|
Ey “irâde”
(mürîdlik, Hakk’ı CC. isteme) iddiâsında bulunan! İrâden düzgün değil. Sana
murâdından gelen şeye “benim” ve “benim malım” diyorsun. Muhibbin mahbûbuna
izâfetle ne bir malı, ne bir maksadı, ne bir hazînesi, ne de bir evi olur. Her
şeyi murâdı ve mahbûbu içindir. Seven sevdiğinin kuludur, onun elinde zelildir.
Kulun mâlik olduğu her şey Mevlâ’sınındır (CC).
Sevenin sevdiğine teslîmiyeti tam olunca, seven
sevdiğinden teslim aldığı her şeyi ona geri verir. Teslim aldığı her şeyi ona
bırakır. İş değişir! Köle hür olur. Zelil aziz olur. Uzak yakın olur. Seven
sevilen olur. Mecnûn Leylâ’ya olan muhabbetinde sabredince, muhabbet tersine
dönmüş, Leylâ Mecnun, Mecnun da Leylâ olmuştur. Allah-ü Teâlâ’ya (CC) muhabbette
sabırlı ve sâdık olan kimse, üzerine gelen oklar sebebiyle O’nun (CC) kapısından
kaçmaz. Kendisine gelen okları kalbinin göğsü ile karşılar. Böyle davranırsa
mahbûb olur, murâd olur, matlûb olur. Bu zevki tadan mârifete ulaşmış demektir.
Bu anlatılabilecek bir şey değildir. Bu halkın anlayabileceğinin dışında bir
şeydir. Bunu çok çok az kimse dışında anlayan olmaz. Onlar halkın anlayışı en
kuvvetli olanlarıdır. Halkın ilminin ötesinde bir ilme sâhiptir onlar. Hakîkati
bir göz kırpmasıyla, en küçük bir işâretle anlayabilirler. Kendilerinden
istenene dönerler, onunla edeplenirler ve onu öğrenirler.
Ey cemâat! Îman elbisesini giyin ve
nefislerinize mücâhede sopasıyla vurun. Onu îman hocasına, öğretmenine teslim
edin. O eğitilmemiş, kötü bir kısraktır. Nefisleriniz eğitimsizdir. O kibir ve
büyüklenme doludur. Hak yolunda değildir. “Ben” “benim” ve “benimle”den başka
bir şey bilmez. Bu yolun tamâmı mahv ve yokluktur. Başlangıçta îman zayıf
olduğu için “Lâ ilâhe ilAllah” (Allah’tan CC. başka ilah yoktur) denir. Nihâyette,
îman kuvvetlendiği zaman ise “Lâ ilâhe illâ ente” (Senden başka ilah yoktur)
denir. Çünkü O’na (CC) hâzır ve şâhid olarak hitap edilir. Bu bâtınî bir
durumdur. Sır içinde bir sırdır. Nefes içinde bir nefestir. Bundan dolayıdır
ki, Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Sizin şu günlerinizde Allah-ü
Teâlâ’nın (CC) nefesleri, solukları vardır; dikkat edin, O’nun (CC) nefeslerine
taarruz etmeyesiniz!”
Ey münâfık! Söylediğimi anlamamayı
hakediyorsun; çünkü sen benim söylediklerimi yalanlıyorsun! Eğer söylediklerimi
akletmek ve anlamak istiyorsan, münâfıklığından tevbe et, amelinde ihlaslı ol,
dünyâya ve Mevlâ’nın (CC) dışındaki her şeye karşı zâhid ol. Bu işin başlangıcı
“Lâ ilâhe illAllah Muhammedün resûlullâh”tır. Sonu ise taş ve çamurun kişinin
nararında eşit olmasıdır. Taş ile halkın sevgilisi olan altını ve paralarını
kasdediyorum.
Allah’ın (CC) ismi ile ayağa kalk ve azmet. Ben
senin için ne bidâyet, ne de nihâyet görüyorum. “Lâ ilâhe illAllah Muhammedün
Resûlullâh”ı gerçekleştirememişsin. Onun şartlarını da yerine getirememişsin.
“Havâs” (özel kullar) ile berâber de değilsin ki, senin gözünde taş ile çamur
bir olsun. O halde sen nesin? Biz seni nasıl anıp sayalım? Senin ne evvelin
var, ne âhirin var! Benden seni sende olmayan şeylerle övmemi istiyorsun ki,
nefsin şımarsın, benden râzı olasın ve bana hediyeler getiresin! Sana “kerâmet”
(ikram) yok! Ben hakîkati söylerim ve kınayanın kınamasından da korkmam. Ben
halk ile Hâlık (CC) arasında, amel edenle etmeyen arasında, güçlü ve kuvvetli
duranla durmayan arasında “kerru ferr” (savaş oyunları) içerisindeyim, savaş
taktikleri ile davranmaktayım. Sen câhilsin. Bana senden yana bir şey yok. Bana
düşmanlığa kalkarsan helâk olursun. Bilmediğine düşman olanlardan olma. Bana
karşı câhil oldun ve bu sebeple bana düşmanlık ettin. Hakkımda hiçbir fikrin
yok, düşmanlığının sebebini de bilmiyorsun.
Ey oğul! Allah-ü Teâlâ (CC) eğer
sana bir zarar dokundurur veyâ bir musîbet verirse, onu yine O’ndan (CC) başka
giderecek başka biri yoktur. O halde niçin senin gibi âciz birine gidip de: “Şu
içine düştüğüm belâyı benden gider” diyorsun? Bunu O’ndan (CC) başka giderecek
kimse yoktur! Eğer mal kaybedersen veyâ aç kalırsan veyâ arkadaşlarından
dostlarından uzak kalırsan, kimse sana bir lokma veyâ bir zerre bir şey
vermezse ve dünyâ da bütün genişliğine rağmen sana dar gelirse, işte o zaman
bütün kalbinle herşeyden kesil; zîrâ bunların hepsi Allah-ü Teâlâ’dandır (CC) ve
bu musîbetlerin hiçbirini, O’ndan (CC) başka izâle edecek kimse yoktur. Onu
ancak oraya koyan kaldırır. Onu kim atmışsa kaldıracak da ancak odur. Bu
elbiseyi senin üzerinden çıkaracak olan, onu sana giydirendir.
Akıllı olun! Halkı ve sebepleri şirk
koşmayın. Bir tek Rab edinin, birçok değil. Bir şeyi kişinin emrine veren de,
başına musallat eden de, hâkim olan da, ferman veren de, fâil olan da ancak
O’dur (CC). O’nun (CC) kaderi, takdîri elinde hastalık olduğu halde gelir ve
senin âfiyet kapını çalar! Elinde sıkıntı, darlık olduğu halde gelir ve senin
bolluk kapını çalar! O’nun (CC) takdîri elinde gam ve hüzün olduğu halde gelir
ve senin ferahlık kapını çalar! O’nun (CC) takdîri elinde korku olduğu halde
gelir ve senin güven kapını çalar! Bütün bunlar O’ndandır (CC) ve bunları
O’ndan (CC) başkası da gideremez.
Dünyâ mü’minin zindanıdır; eğer mü’min ondan
kesilir, ayakları gideceği yere varırsa, mârifete ulaşırsa, o zaman zindanın
duvarı yıkılır ve önünde kapılar açılır. Kalbi palazlanır. Rabbinin (CC) ilim
semâsında uçar. Oradaki ruhlara katılır. Bu sizin anlayabileceğiniz bir şey
değildir. Sûfîler dünyâda oldukları halde, onların kalpleri ve ruhları, tıpkı
şehitlerin cennette yemek yedikleri gibi, Rablerinin (CC) fazl ve ikram
sofrasında yemek yer. İşte bu durumda onların halka ihtiyaçları kalkar. Bu
duruma ulaşan kimse “kalp meliği” olur. Onlar dünyâda da, âhirette de
meliktirler. Dünyâda da, âhirette de reistirler.
Ey câhil! Ey dinarın ve dirhemin
münâfığı! Ey halkın övmesi ve yüceltmesi ile şımaran! Sen övgünün, yüceltmenin
ve bağışın kulusun. Eğer kalbin olsaydı hâline ağlardın.
“İnnâ lillâh ve innâ
ileyhi râciûn.”
Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm. Allah’ım (CC)! Sana
kulluğu hakkıyla yerine getirme rızkıyla bizi rızıklandır. Seni talep etmede
sadâkatle bizi rızıklandır. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve
cehennem azâbından bizi koru.”
www.GAVSULAZAM.de
Kaynak:
Gavsulazam Abdulkadir-i
Geylani (KSA),
Cilâü’l-hâtır
fi’l-bâtın
ve’z-zâhir
|