ESER HAKKINDA

ESERDEKİ DUA

HÂTİME

 
 
 
 

Kul nefsinden, hevâsından, irâdesinden ve halkı görmekten fânî olunca görüntüsü (bedeni) ile dünyâda olsa da mânâsı ile âhirette olur. Allah’ın (CC) ilminde (takdîrinde) ve onun elinin içinde olur. O’nun (CC) kudret denizinde yüzer. Hakk’tan (CC) korkanın korkusu şiddetlenince kalbi ona korkuyu unutmayı öğretir. Onu Hakk’a (CC) yakınlaştırır. Nefsini ona öğretir. Ona muştular verir. Yûsuf (AS)’ın kardeşi Bünyamin’e yaptığı gibi onun korkusunu sâkinleştirir:

Yûsuf (AS) kardeşlerine baktı. Bünyâmîn’i onlardan ayrılmış, tek başına yemek yerken gördü. Ona karşı rikkati (duygusallığı) arttı. Onları biraraya oturttu. Bünyâmin’in yanına yaklaştı. Onunla berâber yemek yedi. Yemek bitince ona gizlice:

-- Ben senin kardeşin Yûsuf’um, dedi.

Bünyamin (AS) sevindi. Sonra Yûsuf (AS) ilâve etti:

-- Seni hırsızlıkla suçlamak istiyorum. Bu imtihana sabret!

O ikisi arasındaki duruma diğer kardeşleri şaşırdılar. Daha önceden Yûsuf’u (AS) kıskandıkları gibi, Bünyâmin’i de kıskandılar. Hırsızlık ayıbının(!) ortaya çıkmasından sonradır ki, Bünyâmin’e ikram geldi, kardeşine yakınlaştı.

Mü’min de böyledir; Allah-ü Teâlâ (CC) onu velî edinince, onu belâlarla ve türlü âfetlerle imtihan eder. Eğer sabır gösterirse onu ikramlarla, kendine yakınlık ile diğer insanlardan ayırır.

Ey oğul! Emirler karşısında tam bir vefâ örneği göster. Nehiyler karşısında ise hasta gibi ol. Belâ ve takdir karşısında ise sus ve kaybol! Fayda sana geri dönüp, zarar senden defedilinceye kadar ölü gibi ol. Muhib, Hakk’a (CC) nisbetle duyan ve görendir, fakat halka nisbetle sağır ve dilsizdir. Şevk ve iştiyak beş duyuyu kapladığında onun kalıbı halk ile olur, fakat mânâsı Hakk (CC) iledir. Ayakları yeryüzündedir, fakat himmeti semâdadır. Niyeti ve tasası kalbindedir onun; halk onun kalbini göremez. Onun ayaklarını görebilirler, ama “himmet”ini (niyetini) ve “hümûm”unu (tasasını) göremezler. Çünkü onlar aynı zamanda Hakk’ın (CC) hazînesi olan kalp hazînesindedir.

Bu hâl nerede, sen neredesin, ey yalancı? Sen ancak malınla, çoluk çocuğunla, makam ve mevkin ile, halkı ve sebepleri şirk koşarak ayakta durabiliyorsun. Buna rağmen Hakk’a (CC) yakın olduğunu iddiâ ediyorsun! Yalan zulümdür; çünkü aslında zulüm bir şeyi asıl mevkiinden başka bir yere koymaktır. Yalancılığının felâketi sana dönmeden önce yalancılıktan tevbe et. Sûfîlerle otur; zîrâ onlar bir kimseye nazar ederler ve himmetlerini ona yöneltirlerse o kimseyi severler. Bu kimse ister bir Yahudî, ister bir Hıristiyân, isterse bir Mecûsî olsun. Eğer o, müslüman ise onun îmânı, yakîni ve sebâtı daha da artar; müslüman değilse, Allah-ü Teâlâ (CC) onun sadrını İslâm’a açar.

Ey Hakk’tan (CC) ve sâlihlerden gâfil kullar! Mal mülk, çoluk çocuk sizi Hakk’a (CC) yakınlaştırmaz. Sizi O’na (CC) yakınlaştıran ancak takvâ ve sâlih ameldir. Kâfirler malları ve yakınları vâsıtasıyla sultanlara ve hükümdarlara yakınlaşıyorlar ve şöyle diyorlardı: “Eğer Allah-ü Teâlâ (CC) dilerse, kıyâmet günü bu yaptığımız gibi mallarımız ve çocuklarımızla O’na (CC) yakınlaşırız.” Bunun üzerine şu âyet indi: “Halbuki sizi bize yakınlaştıran ne mallarınız, ne de çoluk çocuğunuzdur; ancak îman edip sâlih amel işleyenlerin bu amellerine karşılık kat kat mükâfat vardır. Onlar yüksek köşklerde güven içindedirler.[1]

Mallarınızla dünyâda iken Cenâb-ı Hakk’a (CC) yakınlaşırsanız bu sizin için faydalıdır. Çocuklarınıza yazı yazmayı, Kur’ân okumayı ve ibâdeti öğretirseniz ve bu amellerinizle de Allah-ü Teâlâ’ya (CC) yakınlaşmayı kasdederseniz bunlar da sizin için faydalıdır. Bütün bunların sevâbını öldükten sonra göreceksiniz. Ben size faydasız olan neyiniz varsa onu haber veriyorum! Size ancak iman, sâlih amel, sadâkat, Hakk’ı (CC) tasdîk fayda sağlar. Rabbine (CC) yakınlaşmak için kalbine izin çıkması için, sâlih-ârif bir mü’min işlediği ameller ile Hz. Peygamber’in (SAV) rızâsını gütmekten hiç geri durmaz. O, Hz. Peygamber’in (SAV) huzûrunda bir çocuk gibi olur. Epey bir hizmet ettikten sonra ona şöyle der: “Ey üstad! Melik’in kapısını bana göster. Beni O’nunla (CC) meşgul et. Beni O’nu (CC) görebileceğim mevkîde tut. Elimi halktan çek, O’nun (CC) kurbiyet kapısına götür.” O da (SAV) onu alır, o kapıya götürür. O’na (SAV) denir ki: “Yâ Muhammed (SAV)! Yanındaki kim? Bir elçi mi? Bir rehber mi? Bir ilim öğreticisi mi?” O da (SAV) şöyle cevap verir: “Aslında Sen biliyorsun. O kendi ellerimle büyüttüğüm bir minik yavrudur. Ben onun bu kapıya hizmetinden râzıyım.” Sonra, Cebrâîl (AS)’ın, Hz. Peygamber’le (SAV) birlikte semâyı geçip Rabbine (CC) yaklaştığında “İşte Rabbin (CC), işte sen!” dediği gibi ona kalbinde şöyle hitap edilir: “İşte Rabbin (CC), işte sen!”

Ey oğul! Sâlih amel getir ve âlemlerin Rabbine (CC) yakınlığı al. O yüksek köşklerdeki cennet ehli dünyâ âfetlerinden, fakr u zarûrete sabretmekten, çoluk çocuğun rızkını çıkarmaktan, hastalık ve sakatlıktan, gam ve kederden uzaktırlar, emniyet içindedirler. Ölümden, onun kâsesini ikinci kere içmekten, Münker ve Nekir’in sorgulamasından emniyet içindedirler. Cennete girerler ve arkalarından kapılar kapatılır. Oradan bir daha aslâ çıkmazlar.

Cennet ehli cennete girmekle rahata kavuşur, ama muhiblerin gönülleri mahbuplarını görmedikçe, binlerce defâ cennete girseler dahi bir türlü rahata kavuşamazlar. Onlar mahluk istemezler; onlar sâdece Hâlık’ı (CC) isterler. Onlar nîmeti istemezler, bilakis nîmeti bahşedeni isterler. Aslı isterler, fer’i değil… Onlar aşîretlerinden ayrılmışlardır. Malı mülkü terk etmişlerdir. Bütün genişliğine rağmen onların kalp arzları, dünyâları onlara dar gelir. Onlar halktan alıkoyan şey ile meşguldürler. Onlar cenneti gördükleri zaman ona göz ucuyla bile bakmazlar; ona vahşî hayvanlarına, prangalara, hapishâneye bakar gibi bakarlar. Derler ki: “Bunun hepsi perdedir, engeldir, sıkıntıdır, azaptır.” Halkın yırtıcı hayvandan, prangadan, hapisten kaçtığı gibi, onlar da ondan kaçarlar.

Ey oğul! Emelini kısalt. Hırsını azalt. Namazını vedâ ediyormuş gibi kıl. Benim huzûruma her şeyiyle vedâlaşmış birisi gibi gel. Son kez geldiğinde kader erişirse bu da senin hesâbında olan bir şey değil. Bir mü’minin, vasiyetini başının altına koymadan uyuması doğru değildir. Cenâb-ı Hakk (CC) onu bir âfiyet içerisinde uyandırırsa bu ona mübârek olsun; aksi halde ailesi onun vasiyetini bulsun, ona göre işlerini yapsınlar ve ona merhamet dilesinler. Yemeğin vedâ edenin yemeği olsun. Ailen ile vedâ eden bir kimsenin oturması gibi otur. Arkadaşlarınla, dostlarınla karşılaşman vedâ edenin karşılaşması gibi olsun. Fermânı başkasının elinde olan kimse böyle nasıl yapmaz ki!

İnsanlardan çok az kimse kendisine ne olacağını ve kendisinden ne vâki olacağını, ya da ne zaman öleceğine muttalî olur. Bu bilgi onların kalplerinde gizli kalır. Sizin şu güneşi gördüğünüz gibi, onlar da bu bilgiyi görürler, ama dilleriyle o bilgiyi açıklamazlar. Bu bilgiye ilk muttalî olan “sır”dır. Sır bu bilgiyi kalbe, kalp nefs-i mutmainneye aktarır. Bu bilgi orada gizlenir. Nefs-i mutmainne, bu bilgiye ancak tedip ve terbiyeden, kalbe hizmet ettikten ve onunla birlikte kâim olduktan sonra muttalî olabilir. Bu duruma ancak mücâhedelerden, maşakkatlere katlanmalardan sonra ulaşılabilir. Bu makâma ulaşan kişi yeryüzünde Cenâb-ı Hakk’ın (CC) nâibi ve halîfesi olur. O artık sırların kapısıdır. Hakk’ın (CC) hazîneleri olan kalp hazînelerinin anahtarları onun yanındadır. Bunlar halkın anlayacağı şeylerin ötesindedir. Bu bilgilerden açıklananlar, sâdece dağdan bir zerre, denizden bir katre mesâbesindedir. Güneşe göre bir lamba gibidir.

Allah’ım (CC)! Bu esrâr üzerindeki kelamdan dolayı sana özür beyan ederim; Sen biliyorsun ki, ben bunda mağlûbum, mecbûrum. Bâzıları bundan özür dilemem gerekmediğini söylediler, ancak ben kürsüye çıkınca, sizler benim gözümden kayboluyorsunuz, gözümün önünde çekinilecek, sakınılacak kimse kalmıyor.

Bu kalp sapasağlam olunca, düzelince Cenâb-ı Hakk’ın (CC) kapısının önünde kımıldamadan durur. Onun “tekvîn” (yaratma) çölüne, tekvîn vâdisine, tekvîn denizine düşer. Bâzan onun kelâmıyla, bâzan himmetiyle, bâzan da nazarıyla müşerref olur. Allah’ın (CC) fiili olur, nefsini terkeder. O fânî olur, Hakk (CC) bâkî olur. Sizden çok azınız buna inanır, çoğu da bunu yalanlar. Buna inanmak “velâyet”tir, bununla amel etmek nihâyete ulaştırır. Sâlihlerin ahvâlini ancak münâfık ve hevâsına binmiş deccâl inkâr eder. Bu iş ancak, önce sağlam bir îtikat, sonra mârifetullâha (Allah’ı CC. bilmeye) ulaştıran hükümlerin zâhiriyle amel etme esâsı üzerine kurulmuştur. Hüküm onunla halk arasında olur, amel ise onunla Rabbi (CC) arasında olur. Onun zâhirî amelleri bâtınî amellerine nisbetle dağda br zerre misâlidir. Onun bütün uzuvları sükûna kavuşsa da kalbi huzur bulamaz; baş gözü uyuyabilir, ancak, kalp gözü uyuyamaz. O uyuduğu halde onun kalbi amel işlemeye, zikretmeye devam eder.

Dünyâyı ne zaman tanıyacak, terkedecek ve boşayacaksınız? Ne zaman kardeşinize karşı hasedi, onun elindekini ele geçirme kuruntularını bırakacaksınız? Yazık sana! Eşi, çocukları, evi ve elindeki dünyâlık husûsunda müslüman kardeşine haset ediyorsun! Oysa onlar onun için yaratılmıştır, sana onlardan bir nasip yok! Kardeşin için yaratılmış olan eşin dünyâda da âhirette de senin olmasını arzuluyorsun! Rızık bolluğu istiyorsun ama bu konuda rızkının kıt olacağına dâir kalem geçti, kader yazıldı. Sen ancak boş şeyin peşinden giden, mahrum birisin. Çünkü sen payın olmayan  şeyi talep ediyorsun. Dünyâ talebi peşinde ne kadar koşacak ve daha ne kadar hırs göstereceksin? Dünyâdan nasîbin ancak sana taksim edilen kadardır.

Allah’ım (CC)! Kalplerimizi gafletlerinden uyandır. Bizi sana uyandır. Sana hizmet etmeyi bizlere muvaffak eyle. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

www.GAVSULAZAM.de


[1] Sebe S. A.37.

Kaynak: Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA), Cilâü’l-hâtır fi’l-bâtın ve’z-zâhir

 
 
 
İndex|Tasavvuf|Derviş|Mürşid-i Kamil|Mekârim-i Ahlâk|Bir Damla Gözyaşı
WwW.Gavsulazam.de   2003-2006    Her Hakkı Mahfuzdur | Mesaj gönder | Misafir Defteri