|
Ey Allah’ın (CC)
kulları! Hikmet
dünyâsında bulunmaktasınız; vâsıtasız bir şey yapamazsınız. O halde,
Mâbudunuzdan, kalp hastalıklarınızı tedâvi edecek bir tabip, size yol
gösterecek bir delil, bir rehber isteyin. O kişi elinizden tutsun da sizi
Hakk’a (CC) yakınlaştırsın. O’nun (CC) coşkunluğuna götürsün. O’nun (CC) kurbiyetinin
perdesine, kapısının bekçilerine ulaştırsın.
Sizler nefislerinize, hevâ ve heveslerinize hizmet
etmeye râzı oldunuz. Nefislerinizi râzı etmeye, onu dünyâ ile doyurmaya
çabalıyorsunuz. Oysa, saatler geçtikçe, günler ilerledikçe, aylar tükendikçe,
yıllar geride kaldıkça elinizde dünyâdan hiçbir şey kalmayacaktır. Ölüm size
gelecektir. Onun elinden kurtulmaya ise gücünüz yetmeyecek.
O (CC) sizi gözetlemekte de haberiniz yok! O’nun (CC)
bakışlarını göremiyorsunuz; oysa O (CC) tam karşınızda duruyor. O (CC) çok
yakında sizin sâhanıza iner: Cezâlarınızın, hayâtınızın karşılığının verildiği
sâhaya. Rûhun âhirete göçer, fakat cesedin koyun ölüsü gibi kalır. Birileri
sana acır da, senin cesedini, sürüngenler ve haşerât yemeden önce toprağın
altına koyar. Sonra ailen, eşin dostun senin malını mülkünü yeyip içer,
nîmetlenir; arkandan ya merhamet okurlar, ya da okumazlar!
Birçok hükümdarı düşmanları öldürüp, cesedini
defnetmeksizin, köpekler ve haşereler yesin diye, kasden arâziye
bırakmışlardır. Sonu böyle olan mülkten daha kötü bir mülk olabilir mi? Ne
güzel demişler: “Ölümle yok olan mülk mülk değildir; mülk o mülktür ki, ölümle
zâil olmaya.” Akıllı kimse ölümü düşünen ve kaderin getirdiğine râzı olandır.
Sevdiği şeylere şükreden, sevmediği şeylere sabredendir. Şehvetlerinizi ve
zevklerinizi düşündüğünüz kadar dinle ilgili hususları, ölümü ve sonrasını da
tefekkür edin.
Allah-ü Teâlâ (CC) kısmetlerin taksîmini bitirmiştir.
Kısmette ne zerre miktârı bir artma, ne de zerre miktârı bir azalma olur. Hz.
Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Allah-ü Teâlâ (CC) yaratma, rızık ve
ecel husûsunda işleri bitirmiştir; kıyâmete kadar olacaklar husûsunda kalem
kurumuştur.”
Taksim edilmiş şeyle meşgul olmayın. Böyle bir meşgûliyet oyun ve ahmaklıktır.
Bütün işlerinizi O (CC) düzenlemiş ve belli olan vakitlerine göre yazmıştır.
Nefis mücâhedeye râzı olmadığı müddetçe bu söylenenlere inanmaz. Mutmain
olmadan önce hırsı ve inadı bırakmaz. Buna ancak dille, yâni kuru bir dâvâ
olarak inanır.
Akıllı olun! Size söylediğim şeylerle
süslenin. Takdir olunan, mukadder olan şeyleri taleple iştigâl etmeyin; onlar
size zâten gelecek. Allah-ü Teâlâ’nın (CC) takdir ettiği ve yazdığı belli
vakitte gelecek. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Bir kul: ‘Allah’ım
(CC), beni rızıklandırma!’ dese dahi Allah-ü Teâlâ (CC) onu rızıklandırır.”
Sivrisineğin ısırması da Allah’tandır (CC), bakla da Allah’tan (CC) gelir.
Bunların hiçbirisi mahluktan değildir.
Ey müşrik!
Tevhîd nerede, sen neredesin?
Ey pis
bulanık! Safâ nerede, sen neredesin?
Ey
hoşnutsuz! Rızâ nerede, sen neredesin?
Ey halka
şikâyette bulunan! Sabır nerede, sen neredesin?
Senin bu dînin daha önce geçmiş olan sâlihlerin
dîni değil!
Birisinin başkasını gördüğü halde “Allah, Allah”
dediğini işittiğimde kupkuru kesiliyorum. Ey
Allah’ı (CC) zikreden kimse! Sen O’nun (CC) yanındasın. O’nu (CC) başkasının
yanında ne dilinle, ne de kalbinle zikret. Halktan O’nun (CC) kapısına kaç.
Kalbinden dünyâyı, âhireti ve O’ndan (CC) gayrı her şeyi çıkar. Sonra kalp, sır
ve mânâ dilinle O’nu (CC) zikret. Daha sonra da zâhir dilinle O’nu (CC) zikret.
Yazık sana! Ne de çok “Allah-ü Ekber”
diyerek yalan söyleyeceksin? Halbuki senin indinde “ekber” (en büyük, en
önemli) olan şey ekmek! Senin indinde ekber olan, katıklı ekmek ve et! Senin
indinde ekber olan, yakınlarının zenginliği! Senin indinde ekber olan,
sokağının bekçisi, şehrinin vâlisi! Senin indinde ekber olan, memleketin
sultânı, idârecisi! İşte bütün bunlardan korkuyor ve bunlardan bir şeyler
umuyorsun. Onlara yağcılık yapıyorsun. Onlardan saklanıyorsun. Elbisen seni
örtüyor ama bütün kabahatlerin Rabbine (CC) açık ve seçik görünüyor. Önemli
işlerinde onlara îtimat ediyorsun. Faydada ve zararda, atâda ve ihsanda hep
onları görüyorsun. Bu konularda sizinle çekişecek, iddiâlaşacak olsaydım dinde
iflas ederdiniz; ne müslümanlığınız kalırdı, ne mü’minliğiniz.
Uzaklık perde olur, yakınlık ise perdeyi çekip
yırtar. Mukarreb her şeyi bilir, fakat gizler. Kendisinde galebe hâli olmadığı
müddetçe gizli şeylerden bahsetmez. Kulları üzerine “Settâr” (örtücü) olan Allah-ü
Teâlâ’yı (CC) tenzih ederim. Diğer kullarının ahvâlini (hallerini) “havâs”
kullarına bildirip, sonra onları örtmeyi ve gizlemeyi emreden Allah-ü Teâlâ’yı (CC)
tenzih ederim.
Ey cemâat! Gücünüz yettiğince dünyâ
işlerini bırakın. Yakında ayrılacağınız şeylere rağbet etmeyin. Mü’min, elinden
gelse yemek, içmek ve giyinmek gibi hususlarda bile zâhid olur; elinden gelse
nefsinden, hevâ ve hevesinden soyunup sıyrılır: O Rabbinden (CC) başka hiçbir
şeyi talep etmez. Mâlâyânî konuşmaktan dilinizi tutun. Rabbini (CC) zikretmeyi
artırmaya bakın. Evlerinize girin, zarûret dışında, mecbur olmadıkça vayâ
cemâatle namaz kılmak, zikir meclisine katılmak gibi durumlar dışında dışarıya
çıkmayın. Mesleğini evinde icrâ etme imkânı olanlar öyle yapsın.
Vah sana! İtaat etmediğin halde, Allah-ü
Teâlâ’ya (CC) muhabbet dâvâsında bulunuyorsun! O’nun (CC) muhabbeti, emirlerine
sarılıp nehiylerinden kaçtıktan, verdiğine kanaatkâr, kaderine râzı olduktan
sonra gerçekleşir. Ancak bunları yaptıktan sonra O’na (CC), verdiği nîmetler
dolayısıyla muhabbet duyarsın. O’nu (CC) karşılıksız seversin. O’na iştiyak
duyarsın. Muhib, Cenâb-ı Hakk’ı (CC) dili, uzuvları, kalbi ve sırrı ile zikreder.
Muhib bu zikirde fânî olunca Cenâb-ı Hakk (CC) onunla halka karşı övünür, onu
halktan seçip ayırır. O Hakk’ta (CC) hak olur. Kul gider, “Evvel, Âhir, Zâhir
ve Bâtın” olan kalır. Hem O’na (CC) muhabbet iddiâsında bulunuyorsun, hem de
O’nu (CC) halka şikâyet ediyorsun! O’na (CC) muhabbet iddiânda yalancısın. O’nu
(CC) bolluk hâlinde iken seven, darlık hâlinde O’ndan (CC) şikâyette bulunmaz!
Fakirlik kokuşmuş, ham bir kalbe girdiği zaman onu
ne îman ne de îkan eksiltebilir. Hoş, onun sohbetinde küfür de olur ya!
Fakirlik ancak sabırlı, vera sâhibi mü’min için uygun olabilir. O nasıl sabırlı
olmasın ki, dünyâ onun zindanıdır. Siz hiç zindanda olup da zindanda kalmayı
isteyen kimse gördünüz mü? Mü’min dünyâdan çıkmak ister. Ondan kurtulmak ister.
Onunla nefsi arasında düşmanlık vardır. Nefsinin aç, susuz, çıplak kalmasını,
zelil olmasını arzu eder, tâ ki, nefis, itâatte ona yardımcı olsun. Dolayısıyla
fakirlik mü’mine uygun düşer ve ve ona karşı ancak o sabırlı olabilir. Ey
hurmacı! Hurmanı sakla ki, daha sonra bulabilesin.
Yazık sana! Beni istediğini iddiâ
ediyorsun ama benden kaçıyorsun! Daha böyle ne kadar zaman geçireceksin? Duvarı
terbiye edebilir misin? İhlassız amelleri ıslah edebilir misin? Yarım kalmış
işleri, bâtını olmayan zâhiri, Hâlık tanımayan halkı, âhireti olmayan dünyâyı,
ilimden yoksun ibâdet gayretlerini ıslah edebilir misin? Birçok âbid “ilmi”
(hükmü) kazâ ve kaderi bilmeden, gece gündüz ibâdet ediyor, şerîatten
habersizce hakîkatten bahsediyor da zındıklaşıyor! Bundan dolayı denmiştir ki:
“Şerîatin şâhitlik etmediği her hakîkat zındıklıktır.” Bu sözün esâsı, temeli
bu “Kelâm”ın (Kur’ân’ın) hükümlerini yerine getirmektir. Binâ ancak o zaman
kurulabilir.
İstiğfârı ve tevbeyi çokça yapın! Bu ikisi, hem
dünyâ, hem de âhiret işlerinin iki büyük aslıdır. Bundan dolayıdır ki, Nûh (AS)
kavmine istiğfâr etmelerini emretti, bunun karşılığında da onlara “mağfireti”
(bağışlanmayı) ve dünyânın onların emirleri altına, hizmetlerine verilmesini
vaad etti. O (AS) kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Rabbinize (CC) tevbe
edin. O (CC) “Gaffâr”dır (çok çok bağışlayıcıdır). Gökten size bol bol yağmur
yağdırır. Mal mülk ve çocuklarla sizi destekler. Size “cennetler” (bahçeler) ve
nehirler verir.”
Günahlarınızdan tevbe edin. Koştuğunuz şirklerden vazgeçerseniz, O (CC) sizi
dünyevî ve uhrevî bütün muratlarınıza erdirir.
Babanız Âdem (AS)’ın günâha düştüğü gibi siz de
günâha düştünüz; o halde O’nun (AS) tevbe ettiği gibi siz de tevbe edin. O (AS)
ve zevcesi Havvâ (AS) Rablerinin (CC) yemelerini yasakladığı ağacın meyvesini
yediklerinde, cezâları O’ndan (CC) uzak kalma oldu. Onlara bahşettiği ikram
elbiselerini onların üzerinden soydu aldı; onları çırılçıplak bıraktı. Onlar
cennet ağaçlarının yapraklarından kendilerine örtü yaptılar. Fakat yapraklar
kuruyup döküldü, yine çırılçıplak kaldılar. Sonra yeryüzüne indirildiler,
kovuldular. İşte bütün bunlar günahın ve muhâlefetin getirdiği felâketler
sebebiyle oldu. Günah oku onların bedenlerine battı ve onları uzaklara düşürdü.
Allah-ü Teâlâ (CC) onlara tevbe ve istiğfârı telkin ve ilham etti. Bunun
üzerine tevbe ve istiğfâr ettiler. Allah-ü Teâlâ (CC) da onların tevbesini
kabul etti ve onları bağışladı.
Bana düşmanlık eden de, bana muhabbet besleyen de
benim nazarımda birdir. Benim için yeryüzünde ne bir dost, ne de bir düşman
kalmıştır. İşte bu durum ancak tevhîd sapasağlam olduğunda ve halkı acziyet
nazarıyla gördüğünde olur. Ancak yine de Allah-ü Teâlâ’ya (CC) karşı takvâ
sâhibi olan kimse benim dostum ve ahbâbım, O’na (CC) âsî olan kimse de benim
düşmanımdır. Bu îmanımın dostudur, o da îmanımın düşmanıdır.
Allah’ım (CC)! Beni bu hâle ehil kıl. Beni bu halde
ve bu hâli de bende sâbit-kadem kıl. Bu hâli bana bir mevhibe ve bağış kıl, onu
benim için iğreti ve geçici bir durum yapma. Sen biliyorsun ki, ben Senin
dîninin ve irâdenin ipini eğiriyorum. Ben sâdece Senin rızân için
Muhammedîlere, sırf Senin rızânı umarak Senden başka her şeyden yüzçevirmiş
zâhidlere hizmet ediyorum. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve
cehennem azâbından bizi koru.”
www.GAVSULAZAM.de
Kaynak:
Gavsulazam Abdulkadir-i
Geylani (KSA),
Cilâü’l-hâtır
fi’l-bâtın
ve’z-zâhir
|