|
Halka karşı zâhitliği sağlam olan kişiye halkın
rağbeti de sağlam olur, düzgün olur. Halk o kişinin kelâmından ve ona bakmaktan
istifâde eder. Eğer bu kalbin halka karşı ve sırrın da kurbiyet hâriç Hakk (CC)
katındaki her şeye karşı zühdü sağlam olursa, kurbiyet öylesi kimselerin
dünyâda dostu ve âhirette de arkadaşı olur.
Eğer sen halka Allah’ın (CC) ilmini ve O’nun (CC) mârifetini
öğretirsen, onların sıfatlarını görmezsin. Gözünde cin de, insan da, melek de
kaybolur. Kalbin başka bir sıfatla donanır. Böylece, sırrın da Âdemoğlunun
özelliği olan vücût kabuklarından kurtulur. Hüküm (ilim) gelir, üzerinde gömlek
olur. Yeryüzünde sen kendi işlerinle, Rabbinin (CC) ve O’nun (CC) halkının
işleriyle karışır gidersin. İlâhî, rabbânî bir ilim gelir, sırrının ve kalbinin
üzerinde bir gömlek olur.
Manastırında, zâviyende cehâletle uzlete çekilme.
Cehâlet ile uzlete çekilmek tam bir fesattır. Bunun için Hz. Peygamber (SAV): “Önce
dînîni iyice öğren, sonra uzlete çekil”
buyurmuştur. Yeryüzünde kendisinden bir şeyler beklediğin, ya da bir
şeylerinden koktuğun kimseler olduğu halde senin zâviyende inzivâya çekilmen
uygun değildir. Allah-ü Teâlâ’dan (CC) başka bir varlıktan korkman aslâ doğru
değildir. İbâdet âdeti terketmektir. Âdet ibâdete dönüşmelidir. Dünyâ, âhiret
ve halk ile alâkadar olmayı talep etmeyin. Cenâb-ı Hakk (CC) ile alâkadar olun.
Kendinize boşuna süs vermeyin! “Tenkitçi” görüyor! Sizden sâdece huysuzluk ve
tartışma çıkıyor. Siz ancak kendinize süs vermeyi biliyorsunuz; bunu bırakın.
Bunu bir şey sanmayın. Sizden ancak körüğe girmiş ve fesattan temizlenmiş
ameller kabul edilir. Bu işi kolay sanmayın!
Sizden pek çok kimse ihlaslı olduğunu iddiâ eder,
halbuki onlar münâfıktır. İmtihan olmasaydı iddiâcılar çoğalırdı. “Hilim”
(yumuşaklık) iddiâ edeni biz gazap ile imtihan ederiz. Cömertlik iddiâ edeni
biz ondan bir şeyler isteyerek imtihan ederiz. Her kim bir şeyi iddiâ ederse,
biz onun zıddıyla o kimseyi imtihan ederiz.
Kul dünyâyı ve âhireti terkeder ve mâsivâdan
çıkarsa, onun kalbi Rabbinin (CC) kurbiyetini, ihsânını ve lutfunu kazanır. Onu
yeme, içme, giyinme derdi veyâ dünyâlık her hangi bir sıkıntı almaz. Onun kalbi
bunlarla iştigal etmekten uzaktır.
Yazık size,
bedelsiz olarak bir şeyler almayı istiyorsunuz! Böyle, elinize bir şey geçmez;
bedelini ödeyin, malı alın. “Yorulan kazanır”. Dünyânın hüznüne ve sıkıntısına
katlanın ki, âhiret farahlığını elde edesiniz. Peygamberiniz Hz. Muhammed (SAV)
çok hüzünlü idi. Dâimâ tefekkür hâlinde olurdu. Çok çok ibâdet etti de geçmiş
ve gelecek bütün hatâları affedildi. O, bâzan halk üzerinde, bâzan Hâlık (CC) üzerinde,
bâzan da kendisinden sonra ümmetinin başına gelecekler üzerinde tefekkür
ederdi.
Hasan-ı Basrî (RA) (v. 110/728) evinden dışarı
çıktığında kabirden fırlamış gibi görünürdü, yüzünde hüzün ve mücâhede eseri
olurdu. Mü’min, Rabbiyle (CC) mülâkî oluncaya kadar hüznü kendisine huy edinir.
Sûfîler, kendilerine halka konuşma izni verilinceye kadar dilsizliği elden
bırakmazlar. Bundan sonra halkın ve sâlih müridlerin arasına karışarak onlarla
sohbet ederler ve muratlarına ulaşmada onlara rehberlik ederler. Onlar tam bir
nâtık, hatip olurlar. Kalpleri halka meyledecek olursa, onlara Hakk’ın (CC) kıskançlığı,
kabzası ve yuları gelir. Özür dileyip tevbe edinceye kadar onların ardından
kapılar kapatılır. Tevbeleri gerçekleşince kapı onlara tekrar açılır ve
kalpleri ile tekrar yakınlaşırlar.
Ey kalpleri
ölü olanlar!
Ey dünyânın ve sultanları köleleri! Ey zenginlerin, pahalının, değerlinin
kulları! Benim yanımda ne işiniz var? Yazık sizlere! Bir buğday tânesinin
değeri bir dinar olsa bile beni ilgilendirmez. Mü’min, yakîni ve Rabbine (CC) tevekkülü
kuvvetli olduğu için rızık sıkıntısı çekmez. Kendini mü’minlerden saymayasın,
onlardan ayrıl. Beni sizin aranızda tutan ne yücedir! Ne zaman kanatlarım
uzasa, kudret eli gelir ve onları budar. İlim kanadı ne zaman uzasa, hüküm
makası gelir ve onu keser.
Sözlerimi ve nasîhatlerimi dinleyin; onlar tevhîde
götürür. Evliyânın ve sıddıkların sözüne kulak kesilin. Onların sözü Allah-ü
Teâlâ’dan (CC) gelen vahiy gibidir. Onların konuşması O’ndandır (CC). O’ndan (CC)
emir alırlar. Onlar âleme ve câhiller üzerine memurdurlar. Sen boş bir
hevessin. Sözlerini kitaplardan çıkarıyor ve konuşmanda onları kullanıyorsun.
Kitapların kaybolsa ne yaparsın? Ya da onlar yansa? Ya da o kitabı ışığında
okuduğun lamba sönse? Ya da testin kırılsa ve ondaki su dökülse? Çakmaktaşın,
kibritin, pınarın hani nerede? Kim ilim öğrenir, öğrendikleriyle amel eder ve
amellerinde de ihlaslı olursa onun çakmağı da, pınarı da kalbinde olur. Onun
kalbine Allah’tan (CC) bir nur olur. Kendisini de, etrâfındakileri de onunla
aydınlatır. Ey laklakın çocukları, ey telif edilmiş kitaba bağlı olanlar, ey
ellerinde nefis ve hevâyı tutanlar! Bundan vazgeçin!
Yazık
sizlere!
Kaderle çarpışıyorsunuz ama öldürücü darbeyi siz yiyorsunuz. Tehlikeye
giriyorsunuz ama yazı değişmiyor! Sizin çabalamanızla kader ve hüküm nasıl
değişir ki! Müslüman ve “müsellem” (selâmette) olun. Allah-ü Teâlâ’nın (CC): “Onlar
ki, âyetlerimize îman ettiler ve “müslüman” (teslim) oldular”
buyruğunu işitmediniz mi? İslâm’ın hakîkati “istislâm”dır, yâni kendini teslim
etmeye çalışmaktır. Sûfîler, “niçin-nasıl”ı, “yap-yapma”yı unutarak,
kendilerini Rablerinin (CC) önüne atmışlardır. “Havf” (korku) ayakları üzerinde
dikildikleri halde her çeşit tâati yerine getirirler. Bu sebepledir ki, Allah-ü
Teâlâ (CC) onları şöyle vasıflandırmıştır: “Verdiklerini kalpleri ürpererek
verirler.”
Emirlerime yapışırlar, nehyettiklerimden uzak dururlar, belâlarıma sabrederler,
ihsanlarıma şükrederler ve kalpleri benden ürperti ve korku içindedir.
Ey dünyâya
ve sıfatlarına aldanmış! Yakında safân kedere (sevincin hüzüne), zenginliğin
fakirliğe, kuvvetin zaafa dönüşür. Hiçbir şeyine aldanma. Zikir meclislerine
sürekli gitmeyi ihmal etme. İlmiyle amel eden şeyhlere karşı hüsn-i zan besle.
Onların dediklerine kulak ver. Mürîdin şeyhi ile birlikteliği sağlam olursa,
şeyh kalbindeki mârifet taâmından ve şarabından onu, kuşun yavrusunu beslediği
gibi besler.
Ey mürîdler! Kalbinizden halkı çıkarıp
temizleyin ki, acâiplikleri göresiniz. Yarın cennet ehline şöyle denecek:
“Cennete girin!” Bugün ise, Allah-ü Teâlâ (CC) hâs kullarının kalbini dünyâdan,
cennetten ve mâsivâdan fâriğ olduğunu görünce onlara şöyle hitap eder:
“Kurbiyet cennetime istediğiniz zaman girin!”
Yazık
sizlere!
Rabbinize (CC) karşı çekişmesi husûsunda nefislerinize muvâfakat etmeyin. Sizin
en azılı düşmanınız içinizdeki nefislerinizdir. Onu ne zaman doyurmaya,
sulamaya, beslemeye kalkarsanız sizi yer, açgözlü, yırtıcı bir hayvan olur.
Onun hazlarını ve isteklerini kesin. Ona hakkını verin: Ona bir dilim ekmek
parçası ve önünü arkasını kapatması için bir elbise yeter. Bu zâten Allah-ü
Teâlâ’ya (CC) itâatin de gereğidir. Ona de ki: “Allah-ü Teâlâ’ya (CC) itâat
edinceye, oruç tutuncaya, namaz kılıncaya ve tâat ve ibâdet husûsunda
emrettiğim şeyleri yapıncaya kadar sana hakkını vermeyeceğim.” Onunla sıkı sıkı
münâzara et. Bu duruma devam edersen onun şerri ölür, hayrı kalır. İşte o zaman
ona helalînden ve kâfî miktarda yedir. Ondan sakın emin olma; nifâk onun merâkı
ve zevkidir. O insanların övgüsünü duymak için namaz kılar, oruç tutar,
meşakkatlere katlanır, mahfillerde zikir yapar. İyi bilin ki, felâha erdireni
göremeyen felah bulamaz. Mü’min kulun kalbi riyâ ve nifâk pisliğinden
temizlenince, onun iki rekatlik namazı, kalbini bunlardan temizlememiş kimsenin
binlerce rekatlik namazından daha hayırlı olur.
Ey münâfık! Bütün nifâkın
nefsindendir. Nefsini gıdâlarından kes ki, Hâlık’ına (CC) boyun eğsin ve şerri
gitsin. Nefis, salah bulabilmek ve kendisine yükleneni taşıyabilmek için
terbiye ve eğitim ister. O satın aldığın küçük bir taya benzer; küçük tay ne
seni, ne de yükünü taşıyabilir. Onu terbiye edip, yavaş yavaş yük taşımaya
alıştırırsan, bir müddet sonra yükünü de taşır, seni de dağlarda, çöllerde
gezdirir.
Sen nefsine âşıksın. Ona muhâlefet edemiyorsun.
Maamâfih, ölümün gelinceye kadar o seni her gün istediği her yere götürür.
İtâat ve ibâdet etmeyi hep ileriye attın. “Bugün tevbe edeceğim, yarın tevbe
edeceğim, Rabbime (CC) ibâdet etmek için ileride zaman ayıracağım, üzerimdeki
hakları ileride ödeyeceğim, ileride şöyle yapacağım, böyle yapacağım…” dedin
durdun. Sen bu başıboş aldatmacalar içerisinde iken ya ölüm gelirse? Ansızın
gelip seni götürürse? Ondan kurtulamazsın ki! Aleyhine yük olarak günahların,
borçların ve mâsiyetlerin kalmaz mı?
Yazık sana! Dinar üstüne dinar
biriktiriyorsun. Biriktirmenin sonu yok! Bütün bunlar senin için birer
akreptir, seni sokan yılandır. Dinar “dâr-ı nârdır (cehennemdir), dirhem dâr-ı
hemdir (sıkıntı kaynağıdır)”. Dünyâ meşgûliyet yeridir, âhiret ise korku
yeridir. Kul âhirete gittiğinde ya cennete gidecektir, ya da cehenneme!
Ey oğul! Ne olduğunu bilmediğin
şeyi yeme. Haram lokma kalbi siyahlaştırır. Harama sabredemeyen helâli nasıl
yemez? Ancak, nefsi, hevâsı ve şeytanı ile savaşan muhârip sabırlılar helal
yer.
Allah’ım
(CC)! Bize helal rızık ver. Haram ile bizim aramızı uzak et. Bize fazlından,
hayırından ve kurbyetinden rızık ver. Kalplerimizi, sırlarımızı ve bütün
uzuvlarımızı helal ile rızıklandır. (Âmin) “Bize dünyâda da, âhirette de
güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
www.GAVSULAZAM.de
Kaynak:
Gavsulazam Abdulkadir-i
Geylani (KSA),
Cilâü’l-hâtır
fi’l-bâtın
ve’z-zâhir
|