ESER HAKKINDA

ESERDEKİ DUA

HÂTİME

 
 
 
 

Sâdık kişi için geri yoktur, o geriye bakmaz; ilerlemekten, ileri gitmekten geri durmaz. Onun göğsü vardır ama sırtı yoktur. Talebinde sâdık olmaktan geri durmaz, böylece, onun zerresi dağ, damlası deniz, azı çok, lambaları güneş ve kabuğu öz olur.

Sâdık birini ele geçirirsen ona yapış. Yanında senin derdinin devâsı bulunan kişiyi ele geçirirsen ona yapış. Seni suyun kaynağına götüren kişiyi ele geçirirsen ona yapış. Kaybettiğin şeye seni götüren kişiyi ele geçirirsen ona yapış. Onları bilmemeyi, tanımamayı hakediyorsunuz. Bilenler ise çok çok az. Kabuk çok, oysa öz az. Kabuk çöplüklerde olur, oysa öz pâdişahların hazînelerinde bulunur.

Dünyâ, şehvet ve lezzetlerle dolu olan her kalp kabuktur. O ancak ateşte işe yarar. Kalbinde mahlûkattan bir şeyler olduğu müddetçe cezâlandırılacağını bil! Zîrâ, Allah-ü Teâlâ (CC) şöyle buyurmuştur: “Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibâdet etsinler diye yarattım. Onlardan ne bir rızık istiyorum, ne de Beni doyurmalarını. Muhakkakki, Allah (CC) rezzâktır, güç ve kuvvet sâhibidir.[1] Sizin çoğunuz perdelisiniz; Müslüman olduğunuzu iddiâ ediyorsunuz fakat hakîkat husûsunda hiçbir şeye sâhip değilsiniz.

Yazık size! “Müslüman” ismi size onun şartları ile amel etmedikçe hiçbir fayda vermez. Böyle kimselerin “zâhir”i (dışı) vardır ama “bâtın”ı (içi, özü) yoktur. Amelleriniz size hiçbir şey katmıyor. Zâhirin mihrapta, bâtının ise riyâ ve münâfıklık yapıyor. Zâhirin dindar, bâtının ise haramlarla dolu. Evinde dostun bekliyor! Şerîat zâhiren senden cezâyı düşürüyor; çünkü senden zâhiren ona aykırı bir şey zuhur etmiyor. İlim ise bâtınen, onun üzerine ölüm ve cezâlandırılma hükmünü vuruyor. İyi düşün! Bugün cezâdan kurtuldun, ama yarın kim kurtaracak? İyi düşün! Hüküm erbâbı nazarında gizlendin ama, O’nun (CC) nûru ile bakan ve halkı taşıdıkları işâretlere göre tanıyan “ilim erbâbı” katında nasıl gizleneceksin? Avam katında sen namaz kılan, oruç tutan, itâatte bulunan, tezkiye olan, hacca giden, veraya önem veren, müttakî ve zâhid birisin; “ilim ehli” indinde ise münâfık, deccal ve cehennemlik birisin!

Onların yanına gidersen din evinin harap olduğunu ve yüzündeki nifak alâmetlerini görürler. Seni sîmandan tanırlar, fakat konuşmazlar. Cenâb-ı Hakk’a (CC) kurbiyet mührü onların ağızlarındadır; O’nun (CC) günahları örtme, gizleme sıfatı ve O’nun (CC) “setr” (örtü) eli onların dillerini tutar; kerem, cömertlik ve yumuşaklık dilleri onları konuşmaktan engeller. Eğer böyle olmasaydı örtüleriniz yırtılırdı. Ey münâfıklar! İslâm’ı hakkıyla yerine getirin ki, îman da, îkan da, mârifet de, münâcât da size gelsin, hitâp ve konuşma gelsin.

Akıllı olun! Mânâsı olmayan kabuklarla yetinmeyin. Amel işleyin ve ihlaslı olun ki, kurtulasınız. İlmiyle âmil olan âlimlere hizmet edin. Hizmet eden hizmet görür. Tevâzu gösteren yücelik bulur. Hizmet et ki, efendi olasın. Duymadın mı?: “Topluma hizmet eden onların efendisidir.[2]

Sen nefsine, eşine, çoluk-çocuğuna güzel hizmet ediyorsun ama malını fakirlerden gizliyorsun; malını hevâ ve hevesin ve hîleli maksatların uğrunda harcıyorsun. Yakında haberini alırsın! Sen Rabbinden (CC) korktuğundan çok, sokağının bekçisinden, bölgenin yöneticisinden korkuyorsun. Onlara hediyeler veriyorsun. Çünkü onlar evinin harâplığına ve rezilliklerine muttalîler. Yakında malın bitecek. O kötü arkadaşların seni terkedecek. Bekçi ve yönetici, hediyeler kesildiği için senin kirli çamaşırlarını ortaya dökecekler. Sen O’nun (CC) nîmetlerini O’na (CC) karşı isyanlarda kullanırken, Allah-ü Teâlâ (CC) seni nasıl kutlar! Yakında sen dileneceksin, senden dilenilmeyecek! Kalacağın yer de çöplükler ve pislik yerler olacak. Ve kimbilir, belki de sen bu hal üzere iken ölüm sana gelecek ve ıztıraptan ıztıraba düşeceksin…

Akıllı ol ve Allah’tan (CC) utan! Dünyâ fânîdir, ama âhiret bâkîdir. Dünyevî istekler arzular devam etmez, uhrevî istekler ise süreklidir. Mü’min âhiret karşılığında dünyâyı, Hâlık (CC) karşılığında halkı satar. Sûfîlerden bâzıları vardır ki, Allah-ü Teâlâ (CC) ile halktan ve yeryüzündeki her şeyden müstağnî olup, onlara muhtaçlığı gidince, Hâlık’a (CC) dönmesi ve halktan birşeyler istemesi, bir şeyler dilenmesi için, geçim ve maîşet temini derdi ona geri verilir. Onun halktan istemesi halka rahmet olur. Onun fakirliği zâhirdedir. Bâtında ise o zengindir. Onun zenginliği gizli, fakirliği açık olur. O, onlar üzerinde istediği gibi galebe eder, hâkim olur da onlar edeplerini bozmadan sükûnet içinde dururlar.

Onları ilk terbiye eden Kitap ve Sünnettir. Onlarla amel ederler ve müttakî olurlar. Sonra onları Hz. Peygamber (SAV) terbiye eder. Rüyâlarında onlara şöyle der: “Şunu şunu yapın, şunu şunu yapmayın…” Sonra Rablerini (CC) rüyâlarında görürler. Onlara çeşitli emirler verir, çeşitli nehiylerde bulunur. Bir dereceden diğer bir dereceye, bir kitaptan diğer bir kitaba, bir âlemden diğer bir âleme, bir zikirden diğer bir zikire sürekli yükselir giderler.

Mü’minin gözünde halk bir tek şahıs gibidir. Bu şahıs ise hasta, âciz, fakir, kendine zerre kadar bir fayda çelbedemeyen, bir zararı defedemeyen, kendine ters davranana buğzeden, kendine uyandan hoşlanan biridir. Mü’min ise buğzunda da, muhabbetinde de Rabbine (CC) muvâfakat eder. Halkı, kendisine bir şeyler verdikleri için sevmediği gibi, bir şey vermediklerinde de onlara buğzetmez. Muhabbetini de, buğzunu da hevâ ve hevesi uğruna yapmaz. O sonsuza kadar nefsinden ayrılmıştır; ona ancak Rabbine (CC) itâati durumunda muvâfakat gösterir. Dünyâ onun kalbinden uzaklaşmıştır. O, Rabbinin (CC) dînini yerine getirmekten, onu gözetmekten ve ona yardım etmekten aslâ geri durmaz.

Yazık sana! Zâhid olan kalptir, ceset değil. Ey zâhiri ile zâhidlik taslayan! Zühdün merduttur (reddedilmiştir). Çünkü sen sarığını, gömleğini sakladın, altınını yerin altına gizledin ve derviş elbisesi giydin; bütün pislikleri topladın… Eğer tevbe etmezsen Allah (CC) senin derini yüzsün, boynunu vursun. Bir dükkân açtın, orada nifak satıyorsun! Eğer O’ndan (CC) önce kendin o dükkânı yıkmazsan, Allah (CC) o dükkânı başına yıksın da altında seni helâk etsin. Tevbe et ve zünnârı (küfür alâmeti kuşağı) kes.

Vah sana! Mü’minin zühdü kalbindedir. Rabbine (CC) olan kurbiyeti sırrındadır. Dünyâ ve âhiret ise onun kapısında ve kasasındadır, kalbinde değil! Onun kalbi Mevlâ’sından (CC) başka her şeyden boştur. Rabbinden (CC) başkası onun kalbine nasıl girsin ki, orayı tamâmen O (CC), O’nun (CC) zikri ve O’nun (CC) kurbiyeti doldurmuştur. Kalbi, Mevlâ’sının (CC) rızâsı uğruna her şeye vedâ etmiştir, o kırıktır. Hoş Rabbi (CC) dâimâ onun yanındadır ya! Zîrâ O (CC) şöyle buyurmuştur: “Ben kalpleri benim için kırılmış olanların yanındayım.[3] Onların nefisleri dünyâyı terketmek sûretiyle ve kalpleri de Mevlâ’larının (CC) rızâsı uğruna kırılmıştır. İşte onlar inkisârı, kalp kırıklığını hakkıyla yerine getirince, O (CC) onların yanında olur, kırıklıklarını düzeltir. Onları tedâvi eden tabiptir, onlara gelen. İşte nîmet budur! Ne dünyâ, ne de âhiret nîmeti nîmet değildir.

Sûfîler hastadırlar; tâbipleri ise yanlarındadır. Onlar tabiplerinin huzûrundadır. O’nun (CC) kerem ve lutuf hücrelerinde uyku hâlindedirler. Onları iyilik, yumuşaklık ve merhamet eliyle döndürür. Felâha vereni görmeyen felah bulamaz. Sûfîlerle berâber oturun, onların konuşmalarını ve sohbetlerini dünyâ için değil, Allah (CC) rızâsı için dinleyin ki, ondan yararlanasınız.

İlim öğrenin! Zîrâ ilimde çok büyük hayır vardır. İlim öğrenin ve amel edin. Böylece, ilimden istifâde edesiniz. İlim kılıç, amel el gibidir. El olmadan kılıç kesmez. Kılıç olmadan da el kesmez. Zâhiren ilim öğrenin ve bâtınen ihlaslı olun. İhlas olmadan zerre kadar sevap kazanamazsınız.

Kur’ân’ı dinleyin ve onunla amel edin. Onu Cenâb-ı Hakk (CC) kendisine ulaşasınız diye indirmiştir. Kur’ân’ın iki yönü vardır: O’nun (CC) elinde olan tarafı, bizim elimizde olan tarafı. Eğer onunla amel ederseniz kalpleriniz Cenâb-ı Hakk’a (CC) yükselir. Ve daha dünyâda iken, âhiretten önce kalpleriniz O’nun (CC) kurbiyet evine girer. Eğer O’na (CC) vâsıl olmak istiyorsan dünyâya ve halka karşı zâhid ol. Nefsine, evine, malına, isteklerine, arzularına, halkın övgüsünden ve yüceltmesinden hoşlanmaya, sana teveccüh göstermelerine karşı zâhid ol. Eğer bunu gerçekleştirebilirsen onlara muhtaçlığın gider. Bütün sıkıntın kalkar. Bâtının ve halvetin mâmur olur. Kalbin ve sırrın aydınlanır. Nefsin mutmain olur. İşte bütün bunlar Kur’ân ile amel etmenin bereketi sâyesindedir. Bu Kur’ân güneştir; o halde onu kalp evlerinize bırakın ki, sizi aydınlatsın.

Yazık sana! Lambayı söndürürsen gecenin karanlığında elinde olanın ne olduğunu nasıl göreceksin? Size hayat veren şeye dâvet eden Resûle (SAV) icâbet edin. Ölü kalp neyi duyar ki? Dünyâ ve dünyâ sevgisi ile ve halkı sevmek ve onlardan bir şeyler ummak sûretiyle ölmüş olan kalp nasıl görebilir? Nasıl duyar ve görür? Dünyâyı bil ki, ona karşı zâhid olasın; nefsi bil ki, ona muhâlefet edesin; halkı bil ki, onlara buğzedesin…

Ey ölü kalpliler! Siz dünyâyı talep ediyor, ona rağbet gösteriyor ve ona muhabbet duyuyorsunuz. Ve sizler de ey zâhidler! Cennet talebiniz sizi Rabbinizden (CC) alıkoydu, engelledi. Yazık size! Yolu şaşırdınız. “Dârdan önce câr” (evden önce komşu) “tarîkten önce refîk” (yoldan önce yoldaş) edinin. Ve siz ey vâizler! Hiçbir sanatınız olmadığı halde, ehil olmadığınız halde peygamberlerin kürsülerine oturdunuz! Kerr u ferri (savaş taktiklerini) ve dövüşmeyi beceremediğiniz halde en ön safa geçtiniz. İnin oradan! İlim öğrenin, amel edin, ihlaslı olun ve ondan sonra oraya çıkın. Bu iş nefisle, hevâ ve hevesle, şeytanla, dünyâ ile, şehvetlerle, zevklerle, halkı terk ile, zararda ve faydada onları görmek ile dövüşmekten ibârettir. Bütün bunların hepsine îman, yakîn ve tevhîd kuvvetinle gâlip gelir, onları kahredersen, işte o zaman Hakk (CC) senin kalbine ve sırrına “hil’at” (saltanat elbisesi) giydirir. Cenâb-ı Hakk (CC) bu gibileri kurbiyet evine yerleştirir, halkına emir tâyin eder, onlara geri gönderir. O zaman halka karşı verdiğin savaştaki taktikleri de güzel yaparsın.

Allah’ım (CC)! Bizi, seni bizden râzı eden şeylerde kullan. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

www.GAVSULAZAM.de


[1] Zâriyât S. A.56-58.

[2] bak.: Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, I/409-410 (no: 1513).

[3] Zebîdî, İthâfü’s-sâde, VI/290.

Kaynak: Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA), Cilâü’l-hâtır fi’l-bâtın ve’z-zâhir

 
 
 
İndex|Tasavvuf|Derviş|Mürşid-i Kamil|Mekârim-i Ahlâk|Bir Damla Gözyaşı
WwW.Gavsulazam.de   2003-2006    Her Hakkı Mahfuzdur | Mesaj gönder | Misafir Defteri