Peygamber
(SAV) Efendimiz hayatta olsaydı, doğruca alınacak ondan alınırdı, gayrına
ihtiyaç kalmazdı. Öbür âleme intikal ettikten sonra, tecerrüd haline geçiyor, bizzat
kendisi ile bağ kurulamıyor. İrşada memur Veliler de aynıdır. Onlar da bu
âlemden göçüp gidince, irşad olmaz. Yalnız
Seyyid ve Şerif olan batmayan güneş Hz. Pirimiz Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri
öyle değil, O (KSA) kıyamete kadar maneviyatın başında olacaktır.
Ey
aşığım diyen kişi! Anlayış ehli isen anla, değilsen, bu anlayışı ara… Nefsin
zulmani haline, nurla galip gelmek için riyazetle o anlayışı bulmaya talib ol. Çünkü
anlayış nurla olur, zıddı ile olmaz. Nur bezeli düzenli yere gelir. Şerefli
yere düşer. Müptadi, kendi başına bu hali bulamadığı için, bir Veliye mutlaka
ihtiyacı vardır.
Çünkü
bir insan kendi kendine Nebiler Nebisi (SAV) Efendimizle irtibat kuramaz, çünkü
buna müsait değildir. Bilgisayarı var ama çalıştırma programı yok. Bilgisayar o
zaman hiçbir işe yaramaz. Mürşidi Kâmiller de insanı belirli bir programla
hakiki insan durumuna getirirler. Hakiki manevi eğitimi almak için muhakkak Mürşidi
Kâmile ihtiyaç vardır.
Ruhların
terbiyesi başlı başına bir iştir. Cismani ruh, bedende terbiye edilir. Ruhani
ruhun yeri kalb, sultani ruhun yeri fuad, Kudsi ruhun yeri ise sırdır. Sır, Hakk’la
(CC) kul arasında bir vasıtadır. Hakk’tan (CC) halka tercüman olur. Çünkü o
Allah (CC) Hz.lerinin ehli ve onun mahremi sayılır.
Hak
yolunun yolcusu daima işin sonuna bakmalı. Önden yapılan işleri de iyi
düşünmeli zahirdeki hallerin tadına aldanmamalı. Yapılan işler, onu yaratana
aittir. İnsanın elinde tam yetki olmadığına göre, bir başka şekle girmesinden
korkmalıdır.
Bu
hususta Cenab-ı Hakk (CC) şöyle buyurur: “Ziyana
uğrayan kavimden başkası Allah’ın (CC) tuzağından emin olamaz.”
Bir
Kudsi Hadiste ise Cenab-ı Hakk (CC) şöyle buyurur: “Ya Muhammed (SAV)! Günahkârlara Benim Gafur olduğumu müjdele; Sıddık
mertebesine erenlere de gayyur olduğumu anlat.”
Demişler
ki, son nefesin kötü geçmesinden
korkmak, onun rahat geçmesini sağlar.
Peygamber
(SAV) Efendimiz şöyle buyurur: “Ölenlerinizden
herkes, Allah’a (CC) iyi zan besleyerek son nefesini teslim eder.”
Cenab-ı
Hakk (CC) bu husuta şöyle buyuruyor: “Rahmetim
herşeyi sardı.”
Ve “Rahmetim öfkemi geçti.” kelâmlarındaki
derin manâyı anlar. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri merhamet edenlerin en iyisi
olduğuna göre, bu hal çok görülmez.
Hak
yolcusuna lâzım olan, Allah’ın (CC) Hz.lerinin kahrından kaçmaktır. Yine
gerekir ki, varlığını O’na (CC) arz ede, neyi varsa O’nun (CC) önüne sere ve
böylece O’ndan (CC) O’na (CC) kaça... Salike gereken O’nun (CC) varlığı önünde
diz çöküp maddi varlığını soya, hatalarını itiraf ede ve O’nun (CC) kapısı
önüne serile. Bunları yaparsa O’nun (CC) feyzine, fazlına, lutfuna, merhametine
erer ve günahları eririr… Çünkü O (CC),çok iyidir, merhameti çoktur, cömert ve
kerimdir. Ezeli Padişah ve büyük sultandır.
Gerek
müridin riayet edeceği şartlar, gerekse şeyhe karşı edebleri çoktur. Ancak,
bunlar arasından; müride çok lâzım olanları anlatacağız.
Mekkeli, allâme İbni Hacer Heytemi, çeşitli
meselelere dair verdiği fetvaların sonunda şöyle anlattı:
Meşayihten
inabe yollu bir şeyler almak değişik şekildedir. Meselâ bir mürid yani teberrüken
bir şeyhin inabesini ister.
a) Şekli
olarak.
b) Manevi
bir terbiye görmek ve sülûke girmek için şeyhin inabesini ister.
Bu
mesele, anlatılan kimselerin durumuna göre değişir. Şöyle ki: Anlatılan iki Hakk
(CC) yolcusunun birincisi, istediği kimseden inabe edip bağlanabilir. Bu
bağlanışında, kendisi için bir zorlama yoktur. Yapmaya mecbur kalacağı bir
vazife de yoktur.
İkincisine
gelince; Evliya yolunda neler yapılması icab ediyorsa, aynı şeyleri yapmak
kendisine taayyun eder. Evliyanın takib ettiği yol, mahzurlu şeylerden ve ayıp
bulunmadan yana temizdir. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri, bizleri onların zümresi
ile haşr eylesin.)
İkinci
anlatılan Hakk (CC) yolcusu, ancak hali kendisini cezbeden bir zatın delâleti
ile işe başlayabilir. Ondaki bu cezbe, kendisini kahrı altına alacak kadar
kuvvetli olmalıdır. O kadar ki, o müridin nefsi, o hakikatı bulmuş zatın hal
kahrı altında ezilmelidir. Böyle olursa, o nefis, Şeyhi için, şehvet
duygularından ve yersiz arzularından yana temiz bir hale gelir.
İşte, bundan
sonradır ki, o mürid için anlatılan Şeyhin tuttuğu hidayet yoluna tam girmesi
taayyun eder. Onun emirlerine ve âdetlerine uyup kalması gerekli olur. Bu uyuş
o kadar ileri gitmeli ki, mürid, yıkayıcı elindeki ölüden ayırd edilmemeli. Yıkayıcı
onu istediği yana çevirebilmeli.
İkinci
durumda anlatılan bir müridi, bağlandığı bir Şeyhin cezbesi çekmiyorsa meşayih
arasında en çok vera haline sahip olan, Şeriat ve hakikat kanunlarını en iyi
bileni aramalı onun; işaret ve usulüne riayet yoluna girmelidir.
Bir
kimse, vasfı anlatılan şeyhi bulduktan sonra bir başkasına gitmek kendisine
haram olur. Evliya katında durum budur. Daha üstün bir makamda olan bulununca, ondan
alt olan bir başkası kendisine hizmet etmek zorundadır. Ama sohbet yollu bir
hizmet. Hem de, bedeni, mal, kalbi ile sohbet hizmeti. Yani, Hizmet
arkadaşlığı. Ve, bu sohbet: Şartlarına, edeblerine uygun bir şekilde sürecek. Yanında
olması ile, gıyabında olması bir değişiklik meydana getirmeyecek. Her iki
durumda da, gerekli edeb şartlarına riayet edecektir.
Edep
dışı hareketin hususiyetleri arasında şu vardır: Bereketi giderir, nur zulmete
çevrilir, hicap, manevi uzaklık ve çeşitli zararlar husule gelir. İyi
sayılmayan bu hallerin meydana gelmesinde edeb dışı hareket dolayısı ile
şeyhin tabii durumunun değişmesi ile, değişmemesi farksızdır.
Gelelim mürid için şart olan işlere:
Hadika
nam eserde yazıldığına göre bu şartlar ON BİR olup aşağıda sırası iIe anlatılacaktır.
1: Kalbinde,
Şeyhin fiillerine itiraz olmamalıdır. Aklına yatmayan bir iş gördüğü zaman, ne
kadar tevil etmesi gerekli ise, o kadar tevil etmelidir. Bu tevilde, bir çıkar
yol bulamazsa kusuru nefsine yüklemelidir. Musa (AS) ile Hızır (AS) kıssasını
okumalı, onu kendine esas saymalıdır. Zira itiraz, her kabahattan büyük bir
kabahattır. İtiraz eden ise, mazur olamaz.
Kaldı ki
itirazdan dolayı meydana gelen hicabın da ilacı yoktur. O hicabı atmak da
kolay değildir. Bu itirazın bir başka menfi hususiyeti ise feyiz yollarını müride
kapamasıdır. Ey kardeş, tabiplerin âciz kaldığı bu hastalıktan çekin, sakın.
2: Hatırına
gelenleri şeyhe anlatmaktır. Bu hatıra gelenler, ister hayr olsun, ister şer. Bunları
anlatmalı ki, şeyhi kendisine ilâç eylesin. Zira şeyh, bir tabib gibidir. Müridin
haline muttali olunca, onun islahı için gereken ilâcı yapıp iyileştirir.
Hastalıklarını kaldırır. Şeyhin keşfine itimad edip hastalıklarını açık
anlatmamak doğru olmaz. Zira keşif, şekillidir. Onda yanılmak mümkündür. Ancak,
keşfin içtihaddan ayrı bir yanı var ki o da sahi bile olsa dahi onunla amel
edilmez. Zâhiri mana müsaid olmadıkça, evliya katında keşifle ilgili hiç bir
hüküm verilmez. Bu mânâyı, hiç bir şekilde aklından çıkarma! Zira güzel bir
bilgidir.
3: Mürid
bu yoldaki talebinde azimli olmalıdır. Mihnetler ve şiddetler, onda bir
değişiklik meydana getirmemelidir. Ayıplanma ve çeşitli zorluklar, onu
yormamalıdır. Sadık bir şekilde, şeyhine beslediği büyük bir hürmetle saygı ve
muhabbet: Nefsine, malına ve çocuklarına olan sevgiden daha ileri olmalıdır.
Şuna
inanmalı: Yüce Mabud (CC) ile bitecek işi, ancak şeyhinin ve maneviyat
büyüklerinin tavassutu ile olacaktır.
4: Mürid, şeyhinin
itiyat yollu yaptığı fiillerin hepsine uyma cihetine gitmelidir. Meğer ki, şeyh
yaptığı işlerden birini müride emretmiş buluna. Haliyle, söz anlatılan mana
dışında kalır. Mürid şeyhin sözlü emrini yapmak zorundadır. Sebebine gelince, şeyh
hali ve makamı icabı, kendisini gizlemek için bazı ameller işleyebilir. Emir olmadığı
halde, mürid onlardan birini yapınca, kendisine öldürücü zehir olabilir.
5: Mürid, şeyhinin
kendisine emrettiği şeyi yapmakta acele etmelidir. Ve derhal o emri yerine
getirmelidir. Hiç bir tevil ve tehir yoluna sapmamalıdır. Zira, te’viI ve tehir
yol kesicilerin en büyüğüdür.
6: Şeyhin
sözleri ile ameldir. Mürid, şeyhin kavline göre amel cihetine gitmeli. Şeyhin
bu kavli Zikir, teveccüh, murakabe olacağı gibi, okunmakta olan diğer virdleri
bırakmak da olabilir. (Bu vird şeyhin emretmediği diğer kitaplardan alınan
virdlerdir.) Bu emre uymak icab eder, zira şeyhin görüşü öyle bir durumu
gerektirebilir.
7: Mürid, nefsini
yaratılmışların en hakiri görecektir. Nefsini hiç kimseden üstün bir hakka
sahip saymayacaktır. Üzerinde başkalarına ait haklar varsa, onları ödeyecektir.
Eksiksiz, tam bir şekilde. Bir de, esas gaye dışında bütün bağlarla alâkasını
kesecektir.
8: Bir Hak
yolcusu mürid, işlerin hiç birinde, şeyhine hiyanet etmiyecektir. Şeyhine olan
hürmeti ve tazimi, en güzel bir şekilde olmalıdır. Kendisine telkin edilen
zikre devam edip gafleti ve uygunsuz hatıraları gönülden atmak yolu ile kalb
bünyesini imara çalışmalıdır. (Gafleti
esnasında gizli ve aşikâre işlediği günahları insanlara anlatarak
şahitlendirirse, Cenab-ı Hakk CC. Hz.leri böyle yapanları cezalandıracağını
beyan ediyor.)
9: Her Hak
yolcusu müridin ,tek olan zat olan Cenab-ı Hakk’tan (CC) başka bir arzusu
olmaması gerekir. Dünya ve ahirete ait tüm arzuları bu manaya dayanmalıdır. Arzu
edilmemesi gereken bu işler hal makam, fena ve beka çeşidi şeyler olsa dahi, yine
tek olan Hak Teala (CC) Hz.lerine karşı gönüle getirmemelidir.
Zira o, ancak
nefsinin ve nefsine,göre hallerin kemaline talib olan bir kimsedir. Bu durumda,
kendisine yakışan odur ki, yıkayıcı önünde ölü gibi ola. Şeyhin kelamını hiç
bir şekilde redde yeltenmeye isterse hak, müridden yana olsun. Şuna tam
inanması icab eder. Şeyhin yanılması, kendine göre doğru saydığından daha
kuvvetlidir. Şeyhi kendisinden sormadıkça, ona herhangi bir şey anlatmaya
kalkmamalıdr.
10: Her mürid, Şeyhin emrine amade, gönülden teslime hazır olmalıdır. Halifelerden
veya müridlerden biri, Şeyh tarafından kendisine manevi bir üst tanıtılırsa, mürid
ona da aynı şekilde teslim olmalıdır, emrini dinlemelidir. İsterse o manevi
üstler, amel itibarı ile kendisinin zahiri ameline nazaran az amel işleyen bir
kardeşi olsun.
11: İhtiyacını şeyhinden başkasına açmamalıdır. Şayet şeyhi olmazsa, kendisi
de sıkışık bir durumda bulunursa, Salih, cömert ve ittika sahibi birinden
istemelidir.
12: Hak yolcusu mürid, hiç kimseye gazap etmemeli, öfkelenmemelidir. Zira
öfke zikrin nurunu yok eder. İlim talebeleri ile çekişmeli münakaaa ve
mücadele yoluna girmemelidir. Bu türlü münazara ve mübahese, unutkanlık
doğurur, insana ağırlık verir. Şayet kendisinden öfke, yahut anlatılan cinsten
herhangi biri ile münazara zuhur ederse, derhal istiğfar etmeli, öfkelendiği
kimseden özür dilemelidir. İsterse haklı olsun, isterse haksız.
Sonra, hiç
kimseye hakaret nazarı ile bakmamalıdır. Aksine her gördüğünü Hızır (AS) yahut
Allah’ın (CC) veli kullarından biri gibi bilmeli, o gördüğü kimselerden kendisi
için dua talebinde bulunmalıdır. Her halinde de daima huzurlu olmalıdır. Böyle
yapan kişi bir gün emeline nail olur.
Şeyh
Taceddin Hindi NACİYEİ KÜBRA adlı
eserinde şöyle anlattı: Bilesin ki, şeyhin bazı hakları var ki, onlan yerine
getirmek, ancak iyi edep yolunu tutmakla mümkün olur. Tarikat şeyhlerine tazim
etmek,onların büyük, hakları arasında sayılır. Onlara tazimi terk, kusur ve
hüsrandır. Zira şeyhin manevi babalık NİSBET'i vardır.
Biz de
deriz ki: İlâhi muhabbet ehli katında anlatılan NİSBET, maddi babalık
nisbetinden daha değerlidir. Anlatılan NİSBET mânâsıdır ki, BİLÂL-İ HABEŞİ (RA),
SELMAN-I FARİSÎ (RA), SÜHEYB-İ RÛMÎ’yi Ehl-i Beyt (RA) arasına kattı. Ebu Talib,
o Ehl-i Beyt’ten (RA) uzaklaştı. Resulullah (SAV) Efendimize amcalık nisbeti
ona hiç fayda sağlamadı. Halbuki amcalık, ehliyet yönü ile neseplerin en yakını
idi .Ne var ki, ilâhi meşiyet, ona bu manadan yana perdelenmişti.
Buraya
kadar saydıklarımız, müridin şahsen riayet edeceği şartlardır. İleride müridin
şeyhine karşı izleyeceği edeb yolları anlatılacaktır. Sayılacak edepler, cumhur
ulemanın katında ittifakla kabul edilen edeb yollarıdır. Bunlar icma yollu
ONBEŞ olarak tesbit edilmiştir. Şunlardır:
1: Müridin
bağlılığı şeyhinde kalmalı. Şuna inanmalı ki: Matlubu ve maksudu ancak, bağlı
bulunduğu şeyhinin elinde tamam olacaktır. Şayet gözü bir başka şeyhte kalırsa, kendi
şeyhinden de mahrumiyete uğrar. Ayrıca feyiz, kapıları üzerine kapanır.
2: Mürid, şeyhine
teslim olmalı, şeyhin emrine râm, tasarrufuna razı olmalıdır. Malı ile, canı ile
ona hizmet etmelidir. Zira, iradenin ve sevginin cevheri ancak anlatılan yoldan
açığa çıkar. Sadakatın ve ihlâsın ayrılığı ancak, anlatılan terazi ile bulunur.
3: Mürid, şahsi
arzu ve iradesini, şeyhin ihtiyarına bırakmalıdır. Ama tüm işlerde bu
bırakılacak işler, ister külli, ister cüz’i olsun.
4: Tam
mânâsı ile şeyhin istemediği şeylerden kaçmaktır. Şeyhin tab’an istemediği
şeyleri de isternemektir. Şeyhin tam hilmi ve güzel huyu yolunda gidip, sevmediği
işleri yapmamaktır.
5: Görülen
rüyaların düşlerin tabirlerine muttali olmaya çalışmamalıdır. Hatta keşif
yollarına dahi dalmamalıdır. Şayet bunlardan biri kendisine açılacak olursa, ona
itimad etmemelidir. Durumu şeyhine arz ettikten sonra, cevap talebi yoksa,
onun bir şey demesini beklememelidir. Sonra, sıradan biri, şeyhe bir şey
sorduğu zaman, şeyhin huzurunda, ondan önce cevap vermeye yeltenmemelidir.
6: Şeyhin huzurunda sesi kısmalıdır. Zira, büyüklerin yanında yüksek sesle
konuşmak edebsizliktir. Müride düşen odur ki, işte ve sözde ,şeyhle sual cevap
kapısını açıp gitmeye. Zira böyle bir şey, müridin kalbinden şeyhin ihtişamını
giderir. Dolayısı ile, gelecek feyze karşı perdelenir.
7: Şeyhle
konuşma zamanlarını bilmelidir. Ancak onu açık zamanlarında konuşmalıdır. O da,
edeb ve tevazu ile olmalıdır. Konuşmalarında, zaruri durum dışına çıkmamalıdır.
Haliyle bu zaruri durum, kendi haline, mertebesine ve derecesine göre
olacaktır. Sorduğu şeylerin cevabını tam bir teveccühle dinlemelidir. Aksi
halde, gönül açıklığından mahrum olur. Bir defa mahrum olduğu şeye artık hiç
bir zaman kavuşamaz. Meğer ki, nadirattan ola.
8: Saklanması gerekli olan şeyhin sırlarını saklamaktır.
9: Allah-ü Teala (CC) Hz.lerinin kendisine hibe yollu ihsan buyurduğu hal, hatıra,
vak’a keşif keramet gibi şeylerden hiç birini şeyhinden gizli tutmamalıdır.
10: Şeyhin kelârnını halka anlatırken, ancak onların aklına ve anlayışlarına
göre anlatmalıdır.
11: Şeyhe karşı inanç tam olduktan sonra, ona giden Hak yolcusu mürid, şeyhin
huzurunda şöyle diyebilir: “Allah-ü Teala (CC) Hz.lerine karşı irfan sahibi
olmak arzusu ile sana geldim.”
Böyle
dedikten sonra şeyh kendisini kabul ederse, artık başkasını aramamalıdır.
Şeyhin katında, kendisi için tam bir kabul meydana gelince, ona yönelip tam
bir rağbetle hizmetini yapmalıdır. Şeyh kendisine zikir veya başka bir telkinde
bulunursa, devamlı meşguliyeti, o telkin edilen olmalıdır. Hayra dair olsa
dahi, aklına başka bir şey getirmemelidir.
12: Şeyhle, bir başkasına selâm yollamamalıdır. Bu şeyhe karşı edebsizlik
olarak görülmüştür.
13: Müridin teveccühü, yalnız şeyhin arzusuna göre olmalıdır. Mürid, başkalarından
nazarını kaldırmalı, şeyhin sözünde, işinde, sıfatlarında, hatta zatında fani
olmalıdır. Bu manada şöyle anlatılmıştır: Şeyhte fena bulmak, Allah-ü Teala (CC)
Hz.lerinde fena bulmanın başlangıcıdır.
14: Şeyhin gözü önünde abdest almamalıdır. Onun meclisinde tükürmemeli, sümkürmemelidir.
Onun meclisinde nafile namaz kılmamalı. Ancak, o kılarsa kendisi de onunla
kılabilir.
15: Şeyhin emrettiği işi yapmakta acele etmelidir. Durmamalı, ihmal
etmemeli, te’vil yoluna sapmamalı, durup dinlenmemeli. Taa o verilen emri
yerine getirinceye kadar…
Yukarıda
anlatılan edeb yolları birer misaldir. Hülâsa olarak anlatılmıştır. Bunların
dışında nice edeb yolları vardır ki, onlar saymakla bitmez. Ancak onlar, ilahi
bir terbiye yolu ile bilinir. Zevkle, ilâhi hibe yolundan gelen bir duygu ile
bilinir.
Allah-ü Teala (CC) bizleri, edeblerin en
güzeli iIe edeblendirsin. O güzel edeblerden bizi bolca nasiplendirsin. Âmin!
Seyyid
İbrahim Düsuki (KSA) Hz.leri şöyle dedi: Müride gereken odur ki, Şeyhinin
desturu olmadan hiç bir mahfilde konuşmaya. Şayet cismi orada hazır ise, eğer
hazır değilse, kalbi ile izin istemelidir. Hak Teala (CC) Hz.lerinin katında bu
makama vasıl oluncaya kadar bu destur ve izin işi devam etmelidir. Bir mürid, anlatıldığı
şekilde şeyhin hakkına riayet ederse, şeyhi onu latif içecekle besler, terbiye
suyunu ona içirir. İleride gelecek manevi sır için onu gözetir.
Kendisini
terbiye edene karşı iyi edeb gösterene saadetler olsun. Kendisini terbiye edene
karşı edebsizlik edenin de şekaveti büyüktür.
Bir
mürid, Allah (CC) Hz.leri ile gizli muamelesinde sadık olursa, Allah-ü Teala (CC)
Hz.leri onu gizli hallere ve sırlara ermiş kılar. Bir kimse, işi karıştırmaktan
yana temiz olursa, ters yüz olmaktan kurtulur.
Bir
kimse pak temiz değilse, evladım arasında sayılmaz. İsterse, sulbümden gelen
oğlum olsun. Kim tarikatı bırakmaz, diyanet sahibi, kendini koruyan, zühde, vera’ya
bağlı, yemeği az yerse, o benim evladım arasındadır. İsterse uzak beldelerin
birinde olsun.
Mürid
için, ilim babında Farzını ve Sünnetini eda edecek kadarını bilmek vaciptir.
Fesahat ve belağatle uğraşması yakışmaz. Seyri nihayete erinceye kadar öyle
yapmalı. Zira, fesahet ve belağat işleri ile meşgul olmak, kendisini murad
ettiği yoldan alır. Kendisine asıl lâzım olan, amel işinde, salih zatların
izini takip etmektir. Gece gündüz hiç durmadan zikre devam etmektir.
Sadık
müridin nişanı odur ki, şeriatte ve hakikatta münakaşa edecek bir şeyi
bulunmaya. Zira, kendisi terakki yolunda, çalışan bir işçidir. Onun gayrına bir
iltifatı olamaz. Cidalin (kavga ve kötülük eden) kendine göre adamı vardır,
tarikatın da kendine has ehli vardır. Kaldı ki, zamanımızda yaşayan halkın
çoğunda sadakat namına bir şey kalmadı. Bu durum, görülmektedir.
Dedi ki:
Sadık müridde aranan şart odur ki, tarikata ilk girdiğinde, nefsinden ve şahsi
hazzından çıka. Darlığa ve elden gidenlere peşinen razı ola. Zira bu yolda
felah, hazzı terk eden, ezayı kabullenen, her hali ile hayrın ve şerrin
getirdiklerini yüklenen kimseyedir.
Sadık
müridin şartları arasında sayılan biri de odur ki, kendisinin hiç bir düşük
hali, fiili olmaya. Hiç bir oyalayıcı, onu bu yoldan almaya güç yetiremeye. Onu,
bu yoldan ne kılıçlar alabilir, ne de telefat verici şeyler..
Sadık
mürid odur ki, doğru olsa dahi, hiç bir iddiası olmaz.
Müridin
şanına yakışan odur ki, amellerini bedeni ve kalbi ile yapa. Ona göre, bu
yoldaki tarikat ehlinin ahlakı ile ahlâk sahibi olmadan, dil gürültüsü yoktur.
Halbuki zamanımızın halkı, dildeki sözlerle yetinip ameli terk etti.
Güç ve
kuvvet azim olan Allahü Teâlâ(HZ) lerindendir.
Sadık
müridin şanına yaraşan odur ki, yediğini helâl yoldan araya. Sadık müridin
şartları arasında şu vardır ki, insanların kendisini övmelerine iltifat etmeye.
Onların övgüsüne karşı kendini Kontrol ede..
Meselâ: Şeyh,
bir müride istikamet sahibi olduğu günlerde icazet verir. Sonra mürid değişir, istikametini
tebdil eder. Bu durumda müride o icazetin ne faydası olur? Zira, mürid halini
değiştirmiştir. Tarikat ehli hallerinden bir başka hal almıştır. O kadar ki, eğer
o değişik halleri, düştüğü hataları şeyhe arz edilmiş olsa bu bir şekilde ona
icazet vermez.
Bir
mürid, fesahat ve belağatle meşgul olursa, tarikat ondan alınır. Bilhassa, dervişlerin
gayri, Allah-ü Teala (CC) Hz.lerinden gafil olan dünya adamları ile sohbet
ederse. Her kim, bu gibi şeylerle meşgul olursa, onun mana yolu kesilir.
Ancak salih
zatların hikayelerini ve güzel hallerini mütalâa, mürid için Allah (CC) Hz.lerinin
sevgililerinden bir ordudur. Ancak, tarikatta bunlarla yetinen kalmazsa…
Sadık
mürid bilsin ki, Allah (CC) Hz.lerinin yolu teni ifna (yok) eder, ciğerleri
parçalar, cesedi çökertir. Ayıklığı atar, kalbi hastalandırır, fuadı eritir.
Müridin
sermayesi, muhabbet ve teslimdir. İnat, muhalefet esasını atmaktır. Şeyhin
muradı ve emri altında sükûn bulmaktır. Şayet mürid, şeyhine ve yoluna her gün
sevgisini artırırsa, teslimini pekleştirirse, manevi kesintiden emin olur. Çünkü
bu yolun arızaları ve zorlukları dışa yersiz iltifat ve yersiz arzulardır. Bunlar
öyle şeylerdir ki, yardımı keser, müridi murada ermekten alır.
www.GAVSULAZAM.de
|