ESER HAKKINDA

ESERDEKİ DUA

HÂTİME

 
 
 
 

Allah-ü Teâlâ’nın (CC) birtakım kulları vardır ki, onları âfiyet içinde yaşatır, âfiyet içinde öldürür, kıyâmet günü âfiyet içinde haşreder; onlar kazâya râzı olanlar, O’nun (CC) cennetiyle huzûra erenler ve cehennemden de korku duyanlardır. Allah’ım (CC)! Bizleri de onlardan eyle, (AMİN).

Sûfîler Hakk’a (CC) ibâdette, karanlığa ışığı getiren kimselerdir. Onlar “havf ve hazer” (korku ve endişe) ayağı üzerinde dururlar. Kötü âkıbetten korkarlar. Zîrâ Allah-ü Teâlâ’nın (CC) kendileri hakkındaki ilmini ve sonlarının ne olacağını bilmezler. Bu sebeple, karanlığa ışığı hüzünlü olarak, ağlayarak ulaştırırlar. Namazda, oruçta, hacda ve diğer bütün ibâdetlerde bu hal üzeredirler. Kalpleriyle de, dilleriyle de Rablerini (CC) zikrederler. Âhirete vardıklarında da cennete girerler. Orada Hakk’ın (CC) vechini (rızâsını) ve O’nun (CC) kendilerine bahşettiği ikramları görürler. Bunun için: “Üzerimizden hüzünü gideren Allah’a (CC) hamdolsun[1] diye O’na (CC) hamd ü senâ ederler.

Ey oğul! Îmânı sağlamlaştırırsan mârifet vâdisine, sonra ilim vâdisine, sonra nefisten ve halktan fânî olma vâdisine, sonra ne nefis ne de halkın yer almadığı “vücut” vâdisine ulaşırsın. O zaman hüznün gider. Hakk’ın (CC) muhâfazası sana hizmet eder; himâyesi seni kuşatır; muvaffakiyeti her tarafını sarar. Melekler etrâfında yürür. Ruhlar sana gelerek selam verir. Cenâb-ı Hakk (CC) seninle halka övünür. O’nun (CC) nazarı seni gözetip kollar, kurbiyetine, ünsiyetine ve münâcâtına çeker.

Ey âsîler! Günahlarınızdan tevbe edin. Rabbiniz “Gafûr” (çok affedici) ve “Rahîm” (çok merhametli)dir. O (CC) kullarının tevbesini kabul edicidir. Günahları affeder ve yok eder.

Allah’ım (CC)! Bizler her türlü günahtan, her türlü hatâdan sana tevbe ederiz. Bir daha onlara aslâ dönmeyeceğiz. “Rabbimiz (CC)! Unuttuğumuz ve hatâ yaptığımızda bizi sorguya çekme.[2]Rabbimiz (CC)! Hidâyete erdikten sonra kalbimizi saptırma.”[3] Ey günahları bağışlayan! Bizi bağışla. Ey ayıpları örten! Ayıplarımızı ört.

O’na (CC) istiğfârda bulunun, zîrâ O (CC) günahları bağışlayandır. Çok az amele dahi karşılık verir. Hayırlı ameller üzerinde sâbit kılar. Zîrâ O (CC) “Kerîm” (çok çok ikram ve ihsân edici) ve “Cevvâd” (çok çok cömert)tir. Hiçbir sebep ve karşılık olmaksızın bağışta bulunur. Sebep olursa nasıl olur? Sen düşün! O’na (CC) tevhîd ile, sâlih ameller ile, dünyâyı terk ederek, dünyâdan yüz çevirerek, âhireti alarak, âhirete yönelmek sûretiyle, âhirete rağbet göstererek, küçük ve büyük günahları terketmek sûretiyle karşılık verin.

Hakk’ı (CC) isteyen, O’nu (CC) murad edinen kişi Hakk’tan (CC) ne cennetini ister, ne de O’nun (CC) cehenneminden korkar; bilakis o yalnızca O’nun (CC) rızâsını ister. O’nun (CC) yakınlığını umar. O’ndan (CC) uzaklaşmaktan korkar. Sen şeytanın, hevânın, dünyânın ve şehvetlerinin (arzularının) esirisin. Sende hayır yok! Kalbinin ayakları bağlı. Sende hayır yok! Allah’ım (CC)! Onu esâretinden kurtar. Bizi de kurtar. Bize “esrâr”ından (sırlarından) bir elbise giydir. (Âmin)

Beş vakit namazı vaktinde kılın. Şerîatin bütün hudutlarını koruyun. Farzı edâ edince nâfileye geçin. Azîmete yâni tercih hakkı olmayan şeylere yapışın, ruhsattan yâni tercih hakkı olan şeylerden yüz çevirin. Ruhsata yapışıp, azîmeti terkeden kimsenin dîninin yıkılmasından korkulur. Âzîmet “ricâl” (tasavvuf erleri) içindir; çünkü o zor ve meşakkatlidir. Emir ve ruhsat çocuklar ve kadınlar içindir; çünkü o kolaydır.

Ey oğul! İlk safta dur. Zîrâ o cesur erlerin safıdır. Son saftan ayrıl. O da korkakların safıdır. Bu nefsi kullan ve onu azîmete alıştır. Çünkü nefis kendisine ne yüklenirse onu taşır. Ondan sopayı eksik etme; edersen uyur ve üzerindeki yükü atar. Ona dişinin ve gözünün beyazını gösterme. O kötülüğün kuludur; ona ancak sopa ile muâmele edilir. Çalıştığında onu tam doyurma, tokluk onu azdırır. O tokluğu karşılığında çalışır.

Süfyân-ı Sevrî (v. 161/777) çok ibâdet eder ve tok olurdu. Doyduğu zaman şöyle derdi: “Karayı doyur ve döv; çünkü kara eşektir.” Sonra ibâdete kalkardı. Bundan büyük bir zevk alırdı. Birisinin şöyle dediği söylenir: “Bir keresinde Süfyân-ı Sevrî’yi gördüm. O kadar çok yemek yedi ki, ondan nefret ettim. Sonra kalkıp o kadar çok namaz kılıp ağladı ki, ona acıdım.” Çok yeme husûsunda Süfyân’a uyma. Ona çok ibâdet husûsunda uy. Sen Süfyân değilsin. Nefsini onun doyurduğu gibi doyurma; onun nefsine hâkim olduğu gibi sen nefsine hâkim olamazsın.

Kalp sapasağlam olunca, dalları, yaprakları ve meyveleri olan bir ağaç olur. Onun insan, cin ve melekten her türlü mahlûka birçok faydası dokunur. Sağlam olmayan bir kalp hayvanların kalbidir. Sûreti olur ama mânâsı olmaz. İçinde su olmayan kaptır o. Meyvesiz ağaçtır. Kuşu olmayan kafestir. Oturanı olmayan evdir. Cevherler, altınlar, dinarlardan oluşan, ancak, harcayanı olmayan bir hazînedir. Ruhsuz cesettir. Etinden sıyırılmış ceset yâni iskelet gibidir. Onun sûreti vardır ama rûhu yoktur. Allah-ü Teâlâ’dan (CC) yüz çeviren, onu inkâr eden bir kalp sıyırılmıştır, eti sıyırılmış kemiktir.

Bundan dolayıdır ki, Allah-ü Teâlâ (CC) onu taşa benzeterek şöyle buyurmuştur: “Bundan sonra kalpleriniz taş gibi, ya da ondan daha sert bir şekilde katılaştı.[4] İsrâîl Oğulları Tevrat ile amel etmeyince Hakk Teâlâ (CC) onların taş kalplerini sıyırdı ve ind-i ilâhîsinden onları kovdu. Ey Muhammedîler! Sizler de aynen böylesiniz; eğer Kur’ân-ı Kerîm ile amel etmez, onun ahkâmı ile hükmetmezseniz, Hakk Teâlâ (CC) sizin de kalbinizi sıyırır ve ilâhî kapısından sizleri de tardeder.

Allah-ü Teâlâ’nın (CC) kendisini bir ilim üzerine saptırdığı kimselerden olmayın. İlmi halk için öğrenirsen onunla amel ettiğinde halk için etmiş olursun. Fakat ilmi Allah-ü Teâlâ’nın (CC) rızâsı için öğrenirsen amelin de O’nun (CC) için olur. Tâat cennet ibâdetidir. Mâsiyet cehennem ibâdetidir. Bundan sonra iş (takdîr) O’na (CC) âittir. O (CC) isterse istediğine ameli olmaksızın da sevap verebilir, cennetini verebilir. Buna karşılık, ameli olmasına rağmen istediğine kimseye de cezâ verebilir. Bu hüküm O’na (CC) âittir. “O (CC) istediğini yapandır.[5] O (CC) yaptığından sorumlu tutulamaz, halbuki onlar (insanlar) sorumludurlar.[6]

“Sıddık”[7], Allah’ın (CC) nûru ile bakar. O ne gözünün, ne güneşin, ne de ayın ışığı ile bakar. Bunlar Allah’ın (CC) genel nûrudur, ışığıdır. Sıddîk’ın nûru ise özeldir. Allah-ü Teâlâ (CC) bu nûru ona “ikinci “ilmin (mârifetullah) nûrununun hükümlerini gerçekleştirdikten sonra bahşetmiştir.

Allah’ım (CC)! Bizi hilminle, ilminle, kurbiyetinle rızıklandır. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

www.GAVSULAZAM.de


[1] Fâtır S. A.24.

[2] Bakara S. A.286.

[3] Âl-i İmrân S. A.8.

[4] Bakara S. A.74.

[5] Bürûc S. A.16.

[6] Enbiyâ S. A.23.

[7]Sıddîk”: Sadâkat mertebesinde temekkün etmiş kimse.

Kaynak: Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA), Cilâü’l-hâtır fi’l-bâtın ve’z-zâhir

 
 
 
İndex|Tasavvuf|Derviş|Mürşid-i Kamil|Mekârim-i Ahlâk|Bir Damla Gözyaşı
WwW.Gavsulazam.de   2003-2006    Her Hakkı Mahfuzdur | Mesaj gönder | Misafir Defteri