EY OĞUL! İzzet ve Celal
sahibi Allah’a (CC) olan muhabbetin sıhhatli değil. O’nu (CC) sevdiğin, O’nu (CC)
murad ettiğin ve O’na (CC) rağbet gösterdiğin de yok. Zira İzzet ve Celal
sahibi Allah’ı (CC) sevdiğini iddia edip de O’ndan (CC) başkasına rağbet eden
bir kişinin bu iddiası batıldır, doğru değildir. Dünyaya talib olanlar, onu
sevenler ve ona rağbet gösterenler pek çoktur, ahirete talib olanlar ise pek
azdır, izzet ve Celal sahibi Allah’a (CC) talip olup O’nun (CC) sevgisinde
sadakat gösterenler ise azın da azıdır. Onlar, azlıkta ve kıtlıkta adeta altın
ve yakut gibidirler. Pek ender olarak bulunurlar. Öyle ki, bir çok ferdler
içinde bazen bir tane çıkabilir. Onlar, bütün insan topluluklarının müştak oldukları
kişilerdir. Onlar, yeryüzünün kıymetli madenleridir, hükümdarlarıdır. Onlar,
beldelerle kulların muhafızlarıdır. Onların yüzü suyu hürmetine insanlardan
belalar defedilir. Onların yüzü suyu hürmetine insanlar yağmura kavuşurlar.
Allah (CC), onların yüzü suyu hürmetine
göğü yağmurlandınr. Onların yüzü suyu hürmetine yerde nebat biter…
Onlar; önceleri
dağdan dağa, beldeden beldeye, viraneden viraneye,… dolaşırlar. Her ne zaman ki
bir yerde tanınırlarsa oradan hemen bir başka yere giderler. Her şeyi
arkalarına atarlar, dünyevi olan her şeyi geride bırakırlar. Dünyanın
anahtarlarını ehli dünyaya teslim ederler. Bu halleri, yanlarında yelkenler
açılıncaya, kalblerine nehirler akmaya ve İzzet ve Celal sahibi Allah (CC) tarafından
gönderilmiş bir ordu kendilerini muhafazaya alıncaya kadar devam eder. Allah (CC)
taratından gönderilen muhafız ordu, onların herbirini ayrı ayrı korumaya alır.
Böylece ikram olunurlar, muhafaza edilirler, halka vali tayin olunurlar…
Bütün bunlar,
onların akıllarının ötesinde olan şeylerdir. Bu mertebeye ulaştıkları zaman
artık halka yönelmeleri, onların irşadı ile meşgul olmaları üzerlerine farz
olur. Çünkü bu noktada onlar, tabibler yani doktorlar durumundadır. Geri kalan
insanlar ise hastalar mesabesindedir…
Hayf sana ki, kendinin onlardan olduğunu iddia ediyorsun. Sence onların alametleri
nelerdir acaba? İzzet ve Celal sahibi Allah’a (CC) yakınlığın ve O’nun (CC)
lutfunun alameti nedir? Acaba sen, Allah (CC) katında hangi mertebedesin, hangi
mevkidesin? Acaba yüce melekut aleminde senin ismin nedir, lakabın nedir? Acaba
kapın her gece hangi şey üzerine kapanıyor? Yediğin, içtiğin… mubah bir şey mi,
yoksa helal bir nasib midir? Dünyaya mı dayanıyorsun, ahirete mi, yoksa izzet
ve Celal sahibi Allah’a (CC) yakınlığa mı? Tek başına bulunduğun anlarda
arkadaşın kimdir? Tenhalarda bulunduğun zamanki arkadaşın kimdir? Başkalarıyla
birlikte bulunduğun zamanki arkadaşların kimlerdir?…
Ey yalancı, senin, tek başına bulunduğun zamanki arkadaşların nefsin, şeytanın, hevai
arzuların ve dünyevi düşüncelerindir. Başkalarıyla birlikte bulunduğun zamanki
arkadaşların ise kötü akranlardan ve dedikoducu arkadaşlardan ibaret inşan
şeytanlarıdır. Halbuki bizim bahsettiğimiz bu mertebe ise, hezeyanlarla ve kuru
iddialarla elde edilemiyecek bir şeydir. Öyle olunca, senin bu bahisde
konuşman, sana hiç faydası olmayan bir hevesten ibarettir. Sana her şeyden
önce, izzet ve Celal sahibi Allah’ın (CC) huzurunda sükun gerek, sessizlik
gerek, edebe aykırı hareket ve davranışları terketmek gerek. Eğer bu bahiste
illa da konuşman icab ediyorsa, o takdirde teberrüken konuşmalı, bu mertebenin
insanlarından teberrüken bahsetmelisin. Yoksa, kalbin o mertebelerden tamamen
mahrum bulunduğu halde, zahiren o mertebelerde imiş iddiasında bulunmak için
değil. Esasen batınla aynı olmayan bir zahir, hezeyandan başka bir şey
değildir. Bir kimsenin içi başka dışı başka ise, bu bir hezeyandır. Sen, Nebi (SAV)’
şu sözünü işitmedin mi ki ne buyuruyor:
— İnsanların etini yemekte devam eden (gıybet eden, insanları arkasından
çekiştiren) kişi oruç tutmuş değildir.
Allah’ın (CC) Resulü
(SAV) bu sözleriyle, orucun sadece yemeyi, içmeyi vesaireyi terketmekten ibaret
olmadığını beyan buyurmuştur. Tutulan bir orucun oruç olabilmesi için, oruçlu
iken yemek, içmek vesaire terkedildiği gibi, günahlar da terkedilmiş olmalıdır.
Siz, gıybetten, yani başkalarını gıyabında çekiştirmekten sakınınız. Zira,
tıpkı ateşin odunu yakıp bitirmesi gribi, gıybet de amelleri yer, bitirir…
Gıybet etmeyi
adet edinen kişi asla iflah bulmaz. Gıybet etmekle tanınan bir kimsenin halk
nazarında itibarı az olur...
Şehvetle bakmaktan
sakınınız. Zira şehvetle bakış, sizin kalblerinize masiyet günah tohumlarını saçar. Şehvetle bakışın
sonu da hem dünya için, hem de ahiret için iyi değildir…
Yalan yere yemin
etmekten de sakınınız. Zira yalan yere edilen yeminler, ülkeleri meşakkatlere
sokar, perişan eder. Mallarınızın, ibadet ve taatlerinizin bereketini giderir. Hayf sana ki, yalan yere yeminler
ederek malını değerli gösterip satıyorsun, böylece ibadet ve taatlerini de
hüsrana götürüyor, değerden düşürüyorsun! Eğer sende birazcık akıl olsaydı,
bunun bizzat hüsranın ta kendisi olduğunu anlardın. Malını satarken:
— Vallahi, ne bu beldede bunun gibi mal vardır, ne de kimsede böylesi
bulunur!
— Vallahi, bu mal şöyle güzel yapılmıştır, böyle güzel yapılmıştır!
— Vallahi, o, bana şu kadara malolmuştur…
gibi yeminler
edersin! Halbuki sen bu söylediklerinin hepsinde bir yalancısın. Sözlerinin
hepsi de yalandır. Üstelik, bir de, doğru söylediğine dair yalancı şahidlik
eder, Allah’ın (CC) adıyla yeminler savurursun! Bu durumda, pek yakında sana
körlük ve zaafiyet gelir…
Şanı yüce olan
Allah’ın (CC) rahmeti üzerinize olsun, izzet ve Celal sahibi Hakk’ın (CC) huzurunda
edepleniniz. Kim ki şeriat adabiyle edeplenmezse, kıyamet günü cehennem ateşi
onu edeplendirir, terbiye eder…
(Burada,
dinleyenlerden biri Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’ne bir sual sorarak dedi
ki:
— Bir kimsede bu beş hasletin «gıybet, şehvetle bakmak, yalan yere yemin,...»
tamamı veya bir kısmı bulunursa o kimsenin orucunun, abdestinin,… bozulduğuna
hükmedebilir misiniz?
Hazret, buna
cevaben dedi ki:
— Hayır. O kimsenin orucunun ve abdestinin aslı bozulmaz. Bu söylenenler,
kişiyi o tür günah ve kötülüklerden sakındırmak, ona öğüt vermek ve bu kabil günahları
işlememesi için korkutmak maksadıyle söylenmiştir).
EY OĞUL! Belki de yarın
gelecek. Fakat sen mevcud olmayacaksın. Toprağın altına girmiş bulunacaksın.
Belki de bu, bir diğer vakitte olacak. Öyleyse bu gaflet neye? Kalbleriniz ne
de kasvetli! Siz, adeta birer taşsınız! Size doğru yolu ben söylüyorum. Benden
başkaları da söylüyor. Fakat siz yine aynı haldesiniz, aynı noktadasınız. Size
Allah’ın (CC) kelamı Kur’an okunuyor. Resul aleyhisselamın hadisleri okunuyor.
Daha önce gelip geçmiş büyüklerin halleri okunuyor. Fakat siz hiç ibret
almıyorsunuz. Günahlardan uzaklaşmıyorsunuz. Amelleriniz değişmiyor,
düzelmiyor. Allah’ın (CC) kelamı ile Resulullah’ın (SAV) hadislerinin okunduğu
ve geçmişteki büyüklerin hallerinin anlatıldığı bir muhitte bulunup da bütün
bunlardan öğüt almayan bir kimse, şer ehlindendir…
EY OĞUL! İzzet ve Celal
sahibi Allah’ın (CC) dostlarını küçük görüp hafife alman, Allah’ı (CC) az
tanımış olmandan ileri geliyor. Onlar hakkında diyorsun ki:
— Bunlar töhmet altındadırlar. Niçin bizimle birlikte çalışmıyorlar, bizimle beraber
yaşamıyorlar? Neden bizimle birlikde oturmuyorlar?…
Sen bunları,
kendi nefsini bilmediğin için söylüyorsun. Kendi nefsin hakkındaki bilgin çok
az olunca, diğer insanların kadri hakkındaki bilgin de az oluyor. Dünya ve onun
akıbeti hakkındaki bilginin azlığı nisbetinde ahiretin cahili olursun. Ahiret
hakkındaki bilginin azlığı nisbetinde de, İzzet ve Celal sahibi Allah’ın (CC)
cahili olursun!…
Ey, dünya ile iştigal eden kişi! Sendeki hüsran ve nedametler, pek yakında sana ayan beyan zahir olacak.
Hem de, dünyada ve ahirette olmak üzere. Kıyamet gününde, aldanma gününde,
ayıpların ortaya döküleceği günde, hüsranlar ve pişmanlıklar gününde,…
nedametlerin zahir olacak! Henüz ahiret gelmeden önce nefsini hesaba çek. İzzet
ve Celal sahibi Allah’ın (CC) afvına, lutfuna ve sana olan keremine aldanma.
Sen, masiyet günahlardan, hatalardan, diğer insanlara haksızlıklardan,… meydana
gelen hallerin en kötüsü üzerinde durmaktasın…
Günahlar, küfrün
habercileri elçileridir. Nitekim sıtma da ölümün habercisi ve elçisidir. Sana
ölümden önce, ruhları almakla vazifeli melek gelmeden önce,… tevbe gerek…
Gençler! Tevbe
ediniz. Bir daha dönmemek üzere günahlardan vazgeçiniz. Görmez misiniz ki,
İzzet ve Celal sahibi Allah (CC), sizi belalara müptela oluyor, belalara
imtihan ediyor. Ta ki tevbe edesiniz. Fakat siz bunu düşünemiyor ve O’na (CC) karşı
günahlar işlemekte ısrar ediyorsunuz. Bu zamanda, insanlar arasında ancak nadir
kişiler belalara müptela kılınırlar…
Yalan, bir nimet
değildir. Bilakis, bir ukubettir, bir cezadır. Yalan, mertebelerde ve
şereflerde bir yükselme artış değildir.
Bilakis, günahlar için bir ukubettir, bir cezadır.
Hak erenleri,
Allah (CC) katında derecelerinin yükselmesi için belalara müptela kılınırlar,
belalarla imtihan edilirler. Onlar, duçar oldukları bela ve musibetlere
sabreder, tahammül gösterirler. Zira onlar, yalnız Allah’ın zatına talipdirler…
Allah (CC) dostları
için bu hal tamamlanınca, kendilerinin tasarruf ve sultanlığı tamamlanmış olur.
Bu hal tamamlanmadığı takdirde ise, kendilerinin bir helak içinde bulunduklarına
inanırlar…
Allah’ım (CC),
bizi helak olmaktan kurtar. Senden yalnız yakınlığını dileriz. Dünyada da, ahirette
de, dünyada kalblerimizle, ahirette de gözlerimizle yalnız sana nazar etmeyi
dileriz…
EY AHALİ! İzzet ve Celal
sahibi Allah’ın (CC) rahmetinden ve bu rahmetin genişliğinden ümit kesmeyiniz.
Ümit kesme. Çünkü o rahmetin sahibi Allah’tır (CC). Bilmezsin. Olur ki, Allah (CC)
bunun peşinden bir iş peyda ediverir.
Beladan kaçma.
Zira, sabırla karşılandığı takdirde bela, her hayrın esasıdır, temelidir.
Peygamberliğin de, risaletin de, evliyalığın da, marifetullahın da, muhabbetin
de,… esası beladır. Belalara sabredip tahammül göstermediğin takdirde senin
için bir temel yok demektir. Halbuki herhangi bir bina ancak temel olursa
ayakta durabilir. Sen, mezbele süprüntü üzerine bina yapıldığını ve böyle bir
binanın ayakta kaldığını hiç gördün mü? Senin belalarla musibetlerden kaçışının
sebebi, Allah (CC) dostluğuna, marifetullah’a ve Allah’a (CC) yakınlığa ihtiyaç
duymamandır…
Sabırlı ol. Belalara
ve musibetlere karşı metanet göster. Güzel ameller işle. Ta ki kalbinle, özünle
ve ruhunla, İzzet ve Celal sahibi Rabbın’ın (CC) kapısına yapışasın!…
Alimler, veliler
ve abdallar Peygamberlerin (AS) varisleridir. Peygamberler (AS), Allah (CC) ile
kullar arasında vasıtadır. Allah’ın (CC) ahkamını kullara tebliğ ederler. Alimler,
veliler ve abdallar da Peygamberlerden (AS) sonra, onların tebliğ etmiş
oldukları ilahi ahkamı devamlı olarak nesilden nesile duyururlar…
Mümin, İzzet ve
Celal sahibi Allah’tan (CC) başkasından korkmaz, O’ndan (CC) başkasından bir
şey beklemez. O’nun (CC) kuvveti, kalbine ve özüne verilmiştir. Bunu Allah (CC)
vermiştir. Müminlerin kalbi, izzet ve Celal sahibi Allah (CC) ile nasıl
kavi güçlü olmasın ki, Allah (CC), o
kalbleri kendisine bağlamıştır. Öyle ki, müminlerin kalbleri Allah (CC) katından
bir an bile ayrılmaz. Bedenleri ise yeryüzündedir. Şanı yüce olan Allah (CC) buyurur:
— Çünkü onlar, bizim katımızda hakikaten seçkinlerden hayırlı zatlardandır.
Allah (CC) dostları,
kendi devirlerindeki ahalinin seçkinleridir. Diğer insanlardan, iç alemleri
itibariyle temeyyüz ederler. Esasları nurludur. İşte bunun içindir ki, halktan
ayrılırlar, alışılmış şeylerde zühd gösterirler, ilerilere atılırlar. Daima
ilerilere atılırlar. Öyle ki, geride bıraktıkları yerlerde artık otlar biter.
Bir daha geriye dönmezler. Yalnızlığa alışırlar. Hep viraneleri, deniz
sahillerini, sahraları ve ıssız yerleri tercih ederler. Umran muhitlerde
durmayı hiç istemezler. Dağ meyvelerinden yerler. Oralarda buldukları sulardan
içerler. Adeta kendi başına yaşayan canlılar haline gelirler. İşte böyle bir
hayatla ve buralarda kalbleri Allah’a (CC) yakınlık ve ünsiyet peyda eder.
Böylece, temelleri Peygamberlerin (AS), sıddikların, şehidlerin,… temelleri ile
beraber bulunur. İç alemleri de Allah (CC) ile birlikte bulunur. Onlar, gece
gündüz, her hal-ü karda, Allah’a (CC) müştak olarak ve O’nunla (CC) ünsiyet
peyda etmekten büyük zevk duyarak hizmette bulunmaktan bir an dahi geri
durmazlar…
EY OĞUL! Tatlılık, acılık,
salah, fesad, keder ve safa bu hayatın adeta ayrılmaz hususiyetleridir. Eğer
külli bir safa istersen kalbinle insanlardan ayrıl. Onu, izzet ve Celal sahibi
Allah’a (CC) bağla. Dünyadan ayrıl. Onun sevgisini kalbinden çıkar, at. Aile
efradının sevgisini de at. Onları İzzet ve Celal sahibi Rabbına (CC) teslim et.
Kalbini çırılçıplak olarak hepsinden kurtar. Ahıretin kapısına yaklaş. Sonra da
o kapıdan gir. Eğer içeride izzet ve Celal sahibi Rabbını (CC) bulamazsan
oradan da çık. Hem de kaçarak, O’nun (CC) yakınlığını arayarak. O’nu (CC) bulduğun
an, safanın tamamını yanında buldun demektir. Zira İzzet ve Celal sahibi
Allah’ı (CC) seven, O’ndan (CC) başkasıyle ne yapsın ki! Cennet, derecelere talib
olanların yeridir. Tüccarın yeridir. Dünyayı onun karşılığında satarlar. İşte
bunun içindir ki, İzzet ve Celal sahibi Allah (CC) şöyle buyurur:
— …Canlarının isteyeceği, gözlerinin zevk alacağı ne varsa oradadır…
Kalbin zikri
nedir? Öz’ün zikri nedir? Mananın zikri nedir? Cennet; oruç tutanlar, namaz
kılanlar, lezzet ve ihtiraslarda zühd gösterenler içindir. Onlar; bir oruç
karşılığında bir diğer orucu, bir bahçe karşılığında bir diğer bahçeyi, bir ev
mukabilinde bir diğer evi,… sattılar. Ben sizden, hiç sözsüz ameller istiyorum.
Sırf izzet ve Celal sahibi Allah’ın (CC) rızası için amel işleyen arif kişi,
adeta üzerinde demir dövülen fakat hiç sesini çıkarmıyan bir örstür. Yine o,
adeta, üzerinde yürünen ve bu sebeple tebeddülat ve tagayyürata uğrayan, fakat
buna rağmen tam bir dilsiz kesilen yeryüzüdür, dünya yüzüdür…
Hak erenleri, İzzet
ve Celal sahibi Allah’tan (CC) başka hiç bir şeyi görmezler. O’ndan (CC) başka
hiç bir şeyi dinlemezler. Onların dilsiz birer kalbi vardır. Onlar hem
kendilerinden, hem de masivadan (Allah’tan CC. başka her şeyden) geçmişlerdir. Bu
halden hiç ayrılmazlar. Allah (CC) dilediği zaman kendilerine kuvvet verir,
kalblerini dile getirir, konuşan bir dil haline koyar. Onlar kendileri sanki
iradeleri ellerinden alınmış bir duruma gelirler. İlahi kudret kendilerini
konuşturur. Allah (CC) onları rahmet ve şefkat eliyle alarak kendisine çeker.
Onları sırf kendisi için varolan kulları olarak yeniden inşa eder. Tıpkı Hz. Musa
(AS)’ı kendi zatı için seçtiği ve ona ihsanda bulunduğu gibi, bunları da öylece
seçer, terbiye eder ve ihsanda bulunur. Nitekim İzzet ve Celal sahibi Allah
(CC), Hz. Musa (AS) için şöyle buyurur:
— Ben seni kendim için seçtim.
— Allah’ın (CC)
benzeri bulunması şurda dursun, benzeri gibisi dahi yoktur. O (CC) hakkıyle
işiten, kemaliyle görendir.
Allah (CC) dilediği
an; hiç sıkıntısız rahatlık, hiç yalnızlık hissedilmeyen ünsiyet, hiç
meşakkatsiz nimet, hiç öfkesiz ferahlık, hiç acısı olmayan tatlılık, hiç yok olmayan
mülk,… yaratır ve verir. Bu noktada, nusret, hakimiyet ve dostluk, hak olan
Allah’ındır (CC)…
Kim ki bu merhaleye
ulaşırsa, onun için hemen alelacele rahat tahakkuk eder. Halbuki sen şu anda içinde
bulunduğun halette dünyada rahat bulamazsın. Çünkü dünya, keder tasa yuvasıdır,
afet musibet yuvasıdır. Onun için, senin o yuvadan çıkman gerekir. Sen, dünya
sevgisini kalbinden ve elinden çıkarmalısın. Eğer bir anda hem kalbinden, hem
de elinden çıkarmaya gücün yetmezse önce kalbinden çıkar, eline bırak.
Güçlendiğin zaman ise elinden de at ve seni bağlayan o dünyalıkları, İzzet ve
Celal sahibi Allah’ın (CC) iyali olan fakirlerle yoksullara dağıt. Böyle
yapınca, sakın dünyadaki nasiblerinin elden gideceğinden endişelenme. Zira ne
yapsan ve nasıl hareket etsen, senin nasibin sana gelir. Asla elden kaçmaz.
Zengin de olsan, fakir de olsan, zahid de olsan, dünyaya rağbet eder de olsan,
bu böyledir…
Bütün mesele döner
dolaşır, senin kalbinin ve özünün sıhhatli salim oluşunda toplanır. Yani
meselenin sıklet merkezi, kalbinle özünün, menfi duygulardan, menfi temayül ve
ihtiraslardan arınmış-temizlenmiş olmasıdır. Eğer kalb ve öz, bütün bunlardan
arınmış ise, mesele hallolmuş demektir. Kalb ile özün arınması ise şunlarla
tahakkuk eder:
a) ilim öğrenmekle,
b) Öğrenilen ilimle amel
etmekle,
c) Amellerde ihlaslı
olmakla,
d) İzzet ve Celal sahibi
Allah’ı (CC) aramakta samimi olmakla…
EY OĞUL! Hiç duymadın mı
ki, ne söylenir: — önce öğren, anla. Sonra ayrıl!…
Sen, Önce zahir
ilmini öğren. Sonra da, zahir ilminden batın ilmine atla. Sen, önce şu zahir
ilmi ile amel et, zahir ilmini tatbik et. Ta ki, onunla yaptığın amel, seni
yapmadığın şeyin ilmine götürsün. Sen, zahir ilmi ile amel et ki, o, seni,
batın ilmine ve batın ameline götürsün. Şu zahir ilmi, zahirin ışığıdır. Batın
ilmi de batının ışığıdır. Batın ilmi, İzzet ve Celal sahibi Rabbın (CC) ile
senin aranda bir ışıktır. Her ne zaman ki ilminle amel edersen, yolun Allah’a (CC)
yaklaşır. O’nunla (CC) arandaki kapı
genişler. Sana aıt olan kapının kanadı
açılır…
Ey Rabbımız (CC) ! Bize dünyada iyilik ver, ahirette
de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!…
www.GAVSULAZAM.de
|