|
Ey oğul! Nefsini dünyâya, kalbini ukbâya, sırrını
ise Mevlâ’ya (CC) bırak. Dünyâ ile mütmain olma, huzur duyma. O süslü bir
yılandır. Süsü ile insanları kendine çeker, sonra da helak eder. Kesin bir
biçimde ondan yüz çevir. Rabbine (CC) ibâdette, sâlih arkadaşlarla sohbette,
ihvâna hizmettte ve şehvetlerden yüzçevirmede samîmi ol. Hakk’ı (CC) öylesine
tevhîd et ki, kalbinde mahlûkattan bir zerre dahi kalmasın. O zaman evi, barkı
da gözün görmezsin. Tevhîd her şeyi öldürür. Bütün devâ Hakk’ı (CC) tevhîdde ve
dünyâ yılanından yüzçevirmektedir. Nefsini bilinceye, onu hazlarından men
edinceye ve onun müstehakkını verinceye kadar sende hayır olmaz. O zaman kalb
sırdan, sır da Hak’tan (CC) huzur duyar.
Mücâhede sopasını nefis üzerinden kaldırmayın! Onun
tilkiliklerine aldanmayın. Onun uyuması sizi aldatmasın. Vahşî hayvanın uyuması
sizi aldatmasın; o sizi gözetler, uyuyor görünür ama aslında bir fırsatını
bekliyordur. Uyanıkken ondan nasıl sakınırsanız, uyurken de ondan öylece
sakının. Nefislerinizden sakının! Silahlarınızı kalp boyunlarınızdan
indirmeyin. Bu nefis hayır için rızâ, tevâzu ve hoşnutluk gösterir ama aslında
o içinde bunun tersini saklar. Daha sonra ondan ne çıkacak? Sen ona dikkat et.
Hüznü artırın. Rahatlığı azaltın. Bu iş (tasavvuf)
hüzün ve tasa üzerine binâ edilmiştir. Nebîler (AS), resuller (AS) ve sâlihler (RA)
hep bu hal üzerine yaşamışlardır. Hz. Peygamber’in (SAV) hüznü uzun ve
tefekkürü sürekli idi. Ancak tebessümle gülerdi. Rahat görünmek için kendini
zorlardı. Akıllı olan kimse, dünyâlıklar ile, evlâd-ü ıyâl, mal mülk, elbise,
araba, hanım gibi şeylerle şımarmaz. Bunların hepsi boştur. Mü’minin ferahı,
îmânının kuvveti sebebiyle olur, “yakîn”i (sağlam bilgi ve inancı ile),
kalbinin Rabbinin (CC) kurbiyet kapısına yaklaşmış olmasından dolayı olur.
Nefsinin gözünü aç ve ona şöyle de: “Rabbinin (CC) seni
gördüğü gibi, sen de O’nu (CC) gör! O (CC), zenginleri, pâdişahları nasıl helâk
etti? Bir bak! Öncekilerin nasıl yok olup gittiklerinden ibret al! Onlar ki, bu
dünyânın hükmünü sürmüşler ve nîmetlerini yaşamışlardı. Sonra onların
ellerinden dünyâ alındı. Şimdi ise onlar azap hapishânelerinde esir bir şekilde
yaşıyorlar. Kâşâneleri harâbe oldu, malları mülkleri kayboldu gitti; geride
yaptıkları kaldı. Şehvetler gitti, yorgunluklar kaldı! Rahat yok, rahatlık
vaktinde değiliz.”
Eşinin ve çocuklarının güzelliği, mal mülk çokluğu
seni şımartmasın. Nebîleri (AS), resulleri (AS)ve sâlihleri (RA)şımartmayan şey
seni de şımartmasın. Allah-ü Teâlâ (CC) şöyle buyurmuştur: “Muhakkakki,
Allah (CC) şımarıkları sevmez.”
Yâni dünyâlık ile, mâsivâ ile şımaranı sevmez. Oysa kendisiyle feraha kavuşanı,
kendine yakınlık duyarak rahatlayanı sever. Sûfîlerin özelliği, seciyesi
onların isteklerinin âhirete müteallık olmasıdır; şehvetlere, zevklere ve
saçmalıklara değil.
Ey hevesi
peşinde koşan! Arzuladığın şeyden sana hayır yok. Ey gâfiller! Allah-ü Teâlâ’ya (CC) itâat etmeyenler için âhirette
şiddetli bir azap vardır. Kulun kalbi istikâmet sâhibi olunca herşeye vedâ
eder. Her şeyi kalbinin arkasına atar. Âhiret mülküne karşılık dünyâsının helâk
olmasını önemsemez. Ateş üzerinde yürür, vahşî hayvanlara karışır, halktan
kaçar. Kendini çöllerin susuzluğuna, açlığına bırakır da, şöyle der: “Ey
şaşkınlara yol gösteren! Bana senin yolunu göster!” Allah’ım (CC)! Bütün
gayretlerimizi, himmetlerimizi tek bir gayret, tek bir himmet yap.
Bu hâl ancak ve ancak, önce haramlara, sonra
mübahlara ve sonra da helâllere karşı zâhid olmakla, onlardan yüzçevirmekle
tamâmlanabilir. Kalbinde halktan bir zerre bile olmaksızın akşamlamaya ve
sabahlamaya bak. Ben seni şehvetlerle, zevklerle, halkla, dünyayla, sebeplere
güvenmekle dopdolu görüyorum. O halde niçin sâlihlerin ahvâlinden bahsediyorsun?
Niçin onların hâlinin sende de olduğunu iddiâ ediyorsun? Bize başkalarının
hâlini haber veriyorsun, bize başkalarının kesesinden ikramda bulunuyorsun!
Başkalarının kitaplarını kurcalıyor, sözlerini çıkarıyor ve onlardan
konuşuyorsun; seni dinleyen de o konuşmaların sana gelen ilhamlar olduğunu,
senin ne kadar “ahvâl” sâhibi olduğunu, onları kendi kalbinden konuştuğunu
vehmediyor.
Yazıklar
olsun sana!
Evvelâ, onların dedikleriyle amel et, sonra konuş. Kelâmın amelinin yavrusu
olsun. Bu iş (tasavvuf) sâdece sâlihleri görüp onların sözlerini ezberlemekle
olmaz. Aksine, onların dedikleriyle amel ederek, sohbetlerinde güzel edepli
olmakla, onlara hüsn-i zan beslemekle ve bu hâli dâimâ korumakla gerçekleşir.
Sıradan insanlar ayaklarıyla attığı adımlar kadar
sevap kazanırlar; “havâs” (özel kimseler) ise himmetleri kadar sevap alırlar.
Kimin himmeti, gayreti bir tek olursa Cenâb-ı Hakk (CC) da onun için bir tek
olur; kul O’ndan (CC) gayri her şeyden kalbiyle yüzçevirirse O (CC) da ona
yüzünü döner.
Allah-ü Teâlâ (CC) Kur’ân-ı Kerîm’inde şöyle
buyurmuştur: “Benim velîm kitâbı indiren Allah’tır (CC); O (CC) sâlihlerin
velîsidir (onların işlerini üzerine alır).”
Böyle bir kulun kalbi Rabbine (CC) vâsıl olduğunda O (CC) onun tabîbi ve enîsi
olur. O kul O’ndan (CC) başkasından devâ bulamaz, O’ndan (CC) başkasıyla
ünsiyet edemez. Dâvûd (AS) şöyle dermiş: “Yâ İlâhî (CC)! Tabip kullarına
gittim, hepsi de beni Sana gönderdiler; ey şaşkınların delîli, rehberi, bana Sen
delillik, rehberlik et!”
Allah-ü Teâlâ’yı (CC) seven kişinin kalbi tamâmen
şevk olur, tam bir yüzçevirme dolar, her şeyiyle fenâ bulur, yok olur. Hoş,
onun bütün gayreti de tek bir gayret olur ya.
Hakîkî bir keşif ancak hicaptan (perdeden)
kurtulunca olur. Vuslat istersen dünyâyı, âhireti ve yerin dibinden arşa kadar
ne varsa her şeyi terket. Resûlullah (SAV) hâriç, her mahluk hicaptır, Hakk’a (CC)
perdedir; Resûlullâh (SAV) ise Hakk’ın (CC) kapısıdır. Allah-ü Teâlâ (CC) O’nun
(SAV) hakkında şöyle buyurmuştur: “Resûl (SAV) size ne verirse onu alın,
neyden nehyederse ondan da uzak durun.”O’nâ (SAV) ittibâ etmek Hakk’tan (CC) perde değildir, aksine vuslata vesîledir.
Ey oğul! Kalbin ne zaman gerçek
hakîkati anlayacak? Sırrın ne zaman tertemiz olacak? Sen halkı Hakk’a (CC) şirk
koşuyorsun. Kalbin tavkâdan hâlî iken, kalbinde zerre kadar takvâ yokken nasıl
felah bulursun? Sen her gece işini gördürecek birini gözlüyorsun, şikâyetini
ona yapıyorsun, ondan dileniyorsun; tevhîdden yoksun olan kalbin nasıl saf ve
tertemiz olacak? Tevhîd nurdur, aydınlıktır; halkı şirk koşmak ise zulümdür,
karanlıktır. Sen Hakk’tan (CC) halk ile perdelenmektesin. Sebepler ile
sebepleri yararatandan perdelenmektesin. Halka tevekkül edip güvendiğin, îtimat
ettiğin için perdelenmektesin. Sen sırf iddiâsın. Hiçbir delilin olmaksızın,
bomboş iddiân ile seni kim kabul eder?
Tasavvuf yolu ancak iki şekilde katedilir:
1- Mücâhede etmek, savaşıp
didinmek, meşakkate alışmak ve yorulmak ile -sâlihler arasında mâruf olan ve
yaygın olan yol budur-.
2- Hakk’ın (CC) mevhibesi,
karşılıksız bağışı olarak -bu da nâdir olur ve çok az kişiye nasip olur-.
Ey oğul! Îmânın zayıf olduğu zaman
nefsini kısıtlamaya bakmalısın; eşi dostu, konuyu komşuyu, ahâliyi milleti
düşünmek senin neyine? Îmânın kuvvetlendiği zaman eşine dostuna, çoluğuna
çocuğuna, halka bak. Takvâ zırhını giyinmeden, kalbinin başına îman miğferini
takmadan, eline tevhîd kılıcını almadan, ok torbana kabul olan duâ oklarını
koymadan, tevfîk atına binmeden, savaş oyunlarını öğrenmeden onlara gitme.
Ondan sonra Hâlık’ın (CC) düşmanlarına karşı hamle
yap. İşte o zaman sana Hakk’ın (CC) yardımı ve zaferi altı yönden, sağdan,
soldan, yukarıdan, aşağıdan, önden, arkadan… O zaman halkı şeytanın elinden
kurtarır ve onları Hakk’ın (CC) kapısına götürürsün. Bu makâma ulaşanın kalp
gözünden perde kaldırılır. Altı yönden hangisine yönelirse yönelsin, onun
nazarı perdeyi yırtar. Ona bir şey gizli kalmaz. Kalbinin başını kaldırınca
arşı ve gökleri görür. Nazarını yeryüzüne yönelttiğinde onun katmanlarını ve
oralarda oturan cinleri görür.
Bu makâma ulaştığında halkı Hakk’ın (CC) kapısına
getir. Buna ulaşmadan senden hiçbir şey olmaz. Halkı Hakk’a (CC) dâvet edersen
ve sen de Hakk’ın (CC) kapısında değilsen, bu çağrın ancak senin için bir vebal
olur; kımıldadıkça aşağı inersin, yükselmek istedikçe alçalırsın. Sâlihlerden
haberin yok! Sırf laklaksın. Gönlü olmayan bir dilsin. İçi olmayan dışsın.
Halvetsiz bir celvetsin. Özsüz bir kabuksun. Kılıcın tahtadan. Okun kibrit
çöpünden. Sen bir korkaksın, cesâret sende ne gezer! Seni en basit ok bile
öldürür. Küçücük bir hücum senin kıyâmetini koparmaya yeter.
Allah’ım (CC)! Dînimizi, îmânımızı ve bedenimizi
kurbiyetin ile koru. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem
azâbından bizi koru.”
www.GAVSULAZAM.de
Kaynak:
Gavsulazam Abdulkadir-i
Geylani (KSA),
Cilâü’l-hâtır
fi’l-bâtın
ve’z-zâhir
|