Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet edilmiştir: “Hayâ
(utanma) îmandandır.”
Ey Allah’ın (CC)
kulları!
Sizi Rabbinize (CC) karşı arsız davranmaya itemem, O’na (CC) karşı sizi
cür’etlendiremem. Hayâ yaratılıştan gelir. Hakk’a (CC) karşı arsız davranmak
ise boş bir hevestir. Hayânın hakîkati halvette ve celvette Rabb’den (CC) utanmaktır.
Hayâ yaratılışın aslından değil, teferruatındandır. Mü’min Hâlık’tan (CC),
münâfık ise halktan utanır.
Allah sizi
ıslah etsin, ey münâfıklar! Bütün işiniz kendiniz ile halkın arasını düzeltmek ve Hakk
(CC) ile aranızı tahrip etmekten ibâret. Eğer bana düşmanlık ederseniz, Allah’a
(CC) ve Resûlüne (SAV) düşmanlık etmiş olursunuz. Zîrâ ben sâdece onların
yardımı ile ayaktayım. Boşuna yorulmayın, “Muhakkakki, Allah (CC) emrini
(yapacağını) yerine getirmekte gâliptir (üstünlük sâhibidir).”
Yûsuf (AS)’ın kardeşleri O’nu (AS) öldürmek
istediler, ama buna güçleri yetmedi. Onların güçleri buna nasıl yetsin ki, O
(AS) Allah (CC) katında bir meliktir, pâdişahtır!. Nebîlerinden bir nebîdir.
“Asfiyâ”sından (temizleyip kendisine seçtiği kullarından) bir sıddıktır. Allah-ü
Teâlâ (CC), O’nun (AS) hakkında “O’nun (AS) eliyle halkın sulh ve selâmetini
icrâ edeceği” hükmünü vermiştir. Yahudîler hep böyledir; Meryem oğlu Îsâ’yı (AS)
bile öldürmek istediler. O’na (AS) verilen mûcizeleri görünce ona haset
ettiler. Bunun üzerine Allah-ü Teâlâ (CC) O’na (AS) memleketinden ayrılarak Mısır’a
gitmesini vahyetti. 13 yaşında iken memleketini terketti. Bir müddet böylece
memleketinden uzak kaldı. Sonra Mısır’da ismi yayıldı, meşhur oldu. Bunun
üzerine Yahudiler yine O’nu (AS) öldürmek için toplandılar, ama yine
başaramadılar. Çünkü Allah-ü Teâlâ (CC) emrini, dilediğini yerine getirmekte
üstünlük sâhibidir.
Ey bu
zamânın münâfıkları! İşte durum böyle… Beni öldürmek istiyorsunuz. Bunda size
imkan yok. Kollarınız kısa, bunu başaramazsınız. İtâat etmeye, günahları ve
yanlışları terketmeye çalışsanıza. Halbuki bunlara çalışmak insanın tabîatinde
vardır. Rabbinizin (CC) kelâmını anlamaya çalışın. Onunla amel edin ve
amellerinizde ihlaslı olun. Rabbimiz (CC) işitilen ve anlaşılan bir kelam ile
konuşandır. Mûsâ (AS) olsun, Hz. Peygamber (SAV) olsun O’nun (CC) kelâmını
dünyâda iken işitmişlerdir. Âhirette ise O’nun (CC) kelâmını mü’min kulları
işitecektir. Rabbimiz (CC) görülür. Bugün güneşi ve ayı nasıl görüyorsak, hiç
şüphe yok ki, yarın kıyâmet gününde de Rabbimizi (CC) öyle göreceğiz.
Allah-ü Teâlâ’nın (CC) öyle kulları vardır ki, O’na
(CC) bir kere nazar etmek mukâbilinde cenneti verirler. Fakat onların
niyetlerindeki bu sadâkat ortaya çıkınca, bir kere nazar için cennetten
vaçgeçtikleri halde nazar onlar için sürekli kılınır. Onlar dâimî bir yakınlığa
kavuşurlar. Cennet lezzetlerine karşılık onlara Rablerinin (CC) yakınlığı
bahşedilir.
Ey Allah-ü
Teâlâ’yı (CC), Resûlünü (SAV) ve O’nun (CC) adamlarını (ricâlullâh)
tanımayanlar!
Sizlere yazıklar olsun! Kalp
adımlarınızla Allah-ü Teâlâ (CC) fazlından ikram ettiği yemeğe yürüyün. Onu
sizin önünüze nasıl bıraktığımı görmüyor musunuz? Beni yalanlayanın ben de
elbisesini, evini ve etrâfındaki meleklerini yalanlarım, tanımam. Ey münâfık! Ey deccâl! Senin beni
yalanlaman beni hiç ilgilendirmez.
Ey oğul! Sen bir nefis, bir hevâ
ve boş bir hevessin. Kadınlarla, yabancılarla ve çocuklarla oturup kalkıyorsun,
sonra da diyorsun ki: “Ben onlarla ilgilenmiyorum.” Yalancı! Ne şerîat, ne de
akıl bunu sana uygun görür. Ateş üstüne ateş, odun üstüne odun atıyorsun. Hoş,
din ve îman evini yakıyorsun ya! Halkın şerîati inkârı böyle olur; bundan hiç
kimse müstesnâ değildir.
Îman, mârifetullah ve kurbiyet kuvveti tahsil
etmeye çalış. Sonra Hakk’a (CC) niyâbeten halkın tabîbi ol. Yazık! Yılanları
elinde nasıl tutarsın! Sen ne bir yılan oynatıcısın, ne de panzehir içtin! Sen
körsün; insanların gözünü nasıl iyileştirebilirsin! Câhil! Sen dîni nasıl ikâme
edebilir, ayağa kaldırabilirsin! Kapı muhâfızı olmayan kimse insanları
pâdişâhın huzûruna nasıl götürebilir! Kıyâmet günü olup acâiplikleri görünceye
kadar sus, konuşma!
Amellerinizde ihlaslı olun, yoksa boşa yorulmayın.
Eğer alâka duyduğun şeyler senden kesilir ve yüzüne kapılar kapatılırsa sana
Hakk’ın (CC) tarafı, O’nun (CC) kurbiyet kapısı açılır. O’na (CC) giden yol sana
gösterilir. Her şeyin en kıymetlisi, en hoşu, en güzeli sana gelir.
Bu dünyâ geçicidir, gidicidir, pisliktir. Âfetler,
belâlar ve sıkıntılar mekânıdır. Orada yaşamak hiç kimseye hoş gelmez, hele de
“hikmet ehli” birisi ise. Ölümü düşünen hikmet ehli birinin gözleri dünyâda
karar kılmaz, onunla mutlu olamaz. Hemen karşısında ağzını açmış bir yırtıcı ve
vahşî hayvan duran kimse nasıl sâkin olabilir ve gözleri nasıl uyuyabilir? Ey
gâfiller! kabir ağzını açmış bekliyor. Ölüm yırtıcı hayvanı ve yılanı ağızını açmış!
Kader sultânı celladının kılıç elinde, emir bekliyor. Böyle olmasına rağmen
ancak milyonda bir kişi uyanık oluyor! Uyanık, her şeye karşı zâhid olan,
Rabbinden (CC) başka hiçbir şeye değer vermeyendir. O şöyle duâ eder: “İlâhî
(CC)! Ne istediğimi sen biliyorsun. Halk sofraları tercih etti. Ben ise senin
kurbiyet sofrandan bir lokma istiyorum. Ben sana âit olandan istiyorum.” Ey
sebebi, vâsıtayı şirk koşan! Eğer tevekkül yemeğinden tatsa idin, sebebi şirk
koşmaz ve O’nun (CC) kapısında sapasağlam bir tevekkül sâhibi olarak otururdun.
İki türlü yeme şekli biliyorum. Şerîate uygun bir
kazanç yoluyla veyâ tevekkül yoluyla. Allah’tan (CC) utanmıyor musun ki,
kazanmayı terkediyor ve insanlardan dileniyorsun? Kazanç başlangıçtır, tevekkül
ise nihâyettir. Ben sana gerçeği söylüyorum; senden de utanmıyorum. Dinle,
kabul et, tartışma! Benimle tartışan Cenâb-ı Hakk (CC) ile tartışmış olur.
Namazları muhâfaza edin. Onlar sizinle Rabbiniz (CC)
arasındaki sıladır, bağdır. Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet olunmuştur: “Bir
kul namaza durduğu ve kalbiyle Rabbinin (CC) huzûrunda bulunduğu zaman onun
etrâfına nurdan otağlar kurulur; etrâfında melekler döner; gökten onun üzerine
iyilikler iner; Cenâb-ı Hakk (CC) onunla övünür.” Namaz kılıp da kalbini
Hakk’a (CC) veren kimse, tıpkı kuşun kafesten uçtuğu, bebeğin anne kucağından
kurtulduğu gibi, ülfet ettiği şeylerden, oturup kalktığı kimselerden, evinden
barkından, sıyrılıp alınır; onlar onun gönlünden kaybolur; velev ki, ilmi
yutmuş, parçalamış olsa dahi.
Hz. Peygamber’in (SAV) Sahâbesinin tâbiîlerinin
ileri gelenlerinden Urve b. ez-Zübeyr b. el-Avvâm b. Uhti Âişe (RA) hakkında
şöyle bir kıssa anlatılır: Ayağında bir çıban çıkar. Ona: “Bu çıbanı
kesmelisin, yoksa bütün bedeninin yok olmasına sebep olacak” denir. O, tedâvi
esnâsında doktora şöyle der: “Namaza başladığımda o çıbanı kes.” O secdede iken
doktor çıbanı keser, yarayı sarar, fakat o hiç acı hissetmez.
Sizler öncekilere göre boş birer hevessiniz. Siz
sâdece konuşursunuz, amel yok! Mânâsız sûretler gibisiniz. Bekliyorsunuz ama
size haber getiren kimse yok. Dikkat et! İnsanların lakırdıları seni
aldatmasın. Nasıl olduğunu sen daha iyi bilirsin. Allah-ü Teâlâ (CC) şöyle
buyurmuştur: “Bilakis insan kendisi üzerine “basîrettir” (şâhittir).”
Avâmın elindekini güzel görme, havâssın elindekini
de çirkin görme. Bir şeyh müridlerine şöyle dermiş: “Zulme uğradığınızda zulüm
yapmayın. Övüldüğünüzde şımarmayın. Zemmedildiğinizde hüzünlenmeyin.
Yalanlandığınızda gazaplanmayın. İhânete uğradığınızda ihânet etmeyin.” Ne güzel
bir söz! Müridlerine nefsi ve hevâyı boğazlamayı emretmiş. Bu söz Hz.
Peygamber’in (SAV) şu hadîsinden alınmadır: “Cebrâîl (AS) bana geldi ve dedi
ki: ‘Cenâb-ı Hakk (CC) Sana şöyle buyuruyor: Sana zulmedeni sen affet. Sana
gelmeyene sen git. Sana vermeyene sen ver. Allah’ın (CC) nîmetlerini, sanatını
ve halkı üzerindeki tasarrufunu düşün!”
Dünyâya değer vermez, ona karşı zâhid olursan ve bu
zühdünde belli bir seviyeye gelirsen, dünyâ rüyâda sana kadın sûretinde
görünür, sana boyun eğer gösterir ve: “Ben senin hizmetçinim. Yanımda
emânetlerin var, onları al” diyerek, az çok ne varsa sana kendisindeki nasîbini
verir. Mârifetin kuvvetlendiği zaman ise bu durum sana yakaza hâlinde vâki
olur. Peygamberlerin (RA) ilk hâlleri ilham, ikinci hâlleri ise rüyâdır. Onların
bu durumları kuvvetlenince Cebrâîl (AS) açık bir sûrette gelerek onlara:
“Cenâb-ı Hakk (CC) size şunu şunu şunu buyuruyor” diye vahiy getirmiştir.
Akıllı ol! Baş olma sevdâsını at,
yaklaş ve cemâatten biri gibi şuraya otur; tâ ki, sözlerim kalp toprağına ekin
eksin. Eğer aklın olsaydı sohbetime gelir ve benden her gün bir lokmaya bile
râzı olurdun. Sözlerimin sertliğine tahammül ederdin. Îmânı olan herkes
sapasağlam durur ve meyve alır. Îmânı olmayan ise benden kaçar. Yazık! Ey
başkasının gizli hâllerine muttalî olduğunu iddiâ eden: Biz seni nasıl tasdik
edelim ki, sen kendi hâline bile muttalî değilsin? Her tarafın yalan.
Yalanından tevbe et.
Allah’ım
(CC)! Bizi bütün hâlimizde sadâkat ile rızıklandır. “Bize dünyâda da,
âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”
www.GAVSULAZAM.de
Kaynak:
Gavsulazam Abdulkadir-i
Geylani (KSA),
Cilâü’l-hâtır
fi’l-bâtın
ve’z-zâhir
|