Hülasa: Bu yola ilk giren
kimseye gereken Kur’an’a tutunmak Resulullah (SAV) Efendimizin sünnetine girmek
ve Kur’an ile Rasülullah’ın (SAV) gösterdiği yolda hareket etmektir. Bunların
emrini tutmalı, yasaklarından kaçınmalıdır. Esasda da teferruatta da bunlara
sarılmalıdır.
Allah’a (CC) giden bu yolda
bir mürid, Kur’an’ı ve Rasülullah (SAV) Efendimizin sünnetini, Allah'a
kavuşturan, ulaştıran iki kanat olarak kabul etmelidir.
Mürid, hidayet ve Yüce Allah’a
(CC) delil buluncaya kadar sadakat ve ictihad üzere yürür ve devam eder. Bu
delil kendisini yüce hakka götürecek olan bir önderdir.
Pirimiz Geylani Hazretleri
tarikata girmek isteyen, buna niyyet eden kimseye şöyle tavsiye etmektedir: İlk
önce Allah’ın (CC) kitabına sarıl, sonra Rasülullah’ın (SAV) sünnetini kabullen
ve hayatına geçir. Daha sonra bu yolda Kur’an ve sünnet yolunda sadık bir
şekilde ictihad üzere ol. Bunlarla Allah’a (CC), Rasulüllah’a (SAV) ve Kur’an’a
ve onun emirlerine gönlün ısınıncaya kadar bu ictihad ve sadakatte devam et.
Daha sonra inandığın ve ısındığın bu yol seni hakka götürecek bir öndere doğru
itecektir.
İşte bu önderin de mürşidler,
şeyhler olduğunu o sultanlar sultanı bize işaret ediyor.
Mürid gerçek bir mürşide
gerçek bir öndere tabi oluğunda, bağlandığında göreceği faydalar şunlardır:
Mürşidi kendisine ünsiyet eden
gerçek bir arkadaş olur. Mürid yorulduğu, kaldığı anlarda ona sığınıp rahat
bulur. Şehvet duygularının kabardığı anda her yanını zulmet sardığı, nefsinin
şerri baş gösterdiği, sapık arzular kendisini bastığı zaman o zata sığınır.
Nefsi dikleşip bu yolda yürümekten kaldığı zaman o zata sığınır. Mürşidden
yardım görür.
İşte Kur’an ve sünnet yolundan
ayrılmadığı taktirde ve kendisine gerçek bir mürşid bulup ona tabi olduğunda,
Allah’a (CC) ermek, Allah’a (CC) kavuşmak onun için kolay olur. Allah-ü Teala (CC)
bu manada şöyle buyurdu:
“O kimseler
ki yolumuzda çaba
harcarlar, elbette onlara yollarımız gösteririz.”
Hikmet ehlinden bir zat şöyle
demiştir: -Bir kimse talebini ciddi yapar ise bulur.
Bir mürid sağlam bir itikad
ile bu yola girerse, hakikat ilmini bulması mümkün olur. Ciddi bir çalışma ile
tarikat yoluna giren bir müridin oradan da hakikat yoluna geçmesi mümkün olur,
kolaylaşır.
Bundan sonra o kimseye ihlas
gerekir. Yani, Allah-ü Teala’ya (CC) karşı her sözünde ve her işinde, girdiği
yolda, attığı her adımı Allah (c.c.) için atmalıdır. Kaldırdığı her adımını
Allah (CC) için kaldırmalıdır. Yüce Allah’a (CC) tam ulaşıncaya kadar bu halini
sürdürmelidir.
Zira bütün bunları yaparken hiçbir ayıplayan onu yolundan almamalıdır. Zira
sadık yolcuyu hiç kimse yolundan döndüremez. Aynı şekilde yolda gördüğü ikramlar
dahi onu yolundan almamalıdır. Mesela gördüğü bir keramet veya kendinde zuhur
eden olağandışı bir hal gördüğünde orada kalmamalıdır. Herşeyi Allah’tan (CC)
bilip yoluna devam etmelidir.
Bu yola giren müride düşer ki:
Elinde bulunanları saklasın (yani bende bu hal var bende şu şu haller zuhur
ediyor, şöyle rüya görüyorum, böyle böyle zuhuratlarım oluyor diye
kendindekileri ifşa etmemeli) sabır yemeğini ve sabır orucunu açacak şeyi
bulmakta zorluk çekeceği endişesi ile cimrilik etmemeli (yani en ufak bir durum
karşısında öfkelenip, konuşup sabır orucunu bozmamalıdır.) Kalbinde ve özünde
şunu kesin olarak bilmeli ki: Allah-ü Teala (CC) geçmiş zamanların hiçbirinde
cimri bir veli yaratmamıştır. (Bahsedilen bu cimrilik hem zahiri dünya cimriliğidir
hem de batını ahiret cimriliğidir.)
Hak yoluna çıkmış bir müridin
sayılacak şeyleri yapması daha hayırlı olur, yerinde olur:
- Sürekli zillet haline baştan
razı olmalıdır. Nasibin darlığından yana gönlünü baştan hoş tutmalıdır.
- Daima aç susuz kalmaya,
ünsüz, şöhretsiz, şansız yaşamaya şimdiden razı olmalıdır.
- Kendi arkadaşlarını,
yakınlarını, iyilik ve ihsanda, devamlı kendinden önde görmeli.
- Büyük zatların yannına
yaklaşmalı, ilim meclislerinde oturmalıdır.
- Kendi tokluğundan önce çevresindekilerin
tokluğunu düşünmeli ve izzet ikram içinde bulunmalıdır. Kendisine onlardan alt
olmak yeter, çevresindekilerin tümü izzet bulsun diye dua etmeli, çalışmalıdır.
“Benim nasibim nasıl olsa beni bulur” diye tevekkülden ayrılmamalıdır.
Anlatılan bu şeylerin
olabileceğine şimdiden gönül hoşnutluğu ile rıza göstermelidir. Eğer razı
olmazsa kendisine rıza kapılannın açılması zorlaşır. Mana kapılarının açılması
zorlaşır.
Tamamı ile feraha ermek
bütünüyle huzura kavuşmak, anlatılan bu işlere riayettedir. Yine bu yola ilk
giren müride düşer ki: Allah-ü Teala’dan (CC) geçmişte işlediği günahlardan
dolayı mağfiretten, gelecekte işlemesi muhtemel günahlara karşı da korunmadan
başka birşey taleb etmemelidir. Gelen saatlerin hemen her birinde kendisine
Yüce Allah'tan sevgisinin hasıl olmasını dilemelidir. Kendisini onun yüce
zatına ulaştıran şeyleri istemelidir. Sonra, yüce Hakk’a (CC) her halu karda
hoşnutluğunu belli etmelidir. Allah’ın (CC) sevgili, veli kullarına bedel
beklemeden sevgi ve saygı beslemelidir. Anlatıldığı gibi yaptığı taktirde akıl
sahibi, gönül ehli sevgili zatlar zümresine dahil olur. Rablar Rabbi yüce Allah’ı
(CC) bilen onlardır. İbretli, hikmetli işlere muttali olan onlardır. Bunların
anlatılan hali sonunda da kalpler saf olur. içler ve niyetler temize çıkar.
Pirimiz Abdulkadir-i Geylani (KSA)
Hz.leri müridin şeyhine karşı edebini de şöyle izah ediyor:
Bir mürid için başta gerekli
olan şunlardır:
1. Dışta (zahirde) şeyhinin
emrine aykırı hareketleri terk etmelidir.
2. İçte dahi (ruhunda ve
aklında) onun emirlerine itiraz sahibi olmamalıdır. Dış yönü ile itiraz eden
kimse, edebini bırakmış olur. İçinden itiraz eden ise kendisini ölüme atmış
olur. Müride düşen görev; sonuna kadar, şeyhi namına nefsine hasım olmalıdır,
içten ve dıştan şeyhinin emrine aykırı hareket etmekten nefsini çekip
almalıdır.
Bu arada ayeti kerime olarak
gelen, şu duayı okumalıdır.
“Rabbimiz bizi bağışla,
bizden, evvel imaîni geçip giden kardeşlerimizi de bağışla iman eden
kardeşlerimize karşı kalbimize kin bırakma Rabbim Raufsun, Rahim’sin.”
Bir müride, şeyhinden görünen
ve kendisine sevimsiz gelen bir şey olur ise o konu ile ilgili müsait bir
ortamda bir misal getirerek işaret yollu anlatmalıdır.
- O sevmediği şeyi ona açık
bir şekilde söylememelidir. Zira böyle birşey şeyhin
müride karşı nefretine sebep olur. Şayet şeyhinde her hangi bir ayıp görür ise
bunu gizlemeye çalışmalıdır. Şeyhini değil, kendi nefsini itham etmelidir.
Şeyhin o ayıbı için şeriatta bir yorum aramalıdır. “Şeyhim şu şu rahatsızlığından
dolayı bunları yapıyor, yoksa kesinlikle yapmaz” diyebilmelidir.
Şeyhinde gördüğü ayıp ile ilgili şeriatta bir özür kapışı bulamazsa o zaman
şeyhinin affı için istiğfar etmeli, Allah’tan (CC) onun için bilgi ve ilim
istemeli, “Allah’ım (CC)! Şeyhime ayık olma hali ver, onu küçük büyük
günahlardan koru, himaye et.” diye dua etmelidir.
Hiç bir zaman şeyhinin günah
işlemez masum bir kişi olacağına itikad etmemelidir. Çünkü Allah (CC) sadece Peygamberlerini
(AS) masum yaratmıştır. Ondan gördüğü ayıbı dahi hiç bir kimseye anlatmamalıdır.
Mürid şu itikadda olmalıdır. Şeyhim bu halinden bir gün veya bir saat sonra
vazgeçer bu da benim için bir imtihsu vesilesidir. Zira şeyhi daha yüksek bir
mertebeye gelebilir, olduğu halde kalmaz. O yaptığı şeyde bir anlık gaflet ve
yanılma sonunda olmuştur.
Şeyh bazen öfkelenebilir.
Yüzünü astığı da olur. Müridden yüz çevirme hali de çıkabilir. Ancak bütün bu
hallerden dolayı mürid şeyhinden ayrılmamalıdır. Kendi özünü araştırmalıdır.
Şeyhine karşı adap dışı hallerini düzeltmelidir, mürid mümkün oldukça şeyhinin
yanından ayrılmamaya ve onun hizmetinde bulunmaya gayret sarf etmelidir. Mürid
şeyhim Allah (CC) ile arasında bir vasıta bilmelidir. Rabbına (CC) ulaştıran
bir sebep görmelidir.
Gavsulzam Abdulkadir-i Geylani
(KSA) Hz.leri buna bir örnek veriyor ve buyuruyor ki: Mesela, bir kimseyi ele
alalım. Bu kimse sultanı görmek ister. (Padişah ya da bir devlet reisini) Fakat
onunla bir yakınlığı yoktur, bir tanışıklığı yoktur. Şimdi bu kimseye padişahın
perdedarlarından birisini görmesi yahut onun çevresinden veya özel adamlarından
birini bulması gerekir. Bu bulduğu zat kendisine sultanın halini ve adetini
öğretecektir. Onun huzurunda nasıl duracağını onunla nasıl konuşacağını
öğretecektir. Hatta onun yanına giderken nasıl hediyeler götüreceğini
bildirecektir. Nelerden çok nelerden az götürmesi gerektiğini anlatacaktır.
Bütün bunlar şunun için
gereklidir. O, huzura çıkarken kapı yerine, kapı sayılmayan başka bir yerden
girmeye yani her işi edebine, erkanına göre yapa, aksi halde daha işe başlarken
kaybeder, ihanete uğrar ve kovulur. Sultanından umduğunu bulamaz, maksuduna
eremez. Her yeni bir yere girende yeni bir heyecan olur. Bu manadan olarak ona
bunu hatırlatan ve minnet borcu olan biri gerek. Elinden tutup kendine yakışan
bir yere oturtan biri gerek. Taki ihanete uğramaya, kendisinin edepsizlik
ettiği, akılsız davrandığı belli olmaya, gösterilmeye üstteki misaldeki mananın
gerçeği odur ki, Yüce Allah’ın (CC) yeryüzünde cereyan eden adeti de böyledir.
Yani bir şeyh ola birde mürid, bir sahip ola bir de onun sahip olduğu kişi, bir
uyan ola bir de uyulan.
Bu hal Hz. Adem’den (AS) günümüze
kadar böyledir. Hz. Adem’e (AS) Cenab-ı Hakk (CC) bizzat herşeyi kendisi öğretti.
Hayvanları öğretti, cisimleri öğretti, eşyayı öğretti ve sonra meleklerine dedi
ki: “Sorun bakın Adem’e (AS) bilmediği birşey var mı?” Sonra da Hz. Adem’e (AS) buyurdu: “Ey Adem (AS)! Bunlara
herşeyi isimleri ile anlat.”
Hz. Adem (AS) Herşeyi meleklere anlatınca melekler Allah’a (CC) dediler ki: “Sübhânsın,
bizim hiçbir bildiğimiz yok, ancak Sen bize öğretirsen biliriz.”
Hz. Adem (AS) yeryüzüne
gönderildikten sonra da Cebrail’in (AS) talebesi oldu. Cebrail (AS) ona
yeryüzünün bütün inceliklerini, gizliliklerini öğretti. Aynı şekilde Hz. Nuh (AS)
bildiklerini çocuklarına öğretti, Hz. İbrahim (AS) bildiklerini oğlu İsmail’e (AS)
öğretti. Aynı şekilde Cebrail (AS) birçok şeyi Peygamber (SAV) Efendimize öğretti.
Bunu teyid eden hadisi şerifte Peygamber (SAV) Efendimiz şöyle buyuruyor:
“Cebrail (AS) bana misvak
kullanmayı öğretti yine Cebrail (AS) bana Kabe’nin yanında iki rekat namaz
kıldırdı.”
Sahabi (RA) dahi bildiklerini Rasülullah’tan
(SAV) öğrendiler. Tabiin bildiklerinin çoğunu Sahabi’den (RA) öğrendi. Tebei
tabiin bildiklerinin çoğunu tabiinden öğrendi. Müctehidler yani içtihad
imamları da bildiklerini Tebei tabiinden öğrendiler. Yani bu gösteriyor ki
Cenab-ı Hakk (CC) Hz. Adem’i (AS) yarattığından bu ana kadar bir öğretenler
zümresi bir de öğrenenler zümresi yaratmıştır. Bunun asıl gayesi de sultana
ulaşmada vesileler ve sebepler oluşumudur.
www.GAVSULAZAM.de
|