İNDEX

GAVSULAZAM

SİLSİLE

ONİKİ İMAMLAR

YOLUMUZ

İmanı mükemmelleştirmek, zikir, lika ve şühud makamına ulaşmak için, Allah (CC) Hz.leri’nin rızasını kazanmak, O’nun (CC) sevgi ve muhabbetini elde etmek için aşağıdaki etkenlerden yararlanılabilir:

 

1- TEFEKKÜR VE BURHAN

Allah (CC) Hz.leri’nin varlık ve birliğini ispatlamak için getirilen burhan ve deliller, bu yolun ışık tutanları olabilirler. Hikmet, kelam ve irfan kitaplarında getirilen burhanlarla dünyadaki bütün varlıkların yoksul ve muhtaç oldukları ve hatta yoksulluk ve ihtiyacın ta kendisi oldukları, var olmalarında, varlıklarını sürdürmelerinde, bütün fiil ve hareketlerinde ihtiyaçsız olan bir varlığa bağlı oldukları ve hatta bağlılığın ta kendisi oldukları ispatlanmıştır.  Ve yine tesbit edilmiştir ki, bütün bu varlıklar her açıdan sınırlı ve muhtaçtırlar. Varlık dairesinin tamamında, bir tek ihtiyaçsız ve sınırsız kemal dışında bir şey yoktur ve o da varlığında hiçbir noksanlık, kusur, sınır ve ihtiyaç olmayan Vacib ul-vücud olan Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin zatıdır. O (CC), bütün kemallere sahiptir. İlim, kudret, hayat ve diğer kemallerinin bir had ve sınırı yoktur. Her yerde hazır ve nazır olup hiç bir şey O’ndan (CC) gizli değildir. Bütün varlıklara yakındır, insana  şahdamarından daha yakındır. Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şerifler  de Allah (CC) Hz.leri’ni böyle vasıflandırmışlardır. İşte bir kaç örnek:

Kur'ân-ı Kerim’de Cenab-ı Allah (CC) Hz.leri buyuruyor ki: “Doğu da Allah'ındır (CC) batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın (CC) yüzü orasıdır (oradadır).”[1]

Diğer bir yerde buyuruyor ki: “O (Allah CC), sizinle beraberdir, yapmakta olduklarınızı görendir.”[2]

Yine Allah-ü Teala (CC) Hz.leri şöyle buyuruyor: “”Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız.”[3]

Diğer bir ayette ise şöyle buyurmaktadır: “Doğrusu Allah (CC), her şeyin üzerinde şahid olandır.”[4]

Allah (CC) Hz.leri’ni tanıma hakkındaki delil ve burhanlar üzerinde düşünmek, insanı küfür zulmetinden çıkararak iman dairesine sokar, tekamül yolunu açar ve imanın gereği olan amele davet eder.

 

2. ALLAH'IN (CC) AYETLERİ ÜZERİNDE TEFEKKÜR ETMEK

Kur'an-ı Kerim dünyadaki varlıkların her birini Alemlerin Rabbi’nin (CC) varlığına bir nişane ve delil bilmektedir. Çeşitli ayetlerde varlıkların güzelliklerinden, acaipliklerinden ve onlara hakim olan düzen, denge ve intizamdan, bilgili, güçlü ve hikmet sahibi olan Allah (CC) Hz.leri’nin varlığını anlamak için O’nun (CC) ayet ve nişanelerinde tefekkür etmek ve düşünmeyi önemle vurgular. İnsanlardan kendi yaratılışları hakkında, ruh ve vücut yapılarındaki esrar ve acaiplikler hakkında, dil, renk ve şekil değişikliklerinde ve eşlerin varlığı üzerinde, güneş ve yıldızların yaratılışında, onların düzenli hareket ve güzelliklerinde ve yine yeryüzü, dağlar, tepeler, ağaçlar, bitkiler, türlü deniz ve kara canlıları hakkında düşünmeleri istenmiş ve bu konuda bir çok örneğe değinilmiştir.

Doğrusu dünya, güzellik ve acaipliklerle doludur. Gördüğünüz her varlıkta yüzlerce acaiplik gizlidir. İnsan, güneş’ten, yıldızlardan, samanyolundan ve bulutlardan tutun, hayret verici atom dünyasına kadar, yerden, dağlardan, tepelerden ve madenlerden tutun okyanuslara, denizlere, göllere ve nehirlere varıncaya kadar… Büyük ormanlardan tutun çeşitli bitkilere, irili ufaklı ağaçlara, fil ve deve gibi büyük hayvanlardan karınca ve sivrisineğe, hatta çeşitli virüs ve mikroplar gibi mikroskopla görülen hayvanlara kadar, dünyadaki varlıkların güzelliklerini, zariflik, incelik ve acaipliklerini ve onlara hakim olan dakik denge ve düzeni görmekle bunların yaratıcısının sonsuz azamet, kudret ve hikmetinin farkına varır. Hayret ve şaşkınlık içerisinde boğulur ve samimi olarak der ki: “Rabbimiz (CC)! Sen bunu boşuna yaratmadın.”[5] Yıldızlarla dolu olan gökyüzüne bakıver ve onun üzerinde iyice düşün. Ormanın kenarında oturarak Allah (CC) Hz.leri’nin azamet ve kudretini düşün. Hayret! Dünya ne kadar da güzel!!! Hem de olabildiği kadar....

 

3. İBADET

İnsan, kendisinde iman ve marifet hasıl olduktan sonra, salih amel ve vazifesini yerine getirmek için çaba harcamalı ve bu konuda ciddi olmalıdır. Çünkü iman ve marifet, salih amel vasıtasıyla, Allah (CC) Hz.leri’ne yakınlık ve kurb makamına ulaşıncaya kadar git gide daha bir kamilleşir. İman, marifet ve tevhid kelimesi yükselse de ancak salih amelidir ki ona yardım ulaştırır.

Allah-ü Teala (CC) Hz.leri Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor ki: “Kim izzeti istiyorsa, bütün izzet Allah'ındır (CC). Güzel söz (tevhid kelimesi) O'na (CC) yükselir, salih amel de onu yükseltir.”[6]

İman ve marifet için salih amel, uçak için benzin konumundadır. Uçağın benzini olursa yükselerek hareketini sürdürebilir ve yakıtı bitince de düşüverir. İman ve marifet de beraberlerinde salih amel olduğu müddetçe insanı üstün makamlara yükseltir ve salih amel ona yardım ulaştırmayınca da düşüverir.

Allah-ü Teala (CC) Hz.leri buyurur ki: “Ve yakîn (ölüm) sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et.”[7]

Kemale erişmenin, nefsi yetiştirmenin, yakin ve zikir makamına ulaşmanın tek yolu, vazifesini yerine getirmekte ciddi olarak çaba harcama, Allah (CC) Hz.leri’ne ibadet ve kulluk etmektedir. İbadet yolundan başka bir yolla yüksek makamlara ulaşabileceğini sanan kimse, kesinlikle yanılıyordur.

 

4. ZİKİRLER VE DUALAR

İslam zikretmeye ve zikri sürdürmeye özel bir  ehemmiyet vermektedir. Hz. Resul-ü Ekrem (SAV) Efendimiz ve Sahabe-i Kiram (RA) ile Oniki İmamlar’dan (RA) bir takım zikir ve dualar günümüze ulaşmış ve onlardaki sevaplar buyrulmuştur. Zikir, gerçekte nefsin mükemmelleşmesine ve Allah (CC) Hz.leri’ne yaklaşmaya sebep olan bir çeşit ibadet sayılır. Örnek olarak şu hadislere dikkat ediniz:

Hz. Resulullah (SAV) şöyle buyuruyor: “Beş şey insanın amel terazisini ağır eder (ve onlar şunlardan ibarettir): Subhanallah, velhamdulillah, ve la ilahe illallah, vallahu ekber (demek) ve evladının ölümünde sabretmek.”[8]

Hz. Resul-i Ekrem (SAV) Efendimiz yine buyururlar ki: “Beni miraca götürdükleri zaman Cennet’e girdim. Meleklerin altın ve gümüşten bir köşk yapmakta olduklarını, ancak bazen işten el etek çektiklerini gördüm. Onlardan: ‘Niçin bazen çalışıyor ve bazen de işten el çekiyorsunuz?’ diye sorunca; ‘Binayı yapmamız için gerekli olan araç ve gereçler olduğu zaman çalışıyor, araç ve gereçler bittiği zaman da duruyoruz.’ cevabını verdiler. ‘Kullandığınız araç ve gereçler nelerdir?’ dediğimde dediler ki: ‘Araç ve gereçler müminin dünyada subhanallah, velhamdulillah, ve la ilahe illellah, vallahu ekber demesidir. Mümin (bu zikirleri) söylediği zaman (bize bu vasıtayla araç ve gereç gönderir ve) biz köşkü yapmaya başlarız, o (zikirden) el çekince biz de işten el çekiyoruz’.”[9]

Diğer bir yerde ise şöyle Hz. Resul (SAV) Efendimiz buyuruyor: “Her kim ‘Subhanallah’ derse, Allah (CC) Cennet’te onun için bir ağaç diker. Her kim ‘Elhemdulillah’ derse, Allah-ü Teala (CC) Cennet’te onun için bir ağaç diker. Her kim  ‘Lailahe illallah’ derse Allah-ü Teala (CC) cennette onun için bir ağaç diker ve her kim de ‘Allah-u ekber’ derse, Allah-u Teala (CC) cennette onun için bir ağaç diker.” (Bunun üzerine) Kureyş'ten biri arzetti ki: “Ya Resulullah (SAV)! Cennet’te bizim çok ağacımız olacak değil mi?!” Resulullah (SAV): “Evet! Ancak ağaçları yakacak bir ateş göndermemeye dikkat edin. Zira Allah-ü Teala  (CC) Kur'an'da buyuruyor ki:[10] ‘Ey iman edenler! Allah'a (CC) itaat edin, Peygamber'e (SAV) itaat edin ve kendi amellerinizi geçersiz kılmayın’.”[11]

İnsana Allah (CC) Hz.leri’ni hatırlatan, Allah'ı (CC) övgü, hamd ve tesbih anlamı taşıyan her söze “zikir” denir. Ancak hadislerde bir takım özel zikirler vurgulanmış ve onları okumak için etki ve sevaplar zikredilmiştir ki onların en önemlileri şunlardan ibarettir: “La İlahe İllallah”, “Subhanallah”, “Elhamdulillah”, “Allah-u ekber”... “La hevla ve la kuvvete illa Billah”, “Hasbunellah ve ni'mel vekil”, “La İlahe İllallah-u subhaneke inni kuntu minez zalimin”, “Ya Heyyu ya kayyum, ya men la ilahe illa ent!”, “Efuzu emrî ilellah innallahe basirun bil ibad” “La havle ve la kuvvete illa billah-il Aliyy-il Azim”, “Ya Allah!”, “Ya Rab!”, “Ya Rahman!”, “Ya erhem-er rahimin!”, “Ya zelcelal-i vel ikram!”, “Ya Ganiyyu ve ya Muğanni!”" ve yine dua ve hadislerde gelen Allah'ın (CC) diğer güzel isimleri. Bunların hepsi insana Allah (CC) Hz.leri’ni hatırlatan, takarrub ve yakınlık vesilesi olan zikirlerdir. Sülûk eden insan bunlardan istediğini seçerek onu sürdürebilir. Ancak marifet ehli bazı zikirleri tercih etmişlerdir. Bazıları “La İlahe İllallah”ı tavsiye etmiş, bazıları “Subhanallah vel hamdulillah ve la ilahe İllallah Vallah-u ekber” zikrini seçmiş, bazıları “Ya Heyyu ya Kayyumu ya men la ilahe illa ent”i, bazıları “Ya Allah!” zikrini ve bazıları da diğer zikirleri önermişlerdir. Ancak bazı hadislerden “La İlahe İllallah”ın diğer zikirlerden üstün olduğu anlaşılmaktadır.

Resulullah (SAV) şöyle buyurur: “İbadetlerin en üstünü ‘La İlahe İllallah’ söylemektir.”[12]

Ve yine Hz. Resul (SAV) Efendimiz: “Sözlerin büyüğü ve efendisi ‘La İlahe İllallah’tır.” buyurmuşlardır.[13]

Resulullah (SAV) Cebrail'den (AS) Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin şöyle buyurduğunu nakleder: “La İlahe İllallah kelimesi sağlam bir sığınaktır. Her kim ona girerse, benim azabımdan emanda olur.”[14]

Ancak zikirden hedef Allah (CC) Hz.leri’ne teveccüh etmek, O'na (CC) yönelmek olduğu için şöyle söyleyebiliriz: İnsanın dikkat ve teveccühünü Allah (CC) Hz.leri’ne daha çok ve daha iyi çeken her söz zikirdir. Dolayısıyla o söz söylenirse daha uygun olur.

Zikirde kişiler, durumlar ve makamlar farklıdırlar. “Ya Allah” kelimesi, bazı kimseler için veya bazı durumlarda daha iyi ve daha uygun olabilir. Bazı kişiler için “La İlahe İllallah” kelimesi ve bazıları için de “Ya Gaffar ve ya Settar” kelimesi daha uygun olabilir ve keza diğer zikirler. Dolayısıyla sâlik eğer kamil bir üstada eli ulaşıyorsa, bu konuda ondan yardım alması daha iyidir ve eğer bu konuda yararlanabileceği kamil bir üstad yoksa, dua ve hadis kitaplarından, Resulullah (SAV) Efendimiz’in ve İmamlar’ın (RA) buyruklarından yararlanabilir. Bütün zikir ve ibadetler iyidirler ve doğru olarak yapıldıkları takdirde her biri insanın mukarribi (Allah’a (CC) yaklaştıranı) olabilir ve onu yüksek makamlara ulaştırabilirler. Sâlik, onların hepsinden veya bazılarından yararlanabilir. Ancak büyük şahsiyetler, sâlike zikir ve şuhud makamına erişmesi ve sâlike hedefine ulaşması için özel bir zikri seçmesini, özel bir keyfiyeti ve onu özel bir sayıda sürdürmesini tavsiye ederler. Ancak şu önemli noktaya dikkat edilmelidir ki, Şeriat’ta olan zikir ve dualar ibadet olup insanın icmalen mukarribi olabilirlerse de, bütün bunlardan asıl hedef, Allah (CC) Hz.leri’nden gayrısından kamilen kopmak, Allah (CC) Hz.leri’ne teveccüh etmek ve kalp huzuru elde etmektir. Dolayısıyla lafızları tekrarlamakla yetinip onların anlamına teveccüh etmekten ve yüksek hedefe ulaşmaktan gafil olmamalıyız. Çünkü sadece lafızları tekrarlamak ve hatta onları sürdürmek pek de zor değildir. Bu amel tek başına insanı hedefe ulaştıramaz. Faydalı olabilecek asıl şey vesveseleri bertaraf etmek, Allah (CC) Hz.leri’ne yönelik kalp huzuru bulmak ve düşünceleri bir noktaya toplamaktır. Bu  çok zordur. Çünkü insana zikir esnasında çesitli düşünce ve vesveseler hücum eder ve Allah (CC) Hz.leri’nden anmaktan onu alıkoyar.  Oysa vesveselerden kurtulmadıkça nefsin ilahi feyizleri ve ilahi nurları kabullenmeye liyakati olmaz. Kalp, yabancıların olmadığı ilahi nurların parlayış yeri olabilir. Vesveselerden kurtulmak ve düşünceleri bir yere toplamak için azim, ciddi karar, cihad, kontrol ve direnmeye gerek vardır. Bir defada, alıştırma yapmaksızın hazırlıklı olması imkansızdır. Nefse yumuşak davranmalı ve onu tedricen bu amele alıştırmalıdır.

Marifet ehlinden olan bazıları bu yolu katetmek için aşağıdaki şeyleri yapmayı tavsiye ederlerdi:

1- İlk önce tövbe kasdıyla guslet ve gusül halinde kendi günahlarını ve içindeki pislikleri nazara olarak Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne şöyle arzet: “Rabbim (CC)! Sana geldim, günahlarımdan tövbe ettim ve bundan sonra da günah işlememeye kararlıyım. Suyla vücut ve bedenimi yıkadığım gibi kalp ve nefsimi de çirkin ahlaktan ve günahlardan temizliyorum.”

2- Kendini Allah (CC) Hz.leri’nin huzurunda gör. Her durumda Allah (CC) Hz.leri’ni an ve hiç bir zaman O’na (CC) yönelmekten gafil olma.

3- Nefsi ıslah edip içini temizleyerek ilahi feyizleri almaya kendini hazırlayabilirsin. Gece ve gündüz boyunca kendi nefsine dikkat etmek ve onun hakkında tefekkür etmek için belli bir saat ayır. Kendi nefsin üzerinde düşün, onu hesaba çek, sıfat ve durumlarını dikkatlı bir şekilde incele. Belki Allah (CC) Hz.leri sana inayet eder de meşhur ilim ve kelime mefhumu kabilinden olmayan maarif ve mukaşefeler bağışlar!

4- Sükut et, gereğinden fazla konuşma ve lüzumsuz sözlerden kaçın.

5- Oburluktan sakın.

6- Devamlı abdestli ol ve abdestin bozulunca hemen yeniden abdest al.

Resulullah (SAV) şöyle buyurmuştur: “Allah-ü Teala (CC): ‘Her kim abdesti bozulur da abdestini yenilemezse bana zulmetmiştir ve her kim abdest aldıktan sonra iki rekat namaz kılmazsa, bana zulmetmiştir ve her kim namaz kılar da namazdan sonra dua edip dünya ve ahiret işlerini benden ister ve ben de duasını kabul etmezsem ona zulmetmiş olurum ve ben ise zalim değilim (ki zulmedeyim)’. buyuruyor.”[15]

Uyuyunca da abdestli ol, zira Resulullah (SAV) buyurmuştur ki: “Taharetle uyuyan kimse, bütün geceyi ibadetle geçirmiş gibidir.”[16]

7- Gecenin son vaktinde uykudan uyan, abdest al ve ıssız bir köşede kalp huzuruyla gece (teheccüd) namazını kıl. Vitir namazının kunutunu uzatarak kendin ve müminler için af dile ve yetmiş kere “Esteğfirullahe rabbi ve etubu ileyh” de. Gece namazını tam bir teveccühle ve kalp huzuruyla kılmaya çalış. Ondan sonra A’raf suresinin 54-56 ayetlerini yetmiş kere kalp huzuruyla oku, zira bu amel yakin elde etmek, şüphe ve vesveseleri bertaraf etmek için faydalıdır ve denenmiştir.[17]

Sözkonusu ayetler şunlardır: “Gerçekten sizin Rabbiniz (CC) , altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra da arş’a istiva eden Allah'tır (CC). Gündüzü, durmaksızın kendini kovalayan geceyle örten, güneş’e, ay’a ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun! Yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur (CC). Alemlerin Rabbi olan Allah (CC) ne yücedir. Rabbinize (CC) yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz o, haddi aşanları sevmez. Düzene konulmasından (ıslahı) sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın. O'na (CC) korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın (CC) rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.”[18]

8- “Ya Heyyu ve ya Kayyum-u, Ya men la ilahe illa ent” zikrini söylemeyi diline alıştır ve boş vakitlerinde kalp huzuruyla bu zikri tekrarla.

9- Her gün uzun bir secde yap ve yapabildiğin kadarıyla sacdede “La ilahe illa ente, subhaneke inni kuntu minez zalimin” (Senden başka ilah yoktur, Sen münezzhesin zalimlerden olan benim) zikrini kalp huzuruyla tekrarla.

10- Gece ve gündüz içinde bir saati tayin ederek “Ya Gani ve ya muğni” (Ey ihtiyaçsız olan ve ihtiyaçsız kılan) zikrini kalp huzuruyla çok tekrar etmeli.

11- Her gün kalp huzuruyla biraz Kur'an oku ve ayetleri üzerinde düşün.

Başlangıçta bu amellerin hepsini yapmaya gücü olmazsa az bir miktardan başlayarak yavaş yavaş onu artırabilir.

Mezkur talimatları kırk gün yapmalı ve daima Allah (CC) Hz.leri’nden şuhud ve marifet istemeli. Bu müddet zarfında Allah (CC) Hz.leri’nin ilgisini çekerek gayb aleminden onun yüzüne bir kapı açılabilir. Ve eğer birinci kırkta muvaffak olamazsa umudunu kesmemeli ve ikinci kırkı daha fazla bir ciddiyetle başlamalı ve eğer yine muvaffak olamazsa üçüncü, dürdüncü ve... kırkları ve Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin lütuflarının bunu da kapsamasına kadar yıllarca sürdürmeli. Hiç bir zaman amelden, çaba ve ciddiyetten el çekmemeli ve Allah (CC) Hz.leri’nden yardım istemeli. Zira arayan bulur demişlerdir. Biz kendi vazifemizi yapmalıyız. Gerisi hikmet sahibi ve merhametli olan Allah (CC) Hz.leri’nin elindedir. İsterse  verir ve istemezse vermez.

Bu amellerin en önemlisi tefekkür, nefsi murakabe (nefsi daima kontrol etme) etmek, kalp huzuru ve Allah (CC) Hz.leri’ne teveccüh etmektir. Önemli olan, sülûk eden kimsenin bütün dağınık düşünceleri ve vesveseleri nefsinden uzaklaştırması, tamamen Allah (CC) Hz.leri’ne teveccüh etmesidir ki, bu da oldukça zordur.

Vesveseye kapılmama konusu üç merhalede tedricen yapılabilir:

Birinci merhalede, zikir halindeyken bütün dikkatimizi zikrin üzerinde toplar ve her türlü düşünceyi kendimizden uzaklaştırırız. Nefsimizi tamamen kontrol altına alıp onu her türlü düşünceden alıkoyuncaya kadar bunu sürdürürüz.

İkinci merhalede, birinci merhaledeki gibi zikir yaparız, ancak ikinci merhalede zikir halinde zikirlerin manalarına tam olarak dikkat etmeye ve onları zihnimizden geçirip diğer düşünce ve vesveselerin saldırısından tamamen kaçınmaya çalışırız. Bu zikir müddetince başka düşüncelerin aklımızdan geçmesini engelleyip aynı zamanda zikirlerin anlamlarına da dikkat edebilinceye kadar bu yöntemi sürdürmeliyiz.

Üçüncü merhalede, önce zikirlerin manalarını kalbimize yerleştirmeye çalışırız. Kalben zikirlerin anlamlarını kabul edip onlara iman ettiğimiz için zikirleri dile getiririz. Yani gerçekte dil, kalbi izler.

Dördüncü merhalede, bütün vesveseleri, manaları ve hatta zikirlerin manalarını bile kalbimizden bertaraf etmeye ve kalbimizi Allah-ü Teâlâ (CC) Hz.leri’nin nur ve feyizlerini kabule hazırlamaya ve bütün varlığımızla dikkatimizi Hak Teala (CC) Hz.leri’ne vermeye çalışırız. O'ndan (CC) gayrısını kalbimizden çıkarır ve kalbimizin kapısını ilahi nurlara açarız. Bu durumda Allah (CC) Hz.leri’nin has lütufları bizi kaplayacak, O'nun (CC) feyizlerinden, nurlarından yararlanacak, O'nun (CC) cezbeleriyle kemal merhalelerinde yürüyüp yükselecek ve rububi zatın eşsiz cemalini müşahede edebileceğiz. Sülûk eden (Allah'a doğru yürüyen) kimse, bu makamda Allah (CC) Hz.leri’nden başka hiç bir şey görmez. Hatta kendi nefsini ve fiillerini bile müşahede etmez ve sadece Allah (CC) Hz.leri ile ünsiyeti kuracak derecede bir rabıtaya ulaşır.

Sözün gerisini, bu yolu kateden, şevk, ünsiyet ve lika makamının lezetli tadını tadan Evliyaullah’a bırakmamız daha uygun olacak:

 

İmam-ı Cafer-i Sadık (RA) Hz.leri’nin talimatı:

Bu rivayetin geçtiği sırada 94 yaşında olan Ünvan-i Basri şöyle der: “Ben ilim öğrenmek için Malik b. Enes'e (RA) giderdim. Cafer b. Muhammed (İmam-ı Cafer-i Sadık) (RA) bizim olduğumuz şehre gelince O’nun (RA) huzuruna gidiyordum. Çünkü O’ndan da (RA) ilim öğrenmek istiyordum. Bir gün bana dedi ki: ‘Ben gözaltındayım. Ayrıca gece gündüz her saatte edeceğim dua ve zikirler var, sen beni dua ve zikirlerimden alıkoyma ve ilim öğrenmek için önceki gibi Malik bin Enes'in (RA) yanına git. Ben bu sözden dolayı üzülerek O’nun (RA) huzurundan dışşarı çıktım ve kendi kendime dedim ki; ‘bende bir hayır bulsaydı beni kendisini görmekten mahrum etmezdi.’ Sonra Resulullah'ın (SAV) mescidine gittim ve O’na (SAV) selam verdim. Ertesi gün yine Hz. Resulullah'ın (SAV) mezarının başına gittim. İki  rekat namaz kılarak dua için ellerimi açarak şöyle dedim: ‘Allahım (CC)! Cafer'in (RA) kalbini bana karşı yumuşat. O’nun (RA) ilmiyle beni rızıklandır ki, O’nun (RA) vesilesiyle senin doğru yoluna hidayet olayım.’ Ondan sonra hüzün ve kederle eve döndüm ve Malik bin Enes'in (RA) yanına da gitmedim. Çünkü Cafer b. Muhammed'e (RA) karşı kalbimde bir aşık ve muhabbet doğmuştu. Uzun bir zaman farz namazlarını eda dışında evden dışarı çıkmıyordum, nihayet sabrım tükendi.

Bir gün O’nun (İmam-ı Cafer-i Sadık RA) evinin kapısına giderek içeri girmek için izin istedim. Bir hizmetçi dışarı çıkarak, ‘Ne işin var?’ dedi. İmamın huzuruna giderek O’na (RA) selam vermek istediğimi söyledim. Hizmetçi ‘Hazret namazla meşguldür” dedi. Eve geri döndü ve ben de kapının önünde oturdum. Çok geçmeden gelerek, ‘Buyrun içeri’ dedi. İçeri girerek O’na (RA) selam verdim. Hazret selamımı alarak: ‘Otur, Allah (CC) seni affetsin’ buyurdu.  O’na (RA) huzurunda oturdum. Mübarek başını yere eğdi ve uzun bir müddet sonra başını kaldırarak: ‘Künyen nedir?’ dedi. ‘Ebu Abdullah'tır.’ dedim. Hazret buyurdu ki: ‘Allah (CC) seni bu künyede sabit kılsın ve sana tevfik versin. Ne istiyorsun?’ Ben kendi kendime dedim ki: ‘İmam’la (RA) bu görüşmemde bu duadan başka bir fayda olmasa bile bu kadarı da çok değerlidir. Hazret (RA) tekrar: ‘İsteğin nedir?’ diye buyurunca arzettim ki: ‘Allah'tan  (CC) senin kalbini bana karşı şefkatli kılmasını ve ilminden beni faydalandırmasını istedim, Allah-ü Teala'nın (CC) duamı kabul ettiğini umut ederim. Hazret buyurdu ki: ‘Ey Eba Abdullah! İlim, öğrenmekle elde edilmez. İlim, Allah'ın (CC) hidayet etmek istediği kişinin kalbinde parlayan bir nurdur. Öyleyse eğer ilim istiyorsan ilk önce kulluğun hakikatini kalbinde oluştur ve ilmi, amel ederek taleb et ve sana anlama vermesi için Allah-ü Teala'dan (CC) anlama iste.’ Dedim ki: ‘Ey şerefli zat!’ O, ‘Eba Abdullah! diye hitap et’ buyurdu. (bunun üzerine) dedim ki: ‘Ya Eba Abdullah! Kulluğun hakikati nedir?’ Hazret şöyle buyurdu: ‘Kulluğun hakikati üç şeydedir: Birincisi; kul, kendisini Allah'ın (CC) kendisine verdiği şeylerin maliki bilmemeli. Zira kullar, bir şeye malik olmazlar. Malı Allah'ın (CC) malı bilirler ve O’nun (CC) buyurduğu yolda harcarlar. İkincisi; kul, işlerin tedbirinde (düzenlenmesinde) kendini güçsüz ve aciz bilmelidir. Üçüncüsü; kendini Allah'ın (CC) emir ve yasaklarını yerine getirmekle meşgul etmelidir. O halde kul kendini malların maliki bilmezse, malları Allah (CC) yolunda harcamak onun için kolay olur.  İşlerinin tedbirini, müdebbir olan Allah'a (CC) bırakırsa, dünya musibetlerine tahammül etmek onun için kolaylaşır. Allah'ın (CC) emir ve yasaklarını yerine getirmekle meşgul olursa değerli vakitlerini kavga ve övünmeyle zayi etmez. Allah-ü Teala (CC) bir kulunun bu üç şeyle aziz kılarsa, dünya, şeytanlar ve mahlukat ona artık zelil gelir. Bu durumda malını çoğaltmak ve övünmek için mal taleb etmez, halkın yanında izzet ve üstünlük vasıtası sayılan şeyi istemez ve değerli vakitlerini boşuna geçirmez. Bu takvanın ilk derecesidir. Zira Allah-ü Teala  (CC) Kur'an'da buyurmuştur ki: ‘İşte ahiret yurdu. Biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyen ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) akıbet de takva sahiplerinindir.’[19]

‘Ya Eba Abdullah! bana bir destur ver.’ diye arzedince şöyle buyurdu: ‘Sana dokuz şeyi tavsiye ediyorum ve bu dokuz şey, hak yolu katetmek isteyen herkese benim tavsiyemdir. Allah-u Teala'dan (CC) seni (bu şeylere) amel etmeye muvaffak kılmasını dilerim: Üç destur nefsin riyazeti hakkında, üçü sabır ve tahammül hakkında ve üçü de ilim hakkındadır. Sen bunları ezberle ve sakın bunlar hakkında ihmalkârlık etme!’

Ünvan-ı Basri der ki: “O’nun (RA) sözlerine dikkat kesildim, o hazret şöyle buyurdu: ‘Riyazet konusundaki üç tavsiyem şunlardan ibarettir:

1- İştahın olmadığı bir şeyi yememeğe dikkat et; çünkü ahmaklık ve cahilliğe sebep olur.

2- Aç olmadığın zaman yemek yeme.

3- Yemek yediğin zeman helal yemek ye ve yemekten önce ‘Bismillah’ de. (Zira) Resulullah (SAV) buyurmuştur ki: ‘Hiçbir dolduruş, midenin tıkabasa doldurulması kadar çirkin değildir. Yemeğe ihtiyacı varsa midenin üçte birini yemek için, üçte birini su için ve diğer üçte birini de nefes almak için ayırmalıdır.’

Sabır hakkındaki üç tavsiyem de şunlardan ibarettir:

1- Herkim sana: ‘Bana söylediğin her kelime karsılığında on kelime söylerim.’ derse, karşılığında de ki; ‘Bana on kelime söylersen karşılığında benden bir kelime bile duymayacaksın.’

2- Herkim sana kötü bir söz söylerse cevabında ona de ki: ‘Söylediğin doğruysa Allah (CC) beni affetsin ve eğer yalansa Allah (CC) seni affetsin.’

3- Seni küfürle tehdid eden kimseye sen nasihat ve dua vaad et.

İlim hakkındaki tavsiyelerim de şunlardır:

1- Bilmediğin her şeyi alimlerden sor. Ancak dikkat et. Soruların onları denemek ve onlara eziyet etmek için olmasın.

2- Dikkat et ki, kendi görüş ve reyine göre amel etmiyesin ve mümkün olduğu kadar ihtiyatı bırakma.

3- Kendi görüşüne göre (şeri bir delilin olmaksızın) fetva vermekten, yırtıcı arslandan kaçar gibi kaçın ve kendi boynunu diğerlerine köprü yapma.

Ey Eba Abdullah! Şimdi gidebilirsin artık. Sana yeteri kadar nasihat ettim. Benim zikir ve dualarımı engelleme, çünkü ben kendi nefsime değer veriyorum. Vesselamu ala men ittebe-el dua. (Davete tabi olanlara selam olsun)’[20]

Bu yolda yürüyenlerden biri büyük alim ve ilahi arif Molla Muhammed Taki Meclisi (RA) şöyle yazıyor:

“Benim riyazet ve kendimi yetiştirmede elde ettiğim şey, tefsir mutalaa ettiğim zamana rastlar. Bir gece, yarı uykulu bir halde Hz. Muhammed’i (SAV) gördüm. Kendi kendime dedim ki, ‘Hazret’in kemallerine ve ahlakına iyice dikkat etmem yerinde olur.’ Ben dikkat ettikçe O’nun (SAV) azamet ve nuru daha da genişliyordu. Öyle ki nuru her yeri kapladı. O sırada uyandım (kendime geldim) ve Resulullah’ın (SAV) ahlakının Kur'an-ı Kerim olduğu ve Kur'an-ı Kerim'de düşünmem gerektiği ilham oldu. Bir ayette dikkat ettikçe daha fazla hakikatlere varıyordum. Bir keresinde kalbime bir çok hakikat ve marifetler ilham oldu. Üzerinde düşündüğüm her ayette böyle bir lütuf bağışlanıyordu bana. Elbette böyle bir tevfike erişmeyen kimse için böyle bir kanuyu tasdik etmek çok zor ve hatta normalde imkansızdır. Ancak benim maksadım iman kardeşlerimi irşad ve hidayet etmektir.

Riyazet ve kendini yetiştirmenin talimatı şunlardan ibarettir:

  • Faydasız sözlerden ve hatta Allah’ı (CC) zikretme dışındaki sözlerden kaçınmalıdır.
  • Lezzetli yiyecek ve içecekleri, güzel ve rahat elbiseleri evleri ve kadınları terketmeli, zaruret miktarıyla yetinmeli.
  • Evliyaullah’tan başkalarıyla muaşeret etmekten sakınmalı.
  • Fazla uykudan kaçınmalı ve Allah'ın (CC) zikrini tam bir dikkatle sürdürmelidir.

Evliyaullah “Ya Hayyu, Ya Kayyumu, Ya men la ilahe illa ente” zikrini sürdürmeyi tecrübe etmiş ve çoğu zaman iyi sonuç almışlardır. Ben de bu zikri tekrarladım, ancak benim zikrim çoğunlukla Allah'tan (CC) gayrısını kalbimden çıkarmakla ve Allah-u Teâlâ'ya (CC) doğru tam teveccüh etmek suretiyle “Ya Allah” (CC) demektir.

Elbette önemli olan nokta tam bir dikkat ve yönelişle Allah'ı (CC) zikretmektir. Bu amel kırk gece ve gündüz (aralıksız) devam edecek olursa süluk eden kimsenin yüzüne hikmet, marifet ve muhabbet nurlarından kapılar açılır. O zaman Allah'ta (CC) fani olma ve baki kalma makamına yükselir.”[21]

İlahi alim ve takvalı arif, rahmetli Molla Hüseyin Guli Hamedani (RA), Tebriz alimlerinden birine gönderdiği mektubunda şöyle yazıyor:

“Bismillahirrahmanirrahim. Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah'a (CC) mahsustur. Salat ve selam Muhammed'e (SAV) ve onun pak Ehl-i Beyt'ine (RA) ve Allah'ın (CC) laneti onların düşmanlarına olsun.

Bütün hareketlerde, sükûnlarda, sözlerde, anlarda vs. yüce şeriat’a teslim olmaktan padişahların padişahı Hazreti Allah’a (CC) yaklaşmanın bir yolu olmadığı ve (gerçi zevk bu makam dışında iyi olsa da) ‘Cahiller ve sofuların yaptığı gibi Allah (CC) onları muvaffak etmesin.’

Yel olmanın sadece uzaklığa sebep olacağı bilinmelidir. Hatta insan bıyığını kesmemeye ve et yememeye karar verse pak imamların (RA) masumiyetlerine iman etmiş olsa bilei Hazret-i Allah'tan (CC) uzaklaştığını bilmeli ve keza zikir konusunda Masum İmamlar’dan bize ulaşmadığı bir şekilde (hadislerin aksine) amel edecek olursa durum gene aynıdır. Binaenaleyh, yüce şeriatı, öne geçirmeli ve sadece şeriatte önem verilen şeye önem vermelidir. Bu hakirin akıl ve nakilden (kitap ve sünnetten) istifade edip anladığı şey şudur ki; kurbu ve Allah'a (CC) yakınlığı isteyen kimse için en önemli şey günahı terkte ciddiyet ve gayret göstermektir. Bu hizmeti yapmadıkça ne zikrinin ve ne de fikrinin kalbin haline (gönül haline) bir faydası olmaz. Zira bir sultan ve padişaha isyan eden bir kimsenin ona hizmet etmesi faydasızdır. Hangi sultan şanı en yüce sultandan (Allah CC) daha yücedir ve hangi isyan O'na (CC) isyan etmekten daha kötüdür?! Buna çok dikkat etmek gerekir!

Zikrettiğin şeylerden, günah işlediğin halde ilahi muhabbeti istemen, çürük ve yanlış bir şeydir gerçekten. Günahın nefrete sebep olduğunu ve nefretin de muhabbetle bağdaşmadığını nasıl bilmezsin?! Günahı terketmenin dinin başı ve sonu, zahiri ve batını olduğunu kesin bildikten sonra, uykudan uyandığın ilk anlardan itibaren tekrar uyuyuncaya kadar bütün anlarında ciddi bir şekilde nefsini kontrolde gayret göster. Ve O'nun (CC) huzurunda edeb kurallarına uy. Bil ki, vücudunun zerre zerre bütün parçaları O’nun (CC) kudretinin esiridir. O'nun (CC) şerefli huzurunun hürmetini çiğnemekten kork ve O'na (CC) O'nu (CC) görüyormuş gibi ibadet et! Zira sen O'nu (CC) görmesen de O (CC) seni görür. Devamlı O'nun (CC) azametine ve kendinin hakirliğine, O'nun (CC) yüceliğine ve kendinin alçaklığına, O'nun (CC) izzetine ve kendinin zilletine, O'nun (CC) ihtiyaçsızlığına ve kendinin ihtiyaç ve fakirliğine dikkat et. O (CC) sana devamlı teveccüh ettiği halde sen O'ndan (CC) kötü bir şekilde gaflet etme. O'nun (CC) önünde zayıf ve zelil bir kul gibi dur. Ve O'nun (CC) ayakları altında zayıf bir köpek gibi tevazu et ve teslim ol. Günahların pisliğinin necis ettiği pis dilinle kendisinin yüce ismini zikretmene müsade etmesi sana şeref ve övünmen için yetmez mi?!

Öyleyse ey aziz! Bu kerem ve merhamet sahibi senin dilini nur dağının yani zikrinin mahzeni kıldığı için sultanın mahzenini necasetlerle, pisliklerle, gıybet, yalan, küfür, eziyet ve diğer günahlara bulaştırmak hayasızlıktır. Sultanın mahzeni güzel koku ve gül suyuyla dolmalıdır, pisliklerle necislerle değil! Ve şüphesiz murakebet etmeğe - nefsini kontrole - dikkat etmediğin için yedi organınla yani kulak, dil, göz, el, ayak, mide ve cinsel organınla hangi günahları işlediğini, hangi ateşleri yaktığını, dininde hangi fesatları çıkardığını, dil kılıcın ve dişlerinle kendi kalbine hangi münkir yaraları vurduğunu bilmiyorsun. Eğer onu öldürmediysen çok iyi. Bu fesatları şerhetmek ve açıklamak istersem kitaba sığmaz. Birkaç sayfayla ne kadar anlatılabilir ki? Sen vücudunun organlarını günahlardan temizlemediğin müddetçe, kalbin (gönlün) halleri şerhinde sana bir şey yazmamı nasıl bekleyebilirsin?! Öyleyse koş  gerçek tövbe etmeye. Acele et, ciddiyet nefsini gözetme kontrol etme acele et!

Velhasıl gözetme ve kontrol etmeye gayret gösterdikten sonra kurb ve Allah'a (CC) yakın olmayı isteyen kimse, sehera vakitleri (gecenin sonları) (gece namazı için) uyanık kalmayı unutmamalıdır. Gece namazını kendine has adabıyla ve kalp huzuruyla kılmalı, vakti fazla olursa zikir, fikir ve münacatla meşgul olmalı. Ancak gecenin belli bir miktarını kalp huzuruyla zikrederek geçirmeli, her halinde hüzünlü olmalı, eğer hüzünlü değilse bir takım yollarla buna ulaşmalı, ondan sonra da cennet hanımlarının efendisi Hz. Zehra'nın (RA) tesbihini, on iki kere ihlas suresini, on kere “La ilahe İllallah vehdehu la şerike leh, lehul mulk” -sonuna kadar - yüz defa “La ilahe İllallah” ve yetmiş defa tövbe istiğfar etmeli ve biraz Kur'an telavet edip meşhur sabah duasını yani: “Ya men delea lisan-es Sabah” duasını sonuna kadar okumalı, devamlı abdestli olmalıdır. Her abdestten sonra iki rekat namaz kılması da çok iyidir. Başkalarına zararı dokunmamasına çok dikkat etmelidir. Müslümanların ihtiyaçlarını gidermeye, özellikle alimlerin ve bilhassa takvalı alimlerin ihtiyaçlarını gidermeye çok gayret göstermeli, günah işlenmek ihtimali olan her meclisten kesinlikle kaçınmalıdır. Hatta gafil kimselerle zaruri bir işi olmaksızın düşüp kalkmak, günah işlenmese de zararlıdır. Mubah işlerle haddinden fazla uğraşmak, çokça şakalaşmak, boş şeyler konuşmak ve bihude sözlere kulak asmak kalbi öldürür.

Murakabet (nefsi kontrol ve terbiye etme) etmeksizin zikir etmek ve düşünmek insana bir süre hoş bir duygu verse de faydasızdır. Zira bu güzel hâl uzun süre devam etmez. Murakabet etmeksizin zikrin doğuracağı geçici hoş duyguya aldanmamalıdır.

Hepinizin çokça dualarını beklerim. Günah ve hataları çok olan bu hakiri unutmayın. Her Perşembe akşamları ve cuma günü ikindi vakitleri yüz defa Kadir Suresi’ni okumayı ihmal etmeyin.”[22]

Kamil alim ve arif rahmetli Mirza Cevad Ağa-i Meliki Tebrizi şöyle yazıyor:

“Kutlu İslam peygamberi Hazret-i Resulullah (SAV) uzun secde hakkında önemle tavsiyelerde bulunmuştur ve bu çok mühimdir. Uzun secde, kulluğun en yakın şekillerinden biridir. Dolayısıyla namazın her rekatında iki secde farz kılınmıştır. Uzun secde konusunda İmamlar (RA) ve onlara uyanlar hakkında çok önemli şeyler nakledilmiştir.

İmam-ı Zeynel Abidin (RA) Hz.leri’nin secdelerinin birinde bin kere “La ilahe İllallahu hakken hakka, La ilahe İllallahu taabbuden ve rikka. La ilahe İllallahu imanen ve sıdka” zikirlerini söylediği görülmüştür.

İmam-ı Musa-i Kâzım (RA) hakkında yazmışlardır ki: Bazen O’nun (RA) secdesi sabahtan öğleye kadar sürüyordu. İbn-i Ebi Ümeyr, Cemil ve Harrebuz gibi, İmamlar’ın ashaplarından buna yakın şeyler nakledilmiştir.

Necef-i Eşref'te tahsil ettiğim yıllarda takvalı talebelerin kendisine müracaat ettiği bir üstadım vardı. Ondan, ‘Sâlik için yararlı olacak bir tecrübeniz var mı?’ diye sorduğumda buyurdu ki: ‘Her gün uzun bir secde yap ve secde halinde ‘La ilahe illa ente Subhaneke inni kuntu minez zalimin’ de. Zikir halinde: ‘Allahım (CC)! Ruhum tabiat zindanında tutsak olmuş ve çirkin ahlaka bulaşmış durumda. Rabbim (CC) Bana zulmü münasip görmekten münezzehtir, bilakis, nefsime zulmeden ve onu bu helakete iten ben kendimim.’ sözüne dikkat et.’

Üstadım, kendisine ilgi duyanlara bu secdeyi tavsiye ediyordu ve bu secdeyi yerine getirenler onun yapıcı sonuç ve etkisini görüyorlardı (bilhassa bu secdeyi daha fazla uzatanlar). Onlardan bazıları bu zikri secdede bin kere bazıları daha az ve bazıları da daha fazla tekrarlıyorlardı. Onlardan bazılarının bu zikri üç bin kere tekrarladıklarını da duydum.

Şeyh Necmeddin-i Razî (RA) şöyle yazmıştır: “Bil ki, adab ve şartlarına uymaksızın zikir yapmak pek faydalı değildir. Her şeyden önce zikrin adab ve şartlarına uymak gerekir. Sadık bir murid olan kimseye, bu yolda sülûk etme hissinin isteme belirirse bu, zikirle ülfet kurup mahlukattan kopacağının, nihayet her şeyden yüz çevirip zikre sığınacağının belirtisidir ki: ‘Allah (CC)! de ve sonra onları bırak, içine daldıkları saçma uğraşlarında oyalanıp dursunlar.’ Zikre murakebet edeceğinden, bütün günahlardan içten samimi olarak tövbe etmelidir. Zikir edince mümkünse gusletsin ve eğer mümkün değilse abdest alsın. Zira dostun zikri düşmanla savaşmaktır. Düşmanla silahsız savaşmak ise zordur ve ‘abdest müminin silahıdır.’ Ve sünnete uygun temiz ve pak elbise giysin. Elbisenin temizliğinin ise dört şartı vardır: Birincisi necasetten temizlik, ikincisi halktan zorla aldığı şeylerden temizlik, üçüncüsü haramdan (ipek elbiseden) temizlik, dördüncüsü gösterişten temizlik, yani sünnete uygun kısa elbise giymek. Zira Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur: ‘Elbiseni de temizle (kısalt).’ Evinin tozunu alsın, temizlesin ve çekidüzen versin. Birazcık güzel koku da sürünürse daha iyi olur. Kıbleye doğru otursun. Bağdaş kurarak oturmak, zikir esnası dışında her durumda nehyedilmiştir. Rivayet edilmiştir ki, Resulullah (SAV) sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar bağdaş kurarak otururup zikrederdi. Zikir halinde ellerini dizleri üzerine koyup kalp huzuruyla ve teveccüh ederek tam anlamıyla tazim etmelidir. O'nu (CC) yücelterek tam bir kuvvetle ‘La ilahe İllallah’ demeye başlamalıdır. En şiddetli zikirle, en içten ‘La ilahe’ demeli ve ‘İllallah’ı içine akıtmalı. Öyle ki zikrin etkisi ve kuvveti vücudun bütün organlarına ulaşmalıdır. Ancak sesini yükseltmemeli ve mümkün  olduğu kadar sesini alçaltmaya çalışmalıdır. Zira Kur'an-ı Kerim'de Allah-u Teâlâ (CC) Hz.leri şöyle buyuruyor: ‘Rabbini (CC, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret.’[23]

Böyle sıkı ve devamlı bir şekilde zikredecek ve içinden zikrin anlamını düşünerek vesveseleri bertaraf edecektir. ‘La ilahe’'nin anlamında kalbine gelen her vesveseyi tardettiği gibi: ‘Hiç bir ey istemiyorum, senden gayrı sevgili ve mahbubum yok: ‘İllallah’ Bütün vesveseleri ‘La İlahe’ ile tardet ve ‘illallah’ ile Hazret-i İzzet’i (Allah'ı CC) sevgili, mahbub ve hedef edin. Her zikrin başında ve sonunda nefy (ilah yoktur) ve ispatta (Allah'tan (CC) başka) kalp, hazır olmalıdır. Ne zaman kalbinin derinliklerinde başka bir şeye bağlı olduğunu, ilgi ve alaka duyduğunu görürsen, işte o şeye teveccüh etmemeli, gönlünü sadece Allah-ü Teala'ya (CC) vermelisin... ‘La ilahe’yle (ilah yoktur) nefy ederek o bağlantıyı koparmalı ve o şeyin sevgisini kalbinden çıkarmalı ve ‘İllallah’ (Allah’tan (CC) başka) diyerek Allah (CC) sevgisini o sevginin yerine oturtmalıdır. Bu şekilde, tedricen kalbi bütün bağlardan ve harici sevgililerden temizleyinceye kadar devam eder. Zira zikir de yücelme, devam ve süreklilikten kaynaklanır. Bu ise, zikrin çokluğuyla, zakirin varlığı zikrin nurunda kaybolması, zikrin zakiri her şeyden soyutlaması, bağlılık ve engelleri onun vücudundan çıkarması ve onu madde dünyasından mana ve ruhani dünyaya doğru hafifletmesidir. ‘Seyr ve sülûk edin, doğrusu siz yakınlaştırılmışsınızdır.’ buyruğuna dikkat et ve bil ki kalp ve gönül Allah'a (CC) mahsus olan halvet yeridir. Zira O (CC) şöyle buyuruyor: ‘Kalpte başkaları bulunup O’nu (CC) rahatsız ettikçe, Allah'ın (CC) aslına bakılsın yabancıdan uzaklaşmayı gerektirir. Ancak gönül evinin ‘la ilahe’ nidası, kalbi başkalarının rahatsız etmesinden temizlerse ‘İllallah’ sultanının gelmesinin tecellisini beklemelidir ki, ‘Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya devam et’[24].”[25]

Görüldüğü gibi ariflerin ileri gelenleri devamlı zikretmeyi seyr ve sülûkun en önemli yollarından biri olarak bildikleri halde bu yolu katetmek için çeşitli yolları tecrübe ve tavsiye etmişlerdir.

Bunun sebebi şudur: Şeriat’ta geçen bütün zikirler, zikrin meşru olmasının  asıl hedefini yani Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nden gayrısından kopup tamamen O’nna (CC) teveccüh etmeyi sağlayabilirler. Olsa olsa bu kişilere, durumlara ve makamlara göre değişir. Sülûk eden kimsenin hangi durumda, hangi makamda olduğu ve kendisi için hangi zikrin daha uygun ve cazibi olduğu önem taşımaktadır. İşte burada üstad önemli bir rol ifa edebilir.

Hadis ve dua kitaplarında oldukça fazla dua ve zikirler nakledilmiş ve her biri için bir özellik ve sevap belirtilmiştir. Zikir ve dualar genel olarak mutlak ve mukayyed olmak üzere ikiye ayrılırlar:

Bazı zikirler için özel bir zaman veya özel bir keyfiyet ya da belli bir sayı belirtilmiştir. Bu yerlerde salik, belirtilen özel sevap ve sonuca ulaşmak için Silsile-i Saadat Efendilerimiz’den (RA) ve On iki İmamlar’dan (RA) bize ulaşan yolda hareket etmeli, ona uygun amel etmelidir. Ancak bazı zikirler mutlaktırlar. Burada kendi durum ve şartlarına göre uygun sayı ve zamanı seçip zikir yapmak veya kendi üstad ve kılavuzundan emir alması salikin elindedir. Daha geniş bilgi edinmek isteyenler bu konuda hadis ve dua kitaplarına müracaat edebilirler. Burada iki noktaya dikkat edilmesi gerekir:

1- Salikin zikirden asıl hedefi, Allah-u Teala (CC) Hz.leri’ne karşı teveccüh, kalp huzuru ve manevi bir hal elde etmektir. Dolayısıyla zikrin miktarını, zamanını ve keyfiyetini seçmede bu noktaya dikkat etmeli ve kendi halini gözönünde bulundurmalı. Hazır ve hali müsait olduğu miktarda zikretmeli, yorgun ve isteksiz olduğu zamanda uygun bir zamanda yeniden başlamak üzere zikri bırakmalıdır. Zira İmam-ı Ali (KV) Hz.leri buyurur ki: “Kalp, bazen ikbal halindedir ve bazen de isteksiz ve yorgundur. O halde kalp istekli ve meyilli olduğu zaman amele girişin. Çünkü kalp ikrah ve zorla bir amele girişirse kör olur.”[26]

Elbette bu konuda kişiler, durumlar, makam ve vakitler farklıdır.

2- Şunu bilmemiz gerekir ki riyazet ve zikirden hedef nefsi kemale ulaştırmak ve Allah (CC) Hz.leri’ne yaklaşmaktır. Ve Allah (CC) Hz.leri’ne yakın olmak ise, vazifesini yerine getirme dışında hiç bir şeyle gerçekleşmez. İnsanın üzerinde dinî ve sosyal bir vazife varsa, onu yerine getirmeli, aynı zamanda Allah (CC) Hz.leri’ni anmalı ve mümkün olduğu kadarıyla O’nu (CC) zikretmelidir. Boş olduğu zamanlarda da zikredebilir. Ancak riyazet ve zikir bahanesiyle şer'i vazifesini yerine getirmeyip inzivaya çekilirse, böyle bir amel Allah (CC) Hz.leri’ne yaklaşmaya ve kurb makamına erişmeye  vesile olmaz.

Kemal yolunu katetmek ve yüksek makamlara erişmek kolay bir iş değildir. Çok zor ve müşküldür ve bu yolda bir takım engeller vardır ki kemale erişip yüksek makamlara ulaşmak isteyen insan onları bertaraf etmek için cihad etmelidir, aksi takdirde hedefine ulaşamaz.

 

1. Engel: LİYAKATSİZLİK

Allah (CC) Hz.leri’ne doğru seyr ve sülûk edip O’na (CC) yakınlık makamına ulaşmanın en büyük engeli, bu makamı isteyen nefsin liyakatsizliğidir. Günah işleme sonucu bulanmış ve karanlık olan bir kalp, ilahi nurların parlayış merkezi olamaz. İnsanın kalbi günah sonucu Allah (CC) Hz.leri’nden uzaklaşırken kurb ve yakınlık makamına nasıl ulaşabilir?! Böyle bir kalp şeytanın komut verdiği yerdir. Öyleyse Allah (CC) Hz.leri’nin yakın melekleri ona nasıl inebilirler?!

İmam-ı Cafer-i Sadık (RA) Hz.leri şöyle buyuruyor: “İnsan günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta oluşur. Günahından tövbe edecek olursa o siyah nokta kaybolur ve eğer günah işlemeğe devam edecek olursa, siyah nokta bütün kalbi kaplayıncaya kadar tedricen büyür. Bu durumda o adam hiçbir zaman kurtuluşa erişemez.”[27]

İmam-ı Cafer-i Sadık (RA) Hz.leri, babası İmam-ı Muhammed Bâkır (RA) Hz.leri’nden şöyle naklediyor: “İnsanın kalbi için günahtan daha kötü bir şey yoktur. Çünkü günah kalbe galip gelinceye kadar onunla savaşır ve neticede kalp terse döner.”[28]

Günahkâr insanın kalbi terse dönük olup aksi yönde hareket eder. Böyle bir kalp kurb makamına doğru hareket edip Allah (CC) Hz.leri’nin nur ve parıltılarını nasıl kabullenebilir?! Bu bakımdan iradesi olan insanın her şeyden önce nefsini günahlardan tezkiye edip temizlemesi, riyazet ve zikre ondan sonra başvurması farzdır. Aksi takdirde zikir ve ibadet etmeye çaba ve gayret göstermesi onu Allah (CC) Hz.leri’ne yakınlaştırmaz.

 

2. Engel: DÜNYEVİ BAĞLAR

Bu yoldaki engellerden biri de maddi bağlardır. Mal, servet, çoluk - çocuk, anne ve baba, kardeş ve hatta ilim ve bilgi sevgisi ve bunlara duyulan ilgi gibi. Bu gibi bağlar insanı hareket, hicret ve sülûktan alıkoyar.

Hissi (maddi) şeylerle ülfet kurup onlara gönül kaptıran bir kalp, onlardan el etek çekerek yüce aleme doğru nasıl seyredip yükselebilir? Dünyevi ve maddi işlerin yeri olan bir kalp ilahi nurların parlayış yeri olabilir mi? Ayrıca hadislerden anlaşıldığı kadarıyla dünya sevgisi bütün günahların kaynağıdır ve günahkâr insan Allah (CC) Hz.leri’nin kurb makamına yükselemez.

İmam-ı Cafer-i Sadık (RA) Hz.leri şöyle buyuruyor: “Bütün günahların kaynağı, dünya sevgisidir.”[29]

Hz.  Resulullah (SAV) Efendimiz’den şöyle naklediliyor: “Allah (CC) Hz.leri’ne karşı işlenilen günahlar altı şeyden kaynaklanır: Dünya sevgisi, makama düşkünlük, kadına düşkünlük, yemeğe düşkünlük, uykuya düşkünlük ve rahatlığa düşkünlük.”[30]

İmam-ı Cafer-i Sadık (RA) Hz.leri’nden şöyle naklediliyor: "Kulun Allah (CC) Hz.leri’nden en uzak olduğu halleri, karını doyurmaktan ve şehvetinin isteklerini temin etmekten başka bir hedefi olmadığı zamanlardır.”[31]

Cabir (RA) şöyle naklediyor: “İmam-ı Muhammed Bâkır'ın (RA) huzuruna gittiğimde bana hitaben: ‘Ey Cabir (RA)! Vallahi ben hüzünlüyüm ve kalbimle uğraşıyorum.’ buyurdu. Arzettim: ‘Canım size feda olsun, neden hüzünlüsünüz ve niçin kalbinizle uğraşıyorsunuz?’ Hazret: ‘Her kimin kalbine Allah'ın (CC) saf ve halis dini girerse, kalp Allah'tan (CC) gayrısından boşalır. Ey Cabir (CC)! Dünya nedir ve ne değeri vardır? İnsanın yediği bir lokmadan, giydiği bir elbiseden veya evlendiği bir kadından başka bir şey midir? Ey Cabir (RA)! Müminler, dünyaya ve dünya hayatına itimad etmez ve ahiret alemine gitmekten kendilerini emanda görmezler (ahirete iman ederler). Ey Cabir (RA)! Ahiret ebedi bir yurttur. Dünya ise ölüm yeri ve geçici bir yurttur. Ancak dünya ehli bundan gafildir. Düşünen, tefekkür eden ve ibret alanlar müminlerdir. Kulaklarına ulaşan şey onları Allah'ın (CC) zikrinden alıkoymaz, dünya zinetlerini görmek onları Allah'ın (CC) zikrinden gafil etmez. O halde bildikleri ahiret mükafatına kavuşurlar.’ buyurdu.”[32]

Hz. Resulullah (SAV) şöyle buyurur: “İnsan yediği şeye itina edip önemsedikçe, imanın tadını tadamaz.”[33]

Sâlik, yüce makama doğru hicret ve hareket edebilmesi için bu düşkünlükleri kalbinden çıkarmalıdır. Dünya düşkünlüklerinin fikir ve zikirlerini kalbinden çıkarmalıdır ki, onların yerini Allah (CC) Hz.leri’nin zikri alsın.

Şunu da hatırlatalım ki, çirkin olup kınanan şey, dünyevi şeylere tutkun olmak ve onlara gönül vermektir, onların kendisi değil. Salik, hayatını sürdürebilmesi için diğer insanlar gibi yemeğe, elbiseye, eve ve evlenmeye ihtiyacı olup onları temin etmek için çalışmak zorundadır. Neslinin devamı için evlenmek zorundadır. Sosyal hayatını idare etmek için sosyal bir sorumluluk üstenmelidir. Dolayısıyla kutlu İslam dininde bunların hiçbiri kötülenmemiş, yerilmemiştir; tersine kurbet ve Allah (CC) Hz.leri’ne yakınlık kastıyla olduğu takdirde, bunların hepsi ibadet sayılıp, insanı Allah (CC) Hz.leri’ne yaklaştırabilirler. Bunların kendileri de harekete, seyr ve sülûka ve Allah (CC) Hz.leri’ni anmaya engel değillerdir. Hareket ve zikre engel olan şey, bunlara düşkünlük ve gönül vermektir. Bunlar, insan hayatının hedefi olur da onun fikir ve zikrini meşgul edecek olursa, Allah (CC) Hz.leri’nden gaflet etmeye sebep olur. Paraya tapmak, kadınperestlik, makamperestlik ve ilmperestlik kötülenmiş ve  kınanmış olup, insanı seyr ve sülûk etmekten alıkoyar. Yoksa  bizzat paranın, kadının, makam ve ilmin kendisi yerilmemiştir.

Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz, İmam-ı Ali (KV) Hz.leri ve diğer Sahabe-i Kiram (RA) ve cümle Evliyaullah (RA) da çalışıp Allah (CC) Hz.leri’nin nimetlerinden istifade etmiyorlar mıydı? İslam'ın dünya ve ahiret için, dünyevî ve uhrevî işler için bir sınır tanımayışı onun meziyet ve üstünlüklerinden biridir.

 

3. Engel: NEFSİN İSTEKLERİNE UYMAK

Üçüncü engel, nefsani eğilimler ve hevesleri izlemektir. Nefsanî eğilimler, koyu dumanlar gibi gönül evini siyah ve karanlık eder ve böyle bir kalbin ilahi nurların parlamasına layık bir makam olmadığı ortadadır. Heves ve istekler devamlı kalbi sağa sola çeker ve Rabbiyle (CC) halvet edip üns kurması için ona fırsat vermezler. Gece-gündüz nefsanî istekleri doyurmaya ve onları tatmin etmeye çalışan bir nefs, dünyadan hicret ederek Allah (CC) Hz.leri’nin kutlu kapısına yükselebilir mi?

Allah-ü Teala (CC) Hz.leri Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: “İstek ve tutkulara (hevaya) uyma! Sonra seni Allah'ın (CC) yolundan saptırır.”[34]

İmam-ı Ali (KV) Hz.leri şöyle buyuruyor: “Halkın en cesuru, nefsinin isteklerine galip gelenidir.”[35]

 

4. Engel: OBURLUK

Zikir ve Allah (CC) Hz.leri’ni anmanın engellerinden biri de, oburluk ve boğazına düşkün olmaktır. Güzel ve lezzetli yemekler hazırlamak ve karnını türlü yemeklerle doldumak için gece gündüz çaba harcayan bir kimse, Rabbiyle (CC) nasıl halvet edebilir ve onunla nasıl ünsiyet kurup ona raz-u niyaz edip yakarabilir?!

İnsan yemekle dolu mideyle ibadet ve dua için manevi bir hal nasıl bulabilir? Zevki yemek ve içmekte bulan kimse dua, Allah (CC) Hz.leri’ne yakarma ve münacatın tadını nasıl alabilir? Evet, İslam oburluğu yermiştir.

İmam-ı Ali (KV) Hz.leri Ebu Basir'e şöyle buyurmuştur: “Çok yemek ve oburluk sonucu miden tuğyan eder. İnsanın Allah’a (CC) en yakın hali, midesinin boş olduğu zamandır ve onun Allah'tan (CC) uzak olduğu en kötü hali ise midesi dolu olduğu zamandır.”[36]

İmam-ı Cafer-i Sadık (RA) Hz.leri şöyle buyuruyor: “Allah-ü Teala (CC), oburluğu yermiştir.”[37]

Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz’den şöyle naklediliyor: “Oburluk etmeyin. Aksi takdirde kalbinizden marifet nuru söner.”[38]

İmam-ı Cafer-i Sadık (RA) Hz.leri şöyle buyuruyor: “Müminin kalbi için (manevi durumu için) aşırı yemekten daha zararlı bir şey yoktur. Aşırı yemek kalp kasavetine (katılaşmasına) ve şehveti tahrik etmeye sebep olur. Açlık ise müminin coşkusu, ruhun gıdası, kalbin yemeği ve vücudun sağılığıdır.”[39]

İmam-ı Ali (KV) Hz.leri buyuruyor ki: “Allah-ü Teala (CC) kulunun salah ve hayırını istediği zaman, ona az konuşmayı, az yemeği ve az uyumayı ilham eder.”[40]

Yine İmam-ı Ali (KV) Hz.leri’nden şöyle naklediliyor: “Açlık, nefsi kontrol etmek ve onun alışkanlıklarını bertaraf etmek için en iyi yardımcıdır.”[41]

İmam-ı Ali (KV) Hz.leri, mirac gecesinde Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz’e şöyle buyurduğunu nakleder: “Ey Ahmed (SAV)! Keşke açlık, sükut, ve halvetin tadını ve bunların sonuçlarını tatsaydın!” Hz. Resulullah (SAV): “Rabbim (CC)! Açlığın faydası nedir?” dedi. Allah-ü Teala şöyle buyurdu: “Hikmet, kalbi koruma, bana yaklaşma, devamlı hüzün, aşırı harcamamak, hak söz, iyi ve dar günden korkmamaktır.”[42]

Evet, sâlikin de diğer insanlar gibi hayatını sürdürmek ve ibadet gücüne sahip olmak için yemeğe ihtiyacı vardır. Ancak sâlik, vücüdunun ihtiyaçlarını giderecek miktarda yemek yemeli ve aşırı yemekten gerçekten sakınmalıdır. Çünkü aşırı yemek ve oburluk uyuşukluğa, gevşekliğe, ibadete meyilsizliğe, kalbin katılaşmasına ve Allah (CC) Hz.leri’ni anmaktan gaflete sebep olur. Tam aksine az yemek ve açlık hafifliğe, ibadet ve Allah (CC) Hz.leri’ne teveccüh etmeye hazırlıklı olmaya sebep olur. İnsan aç olduğu zaman dolu mideyle sahip olamayacağı ruh sefasına, nuraniyete ve iyi bir hale sahip olur. Dolayısıyla sâlikin, vücudunun ihtiyaç duyduğu kadarıyla yemek yemesi gerekmektedir. Bilhassa zikir, dua ve ibadet ettiği zamanlar aç olmalıdır.

 

5. Engel: GEREKSİZ KONUŞMALAR

Sâliki hareket etmekten ve hedefine ulaşmaktan alıkoyan, teveccüh ve kalp huzuruna engel olan şeylerden biri de faydasız ve gereksiz konuşmalardır. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri insana ihtiyacını gidersin diye konuşma gücü vermiştir. Gereği kadar konuştuğu takdirde, bu büyük nimetten doğru yararlanmış olur. Ancak boş ve gereksiz şeyler konuşursa, bu büyük ilahi nimeti zayi etmiş olur. Ayrıca aşırı derecede fazla ve dağınık şeyler konuşursa, zihni ve düşünceleri dağılır, perişan olur ve Allah-ü Teala'ya (CC) kamilen teveccüh edemez, kalp  huzuru bulamaz. Dolayısıyla hadislerde faydasız ve gereğinden fazla konuşmak yerilmiştir.

Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyuruyor: “Allah'ın (CC) zikri dışında aşırı derecede fazla konuşmaktan sakınınız. Zira çok konuşmak, Allah'ın (CC) zikri dışında kalbin katılaşmasına sebep olur ve Allah'tan (CC) en uzak olan kimse ise, kalbi katılaşmış olandır.”[43]

İmam-ı Ali (KV) Hz.leri şöyle buyurmuştur: “Dilini koru ve sözlerini say ki, hayır işler dışında sözlerin azalsın.”[44]

Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz buyuruyor ki: “Söz, yararlı, sağlıklı ve şahib olmak üzere üçe ayrılır. Yararlı söz ibadettir, sağlıklı söz Allah'ın (CC) sevdiği ve hoşnut olduğu sözdür. Şahib ise halk hakkında boş yere konuşan kimsedir.”[45]

Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz yine şöyle buyuruyor: “Dilini koru! Zira bu, nefsin için en iyi hediyedir. İnsan, imanın hakikatına dilini koruma dışında hiçbir şeyle ulaşamaz.”[46]

İmam-ı Ali Rıza (RA) Hz.leri şöyle buyurmaktadır: “Üç şey düşünce ve anlayışın nişanelerindendir: Sabır, ilim ve sükut. Sükut, hikmet kapılarından bir kapıdır. Sükut etmek muhabbete sebep olur ve her hayrın rehberidir.”[47]

İmam-ı Ali (KV) Hz.leri buyuruyor ki: “Akıl, kemale ulaşınca söz ve konuşma azalır.”[48]

İmam-ı Cafer-i Sadık (RA) Hz.leri’nden şöyle naklediliyor: “Hiçbir ibadet sükut etmekten ve yaya olarak Beytullah'a gitmekten daha faziletli değildir.”[49]

Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz Ebuzer'e (RA) şöyle buyurmuştur: “Sana uzun uzadıya sükut etmeyi tavsiye ediyorum. Zira bu vasıtayla şeytan senden uzaklaşır. Doğrusu sükut, dini korumak için iyi bir yardımcıdır.”[50]

Her hâlukârde sâlik, dilini kamilen koruması ve ölçülü konuşması gerekmektedir. Laubali olmaktan ve çok konuşmaktan kaçınmalıdır. Dünya işleri hakkında gereğinden fazla konuşmayıp onun yerine dilini zikirle, duayla, ilmi ve faydalı sosyal meselelerle meşgul etmelidir.

Nice Evliyaullah (RA) şöyle buyururlardı: “Ben sükut etmekten değerli sonuçlar aldım. Sefa ve nuraniyet bulmak için kırk gün sükut edin. Gerekmedikçe konuşmayın, düşünün ve zikirle meşgul olun.”

 

6. Engel: BENCİLLİK

Sâlik (süluk eden kimse), bütün engelleri bertaraf edip, bütün merhalelerden geçtikten sonra "bencillik" adlı daha büyük bir engelle karşılaşır. Bütün amelleri, hareketleri ve hatta ibadetlerinin bile bencillikten kaynaklandığını yeni yeni anlamaya başlar. İbadet, zikir, dua, namaz ve orucu nefsini mükemmelleştirmek ve uhrevî mükafat içindir ki, bunun da sonucu kendi nefsine dönmektedir. Böyle ibadetler insanı Cennet’e ve uhrevî mükafata kavuştursa bile yüce zikir, şuhud ve lika makamına ulaştırmazlar. Sâlik, bencillik ve egoistlik makamından inmedikçe, Allah (CC) Hz.leri’nin nuru kalbinde tecelli etmez. Bencillik ve egoistlik makamından hicret etmedikçe, Allah (CC) Hz.leri’nin kutlu kapısına ulaşamaz. Kendi nefsini ve şahsiyetini bırakmadıkça, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin eşsiz cemalını göremez. Bütün perdeleri hatta nefis perdesini bile yırtmadıkça, kalbinde ilahi nurların parlaması için liyakat bulamaz.

Binaenaleyh sâlikin riyazet ve cihad vasıtasıyla kendini bencillik çerçevesinden çıkarması, kendi nefsini sevmeyi “Allah'ı (CC) sevme”ye dönüştürmesi ve bütün işlerini sadece Allah (CC) Hz.leri’nin rızası için yapması gerekmektedir. Yemek yiyorsa, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri kendisinden hayatını sürdürmesini istediği için yemeli, ibadet ediyorsa Allah (CC) Hz.leri’ni ibadete ve tapmaya layık gördüğü için ibadet etmeli. Böyle bir kişi ne dünyayı ister ve ne de ahireti, bilakis sadece Allah (CC) Hz.leri’ni ister. Hatta keşf ve kerameti bile istemez. Gerçek mabuddan başka istediği yoktur artık. Bu zor merhaleden de geçerse ve hatta kendi şahsiyet ve hüviyetini de kaybederse tevhid meydanına ayak basarak yüce lika ve şuhud makamına yükselip “oldukça kudretli, mülkünün sonu olmayan(Allah)ın (CC) yanında doğruluk makamındadırlar.”[51] çıkabilir.

 

7. Engel: İRADE ZAAFI

Bu yolun büyük ve en önemli engellerinden biri de, irade zaafı ve karar verme gücünün olmayışıdır. Bu engel insanı amelden alıkoyar. Şeytan ve nefs-i emmare ilk önce riyazet, seyr ve sülûk konusunu küçük ve gereksiz göstermeye çalışır. İnsanı, teveccüh ve kalp huzuru olmaksızın zahiri vazifeleri yapmayla ikna etmeye çalışırlar. Şöyle derler: “Senin bu ibadetleri yapmaktan başka bir vazifen yok. Kalp huzuru, teveccüh ve zikirle ne işin var?!” Ve eğer bir ara kalp huzuru edinmek, teveccüh ve zikir yapmayı irade ederse, yüzlerce hile ve dalavereyle onu iradesinden koyar ve bazen onu meyus ve ümitsiz edecek kadar konuyu onun gözünde zor gösterir.

Ancak irade sahibi olan insan, şeytan ve nefs-i emmarenin vesveselerinin önünü almalı, ayetlere, hadislere, marifet ve ahlak kitaplarına müracaat ederek seyr ve sülûkun, kalp huzuru edinmenin, zikir ve şuhudun değer ve gerekliliğine vakıf olmalıdır. Onun değerinin farkına varıp, ebedi saadetini onda görünce ciddi bir şekilde işe girişmeli, ümitsizliğe müsaade etmemeli ve kendi nefsine hitaben: “Zor olsa da gelecek saadetim ona bağlı olduğu için işe girişmek zorundayım” demelidir. Zira Allah-ü Teala (CC) Hz.leri buyuruyor ki: “Bizim uğrumuzda cihad edenlere, biz şüphesiz onlara yollarımızı gösteririz.”[52]

Cenab-ı Zülcelal ve Tekaddes (CC) Hz.leri bizleri, kendine varan bu yollarda daim kılsın ve bizleri kendine gerçek bir kul eylesin. Yolumuz açık olsun vesselam...

www.GAVSULAZAM.de


[1] El-Bakara S. A.115

[2] El-Hadid S. A.4

[3] Kaf S. A.16

[4] El-Hac S. A.17

[5] Al-i İmran S. A.10

[6] Fatır S. A.10

[7] El-Hicr S. A.99

[8] Biharul Envar. C.93. S.169

[9] Biharul Envar. C.93. S.169

[10] Muhammed S. A.33

[11] Biharul Envar C.93. S.168

[12] Biharul Envar. C.93. S.195

[13] Biharul Envar. C.93. S.204

[14] Biharul Envar. C.93. S.192

[15] Vesailuş Şia. C.1. S.268

[16] Vesailuş Şia. C.1. S.266

[17] Usulu Kafi. C.1. S.344

[18] El-A’raf S. A.54-56

[19] El-Kasas. S. A.83

[20] Keşkül (şeyh Bahai'nin eseri). C.2. S.184. Ferahani basımı; Biharul Envar. C.1. S.24

[21] Revzat-ul Muttakin. C.13. S.128

[22] Tezkiret-ul Muttakin. S.207

[23] El-Araf S. A.205

[24] İnşirah S. A.33

[25] Mirsadul İbad. S.150

[26] Biharul Envar. C.70. S.61

[27] Biharul Envar. C.73. S.327

[28] Biharul Envar. C.73. S.312

[29] Biharul Envar. C.73. S.90

[30] Biharul Envar. C.73. S.94

[31] Biharul Envar. C.73. S.18

[32] Biharul Envar. C.73. S.36

[33] Biharul Envar. C.73. S.49

[34] Sad S. A.26

[35] Biharul Envar. C.70. S.76

[36] Vesailuş Şia. C.16, S.496

[37] Vesailuş Şia. C.16, S.497

[38] Müstedrekul Vesail. C.3. S.81

[39] Müstedrekul Vesail. C.3. S.80

[40] Müstedrekul Vesail. C.3. S.81

[41] Müstedrekul Vesail. C.3. S.81

[42] Müstedrekul Vesail. C.3. S.82

[43] Biharul Envar. C.71. S.281

[44] Biharul Envar. C.71. S.281

[45] Biharul Envar. C.71. S.289

[46] Biharul Envar. C.71. S.298

[47] Biharul Envar. C.71. S.294

[48] Biharul Envar. C.71. S.290

[49] Biharul Envar. C.71. S.278

[50] Biharul Envar. C.71. S.279

[51] El-Kamer S. A.55

[52] El-Ankebut S. A.69

 

(C) 2003 - 2004     www.GAVSULAZAM.de    Her hakkı mahfuzdur...
Ana Sayfa    |    Misafir Defteri    |    Bize Yazın