Mevlâ’nın (CC) rahmet vasıtası olan Efendimizin (SAV) bütün semavatı dolaşmasına ilâhî bir izin verildi. Semavat sakinleri Feyzin Cemâlinin eserlerini görmesi için Rabbısı (CC) O’nu (SAV) , onların gözlerine arzetti. Risalet Cemâlinin alnı bütün kâinat üzerine nurlar saçtı. Cenab-ı Âlâ (CC) Rasûlünü (SAV) ezelî tecellîsi ve ilâhî hitabıyla yüceltip «Kuluna Kur’an’ı indirdi.»[1] İzzetiyle süsledi. Gelmesiyle Melekût-u Ala’da nurlar kat kat oldu. Nuranî varlıkların gözleri, güzelliğinin şuasından ve Âlem-i Bâlâdaki meleklerin gözleri alnındaki nurun parlamasından kamaştı. «Ey ulvî ve süfli âlemin sakinleri! Hayrül Asfiyanın (SAV) ziyasından, feyzinin nurundan iktibas edin. Işık saçan bir güneş olduğu halde müjdeleyici ve kurtarıcı sıfatlarıyla gönderilmiş olan nebilerin imamından rahmet iltimas edin. Zira hepiniz o nebilerin imamının himayesi altındasınız.» mealinde gizli bir nida her tarafı kapladı.

Arz güneşinin zuhuru için sema güneşi örtüldü. Nur saçan inci gibi yıldızlar Yesribin (Medine’nin) güzel çiçeğinin doğuşundan dolayı gizlendi. Mekke’nin şihabı parlayınca semanın şihabı söndü. Hâsılı bütün nurlar ve nurların şuası Ahmed-i Muhtar’da (SAV) toplandı. Köşe ve bucakta oturan şerefli, mukaddes ibadethanelerin ruhbanları şerefli makamın sahibinin cemâlini temaşaya çıktı. O’na (SAV) denildiki: «Ey yüce makamın sahibi! Senin Turun İsra gecesidir. Hz. Musanın (AS) matlubu olan Cemâl (CC) Senin ayini istidadında güzel görünme oldu. Sen, Nebiler divanının yazılan son harfisin. Sen, yazılmış olan “Bu peygamberlerin bir kısmını, kendilerine verilen özelliklerle diğerlerinden üstün kıldık.”[2] Satırının en büyüğüsün. Senin sevgin ufku âlâda süslendi. “And olsun ki, Rabbinin (CC) en büyük alâmetlerinden bir kısmını gördü.”[3] İlâhî hitabında eşsiz şerefinin cevherinden vücudunun alnına bir saadet tacı yapıldi ki, onun misli asla bir kalıba dökülmedi. Nebilerden her biri kadrinin celâleti ve büyüklüğüyle beraber “Her türlü noksanlıktan münezzeh olan o Allah’tır ki (CC), kulunu gece Mescid-i Haram’dan o etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya kadar götürdü.”[4] Şerefine nail olmadı. Kabe Kavseyn mertebesini bulmadı. Onlardan birine ( Esselamu aleyke eyyühennebiyyü ) denilmedi.

Hicabı ( Ev ednâ )[5] katında hepsi sona kalarak ( Denâ fetedellâ )[6] öne geçti, ( Legad raâ )[7] libası içinde ekvanın güzelliği ona açılmışken iştigal gözüyle onlara iltifat bile etmedi. «Fakat Gözlerini uzatıp rağbete bakma.»[8] edebiyle edeplendirdi. Bu mukaddes vadi Musa (AS) nerede, bu Ruhül Kudüs İsa (AS) nerede, bu şarab Eyyüb (AS) nerede. Bu âlî şerefin güzel kokusundan bir defa koklamaya talip, bu kemâl bahçesinin yayılmış güzel kokusundan bir defa koklamaya razı oldukları halde seyahat eden ukul kayıplar meydanında nice seferler yaptılar ve fikirler o yüce bahçeye doğru ne kadar uçtular, lâkin aradıklarını bulmaya yol bulamadılar.

İrfan ve Kemâl ehli itiraf lisanıyla şöyle nida ettiler: «Ey peygamberlerin sonuncusu ve nebîlerin en kerîm olanı. Sen vücud cesedinin ruhusun. Sen kâinat bahçesinin gülüsün. Sen dünya ve ahîret hayatının pınarı, feyz ve necat sermayesisin. Vahyin tamamı Senin için dizildi. Pak olan ruhuna kıdem lütfunun şefkat rüzgârları esti. Senin güzel övülüşünün kokuları Melekütü Âlâya cemâlin saçılan kokuları oluyor. Elinde tuttuğun “İleride Rabbın (CC) sana verecek de hoşnud olacaksın.”[9] Livayı saadeti Senin içindir. Şeriat lambası ilminin nurundan ışık alır. Hikmet lambaları kelamının şualarıyla parlar.»

Enbiya-i İzam (AS) İmam-ı Mürselîn (SAV) Efendimizin hikmet yerindeki şehadette dahi kendilerine tekaddüm ve faziletli olduğunu ima, kudsi şanının celâlet eserlerini yücelterek arkasında saf oldu. Münadi-i kadr, onlara tazim ile şöyle nida etti: «Ey ibadet ve zahit ashabı! Ey keramet ve saadet erbabı! Ey şeriat ve tarikat youyla mahlûkata hüccet ehli! Bu, semavatın fevkini ve cennet rnakamlarının en şereflisini süsleyen aydır. Bu, Hüda nurunun güneşidir. Bu, Enbiya tacının zirvesidir. Güzelliğinin nurundan basiret gözlerini tenvir, hidayetinin ışığıyla gözlerinizden perdeleri kaldırarak görün ki, risalet incisinin gerdanlığ o dürri yetim ile şeref ve kıymet ve ilâhî vahyin etbisesi onunla zinet buldu. Nail olduğu saadete hiç bir kimse nail olmadı.»

Bu hakikati öğretici nida üzerine, Enbiya cemiyetinin tevhidini süsleyen gizli itiraf lisanlarıyla: «Biz melekler topluluğundan, herkes için belli bir makam vardır.»[10] hakikatini söylediler. Ondan sonra te’yidi ilâhîden altıncı binek Nebi (SAV)min önüne getirildi. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurdu: «Ey Muhammed (SAV) “İşte sen ve Rabbın” nidasını işitince ne diyeceğimi bilemiyerek hayret içerisinde kalakaldım. Kardan soğuk, baldan tatlı hayat veren bir damla dudaklarım üzerine damladı. O feyz hakikatının damlasıyla bütün enbiya ve mürselinin en fazla bileni ben oldum.

Onun üzerine lisanımdan “Allah (CC) için mübarek tahiyyeler ve güzel salavatlar” cereyan etti.

( Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve Rahmetullâhi ve Berakâtüh ) Kudsî cevabıyla ilâhî iltifatlara mazhar oldum. Bana tahsis buyrulan selâm ve rahmeti sübhânîden ihvanım olan bütün enbiya ve mürselini, bütün iman eden müslümanları hissedar etmek için: ( Esselâmü aleynâ ve ‘alâ ‘ibadillâhis Sâlihîn ) dedim.

Melâike-i Kiram ( Neşhedü en Lâ ilâhe illallâh) Şehadet kelimesiyle lisanı süsleyince, Hak Celle ve Alâ: «Meleklerim doğru söylediler. Allah (CC) benim, benden gayrı ilah yoktur.» Buyurdu. Yine melaike-i Kiram ( Neşhedü enne Muhammeden Rasûlüllah ) Deyince Cenab-ı Hakk «Meleklerim doğru söylediler. Muhammed (SAV) benim kulum ve rasûlümdür.» buyurdu.

Cenab-ı Aliyyil Âlâ’dan (CC) gaybî bir nida ve hitap geldi ki: «Ey Muhammed (SAV)! Bana naz ve niyaz arzederek, ne istersen dile. Ey Muhammed (SAV)! Sen söyle ben işitirim, ben söylerim Sen dinlersin.» Bu ilâhi müsadeye dayanarak Nebiyy-i Zişan (SAV) Efendimiz Melekûtu Âlâya yaklaşmak ve Cenab-ı Mevlâ’ya (CC) komşu olmak istedi. Bu talep üzerine «Ey yanımda mahlûkatın en şereflisi olan Habibim (SAV)! Sen bana dönmek istersen kullarımı bana kim davet edecektir.» Manasında Rabbani bir hitap vuku bulunca Habib-i Rahman (SAV) Efendimiz: «Ey Rabbim (CC)! Sen onları davete mutlak kadirsin. Bana ihtiyacın yoktur. Zaten ben Sensiz onları davet etmeye muktedir değilim.» deyince şöyle bir ilâhî hitap sadır oldu ki: «Ey Habibim (SAV)! Nebiyy-i Zişanım (SAV). Doğru söyledin, lakin ilâhî ezelimde diğer nebîler üzerine fazilet ve üstünüğün zahir omak için Senden sonra nebî gelmeyecektir. Şu kadar ki bu makam her bir vakitte ki namazda Senin içindir. Vakit geldiğinde namaz için kalktığında bu makamı görürsün. Bu yüce makamdan ürnmetini de nasibdar ettim.

Bir kul kerim olan Rabbının münacatından lezzet bulur, itaat ve ibadet-i İlâhîyesine devam eder, Rabbânî rızasını tahsile gayret eder ve Hakk’tan (CC) korku ve haşyetinden dolayı günahları için ağlarsa o kul bahtiyardır.»

www.GAVSULAZAM.de

 

 

  Önceki sayfa                        İndex                     Sonraki sayfa

[1] Kehf S. A.1

[2] Bakara S. A.253

[3] Necm S. A.18

[4] İsra S. A.1

[5] Necm S. A.9

[6] Necm S. A.8

[7] Necm S. A.18

[8] Hicr S. A.88

[9] Zuha S. A.5

[10] Saffat S. A.164

DAHİLEK YÂ RASÛLALLAH

 

Gönül hûn oldu şevkinden, boyandım yâ Rasûlallah,

Nasıl bilmem, bu nîrâna dayandım yâ Rasûlallah,

Ezel bezminde bir dinmez figândım yâ Rasûlallah,

Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah!

 

Yanan kalbe devasın Sen, bulunmaz bir şifâsın Sen,

Muazzam bîr sehâsın Sen, dilersen rûnümâsın Sen,

Habîb-i Kibriyâsın Sen, Muhammed Mustafa’sın Sen,

Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah!

 

Gül açmaz, çağlayan akmaz ilâhî nurun olmazsa,

Söner âlem, nefes kalmaz felek manzûrun olmazsa,

Firak ağlar, visâl ağlar ezel mesrurun olmazsa,

Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah!

 

Erir canlar o gülbûy-i revânbahşı hevâsıdan,

Güneş titrer, yanar dîdârının, bak, ihtirasından,

Perişan bir niyâz inler hayâtın müntehâsından,

Cemalinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah!

 

Susuz kalsam, yanan çöllerde can versem elem duymam,

Yanardağlar yanar bağrımda, ummanlarda nem duymam,

Alevler yağsa göklerden ve ben masseylesem duymam,

Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah!

 

Ne devlettir yumup aşkınla göz, râhında can vermek!

Nasîb olmaz mı sultânım haremgâhında can vermek,

Sönerken gözlerim âsân olur âhında can vermek,

Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah!

 

Boyun büktüm, perişanım, bu derdin sende tedbiri,

Lebib kavruldu âteşten döner pâyinde tezkîri,

Ne dem gönlün murâd eylerse taltif eyle kıtmîri,

Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah!

                                         YAMAN DEDE