıncaya kadar oradaki her şeyin
sesi, seslerin en güzel tonundadır.
Ey dünyâyı
talep edenler! Dünyâ geçicidir, yorucudur. Bâkî olan cennete tâlip olun; zîrâ o
rahatlık yeridir, nîmetler yurdudur, şükür evidir. Orada ne namaz, oruç, hac,
zekât, belâlara, hastalıklara, yaralara sabretme ve fakirlik vardır, ne de
oradan çıkma korkusu vardır.
Ey cemâat yakında ölüm gelecek ve sizi alacak.
Sanki hiç yaratılmamış ve göze görünmemiş gibi olacaksınız. Ailelerinizden,
çoluk çocuğunuzdan ve mal ve mülklerinizden kalplerinizle yüzçevirin.
Rabbinizin (CC) yarattığı her şeye karşı zâhid olun. Az şey için olsun, çok şey
için olsun onlara güvenip yaslanmayın.
Allah’ım (CC)! Her hâlimizde sana tevekkül etmekle
ve senden başkasını acziyet gözüyle görmekle bizi rızıklandır. “Bize dünyâda
da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
www.GAVSULAZAM.de
Kaynak:
Gavsulazam Abdulkadir-i
Geylani (KSA),
Cilâü’l-hâtır
fi’l-bâtın
ve’z-zâhir
|