|
Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet olunmuştur: “Her
sanat için ehlinden yardım isteyiniz.”
İbâdet bir sanattır. Onun sâlih, gerçek, iyi bilen ehilleri ise amellerinde
ihlâslı, Allah’ın (CC) hükmünü bilen ve uygulayan, halk ile vedâlaşmış, nefsinden,
malından, yakınlarından ve bütün mâsivâdan kalp ve sır ayaklarıyla uzaklaşmış
kimselerdir. Onların bünyeleri şehirde halk arasında olsa da, kalpleri çöllerde
ve ıssız yerlerdedir. Onlar kalpleri terbiye oluncaya ve kalp kanatları
kuvvetlenip semâya uçabilir bir hâle gelinceye kadar bu halden vazgeçmezler.
Böylece kaygıları azalır, kalpleri uçar ve Hakk (CC) katında olurlar. Allah’ın (CC)
şu âyette belirtmiş olduğu kimselerden olurlar: “Onlar bizim indimizde
“mustafâ” (temizlenmiş, seçilmiş) imselerden ve “ahyâr”ndırlar (hayırlı, iyi
kimselerdendirler).”
Sırrına “emân” (emniyet) kitabı verilip, kalbiyle kurtuluşa erinceye kadar
mü’minin korkusu gitmez. Bu çok az kimsenin bileceği bir şeydir, halk
işlerinden değildir.
Yazık sana,
ey halkı şirk koşan! Arkasında oturanı olmayan kapıları daha ne kadar
çalacaksın? Kızgın olmayan, soğuk demiri daha ne kadar döveceksin? Aklın yok!
Fikrin yok! Tedbîrin yok! Yazık, yazık! Bana yaklaş, benim yemeğimden bir lokma
ye. Benim yemeğimden tatmış olsaydın, başkalarının yemeğine itlifat etmezdin.
Hâlık’ın (CC) yemeğinden tatsaydın, kalbin ve sırrın halkın yemeğinden
hoşlanmazdı. Bu iş kalplerde olur; elbisenin, derinin, kemiğin ötesindedir.
İçerisinde halktan birileri dolaştıkça, kalp sıhhat bulamaz, düzelemez. Kalpte zerre
kadar dahi dünyâ sevgisi bulunduğu müddetçe îman sıhhat bulamaz. Îman yakîne
(kesin bilgiye), yakîn mârifete, mârifet de ilme dönüşürse, işte o zaman sen Allah-ü
Teâlâ (CC) için çabalayan bir kimse olursun. Zenginlerin elinden alır,
fakirlere verirsin. Mutfağın sâhibi olursun, rızıklar senin sır ve kalp elinden
geçer.
Böyle olduğun müddetçe sana “kerâmet (ikram) yok, ey münâfık! Sen vera sâhibi, zâhid, Allah-ü
Teâlâ’nın (CC) hükmünü ve ilmini bilen bir şeyh eliyle temizlenmedin. Yazık sana! Hiçbir şeyin yok, ama bir
şey istiyorsun! Eline hiçbir şey geçmez. Dünyâ bile yorgunluklarla, çabalarla
elde edilirken, Allah-ü Teâlâ’nın (CC) indindekini elde etmek nasıl olur? Sen
nerdesin, Allah-ü Teâlâ’nın (CC) kitâbında kendilerini “Geceleri çok az
uyurlar ve seher vakitlerini de istiğfar ile geçirirler”
şeklinde çok ibâdetle vasfettiği kimseler nerede? İbâdetteki sadâkatleri
gerçekleşince onların başlarına “uyandırıcılar” konur; uyandırıcılar, onları
yataklarından kaldırırlar. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Allah-ü
Teâlâ (CC), Cebrâîl’e (AS) şöyle buyurur: ‘Ey Cibrîl (AS)! Falancayı kaldır,
falancayı da uyut’.”
Sûfîlerin Allah-ü Teâlâ’ya (CC) giden kalp adımları
uyanınca, rüyâlarında uyanıkken görmedikleri şeyleri görürler. Onların kalpleri
ve sırları uyanıkken görmedikleri şeyleri görür. Oruç tutarlar, namaz kılarlar,
nefislerini aç bırakarak mücâhede ederler ve dünyevî hedeflerden yüzçevirirler.
Her türlü ibâdette karanlıkları gider, aydınlığa ulaşırlar. Böylece cenneti
kazanırlar. Cenneti kazanınca onlara şöyle denir: “Bundan sonra Hakk’ı (CC) talep
etmekten başka yol yok!” Artık amelleri kalpleriyle işlemeye başlarlar.
Kalpleri O’na vâsıl olduğunda ise orada sapasağlam durur, hayat bulur. Ne
istediğini bilen kimse için Rabbine (CC) itâat yolunda harcadığı gayret ve
enerjinin bir önemi olmaz.
Mü’min, Rabbiyle (CC) mülâkî oluncaya kadar dâimâ
yorgun olur. Bundan dolayı Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Rabbiyle (CC)
karşılaşıncaya kadar mü’min için rahat yoktur.”
Yine O’ndan (SAV) şöyle rivâyet edilmiştir: “Mü’min vefat edip kabrine
konulduğu zaman Münker (AS) ve Nekir (AS) ona sorular sorar, o da cevap verir.
Rûhuna, Cenâb-ı Hakk’a (CC) yükselmesi ve O’na (CC) secde etmesi için izin
verilir. Onunla birlikte bir grup melek de bulunur. O Rabbine (CC) mülâkî olur.
Ondan perdeli olan şeyler ona açılır. Sonra cennette sâlihlerin ruhlarının
toplandığı yere götürülür. Onu karşılarlar, ondan kendi hâlini ve dünyâyı
sorarlar. Bildiklerini söyler. Sonra ona derler ki: ‘Filanca ne yapıyor?’ Der
ki: ‘O benden önce öldü!’ Derler ki: ‘O bizim yanımıza gelmedi! Lâ hevle ve lâ
kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm! O, Cehenneme atılmış olmasın?’ Sonra o
cennette otlayan ve arşın altında asılı bir kandile konan yeşil bir kuşun
kursağına konur.”
İşte bu, mü’minlerin çoğunun karşılanma şeklidir. Allah’ın (CC) selâmı ve
selâmeti onların üzerine olsun ve Cenâb-ı Hakk (CC) bizleri de onlardan
eylesin, onlar gibi yaşatsın, onlar gibi öldürsün. (Âmin)
Ey fakîrler! Ey türlü türlü
musîbetlere mübtelâ olmuşlar! Ölümü ve ölümden sonrasını düşünün. O zaman
fakirliğiniz ve müsîbetleriniz size hafif gelir. Dünyâya ve içindekilere vedâ
etmek kolaylaşır. Söylediklerimi dinleyin, çünkü bunu ben tecrübe ettim ve bu
yoldan ben geçtim. Sûfîler Rablerinin (CC) rızâsından başka bir şey
gözetmezler. Onlar cennetten kalktılar ve cennetin Hâlık’ının (CC) huzûrunda
durdular.
Sâdece Rablerinin (CC) rızâsını ve hoşnutluğunu
istedikleri için, onların yanları yatakta uzanmaktan nefret eder. Onların
kalpleri ile ailelerinin arası ayrılmıştır. Onların başına deli-divâne eden iş
gelmiştir. Dükkanlarını kapatmışlardır. Çölleri ve sahrâları mesken
tutmuşlardır. Sükûnları yoktur. Onların geceleri gece değildir, gündüzleri
gündüz değildir. Yanları yataktan nefret eder. Kalpleri kızgın tavadaki tâne gibidir.
Kalpleri ondan nefret eder ve kaçar. Tefekkür tavasındaki tâne… Muhâsebede,
münâkaşada, münâzaada olan tâne… İşte akıllı, zekî ve uyanık olanlar bunlardır.
Onlar dünyâyı da, içindekileri de tanımış olan kimselerdir. Onun hîlelerini,
büyülerini, sıkıntılarını ve onun kendi çocuğunu bile boğazladığını
bilmişlerdir.
Sûfîlere kalplerinden nidâ edilmiş ve onların
yanları da yataktan uzaklaşmıştır. Sûretleri duyduktan sonra, mânâları da
duymuştur onların. Kafeslerle birlikte kuşlar da duymuştur. Onlar Hakk’ın (CC) şu
kelâmını işitmişlerdir: “Bana muhabbet duyduğunu iddiâ edip de gece olunca
uyuyan kimse yalancıdır!” İşte bu yoklamadan, onlar utanıp mahcup olmuşlardır
da, gecenin karanlığında Rablerinin (CC) huzûrunda dikilmişlerdir. O’nun (CC) huzûrunda
ayaklarıyla saf tutmuşlardır. Gözyaşlarını yanaklarına doğru akıtmışlardır.
Kalp adımlarıyla O’nun (CC) yanına girmişlerdir. O’nun (CC) huzûrunda havf-u
recâ ayaklarıyla durmuşlardır; reddedilmekten korkarak, kabul edilme emniyetini
umarak.
Ey kavim! Ey Sûfîler! Bu açık hükme hizmet edin. Allah’ın
(CC) kitâbı ve Nebîsinin (SAV) sünneti ile amel edin. Amellerinizde ihlaslı
olun. Sonra O’nun (CC) lutuflarından, ikramlarından, kurtuluşlarından
göreceklerinizi bekleyin. Ey mahrumlar!
Ey firârîler! Ey sırtını dönmüş gidenler! Buraya gelin. Ey kaçaklar! Geri
dönün. Âfet oklarından kaçmayın. Onlar vehimden başka bir şey değil. Sebatkâr
olun! Onlara şer olarak sizler yetersiniz. Sizin başınıza sizden başka bir şey
düşmez! Sıddıkların göğüsleri onlara karşı kalkandır! Siz bu işin ehli
değilsiniz. Ne siz o âfetler içinsiniz, ne de onlar sizin için. Sizler
seyircisiniz. Sizler tebeasınız. Sizler sâdece bu topluluğun kalabalığını
artırıyorsunuz. Bir topluluğu kalabalıklığını artıran onlardandır.
Mü’minin üç gözü vardır:
1- Baş gözü: Onunla dünyâya bakar.
2- Kalp
gözü: Onunla
âhirete bakar.
3- Sır gözü: Onunla da Cenâb-ı Hakk’a (CC)
bakar.
Baş gözü dünyâ ile biter.
Kalp gözü âhiret ile biter.
Sır gözü ise hem dünyâda hem de âhirette Cenâb-ı
Hak (CC) ile berâberdir. Çünkü o dünyâda da, âhirette de O’na (CC) bakar.
Bu vasıfları hâiz bir mü’min ümran bir bölgede
olursa, o bölge halkı için o bir rahmettir. Şâyet orada böyle bir mü’min
olmazsa, üzerine yukarıdan ip sarkıtsalar bile, orası bölge yerle bir olur.
Bunu doğru bilin ve buna inanın. Nebîleri (AS) ve Resûlleri (AS) katleden,
onlara ve Rablerine (CC) düşmanlık eden câhiller gibi olmayın. Onlar rahmetten
uzaklaştırılmış, perdelenmiş, kovulmuş kimselerdir.
Allah’ım
(CC)!
Benim ve şu cemâ’atin tevbesini kabul eyle. Beni ve onları hidâyete ulaştır.
(Âmin)
Ey dünyâ nîmetleri ile nîmetlenenler! Çok yakında
nîmetlerinizden ayrılacaksınız. Şöyle diyen şâir ne gizel demiş: Ey Oğul:
***
Söz dinle mümkün olduğunca.
Bunu anlamazsan işte bu kayıptır, fevttir.
İstediğin kadar ye, istediğin gibi yaşa,
Herşeyin sonu ölümdür, mevttir.
***
Çok yakın zamanda malın da bitecek, gözün görmez
olacak, aklına halel gelecek, yemen içmen azalacak. Gözlerin can çeken şeyler
görecek, ama sen onları yiyemeyeceksin. Eşin dostun, çoluğun çocuğun sana
kızacak ve ölmeni isteyecekler. Üzerine gamlar, kederler atılacak. Dünyâ senden
uzaklaşacak, âhiret sana yaklaşacak. Şâyet senin sâlih amellerin olursa, o seni
karşılayacak ve seni bağrına basacak. Eğer böyle değilsen yerin kabir çukuru,
barınağın cehennem olacak. Bunlar boş değil! Hz. Peygamber (SAV) şöyle
buyurmuştur: “Gerçek hayat âhiret hayâtıdır”
ve bu sözü hem kendi kendine hem de Ashâbına (RA) karşı tekrar edip durmuştur.
Önümde ilim
öğrenin, ey câhiller! Bana uyun, çünkü ben doğru yola götürürüm. Beni
istediğini iddiâ ediyorsun ama neyin var neyin yoksa benden gizliyorsun;
iddianda yalancısın! Mürîdin, şeyhinin karşısında gömleği, külâhı, altını ve
malı mülkü olmaz. Onun sofrasından yer. Ne emrederse onu yer. O onda fânî
olmuştur. Onun emrini ve nehyini gözetler. Çünkü mürîd bilir ki, şeyhi eliyle
olan her şey Allah-ü Teâlâ’dandır (CC), onun lehinedir ve cesâretini artırmak
içindir. Eğer şeyhini itham edersen, onun sohbetine gitme. Onun sohbetinin sana
bir faydası dokunmaz. Hasta, doktora güvenmezse onun tedâvisinden şifâ bulamaz.
Ey oğul! Mâlâyânî ile meşgul olma;
ilgilenmen gereken şeyi kaçırırsın. Başkalarının hallerini, ayıplarını konuşman
mâlâyânîdir. Seni ilgilendirmesi gereken kendi hallerini düşünmektir. Nefis,
hevâ ve heves sâhibinin bütün konuşması kendi aleyhinedir, lehine değildir.
Tıpkı gece odun toplayan kimse gibi: Eline ne geçtiğini bilemez. Nefis mutmain
olur, hevâ ve hevesin heyecânı düşerse, o zaman akıl yeşerir, îman kuvvetlenir,
sükûn gelir. Hak ile bâtılı temyîz gücü gelir. O kimse bâtılı tutup atar,
hakkı, gerçeği konuşur. Sonra hüküm gelir, o da onunla amel eder. O’na (CC) tam
“kul” olur. Emrinde ve nehyinde Resûle (SAV) itâat eder. Çünkü O (SAV) Hakk’ın
(CC): “O (Peygamber) (SAV) sizi neyden nehyederse ondan uzak durun”
buyruğunu işitmiştir. Bil ki, Resûlullâh (SAV) emirden ve nehiyden ne getirdi
ise bunlar umûma şâmildir. Resûlullâh’ın (SAV) tâatlerdeki emirlerine yapışıp,
hatâlardaki nehiylerinden kaçınan kimse “müslim” ve “müttakî” olur. Böyle bir
kişi daha da ileri giderse ârif-billâh, âlim-billâh olur. O sessiz, sâkin ve
dikkat kesilmiştir, kalbine gelen hitâbı dinlemektedir. Onun yanında dâimâ bir
konuşan vardır. O dâimî bir suskunluk ve ferah içerisindedir.
Allah’ım (CC)! Bize kurbiyetinin lezzetini tattır.
Sana güzel duâlar etmeyi, seninle sevinmeyi nasip et. “Bize dünyâda da,
âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
www.GAVSULAZAM.de
Kaynak:
Gavsulazam Abdulkadir-i
Geylani (KSA),
Cilâü’l-hâtır
fi’l-bâtın
ve’z-zâhir
|