Allah (CC) dostlarının
kalbleri saftır, temizdir. Bu kalblerde Allah’tan (CC) başka şeylere yer
yoktur. Allah’tan (CC) başka her şeyi unuturlar, yalnız İzzet ve Celal sahibi
Allah’ı (CC) zikrederler. Dünyayı unuturlar, ahireti hatırlarlar. Siz insanların
yanındakileri unuturlar, Allah’ın (CC) katındakileri düşünürler…
Siz, bu Allah (CC)
dostlarına ve onların içinde bulundukları hallere karşı perdelisiniz. Ahıretinizi
tamamen unutmuşsunuz. Hep dünyanızla meşgulsünüz. İzzet ve Celal sahibi Rabb’ınızdan
(CC) haya etmeyi bir kenara atmışsınız. O’na (CC) karşı gayet cüretlisiniz!…
Mümin kardeşinin
nasihatını kabul et. Ona asla karşı gelme. Zira, hiç şüphe yok ki, o, senin
kendinde göremediğin kusurlarını görür, sana gösterir. İşte bunun içindir ki,
Nebi (SAV) şöyle buyururlar:
— Mümin müminin aynasıdır…
Mümin, mümin
kardeşine ettiği nasihatlarda samimidir, sadıktır. Ona, bilmediği şeyleri
açıklar, öğretir. İyiliklerle kötülükleri birbirinden ayırır. Böylece,
kendisine nasihat edilen mümin de nelerin iyi, nelerin kötü olduğunu
birbirinden ayırt eder. Yine, nasihat eden mümin, lehinde ve aleyhinde olan
şeyleri, kendisine nasihat ettiği mümin kardeşine öğretir. Böylece, kendisine
nasihat edilen mümin de, kendi lehinde olan şeylerle aleyhinde olan şeyleri
bilir…
Benim kalbime,
insanlara nasihat etme duygusunu veren ve bu duyguyu benim için en büyük emel
haline getiren Allah’ı (CC) tesbih - tenzih ederim.
Ben bir
nasihatçıyım. Fakat bunun için herhangi bir karşılık beklemiyorum. İzzet ve
Celal sahibi Rabb’ının (CC) nezdinde ahiretim hasıl oldu, hazır. Ben, dünyaya
talip değilim. Ben ne dünya kuluyum, ne ahiret kuluyum, ne de Allah’tan (CC) başka
herhangi bir şeyin kuluyum. Ben; ancak Vahid, Ehad ve Kadim olan Yaratan’a (CC)
kulluk ederim, ancak Allah’a (CC) kulluk ederim. Yalnız O’nun (CC) kuluyum.
Benim sevincim, benim ferahlanmam, benim neşelenmem sırf sizin kurtuluşunuz
sebebiyledir. Üzüntüm, kederlenip tasalanmam ise sırf sizin mahvolmanızdan,
helak olmanızdan dolayıdır. Sadık bir müridin, benim elimde kurtuluşa erdiğini
gördüğüm zaman neşe ile dolar, sevinç libasını giyer, benim elimden böyle bir
insan nasıl yetişti diye ferahlanırım…
EY OĞUL! Bütün düşüncem
sensin, kendim değilim. Eğer şimdiki halini değiştirir, Allah (CC) yoluna
girersen bil ki bunun neticesi sanadır, buna kendim için değil, senin için
sevinirim. Ben, tehlikeli yolları geçtim. Beni sever, benimle dost olursan yine
kendin için sev, kendi iyiliğin için dost ol. Bana bağlan ki, tehlikeli
mahalleri acele olarak geçesin!…
EY AHALİ! İzzet ve Celal
sahibi Allah’a (CC) ve O’nun (CC) mahlukatına karşı kibirlenmeyi bırakınız.
Seviyenizi biliniz. Kendi benliğinizde mütevazi olunuz, alçakgönüllü olunuz.
Neyinize kibirleniyor, neyinize büyüklenlyorsunuz ki, ilk haliniz, alelade bir
sudan meydana gelmiş necis ve mundar bir meniden ibarettir. Sonunuz ise toprak
altına gömülmüş bir leştir. O halde bu ikisinin arasında ne diye kibirli bir
tavır takmıyorsunuz!…
Kendisini
tamahın sürükleyip götürdüğü ve hevai duyguların avladığı kişilerden olmayınız.
Onlar ki, nefsani arzular kendilerini taaa hükümdarların ve devlet büyüklerinin
kapılarına kadar götürür. Orada, kendilerinin nasibi olmayan rızıkları
isterler. Yahut, ezelde kendilerinin rızkı olarak ayrılmış azıkların, hiç lüzum
yokken, zillet ve meskenete düşerek taleb ederler. Halbuki Nebi (SAV) bu hususta
şöyle buyururlar:
— Allah’ın (CC) kendi kuluna azablarının en şiddetlisi, onun, kısmetinde
bulunmayan rızkı istemesidir.
Ey, kaderi ve
takdir edeni bilmeyen, tanımayan kişi! Hayf sana! Sen zannediyor musun ki,
dünyaya tapanlar, senin kısmetinde bulunmayan bir rızkı sana verebilecekler?
Eğer böyle sanıyorsan, bu inancını kesinlikle kafandan at. Dünya erbabının,
senin kısmetinde bulunmayan bir şeyi sana verebileceklerine inanman, senin
kalbinde ve kafanda yer etmiş şeytanın bir vesvesesinden başka bir şey
değildir. Bu inanç ve bu kafa ile sen, İzzet ve Celal sahibi Allah’ın (CC) kulu
değilsin. Bilakis; nefsinin, nevanın, şeytanının, tabiatının, paranın, pulunun,…
kulusun…
Felaha erenleri
görmeğe çalış. Ta ki, onların yolunda giderek sen de felah bulasın, kurtulasın.
Allah’ın (CC) rahmeti
onun üzerine olsun, birisi der ki:
— Felaha ereni göremeyen, felaha eremez…
Vakıa sen,
felaha ereni görüyorsun. Fakat kalb gözü ile ve öz - sır gözü ile değil, baş gözü
ile görüyorsun. Onun için, bu görmenin sana faydası olmuyor. Senin imanın öyle
bir iman ki, senin değil. Bu durumda, hiç şüphe yok ki, senin kendisiyle
başkalarını görebileceğin bir basiretin de bulunmaz. Eğer bir kalb gözün
bulunmuş olsaydı, onunla başkalarını görebilirdin. İzzet ve Celal sahibi Allah (CC)
şöyle buyurur:
— ...Fakat hiç şüphesiz kt, yalnız kafa gözleri kör olmaz. Asıl sinelerdeki
kalbler kör olur.[1]
Dünyalık kazanma
hususunda diğer insanların ellndekilere tamah (tama’) edip göz diken, dinini
incir (çerez) karşılığında satmış olur. Baki olanı, fani olan karşılığında
satmış olur. Hiç şüphe yok ki, böyle bir durumda, o kişinin elinde ne o kalır,
ne bu; ne din kalır, ne de çerez!…
İmanı zayıf ve
noksan bir kişi olarak kaldığın müddetçe geçim meseleni düzeltmeye, geçim
sıkıntısına düşmemeye gayret et. Ta ki insanlara muhtaç olup da dinini onlara
çiğnetecek ve onların malları, varlıkları, paraları,… karşılığında dinini
satacak durumlara düşmeyesin. İmanın kuvvetlenip kemale erince de İzzet ve Celal
sahibi Allah’a (CC) tevekkül etmen, sebeplere dayanmaktan kurtulman ve
aradakileri bertaraf etmen gerekir.
Kalbi olarak
bütün eşyadan bir yolcu gibi gelip geçmen, senin kalbini şehrinden, aile-efradından,
dükkanından, muhitinden,… çıkarır. Elinde bulunan dünyalıkları aile-efradına, ihvanına,
akranına,... teslim eder. Bu suretle, kalbinde bütün bunlardan hiçbirine yer
kalmaz. Böylece, sen, öyle bir duruma gelirsin ki, sanki ölüm meleği ruhunu almıştır.
Sanki ölüm, süratle ve ansızın seni yakalamıştır. Sanki yer yarılmış ve seni
yutmuştur. Sanki kader dalgaları ve eski kudret, seni ilim deryasında yakalamış
ve garketmiştlr…
Kim ki bu
dereceye ulaşırsa artık sebepler ona zarar veremez. Çünkü sebepler onun
zahirinde olur, zahirinde kalır. Batınına tesir etmez, batınını meşgul etmez.
Sebepler, bu dereceye gelmiş kişiler için değildir, başkaları içindir.
EY AHALi! Eğer benim
söylediklerimi bütünüyle yapmaya muktedir olamıyor, sebepleri kalbinizden
atamıyor ve kalbinizin onlarla olan alakasını kesemiyorsanız, hiç olmazsa bir
kısmını yapmaya çalışın. Tamamını yapmaya gücünüz yetmiyorsa bir tanesini de mi
yapamayacaksınız. Zaten birden daha azı da yoktur.
Peygamberimiz (SAV)
şöyle buyururlardı:
— Gücünüz yettiğince dünya tasalarından sıyrılmaya bakınız…
EY OĞUL! Eğer dünya
tasalarından sıyrılmaya gücün yetiyorsa hiç durma, hemen sıyrıl. Aksi halde,
seri olarak, kalbinle Allah’a (CC) koş. O’nun (CC) rahmetine yapış. Ta ki,
kalbinden dünya tasaları çıksın. O (CC), her şeye kaadirdir, her şeyi bilir.
Her şey O’nun (CC) kudret elindedir. O’nun (CC) kapısına yapış ve kendisinin
gayrisinden (masivadan) senin kalbini temizlemesini, onu kendisine imanla ve
kendisinin marifeti ile doldurmasını iste. Yine, kalbini, kendisine olan bilgi ile
ve masivadan müstağni olma duygusu ile doldurmasını taleb et. Ayrıca; sana, sarsarsılmaz
bir iman vermesini, senin kalbinde kendisine ünsiyet peyda ettirmeslini ve
senin bütün uzuvlarını kendisine itaatle meşgul hale getirmesini iste.
Bütün bunların
hepsini Allah’tan (CC) iste. Asla bir başkasından isteme. Kendin gibi bir
faninin önünde zelil durumlara düşme. Bütün isteklerin Allah’tan (CC) olsun,
asla bir başkasından olmasın. Bütün muamelelerin Allah (CC) ile beraber olsun ve
Allah (CC) için olsun, asla O’ndan (CC) başkası için olmasın!…
EY OĞUL! Kalbin ameli
olmaksızın kum bilgi ve sırf dil ile söyleyiş, Hakk’a (CC) doğru sana bir adım
bile attırmaz. Esas seyr, kalbin seyridir. Allah’a (CC) asıl gidiş, kalble gidiştir. Asıl
yakınlık, özün yakınlığıdır. Allah’a (CC) asıl yakınlık, öz-sır ile, batınla ve
kalble olan yakınlıktır. Asıl amel; manaların amelidir, ruhların, kalblerin,
batınların, sır-özlerin amelidir. Bununla beraber, zahiri uzuvlarla,
şeriatın esaslarına riayet edilmesi ve
onların fiilen yaşanması, tatbik edilmesi ve İzzet ve Celal sahibi Allah (CC) için
O’nun (CC) kullarına alçakgönüllü davranılması da şarttır…
Kim ki nefsine
bir kadir kıymet payı ayırırsa, bilsin
ki bu takdirde kendisinin kadri - kıymeti yoktur. Kim ki amellerinde
başkalarına gösteriş yaparsa, bilsin ki bu taktirde kendisinin hiç bir ameli
yok demektir. Ameller görülecek yerlerde yapılabilir. Ancak, farzların
haricindeki ibadetleri, görülecek yerlerde ve açıktan açığa yapma.
Temeli
sağlamlaştırma hususundaki kusurun daha önceleri geçmişti. Temel çürük olursa,
onun üzerine oturtacağın binayı sağlam yapmanın sana faydası yoktur. Halbuki,
eğer temel sağlam ise, onun üzerine kurulmuş olan binanın zamanla yıpranması
pek de mühim değildir. Zira onu her an için tamir edebilir, yenileyebilirsin…
Amellerin esası,
yani temeli, tevhid ve ihlastır. Kimin ki tevhidi yoksa, ihlası yoksa, onun
ameli de yoktur, öyleyse, sen, ey müslüman, önce amellerinin temelini tevhid ve
ihlas ile tahkim et, kuvvetlendir! Sonra da onları İzzet ve Celal sahibi Allah’ın
(CC) lutfu, kuvveti ve tevfikı ile bu temel üzerine bina et, kur. Bu noktada,
sakın kendi gücüne, kendi iradene dayanma. Mutlak surette Allah’ın (CC) iradesine,
Allah’ın (CC) lutfuna ve kuvvetine dayan…
Binayı yapan,
tevhid elidir, şirk - nifak eli değildir. İbadetler binası tevhid ile, yani
Allah’ın (CC) kuvvetine ve tevfikine dayanarak yapılır, sebeplere dayanarak
yapılmaz.
Muvahhid,
amelinin kadri - kıymeti yüksek olan kişidir. Münafık ise böyle değildir…
Allah’ım (CC) ,
bütün hal ve hareketlerimizde bizi nifakdan, ikiyüzlülükten… uzak tut ve:
— Bize dünyada iyilik ver. Ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından
koru!…
Kaynak:
Fethurrabbani, Vel Feyzurrahmani
www.GAVSULAZAM.de
|