Hamd,
bulutlardan şarıl şarıl su indiren, toprağın gizlediği nebatları toprağı
yormaksızın çıkaran, arzın üzerini ipek gibi çayırlarla süsleyen, bütün
ağaçların üzerine nurdan bir taç giydiren ve dallarına teker veya çifter kolyeler
halinde çiçeklerden inciler dizen, bahçelerin rengârenk çiçeklerini boyayanın
ve dokuyanın eli değmeksizin parlatan, Allah’a (CC) mahsustur.
Mahlûkatının
işlerini en kuvvetli ilâhî kanunlar, en açık programlar ve nizamlarla idare
eden Allah (CC), her türlü noksanlıktan münezzehtir. O Allah’a (CC), yokluktan
sonra karışık bir nutfeden yarattığı kimsenin hamdi gibi hamdederim. O’ndan
(CC), korktuğum şeyi gidermesini, kereminden de ümit edenin ümidini mahrum
etmemesini isterim. Günahlardan O’na (CC) istiğfar ederim. Şayet O’nun (CC) keremi
ve merhameti olmasa idi o günahlardan kurtulmuş olamazdım. Bir ve ortağı olmayan
Allah’tan (CC) başka ilah olmadığına şehadet eder ve bu şehadetle günah
hastalığımı tedavi ederim. Çünkü tevhid en faydalı ilaçtır.
Başlangıçta
Mirac, nihayette Makam-ı Mahmûd kendisine tahsis edilen Hz. Muhammed’in (SAV)
Allah’ın (CC) kulu ve Rasülü olduğuna şehadet ederim. Cenab-ı Hakk (CC) O’nu (SAV)
küfrün büyük deniz dalgaları gibi dalgalandığı bir devirde gönderdi. Yüzmesini bilenler
bile bu dalgalardan ve gece karanlığı gibi yerleşmiş fitnelerden kendilerini
kurtaramıyorlardı. Nebi (SAV) delilleri getirmek ve onları açıklamaktan geri
durmuyor, güneşten daha parlak olan mucizeleri ile insanlık âlemini doğru yola
ulaştırıyordu.
Kalbleri demir
gibi olan kavimler O’nun (SAV) ateşi ile eriyordu. O (SAV) Allah (CC) yolunda
dizgini ele aldı… Mızrakları kalplere, kılınçları kınından çıkararak şah
damarlara yerleştirdi. İman esaslarını küfrün ileri gelenlerine yönelterek
onları kendi saflarında topladı. Ta ki insanlar grup grup Allah’ın (CC) dinine
girdiler. Karışmamış olan tertemiz tevhid kadehlerinden kana kana içerek
kalplerinde iman pınarının tadını buldular. Tevhid ve şirk esaslarını mukayese
ederek tevhidin kıymetini öğrendiler. Feleklerin, dünyanın ve yıldızların döndüğü
müddetçe daima salât-ü selâm O’na (SAV), O’nun (SAV) Âline (RA), O’nun (SAV) Ashabına
(RA), O’na (SAV) tabi olanlara, O’na (SAV) yardım edenlere ve O’nun (SAV) ailelerine
(RA) olsun.
Bundan sonra
derim ki: Nur âleminin ibadethanelerinde (Vahdethane) oturanlara «Ben Halık-ü zülcelâl çamurdan bir insan
yaratacağım.»[1]
hikmetinin kokusu yayıldı ve Meleküt-ü Âlâ «Ben
azimüşşan yeryüzünde bir halife var edeceğim.»[2] nuru ile parladı. Bu kudsî
ve şerefli ibadethanelerin ehilleri «Onu
yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın.»[3] ilâhi emrinden şerefli bir
nasip buldu. Âdem (Aleyhisselâm) ın
vücudunun mayası olan toprak işitenlerde cemâlin güzel kokusu ve saadet oldu.
Yaratılış sanatının eşsiz terzisinin biçip diktiği «Allah (CC), Âdemi âlemlere tercih etti.» Hilyesinin parlamasıyla
meydana gelip «Ruhumdan ona üfledim.»
nurunun yayılmasıyla Âlem-i Âlâda meleklerin hepsi birden tahiyyat ve tekrîm için
secdeye vardı.
«Ey Musa (AS), verdiklerimle ve sözümle seni insanlar
arasından seçtim» ilâhî hitabınca ezelde seçilmiş olan Musa (AS) bir gül bahçesi olan Tûr’un
üzerinde bir bülbülün hakikatin nağmesini süsleyen « İnnenî Enellâh »[5] ilâhî hitabını tatlı
namesiyle terennüm ettiğini işitti ve nar-ı insin bekay-ı nurundan tecellî eden
sevgilinin « Ve Enâ
ehtartüke»[6] kadehine kudsî olan vahdet
şerabını boşaltmakta olduğunu müşahede etti. Tûr’un etrafı sallanmaya, dağın
kenarları ayaklar altında titremeye başlayınca hemen kendisi mukaddes vadideki
mübarek ağacın altında cemâli görmek için iştiyakla durdu.
Onun muhabbet
neşvesinin tesiri, mukaddes vücudunu titretip eliyle sahife-i niyazına « erinî »[7] harflerini yazmışken
kudret kalemi onun elinde değişerek « len terânî »[8] yazdı.
Bu halde
aklının gözüne Rabbın (CC) tecellî nurunun parıltısı yayıldı ki « Ve Harra
Mûsâ sa’igâ »[9] ateşi olmasaydı dağ
kendisi için cennet-i dîdâr olurdu.
Musa (AS) bu
Rabbani tecellî sebebiyle bayılmadan sonra «Ya
Rabbi (CC)! Münezzehsin, sana tevbe ettim, ben inananların ilkiyim.»[10]dedi. Allah’ın (CC) kelîminin
nübüvvet nöbeti (devleti) tamam olunca kendisine «Ey Musa (AS)! Risalet kalemini ve hikmet divitini beşikte insanlara
söz söyleyecek olan zata teslim et ki, kitab-ı tevhidime “Ben Allan’ın (CC) kuluyum” diye ve risalet sayfalarına kendisinden
sonra sevgili Habibim Ahmedin (SAV) geleceği müjdesini yazsın» maalinde bir
hitab-ı gaybî sadır oldu.
Musa (AS) «Rabbim (CC)! Bana kendini göster, Sana
bakayım.»[11]dedi. Ona (AS) denildi ki «Ey Musa (AS)!
İlk Önce ayine-i cebele (dağa) bak. Tecellî eden zat-ı azîmin heybet ve
tecellîsinden o büyük taşların hareketi anında sükun ve mekânetini nazarı
dikkata al» mealinde ibret verici bir nida sâdır olup o ilâhi nur, azamet
ve celâlle tecellî edince Tûr’un her parçası sallanmaya başladı. Bu sırada mukaddes
vadinin gül bahçesi cemâlin güzel kokularıyla dolup ve o mübarek bahçenin
kuruyup kalmış olan ağaçları yeşillenerek kemâl kokuları
yayıldı. Bundan sonraki olacak tecellînin eşsiz tesirlerini temaşa ve seyretmek
için mukaddes vadinin her yanı melâike-i kiram ve Enbiya-ı İzam’ın (AS) ruhlarıyla
doldu. Hudûstan münezzeh olan Zat-ı Celîl (CC) Musa’ya (AS) hitap etti. Bu
hitap bütün afâk-ı cihandan zahir olup bu sırada Allah’ın (CC) kelîmini
süsleyen kelâm, kelâmı beşer gibi değildi. Bu büyük tecellîde Hz. Musa’nın (AS)
baştan başa vücudu kulak ve göz kesildi. Zahir gözü (his gözü) kamaştı, fikir
gözü hayretle şaştı, tabiatının lisanına dilsizlik arız olup ve hissî
kuvvetleri ınkıtaya uğradı.
Allah’ın (CC) kelîminin,
lisanı hali «Sesler Rahman’ın (CC) heybetinden
kısılmıştır.»[12] ayeti kerimesini okuyup «Musa (AS) baygın düştü»[13]
ilâhî haberiyle kendisi bir hoş ve hayret oldu.
Hz. Musa’ya (AS)
perdeler arkasından denildi ki: «Ey Musa (AS)! Tabiatının midesi tecelli-i ( innî ) kâsesinin şarabına tahammülsüz, gözlerinin
inbiki ( erinî )
nurlarının mukabele kabiliyetine dayanıklı
değildir.
Hâdis olan göz
kıdem güneşinin şuasına açık değildir. İlâhi müşahede, Ademden vücut bulmuş
olan âlemde münkeşif olmaz. Muhakkak siz ölüm şarabını içmeyince ve dar-ı
fenada yok olmayınca Rabbınızı (CC) göremezsiniz. Dünyada tecellî görmek ancak
basiret gözüyle mümkün olup zahir gözle mevlânın Cemâlini görmek Sahib-i Kabe Kavseyn’e
(SAV) müyesserdir. Bu şerefe mahlûkat içinde iyi ahlak ile yarattığımızdan
başkası nail olamaz.
O, dürr-i
yetim, feyz cevheri ve beşeriyetin efendisinin malıdır ki: «Yetim erginlik çağına erişene kadar en iyi şeklin dışında malına
yaklaşmayın.»[14]
ezelî tılsımı ile menedilmişti.
www.GAVSULAZAM.de
Taha S. A.14: “Şüphesiz ben Allah’ım
(CC)”
Taha S. A.13: “Ben Seni Seçtim.”
Araf S . A.143: “Rabbım (CC) bana kendini göster.”
Araf S. A. 143: “Sen beni göremezsin”
Araf S. A.143: “Musa (AS) baygın
düştü.”
|