|
Yazıklar
olsun sana ey zengin! Zenginliğin şükrünün sâdece “el-hamdü lillâhi
Rabbi’l-âlemîn” demek olduğunu zannetme. Zenginliğin şükrü fakirlere ondan
haklarını dağıtman ve farz olan zekatı fakirlere ödemendir. Sonra mümkün olduğunca
yine onlara yardım et. Malından onlara karşılıksız ve minnetsiz bir şekilde
dağıt; çünkü minnet kalplere eziyet verir ve iyiliği kirletir. Fakirlerin çoğu
fakirlik ateşine katlanır, fakat minnete tahammül edemez. Vereceksen minnetsiz
bir şekilde ver, aksi halde verme. Allah-ü Teâlâ’nın (CC): “Ey îman edenler!
Sadakalarınızı minnet ve eziyet ile bâtıl (geçersiz) hâle getirmeyin”buyruğunu işitmedin mi? Sadakanın bâtıl hâle gelmesi demek, onda sevâbın
kalmaması demektir. Minnet altında bırakan kişi malını da, sevâbını da
kaybeder. Kalbini karartır. Zîrâ minnet şirktir. Mü’min verir ve minnet altında
bırakmaz. Aksine, başkalarına vermeyi kendisine nasip ettiği için Allah’a (CC) şükreder.
Hakîkatte verenin kendisi değil, Allah-ü Teâlâ (CC) olduğuna inanır. İnanır ki,
Allah-ü Teâlâ (CC) “Vâhid”dir (birtektir), şerîki ve ortağı yoktur. O’ndan (CC)
alır ve verir. İnanır ki, elindeki malı mülkü kendisine veren O’dur (CC);
kendisi de O’ndan (CC) alan ve başkalarına dağıtan bir vâsıtadır.
Ey
zenginler! Ey bolluk içindekiler! Zenginliğiniz sizi aldatmasın. Şımarmayın ve
zenginliğinizle fakirlere karşı kibirlenmeyin. Aksi takdirde bu sizin fakirliğe
düşme sebebiniz olur. Ve sizler ey gençler! Gençliğiniz, güç ve kuvvetiniz sizi
aldatmasın. Gençliğiniz Rabbinize (CC) karşı günah işlemenize desteğiniz
olmasın. Günahlar sizin “din bedeni”niz için birer oktur. Günahlar sizin “din
etleri”nizi, sağlığınızı ve zenginliğinizi yeyip bitiren vahşî hayvanlardır. Ne
güzel demişler:
***
Bir nîmet içindeysen, onu koruyup gözet,
Zîrâ günahlar sebebiyle kaybolur nîmet.
***
Benim yanımda hüsn-i zanla ve töhmeti bırakmış bir
şekilde bulunun. Evinize döndüğünüzde de bu sözü hatırlayın ve unutmayın. Ölümü
ve sonrasını tezekkür edin. Geceyi ibâdetle geçirin ve kalbinizle Rabbinizin (CC)
huzûruna durun. Oruç tutun, zîrâ oruç kalbin nûrudur; özellikle iftarınız helâl
lokma ile olursa. Bir şey vermedikçe bir şeye kavuşamazsınız. İlim ve hikmet
erbâbı nîmeti terketmeden nîmete kavuşulamayacağı husûsunda hemfikirdirler.
Sâlih bir kimsenin kırk sene boyunca sâdece secde
hâlinde iken uyuduğu, secdesinin (seccâdesinin) onun yatağı, yorganı ve yastığı
olduğu anlatılır. İşte bu, dünyâya karşı “zâhid” (isteksiz), âhirete karşı
“râgıp” (istekli) olanın, ölümden ve hesaptan korkanın, halka ve onların
elindekine karşı zâhid ve Hâlık’a (CC) karşı râgıp olanın, Hakk’ın (CC) indinde
olanı takdir edenin, O’na (CC) ibâdeti bilenin ve O’nun (CC) uğrunda nefsiyle
mücâhede edenin hâlidir. Allah-ü Teâlâ’yı (CC) tanıyan O’nu (CC) sever. O’nu (CC)
seven O’na (CC) muvâfakat gösterir.
Ey oğul! Bu dünyâyı ne yapacaksın?
Ona yönelirsen onunla meşgul olursun, sırt çevirirsen onu özlersin; ondan aç
kalırsan zayıflarsın, doyarsan ağırlaşırsın. Sizden onunla en iyi olanınıza
bile hastalıklar, dertler, gamlar ve sıkıntılar gelir. Allah-ü Teâlâ’ya (CC) itâat
yolunda harcamanın dışında dünyâda hayır yoktur.
Nefis câhildir; onu eğitin. O kötü edeplidir; ona
edep öğretin. Dert ile devâyı, helâl ile haramı, kendisine faydalı olanla
zararlı olanı ayırt edemez. Rabbi (CC) ile çekişmekten de geri durmaz. Ona
şehvet ve zevkten bir lokma bile yedirmeyin. Ona hakkı olan kuru ekmeğin
dışında bir şey vermeyin, yâni devamlı vermeyin. Buna râzı olduğu zaman ona
dağlardaki otlardan yedirin; böylece o ekmeği her şeyiyle kabullensin ve ona
gönül hoşnutluğu ile dönsün. Eğer râzı olur ve sükûnete ererse şerri gitmiştir;
rızkı, kısmeti ona verilir. Zîrâ size Rabbinizden (CC) ferman gelmiştir: “Nefislerinizi
öldürmeyin; Allah (CC) size karşı merhametlidir.”
İşte o zaman o nefse şöyle denir: “Ey “mutmain” (huzura ermiş) nefis! Râzı
olmuş ve râzı olunmuş olarak Rabbine (CC) dön.”
Böyle olan bir kimseye kısmeti iâde edilir. “İlim” (kader) ona nasîbinden
istifâde etmesini emreder. Kısmeti ona kesilmeksizin verilir. İşte o zaman
nîmetlere karışması ona zarar vermez. Bu faydalanma onun için sadrında (iç
dünyâsında) bir “inşirâha” (iç rahatlamasına), kalbinin aydınlanmasına ve safâ
bulmasına vesîle olur. O, doktorun kendisini yemekten koruyup, âfiyet buluncaya
kadar faydalı gıdâ ve içeceklerle beslediği hasta gibi olur. Hasta iyileştikten
sonra doktor ona çeşit çeşit yemekler yemesini söyler, onu bir yemekten diğer
yemeğe gönderir. O zaman yediği yemekler onun için devâ olur ve bedenini
kuvvetlendirir. İşte bunun gibi, bu zâhid işin sonunda kısmeti olan nîmetlerden
istifâde ettiğinde, bu onun dîni için bir âfiyet, bir sıhhat ve kalbinde ve
sırrında bir nur olur.
Allah’ım (CC)! Bizi senden başka her şeye karşı
zâhid ve her hâlinde sana karşı istekli olanlardan eyle. “Bize dünyâda da,
âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.” (Âmin)
www.GAVSULAZAM.de
Kaynak:
Gavsulazam Abdulkadir-i
Geylani (KSA),
Cilâü’l-hâtır
fi’l-bâtın
ve’z-zâhir
|