Bir insanın içinde manevi terbiyenin gelişmesi için, zahirde bir mürebbiye bağlanıp ondan alınan bir telkin gerekir. Bu mürebbiler, Nebiler Nebisi (SAV) Efendimiz ve O’nun (SAV) manevi varisleri veliler, Mürşid-i Kâmillerdir. Kalbin ve kalıbın lambası yanmaya bunların terbiyesi hasıl olunca başlar. Onlardan bir başka ruh alınır.

 

Bir Âyeti Kerimede Cenab-ı Hakk (CC) şöyle buyurur: “Allah (CC) ruhu emri ile, kullarından istediğine ilka eder.”[1] Dolayısı ile kalbin sağlık bulacağı bu ruhun telkini için bir irşadcı aramak lâzımdır.

 

Gerek İlâhi tecelli için, gerekse Peygamber (SAV) Efendimizin ruhaniyeti ile münasebet için terbiye şarttır. Bu yola ilk giren, ne Allah-ü Teala (CC) Hz.leri ile ne de Peygamber (SAV) Efendimiz ile kendi başına bir münasebet kuramaz. Bu sebeple bir Veli terbiyesini görmesi ilk akla gelendir. Çünkü o Veli ile Peygamber (SAV) Efendimiz arasında beşeri bir münasebet vardır.

 

Peygamber (SAV) Efendimiz hayatta olsaydı, doğruca alınacak ondan alınırdı, gayrına ihtiyaç kalmazdı. Öbür âleme intikal ettikten sonra, tecerrüd haline geçiyor, bizzat kendisi ile bağ kurulamıyor. İrşada memur Veliler de aynıdır. Onlar da bu âlemden göçüp gidince, irşad olmaz. Yalnız Seyyid ve Şerif olan batmayan güneş Hz. Pirimiz Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri öyle değil, O (KSA) kıyamete kadar maneviyatın başında olacaktır.

 

Ey aşığım diyen kişi! Anlayış ehli isen anla, değilsen, bu anlayışı ara… Nefsin zulmani haline, nurla galip gelmek için riyazetle o anlayışı bulmaya talib ol. Çünkü anlayış nurla olur, zıddı ile olmaz. Nur bezeli düzenli yere gelir. Şerefli yere düşer. Müptadi, kendi başına bu hali bulamadığı için, bir Veliye mutlaka ihtiyacı vardır.

 

Çünkü bir insan kendi kendine Nebiler Nebisi (SAV) Efendimizle irtibat kuramaz, çünkü buna müsait değildir. Bilgisayarı var ama çalıştırma programı yok. Bilgisayar o zaman hiçbir işe yaramaz. Mürşidi Kâmiller de insanı belirli bir programla hakiki insan durumuna getirirler. Hakiki manevi eğitimi almak için muhakkak Mürşidi Kâmile ihtiyaç vardır.

 

Ruhların terbiyesi başlı başına bir iştir. Cismani ruh, bedende terbiye edilir. Ruhani ruhun yeri kalb, sultani ruhun yeri fuad, Kudsi ruhun yeri ise sırdır. Sır, Hakk’la (CC) kul arasında bir vasıtadır. Hakk’tan (CC) halka tercüman olur. Çünkü o Allah (CC) Hz.lerinin ehli ve onun mahremi sayılır.

 

Hak yolunun yolcusu daima işin sonuna bakmalı. Önden yapılan işleri de iyi düşünmeli zahirdeki hallerin tadına aldanmamalı. Yapılan işler, onu yaratana aittir. İnsanın elinde tam yetki olmadığına göre, bir başka şekle girmesinden korkmalıdır.

 

Bu hususta Cenab-ı Hakk (CC) şöyle buyurur: “Ziyana uğrayan kavimden başkası Allah’ın (CC) tuzağından emin olamaz.”[2]

 

Bir Kudsi Hadiste ise Cenab-ı Hakk (CC) şöyle buyurur: “Ya Muhammed (SAV)! Günahkârlara Benim Gafur olduğumu müjdele; Sıddık mertebesine erenlere de gayyur olduğumu anlat.”[3]

 

Demişler ki,  son nefesin kötü geçmesinden korkmak, onun rahat geçmesini sağlar.

 

Peygamber (SAV) Efendimiz şöyle buyurur: “Ölenlerinizden herkes, Allah’a (CC) iyi zan besleyerek son nefesini teslim eder.”[4]

 

Cenab-ı Hakk (CC) bu husuta şöyle buyuruyor: “Rahmetim herşeyi sardı.”[5]

 

Ve “Rahmetim öfkemi geçti.” kelâmlarındaki derin manâyı anlar. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri merhamet edenlerin en iyisi olduğuna göre, bu hal çok görülmez.

 

Hak yolcusuna lâzım olan, Allah’ın (CC) Hz.lerinin kahrından kaçmaktır. Yine gerekir ki, varlığını O’na (CC) arz ede, neyi varsa O’nun (CC) önüne sere ve böylece O’ndan (CC) O’na (CC) kaça... Salike gereken O’nun (CC) varlığı önünde diz çöküp maddi varlığını soya, hatalarını itiraf ede ve O’nun (CC) kapısı önüne serile. Bunları yaparsa O’nun (CC) feyzine, fazlına, lutfuna, merhametine erer ve günahları eririr… Çünkü O (CC),çok iyidir, merhameti çoktur, cömert ve kerimdir. Ezeli Padişah ve büyük sultandır.

 

Gerek müridin riayet edeceği şartlar, gerekse şeyhe karşı edebleri çoktur. Ancak, bunlar arasından; müride çok lâzım olanları anlatacağız.

 

Mekkeli, allâme İbni Hacer Heytemi, çeşitli meselelere dair verdiği fetvaların sonunda şöyle anlattı:

 

Meşayihten inabe yollu bir şeyler almak değişik şekildedir. Meselâ bir mürid yani teberrüken bir şeyhin inabesini ister.

 

a) Şekli olarak.

b) Manevi bir terbiye görmek ve sülûke girmek için şeyhin inabesini ister.

 

Bu mesele, anlatılan kimselerin durumuna göre değişir. Şöyle ki: Anlatılan iki Hakk (CC) yolcusunun birincisi, istediği kimseden inabe edip bağlanabilir. Bu bağlanışında, kendisi için bir zorlama yoktur. Yapmaya mecbur kalacağı bir vazife de yoktur.

 

İkincisine gelince; Evliya yolunda neler yapılması icab ediyorsa, aynı şeyleri yapmak kendisine taayyun eder. Evliyanın takib ettiği yol, mahzurlu şeylerden ve ayıp bulunmadan yana temizdir. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri, bizleri onların zümresi ile haşr eylesin.)

 

İkinci anlatılan Hakk (CC) yolcusu, ancak hali kendisini cezbeden bir zatın delâleti ile işe başlayabilir. Ondaki bu cezbe, kendisini kahrı altına alacak kadar kuvvetli olmalıdır. O kadar ki, o müridin nefsi, o hakikatı bulmuş zatın hal kahrı altında ezilmelidir. Böyle olursa, o nefis, Şeyhi için, şehvet duygularından ve yersiz arzularından yana temiz bir hale gelir.

 

İşte, bundan sonradır ki, o mürid için anlatılan Şeyhin tuttuğu hidayet yoluna tam girmesi taayyun eder. Onun emirlerine ve âdetlerine uyup kalması gerekli olur. Bu uyuş o kadar ileri gitmeli ki, mürid, yıkayıcı elindeki ölüden ayırd edilmemeli. Yıkayıcı onu istediği yana çevirebilmeli.

 

İkinci durumda anlatılan bir müridi, bağlandığı bir Şeyhin cezbesi çekmiyorsa meşayih arasında en çok vera haline sahip olan, Şeriat ve hakikat kanunlarını en iyi bileni aramalı onun; işaret ve usulüne riayet yoluna girmelidir.

 

Bir kimse, vasfı anlatılan şeyhi bulduktan sonra bir başkasına gitmek kendisine haram olur. Evliya katında durum budur. Daha üstün bir makamda olan bulununca, ondan alt olan bir başkası kendisine hizmet etmek zorundadır. Ama sohbet yollu bir hizmet. Hem de, bedeni, mal, kalbi ile sohbet hizmeti. Yani, Hizmet arkadaşlığı. Ve, bu sohbet: Şartlarına, edeblerine uygun bir şekilde sürecek. Yanında olması ile, gıyabında olması bir değişiklik meydana getirmeyecek. Her iki durumda da, gerekli edeb şartlarına riayet edecektir.

 

Edep dışı hareketin hususiyetleri arasında şu vardır: Bereketi giderir, nur zulmete çevrilir, hicap, manevi uzaklık ve çeşitli zararlar husule gelir. İyi sayılmayan bu hallerin meydana gelmesinde edeb dışı hareket dolayısı ile şeyhin tabii durumunun değişmesi ile, değişmemesi farksızdır.

 

Gelelim mürid için şart olan işlere:

 

Hadika nam eserde yazıldığına göre bu şartlar ON BİR olup aşağıda sırası iIe anlatılacaktır.

 

1: Kalbinde, Şeyhin fiillerine itiraz olmamalıdır. Aklına yatmayan bir iş gördüğü zaman, ne kadar tevil etmesi gerekli ise, o kadar tevil etmelidir. Bu tevilde, bir çıkar yol bulamazsa kusuru nefsine yüklemelidir. Musa (AS) ile Hızır (AS) kıssasını okumalı, onu kendine esas saymalıdır. Zira itiraz, her kabahattan büyük bir kabahattır. İtiraz eden ise, mazur olamaz.

 

Kaldı ki itirazdan dolayı meydana gelen hicabın da ilacı yoktur. O hicabı atmak da kolay değildir. Bu itirazın bir başka menfi hususiyeti ise feyiz yollarını müride kapamasıdır. Ey kardeş, tabiplerin âciz kaldığı bu hastalıktan çekin, sakın.

 

2: Hatırına gelenleri şeyhe anlatmaktır. Bu hatıra gelenler, ister hayr olsun, ister şer. Bunları anlatmalı ki, şeyhi kendisine ilâç eylesin. Zira şeyh, bir tabib gibidir. Müridin haline muttali olunca, onun islahı için gereken ilâcı yapıp iyileştirir. Hastalıklarını kaldırır. Şeyhin keşfine itimad edip hastalıklarını açık anlatmamak doğru olmaz. Zira keşif, şekillidir. Onda yanılmak mümkündür. Ancak, keşfin içtihaddan ayrı bir yanı var ki o da sahi bile olsa dahi onunla amel edilmez. Zâhiri mana müsaid olmadıkça, evliya katında keşifle ilgili hiç bir hüküm verilmez. Bu mânâyı, hiç bir şekilde aklından çıkarma! Zira güzel bir bilgidir.

 

3: Mürid bu yoldaki talebinde azimli olmalıdır. Mihnetler ve şiddetler, onda bir değişiklik meydana getirmemelidir. Ayıplanma ve çeşitli zorluklar, onu yormamalıdır. Sadık bir şekilde, şeyhine beslediği büyük bir hürmetle saygı ve muhabbet: Nefsine, malına ve çocuklarına olan sevgiden daha ileri olmalıdır.

 

Şuna inanmalı: Yüce Mabud (CC) ile bitecek işi, ancak şeyhinin ve maneviyat büyüklerinin tavassutu ile olacaktır.

 

4: Mürid, şeyhinin itiyat yollu yaptığı fiillerin hepsine uyma cihetine gitmelidir. Meğer ki, şeyh yaptığı işlerden birini müride emretmiş buluna. Haliyle, söz anlatılan mana dışında kalır. Mürid şeyhin sözlü emrini yapmak zorundadır. Sebebine gelince, şeyh hali ve makamı icabı, kendisini gizlemek için bazı ameller işleyebilir. Emir olmadığı halde, mürid onlardan birini yapınca, kendisine öldürücü zehir olabilir.

 

5: Mürid, şeyhinin kendisine emrettiği şeyi yapmakta acele etmelidir. Ve derhal o emri yerine getirmelidir. Hiç bir tevil ve tehir yoluna sapmamalıdır. Zira, te’viI ve tehir yol kesicilerin en büyüğüdür.

 

6: Şeyhin sözleri ile ameldir. Mürid, şeyhin kavline göre amel cihetine gitmeli. Şeyhin bu kavli Zikir, teveccüh, murakabe olacağı gibi, okunmakta olan diğer virdleri bırakmak da olabilir. (Bu vird şeyhin emretmediği diğer kitaplardan alınan virdlerdir.) Bu emre uymak icab eder, zira şeyhin görüşü öyle bir durumu gerektirebilir.

 

7: Mürid, nefsini yaratılmışların en hakiri görecektir. Nefsini hiç kimseden üstün bir hakka sahip saymayacaktır. Üzerinde başkalarına ait haklar varsa, onları ödeyecektir. Eksiksiz, tam bir şekilde. Bir de, esas gaye dışında bütün bağlarla alâkasını kesecektir.

 

8: Bir Hak yolcusu mürid, işlerin hiç birinde, şeyhine hiyanet etmiyecektir. Şeyhine olan hürmeti ve tazimi, en güzel bir şekilde olmalıdır. Kendisine telkin edilen zikre devam edip gafleti ve uygunsuz hatıraları gönülden atmak yolu ile kalb bünyesini imara çalışmalıdır. (Gafleti esnasında gizli ve aşikâre işlediği günahları insanlara anlatarak şahitlendirirse, Cenab-ı Hakk CC. Hz.leri böyle yapanları cezalandıracağını beyan ediyor.)

 

9: Her Hak yolcusu müridin ,tek olan zat olan Cenab-ı Hakk’tan (CC) başka bir arzusu olmaması gerekir. Dünya ve ahirete ait tüm arzuları bu manaya dayanmalıdır. Arzu edilmemesi gereken bu işler hal makam, fena ve beka çeşidi şeyler olsa dahi, yine tek olan Hak Teala (CC) Hz.lerine karşı gönüle getirmemelidir.

 

Zira o, ancak nefsinin ve nefsine,göre hallerin kemaline talib olan bir kimsedir. Bu durumda, kendisine yakışan odur ki, yıkayıcı önünde ölü gibi ola. Şeyhin kelamını hiç bir şekilde redde yeltenmeye isterse hak, müridden yana olsun. Şuna tam inanması icab eder. Şeyhin yanılması, kendine göre doğru saydığından daha kuvvetlidir. Şeyhi kendisinden sormadıkça, ona herhangi bir şey anlatmaya kalkmamalıdr.

 

10: Her mürid, Şeyhin emrine amade, gönülden teslime hazır olmalıdır. Halifelerden veya müridlerden biri, Şeyh tarafından kendisine manevi bir üst tanıtılırsa, mürid ona da aynı şekilde teslim olmalıdır, emrini dinlemelidir. İsterse o manevi üstler, amel itibarı ile kendisinin zahiri ameline nazaran az amel işleyen bir kardeşi olsun.

 

11: İhtiyacını şeyhinden başkasına açmamalıdır. Şayet şeyhi olmazsa, kendisi de sıkışık bir durumda bulunursa, Salih, cömert ve ittika sahibi birinden istemelidir.

 

12: Hak yolcusu mürid, hiç kimseye gazap etmemeli, öfkelenmemelidir. Zira öfke zikrin nurunu yok eder. İlim talebeleri ile çekişmeli münakaaa ve mücadele yoluna girmemelidir. Bu türlü münazara ve mübahese, unutkanlık doğurur, insana ağırlık verir. Şayet kendisinden öfke, yahut anlatılan cinsten herhangi biri ile münazara zuhur ederse, derhal istiğfar etmeli, öfkelendiği kimseden özür dilemelidir. İsterse haklı olsun, isterse haksız.

 

Sonra, hiç kimseye hakaret nazarı ile bakmamalıdır. Aksine her gördüğünü Hızır (AS) yahut Allah’ın (CC) veli kullarından biri gibi bilmeli, o gördüğü kimselerden kendisi için dua talebinde bulunmalıdır. Her halinde de daima huzurlu olmalıdır. Böyle yapan kişi bir gün emeline nail olur.

 

Şeyh Taceddin Hindi NACİYEİ KÜBRA adlı eserinde şöyle anlattı: Bilesin ki, şeyhin bazı hakları var ki, onlan yerine getirmek, ancak iyi edep yolunu tutmakla mümkün olur. Tarikat şeyhlerine tazim etmek,onların büyük, hakları arasında sayılır. Onlara tazimi terk, kusur ve hüsrandır. Zira şeyhin manevi babalık NİSBET'i vardır.

 

Biz de deriz ki: İlâhi muhabbet ehli katında anlatılan NİSBET, maddi babalık nisbetinden daha değerlidir. Anlatılan NİSBET mânâsıdır ki, BİLÂL-İ HABEŞİ (RA), SELMAN-I FARİSÎ (RA), SÜHEYB-İ RÛMÎ’yi Ehl-i Beyt (RA) arasına kattı. Ebu Talib, o Ehl-i Beyt’ten (RA) uzaklaştı. Resulullah (SAV) Efendimize amcalık nisbeti ona hiç fayda sağlamadı. Halbuki amcalık, ehliyet yönü ile neseplerin en yakını idi .Ne var ki, ilâhi meşiyet, ona bu manadan yana perdelenmişti.

 

Buraya kadar saydıklarımız, müridin şahsen riayet edeceği şartlardır. İleride müridin şeyhine karşı izleyeceği edeb yolları anlatılacaktır. Sayılacak edepler, cumhur ulemanın katında ittifakla kabul edilen edeb yollarıdır. Bunlar icma yollu ONBEŞ olarak tesbit edilmiştir. Şunlardır:

 

1: Müridin bağlılığı şeyhinde kalmalı. Şuna inanmalı ki: Matlubu ve maksudu ancak, bağlı bulunduğu şeyhinin elinde tamam olacaktır. Şayet  gözü bir başka şeyhte kalırsa, kendi şeyhinden de mahrumiyete uğrar. Ayrıca feyiz, kapıları üzerine kapanır.

 

2: Mürid, şeyhine teslim olmalı, şeyhin emrine râm, tasarrufuna razı olmalıdır. Malı ile, canı ile ona hizmet etmelidir. Zira, iradenin ve sevginin cevheri ancak anlatılan yoldan açığa çıkar. Sadakatın ve ihlâsın ayrılığı ancak, anlatılan terazi ile bulunur.

 

3: Mürid, şahsi arzu ve iradesini, şeyhin ihtiyarına bırakmalıdır. Ama tüm işlerde bu bırakılacak işler, ister külli, ister cüz’i olsun.

 

4: Tam mânâsı ile şeyhin istemediği şeylerden kaçmaktır. Şeyhin tab’an istemediği şeyleri de isternemektir. Şeyhin tam hilmi ve güzel huyu yolunda gidip, sevmediği işleri yapmamaktır.

 

5: Görülen rüyaların düşlerin tabirlerine muttali olmaya çalışmamalıdır. Hatta keşif yollarına dahi dalmamalıdır. Şayet bunlardan biri kendisine açılacak olursa, ona itimad etmemelidir. Durumu şeyhine arz ettikten sonra, cevap talebi yoksa, onun bir şey demesini beklememelidir. Sonra, sıradan biri, şeyhe bir şey sorduğu zaman, şeyhin huzurunda, ondan önce cevap vermeye yeltenmemelidir.

 

6: Şeyhin huzurunda sesi kısmalıdır. Zira, büyüklerin yanında yüksek sesle konuşmak edebsizliktir. Müride düşen odur ki, işte ve sözde ,şeyhle sual cevap kapısını açıp gitmeye. Zira böyle bir şey, müridin kalbinden şeyhin ihtişamını giderir. Dolayısı ile, gelecek feyze karşı perdelenir.

 

7: Şeyhle konuşma zamanlarını bilmelidir. Ancak onu açık zamanlarında konuşmalıdır. O da, edeb ve tevazu ile olmalıdır. Konuşmalarında, zaruri durum dışına çıkmamalıdır. Haliyle bu zaruri durum, kendi haline, mertebesine ve derecesine göre olacaktır. Sorduğu şeylerin cevabını tam bir teveccühle dinlemelidir. Aksi halde, gönül açıklığından mahrum olur. Bir defa mahrum olduğu şeye artık hiç bir zaman kavuşamaz. Meğer ki, nadirattan ola.

 

8: Saklanması gerekli olan şeyhin sırlarını saklamaktır.

 

9: Allah-ü Teala (CC) Hz.lerinin kendisine hibe yollu ihsan buyurduğu hal, hatıra, vak’a keşif keramet gibi şeylerden hiç birini şeyhinden gizli tutmamalıdır.

 

10: Şeyhin kelârnını halka anlatırken, ancak onların aklına ve anlayışlarına göre anlatmalıdır.

 

11: Şeyhe karşı inanç tam olduktan sonra, ona giden Hak yolcusu mürid, şeyhin huzurunda şöyle diyebilir: “Allah-ü Teala (CC) Hz.lerine karşı irfan sahibi olmak arzusu ile sana geldim.”

 

Böyle dedikten sonra şeyh kendisini kabul ederse, artık başkasını aramamalıdır. Şeyhin katında, kendisi için tam bir kabul meydana gelince, ona yönelip tam bir rağbetle hizmetini yapmalıdır. Şeyh kendisine zikir veya başka bir telkinde bulunursa, devamlı meşguliyeti, o telkin edilen olmalıdır. Hayra dair olsa dahi, aklına başka bir şey getirmemelidir.

 

12: Şeyhle, bir başkasına selâm yollamamalıdır. Bu şeyhe karşı edebsizlik olarak görülmüştür.

 

13: Müridin teveccühü, yalnız şeyhin arzusuna göre olmalıdır. Mürid, başkalarından nazarını kaldırmalı, şeyhin sözünde, işinde, sıfatlarında, hatta zatında fani olmalıdır. Bu manada şöyle anlatılmıştır: Şeyhte fena bulmak, Allah-ü Teala (CC) Hz.lerinde fena bulmanın başlangıcıdır.

 

14: Şeyhin gözü önünde abdest almamalıdır. Onun meclisinde tükürmemeli, sümkürmemelidir. Onun meclisinde nafile namaz kılmamalı. Ancak, o kılarsa kendisi de onunla kılabilir.

 

15: Şeyhin emrettiği işi yapmakta acele etmelidir. Durmamalı, ihmal etmemeli, te’vil yoluna sapmamalı, durup dinlenmemeli. Taa o verilen emri yerine getirinceye kadar…

 

Yukarıda anlatılan edeb yolları birer misaldir. Hülâsa olarak anlatılmıştır. Bunların dışında nice edeb yolları vardır ki, onlar saymakla bitmez. Ancak onlar, ilahi bir terbiye yolu ile bilinir. Zevkle, ilâhi hibe yolundan gelen bir duygu ile bilinir.

 

Allah-ü Teala (CC) bizleri, edeblerin en güzeli iIe edeblendirsin. O güzel edeblerden bizi bolca nasiplendirsin. Âmin!

 

Seyyid İbrahim Düsuki (KSA) Hz.leri şöyle dedi: Müride gereken odur ki, Şeyhinin desturu olmadan hiç bir mahfilde konuşmaya. Şayet cismi orada hazır ise, eğer hazır değilse, kalbi ile izin istemelidir. Hak Teala (CC) Hz.lerinin katında bu makama vasıl oluncaya kadar bu destur ve izin işi devam etmelidir. Bir mürid, anlatıldığı şekilde şeyhin hakkına riayet ederse, şeyhi onu latif içecekle besler, terbiye suyunu ona içirir. İleride gelecek manevi sır için onu gözetir.

 

Kendisini terbiye edene karşı iyi edeb gösterene saadetler olsun. Kendisini terbiye edene karşı edebsizlik edenin de şekaveti büyüktür.

 

Bir mürid, Allah (CC) Hz.leri ile gizli muamelesinde sadık olursa, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri onu gizli hallere ve sırlara ermiş kılar. Bir kimse, işi karıştırmaktan yana temiz olursa, ters yüz olmaktan kurtulur.

 

Bir kimse pak temiz değilse, evladım arasında sayılmaz. İsterse, sulbümden gelen oğlum olsun. Kim tarikatı bırakmaz, diyanet sahibi, kendini koruyan, zühde, vera’ya bağlı, yemeği az yerse, o benim evladım arasındadır. İsterse uzak beldelerin birinde olsun.

 

Mürid için, ilim babında Farzını ve Sünnetini eda edecek kadarını bilmek vaciptir. Fesahat ve belağatle uğraşması yakışmaz. Seyri nihayete erinceye kadar öyle yapmalı. Zira, fesahet ve belağat işleri ile meşgul olmak, kendisini murad ettiği yoldan alır. Kendisine asıl lâzım olan, amel işinde, salih zatların izini takip etmektir. Gece gündüz hiç durmadan zikre devam etmektir.

 

Sadık müridin nişanı odur ki, şeriatte ve hakikatta münakaşa edecek bir şeyi bulunmaya. Zira, kendisi terakki yolunda, çalışan bir işçidir. Onun gayrına bir iltifatı olamaz. Cidalin (kavga ve kötülük eden) kendine göre adamı vardır, tarikatın da kendine has ehli vardır. Kaldı ki, zamanımızda yaşayan halkın çoğunda sadakat namına bir şey kalmadı. Bu durum, görülmektedir.

 

Dedi ki: Sadık müridde aranan şart odur ki, tarikata ilk girdiğinde, nefsinden ve şahsi hazzından çıka. Darlığa ve elden gidenlere peşinen razı ola. Zira bu yolda felah, hazzı terk eden, ezayı kabullenen, her hali ile hayrın ve şerrin getirdiklerini yüklenen kimseyedir.

 

Sadık müridin şartları arasında sayılan biri de odur ki, kendisinin hiç bir düşük hali, fiili olmaya. Hiç bir oyalayıcı, onu bu yoldan almaya güç yetiremeye. Onu, bu yoldan ne kılıçlar alabilir, ne de telefat verici şeyler..

 

Sadık mürid odur ki, doğru olsa dahi, hiç bir iddiası olmaz.

 

Müridin şanına yakışan odur ki, amellerini bedeni ve kalbi ile yapa. Ona göre, bu yoldaki tarikat ehlinin ahlakı ile ahlâk sahibi olmadan, dil gürültüsü yoktur. Halbuki zamanımızın halkı, dildeki sözlerle yetinip ameli terk etti.

 

Güç ve kuvvet azim olan Allahü Teâlâ(HZ) lerindendir.

 

Sadık müridin şanına yaraşan odur ki, yediğini helâl yoldan araya. Sadık müridin şartları arasında şu vardır ki, insanların kendisini övmelerine iltifat etmeye. Onların övgüsüne karşı kendini Kontrol ede..

 

Meselâ: Şeyh, bir müride istikamet sahibi olduğu günlerde icazet verir. Sonra mürid değişir, istikametini tebdil eder. Bu durumda müride o icazetin ne faydası olur? Zira, mürid halini değiştirmiştir. Tarikat ehli hallerinden bir başka hal almıştır. O kadar ki, eğer o değişik halleri, düştüğü hataları şeyhe arz edilmiş olsa bu bir şekilde ona icazet vermez.

 

Bir mürid, fesahat ve belağatle meşgul olursa, tarikat ondan alınır. Bilhassa, dervişlerin gayri, Allah-ü Teala (CC) Hz.lerinden gafil olan dünya adamları ile sohbet ederse. Her kim, bu gibi şeylerle meşgul olursa, onun mana yolu kesilir.

 

Ancak salih zatların hikayelerini ve güzel hallerini mütalâa, mürid için Allah (CC) Hz.lerinin sevgililerinden bir ordudur. Ancak, tarikatta bunlarla yetinen kalmazsa…

 

Sadık mürid bilsin ki, Allah (CC) Hz.lerinin yolu teni ifna (yok) eder, ciğerleri parçalar, cesedi çökertir. Ayıklığı atar, kalbi hastalandırır, fuadı eritir.

 

Müridin sermayesi, muhabbet ve teslimdir. İnat, muhalefet esasını atmaktır. Şeyhin muradı ve emri altında sükûn bulmaktır. Şayet mürid, şeyhine ve yoluna her gün sevgisini artırırsa, teslimini pekleştirirse, manevi kesintiden emin olur. Çünkü bu yolun arızaları ve zorlukları dışa yersiz iltifat ve yersiz arzulardır. Bunlar öyle şeylerdir ki, yardımı keser, müridi murada ermekten alır.

www.GAVSULAZAM.de


[1] Gafir S. A.15

[2] A’raf S. A.99

[3] Sırrul Esrar S.93

[4] Sırrul Esrar S.94

[5] A’raf S. A.156

 

 ->İNDEX<-

 

©2003-2006 GAVSULAZAM.de                 Her hakkı mahfuzdur.