İmanı mükemmelleştirmek,
zikir, lika ve şühud makamına ulaşmak için, Allah (CC) Hz.leri’nin rızasını
kazanmak, O’nun (CC) sevgi ve muhabbetini elde etmek için aşağıdaki etkenlerden
yararlanılabilir:
1- TEFEKKÜR VE BURHAN
Allah (CC) Hz.leri’nin varlık
ve birliğini ispatlamak için getirilen burhan ve deliller, bu yolun ışık
tutanları olabilirler. Hikmet, kelam ve irfan kitaplarında getirilen
burhanlarla dünyadaki bütün varlıkların yoksul ve muhtaç oldukları ve hatta
yoksulluk ve ihtiyacın ta kendisi oldukları, var olmalarında, varlıklarını
sürdürmelerinde, bütün fiil ve hareketlerinde ihtiyaçsız olan bir varlığa bağlı
oldukları ve hatta bağlılığın ta kendisi oldukları ispatlanmıştır. Ve yine tesbit edilmiştir ki, bütün bu varlıklar
her açıdan sınırlı ve muhtaçtırlar. Varlık dairesinin tamamında, bir tek
ihtiyaçsız ve sınırsız kemal dışında bir şey yoktur ve o da varlığında hiçbir
noksanlık, kusur, sınır ve ihtiyaç olmayan Vacib ul-vücud olan Allah-ü Teala
(CC) Hz.leri’nin zatıdır. O (CC), bütün kemallere sahiptir. İlim, kudret, hayat
ve diğer kemallerinin bir had ve sınırı yoktur. Her yerde hazır ve nazır olup
hiç bir şey O’ndan (CC) gizli değildir. Bütün varlıklara yakındır, insana şahdamarından daha yakındır. Ayet-i Kerime ve
Hadis-i Şerifler de Allah (CC)
Hz.leri’ni böyle vasıflandırmışlardır. İşte bir kaç örnek:
Kur'ân-ı Kerim’de Cenab-ı
Allah (CC) Hz.leri buyuruyor ki: “Doğu da Allah'ındır (CC) batı da. Her nereye
dönerseniz Allah'ın (CC) yüzü orasıdır (oradadır).”
Diğer bir yerde buyuruyor ki:
“O (Allah CC), sizinle beraberdir, yapmakta olduklarınızı görendir.”
Yine Allah-ü Teala (CC)
Hz.leri şöyle buyuruyor: “”Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız.”
Diğer bir ayette ise şöyle
buyurmaktadır: “Doğrusu Allah (CC), her şeyin üzerinde şahid olandır.”
Allah (CC) Hz.leri’ni tanıma
hakkındaki delil ve burhanlar üzerinde düşünmek, insanı küfür zulmetinden
çıkararak iman dairesine sokar, tekamül yolunu açar ve imanın gereği olan amele
davet eder.
2. ALLAH'IN (CC) AYETLERİ ÜZERİNDE TEFEKKÜR ETMEK
Kur'an-ı Kerim dünyadaki
varlıkların her birini Alemlerin Rabbi’nin (CC) varlığına bir nişane ve delil
bilmektedir. Çeşitli ayetlerde varlıkların güzelliklerinden, acaipliklerinden
ve onlara hakim olan düzen, denge ve intizamdan, bilgili, güçlü ve hikmet
sahibi olan Allah (CC) Hz.leri’nin varlığını anlamak için O’nun (CC) ayet ve
nişanelerinde tefekkür etmek ve düşünmeyi önemle vurgular. İnsanlardan kendi
yaratılışları hakkında, ruh ve vücut yapılarındaki esrar ve acaiplikler hakkında,
dil, renk ve şekil değişikliklerinde ve eşlerin varlığı üzerinde, güneş ve
yıldızların yaratılışında, onların düzenli hareket ve güzelliklerinde ve yine
yeryüzü, dağlar, tepeler, ağaçlar, bitkiler, türlü deniz ve kara canlıları
hakkında düşünmeleri istenmiş ve bu konuda bir çok örneğe değinilmiştir.
Doğrusu dünya, güzellik ve
acaipliklerle doludur. Gördüğünüz her varlıkta yüzlerce acaiplik gizlidir.
İnsan, güneş’ten, yıldızlardan, samanyolundan ve bulutlardan tutun, hayret
verici atom dünyasına kadar, yerden, dağlardan, tepelerden ve madenlerden tutun
okyanuslara, denizlere, göllere ve nehirlere varıncaya kadar… Büyük ormanlardan
tutun çeşitli bitkilere, irili ufaklı ağaçlara, fil ve deve gibi büyük
hayvanlardan karınca ve sivrisineğe, hatta çeşitli virüs ve mikroplar gibi
mikroskopla görülen hayvanlara kadar, dünyadaki varlıkların güzelliklerini,
zariflik, incelik ve acaipliklerini ve onlara hakim olan dakik denge ve düzeni
görmekle bunların yaratıcısının sonsuz azamet, kudret ve hikmetinin farkına varır.
Hayret ve şaşkınlık içerisinde boğulur ve samimi olarak der ki: “Rabbimiz (CC)!
Sen bunu boşuna yaratmadın.”
Yıldızlarla dolu olan gökyüzüne bakıver ve onun üzerinde iyice düşün. Ormanın
kenarında oturarak Allah (CC) Hz.leri’nin azamet ve kudretini düşün. Hayret!
Dünya ne kadar da güzel!!! Hem de olabildiği kadar....
3. İBADET
İnsan, kendisinde iman ve
marifet hasıl olduktan sonra, salih amel ve vazifesini yerine getirmek için
çaba harcamalı ve bu konuda ciddi olmalıdır. Çünkü iman ve marifet, salih amel
vasıtasıyla, Allah (CC) Hz.leri’ne yakınlık ve kurb makamına ulaşıncaya kadar
git gide daha bir kamilleşir. İman, marifet ve tevhid kelimesi yükselse de
ancak salih amelidir ki ona yardım ulaştırır.
Allah-ü Teala (CC) Hz.leri Kur'an-ı
Kerim'de buyuruyor ki: “Kim izzeti istiyorsa, bütün izzet Allah'ındır (CC).
Güzel söz (tevhid kelimesi) O'na (CC) yükselir, salih amel de onu yükseltir.”
İman ve marifet için salih
amel, uçak için benzin konumundadır. Uçağın benzini olursa yükselerek
hareketini sürdürebilir ve yakıtı bitince de düşüverir. İman ve marifet de
beraberlerinde salih amel olduğu müddetçe insanı üstün makamlara yükseltir ve
salih amel ona yardım ulaştırmayınca da düşüverir.
Allah-ü Teala (CC) Hz.leri buyurur
ki: “Ve yakîn (ölüm) sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et.”
Kemale erişmenin, nefsi
yetiştirmenin, yakin ve zikir makamına ulaşmanın tek yolu, vazifesini yerine
getirmekte ciddi olarak çaba harcama, Allah (CC) Hz.leri’ne ibadet ve kulluk
etmektedir. İbadet yolundan başka bir yolla yüksek makamlara ulaşabileceğini
sanan kimse, kesinlikle yanılıyordur.
4. ZİKİRLER VE DUALAR
İslam zikretmeye ve zikri
sürdürmeye özel bir ehemmiyet
vermektedir. Hz. Resul-ü Ekrem (SAV) Efendimiz ve Sahabe-i Kiram (RA) ile Oniki
İmamlar’dan (RA) bir takım zikir ve dualar günümüze ulaşmış ve onlardaki
sevaplar buyrulmuştur. Zikir, gerçekte nefsin mükemmelleşmesine ve Allah (CC)
Hz.leri’ne yaklaşmaya sebep olan bir çeşit ibadet sayılır. Örnek olarak şu
hadislere dikkat ediniz:
Hz. Resulullah (SAV) şöyle
buyuruyor: “Beş şey insanın amel terazisini ağır eder (ve onlar şunlardan
ibarettir): Subhanallah, velhamdulillah, ve la ilahe illallah, vallahu ekber
(demek) ve evladının ölümünde sabretmek.”
Hz. Resul-i Ekrem (SAV)
Efendimiz yine buyururlar ki: “Beni miraca götürdükleri zaman Cennet’e girdim.
Meleklerin altın ve gümüşten bir köşk yapmakta olduklarını, ancak bazen işten
el etek çektiklerini gördüm. Onlardan: ‘Niçin bazen çalışıyor ve bazen de işten
el çekiyorsunuz?’ diye sorunca; ‘Binayı yapmamız için gerekli olan araç ve
gereçler olduğu zaman çalışıyor, araç ve gereçler bittiği zaman da duruyoruz.’
cevabını verdiler. ‘Kullandığınız araç ve gereçler nelerdir?’ dediğimde dediler
ki: ‘Araç ve gereçler müminin dünyada subhanallah, velhamdulillah, ve la ilahe
illellah, vallahu ekber demesidir. Mümin (bu zikirleri) söylediği zaman (bize
bu vasıtayla araç ve gereç gönderir ve) biz köşkü yapmaya başlarız, o
(zikirden) el çekince biz de işten el çekiyoruz’.”
Diğer bir yerde ise şöyle Hz.
Resul (SAV) Efendimiz buyuruyor: “Her kim ‘Subhanallah’ derse, Allah (CC)
Cennet’te onun için bir ağaç diker. Her kim ‘Elhemdulillah’ derse, Allah-ü
Teala (CC) Cennet’te onun için bir ağaç diker. Her kim ‘Lailahe illallah’ derse Allah-ü Teala (CC)
cennette onun için bir ağaç diker ve her kim de ‘Allah-u ekber’ derse, Allah-u
Teala (CC) cennette onun için bir ağaç diker.” (Bunun üzerine) Kureyş'ten biri
arzetti ki: “Ya Resulullah (SAV)! Cennet’te bizim çok ağacımız olacak değil
mi?!” Resulullah (SAV): “Evet! Ancak ağaçları yakacak bir ateş göndermemeye
dikkat edin. Zira Allah-ü Teala (CC)
Kur'an'da buyuruyor ki:
‘Ey iman edenler! Allah'a (CC) itaat edin, Peygamber'e (SAV) itaat edin ve
kendi amellerinizi geçersiz kılmayın’.”
İnsana Allah (CC) Hz.leri’ni
hatırlatan, Allah'ı (CC) övgü, hamd ve tesbih anlamı taşıyan her söze “zikir”
denir. Ancak hadislerde bir takım özel zikirler vurgulanmış ve onları okumak
için etki ve sevaplar zikredilmiştir ki onların en önemlileri şunlardan
ibarettir: “La İlahe İllallah”, “Subhanallah”, “Elhamdulillah”, “Allah-u
ekber”... “La hevla ve la kuvvete illa Billah”, “Hasbunellah ve ni'mel vekil”,
“La İlahe İllallah-u subhaneke inni kuntu minez zalimin”, “Ya Heyyu ya kayyum,
ya men la ilahe illa ent!”, “Efuzu emrî ilellah innallahe basirun bil ibad” “La
havle ve la kuvvete illa billah-il Aliyy-il Azim”, “Ya Allah!”, “Ya Rab!”, “Ya
Rahman!”, “Ya erhem-er rahimin!”, “Ya zelcelal-i vel ikram!”, “Ya Ganiyyu ve ya
Muğanni!”" ve yine dua ve hadislerde gelen Allah'ın (CC) diğer güzel
isimleri. Bunların hepsi insana Allah (CC) Hz.leri’ni hatırlatan, takarrub ve
yakınlık vesilesi olan zikirlerdir. Sülûk eden insan bunlardan istediğini
seçerek onu sürdürebilir. Ancak marifet ehli bazı zikirleri tercih etmişlerdir.
Bazıları “La İlahe İllallah”ı tavsiye etmiş, bazıları “Subhanallah vel
hamdulillah ve la ilahe İllallah Vallah-u ekber” zikrini seçmiş, bazıları “Ya
Heyyu ya Kayyumu ya men la ilahe illa ent”i, bazıları “Ya Allah!” zikrini ve
bazıları da diğer zikirleri önermişlerdir. Ancak bazı hadislerden “La İlahe
İllallah”ın diğer zikirlerden üstün olduğu anlaşılmaktadır.
Resulullah (SAV) şöyle
buyurur: “İbadetlerin en üstünü ‘La İlahe İllallah’ söylemektir.”
Ve yine Hz. Resul (SAV)
Efendimiz: “Sözlerin büyüğü ve efendisi ‘La İlahe İllallah’tır.”
buyurmuşlardır.
Resulullah (SAV) Cebrail'den
(AS) Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin şöyle buyurduğunu nakleder: “La İlahe
İllallah kelimesi sağlam bir sığınaktır. Her kim ona girerse, benim azabımdan
emanda olur.”
Ancak zikirden hedef Allah
(CC) Hz.leri’ne teveccüh etmek, O'na (CC) yönelmek olduğu için şöyle
söyleyebiliriz: İnsanın dikkat ve teveccühünü Allah (CC) Hz.leri’ne daha çok ve
daha iyi çeken her söz zikirdir. Dolayısıyla o söz söylenirse daha uygun olur.
Zikirde kişiler, durumlar ve
makamlar farklıdırlar. “Ya Allah” kelimesi, bazı kimseler için veya bazı
durumlarda daha iyi ve daha uygun olabilir. Bazı kişiler için “La İlahe
İllallah” kelimesi ve bazıları için de “Ya Gaffar ve ya Settar” kelimesi daha
uygun olabilir ve keza diğer zikirler. Dolayısıyla sâlik eğer kamil bir üstada
eli ulaşıyorsa, bu konuda ondan yardım alması daha iyidir ve eğer bu konuda
yararlanabileceği kamil bir üstad yoksa, dua ve hadis kitaplarından, Resulullah
(SAV) Efendimiz’in ve İmamlar’ın (RA) buyruklarından yararlanabilir. Bütün
zikir ve ibadetler iyidirler ve doğru olarak yapıldıkları takdirde her biri
insanın mukarribi (Allah’a (CC) yaklaştıranı) olabilir ve onu yüksek makamlara
ulaştırabilirler. Sâlik, onların hepsinden veya bazılarından yararlanabilir.
Ancak büyük şahsiyetler, sâlike zikir ve şuhud makamına erişmesi ve sâlike
hedefine ulaşması için özel bir zikri seçmesini, özel bir keyfiyeti ve onu özel
bir sayıda sürdürmesini tavsiye ederler. Ancak şu önemli noktaya dikkat
edilmelidir ki, Şeriat’ta olan zikir ve dualar ibadet olup insanın icmalen
mukarribi olabilirlerse de, bütün bunlardan asıl hedef, Allah (CC) Hz.leri’nden
gayrısından kamilen kopmak, Allah (CC) Hz.leri’ne teveccüh etmek ve kalp huzuru
elde etmektir. Dolayısıyla lafızları tekrarlamakla yetinip onların anlamına
teveccüh etmekten ve yüksek hedefe ulaşmaktan gafil olmamalıyız. Çünkü sadece
lafızları tekrarlamak ve hatta onları sürdürmek pek de zor değildir. Bu amel
tek başına insanı hedefe ulaştıramaz. Faydalı olabilecek asıl şey vesveseleri
bertaraf etmek, Allah (CC) Hz.leri’ne yönelik kalp huzuru bulmak ve düşünceleri
bir noktaya toplamaktır. Bu çok zordur.
Çünkü insana zikir esnasında çesitli düşünce ve vesveseler hücum eder ve Allah
(CC) Hz.leri’nden anmaktan onu alıkoyar.
Oysa vesveselerden kurtulmadıkça nefsin ilahi feyizleri ve ilahi nurları
kabullenmeye liyakati olmaz. Kalp, yabancıların olmadığı ilahi nurların
parlayış yeri olabilir. Vesveselerden kurtulmak ve düşünceleri bir yere
toplamak için azim, ciddi karar, cihad, kontrol ve direnmeye gerek vardır. Bir
defada, alıştırma yapmaksızın hazırlıklı olması imkansızdır. Nefse yumuşak
davranmalı ve onu tedricen bu amele alıştırmalıdır.
Marifet ehlinden olan bazıları
bu yolu katetmek için aşağıdaki şeyleri yapmayı tavsiye ederlerdi:
1- İlk önce tövbe kasdıyla guslet ve gusül halinde kendi günahlarını
ve içindeki pislikleri nazara olarak Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne şöyle arzet:
“Rabbim (CC)! Sana geldim, günahlarımdan tövbe ettim ve bundan sonra da günah
işlememeye kararlıyım. Suyla vücut ve bedenimi yıkadığım gibi kalp ve nefsimi
de çirkin ahlaktan ve günahlardan temizliyorum.”
2- Kendini Allah (CC) Hz.leri’nin huzurunda gör. Her
durumda Allah (CC) Hz.leri’ni an ve hiç bir zaman O’na (CC) yönelmekten gafil
olma.
3- Nefsi ıslah edip içini temizleyerek ilahi feyizleri
almaya kendini hazırlayabilirsin. Gece ve gündüz boyunca kendi nefsine dikkat
etmek ve onun hakkında tefekkür etmek için belli bir saat ayır. Kendi nefsin
üzerinde düşün, onu hesaba çek, sıfat ve durumlarını dikkatlı bir şekilde
incele. Belki Allah (CC) Hz.leri sana inayet eder de meşhur ilim ve kelime
mefhumu kabilinden olmayan maarif ve mukaşefeler bağışlar!
4- Sükut et, gereğinden fazla konuşma ve lüzumsuz sözlerden
kaçın.
5- Oburluktan sakın.
6- Devamlı abdestli ol ve abdestin bozulunca hemen yeniden
abdest al.
Resulullah (SAV) şöyle
buyurmuştur: “Allah-ü Teala (CC): ‘Her kim abdesti bozulur da abdestini
yenilemezse bana zulmetmiştir ve her kim abdest aldıktan sonra iki rekat namaz
kılmazsa, bana zulmetmiştir ve her kim namaz kılar da namazdan sonra dua edip
dünya ve ahiret işlerini benden ister ve ben de duasını kabul etmezsem ona
zulmetmiş olurum ve ben ise zalim değilim (ki zulmedeyim)’. buyuruyor.”
Uyuyunca da abdestli ol, zira
Resulullah (SAV) buyurmuştur ki: “Taharetle uyuyan kimse, bütün geceyi ibadetle
geçirmiş gibidir.”
7- Gecenin son vaktinde uykudan uyan, abdest al ve ıssız
bir köşede kalp huzuruyla gece (teheccüd) namazını kıl. Vitir namazının
kunutunu uzatarak kendin ve müminler için af dile ve yetmiş kere
“Esteğfirullahe rabbi ve etubu ileyh” de. Gece namazını tam bir teveccühle ve
kalp huzuruyla kılmaya çalış. Ondan sonra A’raf suresinin 54-56 ayetlerini
yetmiş kere kalp huzuruyla oku, zira bu amel yakin elde etmek, şüphe ve
vesveseleri bertaraf etmek için faydalıdır ve denenmiştir.
Sözkonusu ayetler şunlardır: “Gerçekten sizin Rabbiniz (CC) , altı günde
gökleri ve yeri yaratan, sonra da arş’a istiva eden Allah'tır (CC). Gündüzü,
durmaksızın kendini kovalayan geceyle örten, güneş’e, ay’a ve yıldızlara kendi
buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun! Yaratmak da, emir de (yalnızca)
O'nundur (CC). Alemlerin Rabbi olan Allah (CC) ne yücedir. Rabbinize (CC)
yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz o, haddi aşanları sevmez.
Düzene konulmasından (ıslahı) sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın.
O'na (CC) korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın (CC) rahmeti
iyilik yapanlara pek yakındır.”
8- “Ya Heyyu ve ya Kayyum-u, Ya men la ilahe illa ent”
zikrini söylemeyi diline alıştır ve boş vakitlerinde kalp huzuruyla bu zikri
tekrarla.
9- Her gün uzun bir secde yap ve yapabildiğin kadarıyla
sacdede “La ilahe illa ente, subhaneke inni kuntu minez zalimin” (Senden başka
ilah yoktur, Sen münezzhesin zalimlerden olan benim) zikrini kalp huzuruyla
tekrarla.
10- Gece ve gündüz içinde bir saati tayin ederek “Ya Gani ve
ya muğni” (Ey ihtiyaçsız olan ve ihtiyaçsız kılan) zikrini kalp huzuruyla çok
tekrar etmeli.
11- Her gün kalp huzuruyla biraz Kur'an oku ve ayetleri
üzerinde düşün.
Başlangıçta bu amellerin
hepsini yapmaya gücü olmazsa az bir miktardan başlayarak yavaş yavaş onu
artırabilir.
Mezkur talimatları kırk gün
yapmalı ve daima Allah (CC) Hz.leri’nden şuhud ve marifet istemeli. Bu müddet
zarfında Allah (CC) Hz.leri’nin ilgisini çekerek gayb aleminden onun yüzüne bir
kapı açılabilir. Ve eğer birinci kırkta muvaffak olamazsa umudunu kesmemeli ve
ikinci kırkı daha fazla bir ciddiyetle başlamalı ve eğer yine muvaffak olamazsa
üçüncü, dürdüncü ve... kırkları ve Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin lütuflarının
bunu da kapsamasına kadar yıllarca sürdürmeli. Hiç bir zaman amelden, çaba ve
ciddiyetten el çekmemeli ve Allah (CC) Hz.leri’nden yardım istemeli. Zira
arayan bulur demişlerdir. Biz kendi vazifemizi yapmalıyız. Gerisi hikmet sahibi
ve merhametli olan Allah (CC) Hz.leri’nin elindedir. İsterse verir ve istemezse vermez.
Bu amellerin en önemlisi
tefekkür, nefsi murakabe (nefsi daima kontrol etme) etmek, kalp huzuru ve Allah
(CC) Hz.leri’ne teveccüh etmektir. Önemli olan, sülûk eden kimsenin bütün
dağınık düşünceleri ve vesveseleri nefsinden uzaklaştırması, tamamen Allah (CC)
Hz.leri’ne teveccüh etmesidir ki, bu da oldukça zordur.
Vesveseye kapılmama konusu üç
merhalede tedricen yapılabilir:
Birinci merhalede, zikir halindeyken bütün dikkatimizi zikrin
üzerinde toplar ve her türlü düşünceyi kendimizden uzaklaştırırız. Nefsimizi
tamamen kontrol altına alıp onu her türlü düşünceden alıkoyuncaya kadar bunu
sürdürürüz.
İkinci merhalede, birinci merhaledeki gibi zikir yaparız, ancak
ikinci merhalede zikir halinde zikirlerin manalarına tam olarak dikkat etmeye
ve onları zihnimizden geçirip diğer düşünce ve vesveselerin saldırısından
tamamen kaçınmaya çalışırız. Bu zikir müddetince başka düşüncelerin aklımızdan
geçmesini engelleyip aynı zamanda zikirlerin anlamlarına da dikkat edebilinceye
kadar bu yöntemi sürdürmeliyiz.
Üçüncü merhalede, önce zikirlerin manalarını kalbimize
yerleştirmeye çalışırız. Kalben zikirlerin anlamlarını kabul edip onlara iman
ettiğimiz için zikirleri dile getiririz. Yani gerçekte dil, kalbi izler.
Dördüncü merhalede, bütün vesveseleri, manaları ve hatta
zikirlerin manalarını bile kalbimizden bertaraf etmeye ve kalbimizi Allah-ü
Teâlâ (CC) Hz.leri’nin nur ve feyizlerini kabule hazırlamaya ve bütün
varlığımızla dikkatimizi Hak Teala (CC) Hz.leri’ne vermeye çalışırız. O'ndan
(CC) gayrısını kalbimizden çıkarır ve kalbimizin kapısını ilahi nurlara açarız.
Bu durumda Allah (CC) Hz.leri’nin has lütufları bizi kaplayacak, O'nun (CC)
feyizlerinden, nurlarından yararlanacak, O'nun (CC) cezbeleriyle kemal
merhalelerinde yürüyüp yükselecek ve rububi zatın eşsiz cemalini müşahede
edebileceğiz. Sülûk eden (Allah'a doğru yürüyen) kimse, bu makamda Allah (CC)
Hz.leri’nden başka hiç bir şey görmez. Hatta kendi nefsini ve fiillerini bile
müşahede etmez ve sadece Allah (CC) Hz.leri ile ünsiyeti kuracak derecede bir
rabıtaya ulaşır.
Sözün gerisini, bu yolu
kateden, şevk, ünsiyet ve lika makamının lezetli tadını tadan Evliyaullah’a
bırakmamız daha uygun olacak:
İmam-ı Cafer-i Sadık (RA) Hz.leri’nin talimatı:
Bu rivayetin geçtiği sırada 94
yaşında olan Ünvan-i Basri şöyle der: “Ben ilim öğrenmek için Malik b. Enes'e
(RA) giderdim. Cafer b. Muhammed (İmam-ı Cafer-i Sadık) (RA) bizim olduğumuz
şehre gelince O’nun (RA) huzuruna gidiyordum. Çünkü O’ndan da (RA) ilim
öğrenmek istiyordum. Bir gün bana dedi ki: ‘Ben gözaltındayım. Ayrıca gece
gündüz her saatte edeceğim dua ve zikirler var, sen beni dua ve zikirlerimden
alıkoyma ve ilim öğrenmek için önceki gibi Malik bin Enes'in (RA) yanına git.
Ben bu sözden dolayı üzülerek O’nun (RA) huzurundan dışşarı çıktım ve kendi
kendime dedim ki; ‘bende bir hayır bulsaydı beni kendisini görmekten mahrum
etmezdi.’ Sonra Resulullah'ın (SAV) mescidine gittim ve O’na (SAV) selam
verdim. Ertesi gün yine Hz. Resulullah'ın (SAV) mezarının başına gittim.
İki rekat namaz kılarak dua için
ellerimi açarak şöyle dedim: ‘Allahım (CC)! Cafer'in (RA) kalbini bana karşı
yumuşat. O’nun (RA) ilmiyle beni rızıklandır ki, O’nun (RA) vesilesiyle senin
doğru yoluna hidayet olayım.’ Ondan sonra hüzün ve kederle eve döndüm ve Malik
bin Enes'in (RA) yanına da gitmedim. Çünkü Cafer b. Muhammed'e (RA) karşı
kalbimde bir aşık ve muhabbet doğmuştu. Uzun bir zaman farz namazlarını eda
dışında evden dışarı çıkmıyordum, nihayet sabrım tükendi.
Bir gün O’nun (İmam-ı Cafer-i
Sadık RA) evinin kapısına giderek içeri girmek için izin istedim. Bir hizmetçi
dışarı çıkarak, ‘Ne işin var?’ dedi. İmamın huzuruna giderek O’na (RA) selam
vermek istediğimi söyledim. Hizmetçi ‘Hazret namazla meşguldür” dedi. Eve geri
döndü ve ben de kapının önünde oturdum. Çok geçmeden gelerek, ‘Buyrun içeri’
dedi. İçeri girerek O’na (RA) selam verdim. Hazret selamımı alarak: ‘Otur,
Allah (CC) seni affetsin’ buyurdu. O’na
(RA) huzurunda oturdum. Mübarek başını yere eğdi ve uzun bir müddet sonra
başını kaldırarak: ‘Künyen nedir?’ dedi. ‘Ebu Abdullah'tır.’ dedim. Hazret
buyurdu ki: ‘Allah (CC) seni bu künyede sabit kılsın ve sana tevfik versin. Ne
istiyorsun?’ Ben kendi kendime dedim ki: ‘İmam’la (RA) bu görüşmemde bu duadan
başka bir fayda olmasa bile bu kadarı da çok değerlidir. Hazret (RA) tekrar:
‘İsteğin nedir?’ diye buyurunca arzettim ki: ‘Allah'tan (CC) senin kalbini bana karşı şefkatli
kılmasını ve ilminden beni faydalandırmasını istedim, Allah-ü Teala'nın (CC)
duamı kabul ettiğini umut ederim. Hazret buyurdu ki: ‘Ey Eba Abdullah! İlim,
öğrenmekle elde edilmez. İlim, Allah'ın (CC) hidayet etmek istediği kişinin
kalbinde parlayan bir nurdur. Öyleyse eğer ilim istiyorsan ilk önce kulluğun
hakikatini kalbinde oluştur ve ilmi, amel ederek taleb et ve sana anlama
vermesi için Allah-ü Teala'dan (CC) anlama iste.’ Dedim ki: ‘Ey şerefli zat!’
O, ‘Eba Abdullah! diye hitap et’ buyurdu. (bunun üzerine) dedim ki: ‘Ya Eba
Abdullah! Kulluğun hakikati nedir?’ Hazret şöyle buyurdu: ‘Kulluğun hakikati üç
şeydedir: Birincisi; kul, kendisini Allah'ın (CC) kendisine verdiği şeylerin
maliki bilmemeli. Zira kullar, bir şeye malik olmazlar. Malı Allah'ın (CC) malı
bilirler ve O’nun (CC) buyurduğu yolda harcarlar. İkincisi; kul, işlerin
tedbirinde (düzenlenmesinde) kendini güçsüz ve aciz bilmelidir. Üçüncüsü;
kendini Allah'ın (CC) emir ve yasaklarını yerine getirmekle meşgul etmelidir. O
halde kul kendini malların maliki bilmezse, malları Allah (CC) yolunda harcamak
onun için kolay olur. İşlerinin
tedbirini, müdebbir olan Allah'a (CC) bırakırsa, dünya musibetlerine tahammül
etmek onun için kolaylaşır. Allah'ın (CC) emir ve yasaklarını yerine getirmekle
meşgul olursa değerli vakitlerini kavga ve övünmeyle zayi etmez. Allah-ü Teala
(CC) bir kulunun bu üç şeyle aziz kılarsa, dünya, şeytanlar ve mahlukat ona
artık zelil gelir. Bu durumda malını çoğaltmak ve övünmek için mal taleb etmez,
halkın yanında izzet ve üstünlük vasıtası sayılan şeyi istemez ve değerli
vakitlerini boşuna geçirmez. Bu takvanın ilk derecesidir. Zira Allah-ü
Teala (CC) Kur'an'da buyurmuştur ki:
‘İşte ahiret yurdu. Biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyen ve bozgunculuk yapmak
istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) akıbet de takva sahiplerinindir.’
‘Ya Eba Abdullah! bana bir
destur ver.’ diye arzedince şöyle buyurdu: ‘Sana dokuz şeyi tavsiye ediyorum ve
bu dokuz şey, hak yolu katetmek isteyen herkese benim tavsiyemdir. Allah-u
Teala'dan (CC) seni (bu şeylere) amel etmeye muvaffak kılmasını dilerim: Üç
destur nefsin riyazeti hakkında, üçü sabır ve tahammül hakkında ve üçü de ilim
hakkındadır. Sen bunları ezberle ve sakın bunlar hakkında ihmalkârlık etme!’
Ünvan-ı Basri der ki: “O’nun
(RA) sözlerine dikkat kesildim, o hazret şöyle buyurdu: ‘Riyazet konusundaki üç
tavsiyem şunlardan ibarettir:
1- İştahın olmadığı bir şeyi yememeğe dikkat et; çünkü
ahmaklık ve cahilliğe sebep olur.
2- Aç olmadığın zaman yemek yeme.
3- Yemek yediğin zeman helal yemek ye ve yemekten önce
‘Bismillah’ de. (Zira) Resulullah (SAV) buyurmuştur ki: ‘Hiçbir dolduruş,
midenin tıkabasa doldurulması kadar çirkin değildir. Yemeğe ihtiyacı varsa
midenin üçte birini yemek için, üçte birini su için ve diğer üçte birini de
nefes almak için ayırmalıdır.’
Sabır hakkındaki üç tavsiyem
de şunlardan ibarettir:
1- Herkim sana: ‘Bana söylediğin her kelime karsılığında on
kelime söylerim.’ derse, karşılığında de ki; ‘Bana on kelime söylersen
karşılığında benden bir kelime bile duymayacaksın.’
2- Herkim sana kötü bir söz söylerse cevabında ona de ki:
‘Söylediğin doğruysa Allah (CC) beni affetsin ve eğer yalansa Allah (CC) seni
affetsin.’
3- Seni küfürle tehdid eden kimseye sen nasihat ve dua vaad
et.
İlim hakkındaki tavsiyelerim
de şunlardır:
1- Bilmediğin her şeyi alimlerden sor. Ancak dikkat et.
Soruların onları denemek ve onlara eziyet etmek için olmasın.
2- Dikkat et ki, kendi görüş ve reyine göre amel etmiyesin
ve mümkün olduğu kadar ihtiyatı bırakma.
3- Kendi görüşüne göre (şeri bir delilin olmaksızın) fetva
vermekten, yırtıcı arslandan kaçar gibi kaçın ve kendi boynunu diğerlerine
köprü yapma.
Ey Eba Abdullah! Şimdi
gidebilirsin artık. Sana yeteri kadar nasihat ettim. Benim zikir ve dualarımı
engelleme, çünkü ben kendi nefsime değer veriyorum. Vesselamu ala men ittebe-el
dua. (Davete tabi olanlara selam olsun)’
Bu yolda yürüyenlerden biri
büyük alim ve ilahi arif Molla Muhammed Taki Meclisi (RA) şöyle yazıyor:
“Benim riyazet ve kendimi
yetiştirmede elde ettiğim şey, tefsir mutalaa ettiğim zamana rastlar. Bir gece,
yarı uykulu bir halde Hz. Muhammed’i (SAV) gördüm. Kendi kendime dedim ki,
‘Hazret’in kemallerine ve ahlakına iyice dikkat etmem yerinde olur.’ Ben dikkat
ettikçe O’nun (SAV) azamet ve nuru daha da genişliyordu. Öyle ki nuru her yeri
kapladı. O sırada uyandım (kendime geldim) ve Resulullah’ın (SAV) ahlakının
Kur'an-ı Kerim olduğu ve Kur'an-ı Kerim'de düşünmem gerektiği ilham oldu. Bir
ayette dikkat ettikçe daha fazla hakikatlere varıyordum. Bir keresinde kalbime
bir çok hakikat ve marifetler ilham oldu. Üzerinde düşündüğüm her ayette böyle
bir lütuf bağışlanıyordu bana. Elbette böyle bir tevfike erişmeyen kimse için
böyle bir kanuyu tasdik etmek çok zor ve hatta normalde imkansızdır. Ancak
benim maksadım iman kardeşlerimi irşad ve hidayet etmektir.
Riyazet ve kendini
yetiştirmenin talimatı şunlardan ibarettir:
- Faydasız sözlerden ve hatta Allah’ı (CC)
zikretme dışındaki sözlerden kaçınmalıdır.
- Lezzetli yiyecek ve içecekleri, güzel ve
rahat elbiseleri evleri ve kadınları terketmeli, zaruret miktarıyla
yetinmeli.
- Evliyaullah’tan başkalarıyla muaşeret
etmekten sakınmalı.
- Fazla uykudan kaçınmalı ve Allah'ın (CC)
zikrini tam bir dikkatle sürdürmelidir.
Evliyaullah “Ya Hayyu, Ya
Kayyumu, Ya men la ilahe illa ente” zikrini sürdürmeyi tecrübe etmiş ve çoğu
zaman iyi sonuç almışlardır. Ben de bu zikri tekrarladım, ancak benim zikrim
çoğunlukla Allah'tan (CC) gayrısını kalbimden çıkarmakla ve Allah-u Teâlâ'ya
(CC) doğru tam teveccüh etmek suretiyle “Ya Allah” (CC) demektir.
Elbette önemli olan nokta tam
bir dikkat ve yönelişle Allah'ı (CC) zikretmektir. Bu amel kırk gece ve gündüz
(aralıksız) devam edecek olursa süluk eden kimsenin yüzüne hikmet, marifet ve
muhabbet nurlarından kapılar açılır. O zaman Allah'ta (CC) fani olma ve baki
kalma makamına yükselir.”
İlahi alim ve takvalı arif,
rahmetli Molla Hüseyin Guli Hamedani (RA), Tebriz alimlerinden birine
gönderdiği mektubunda şöyle yazıyor:
“Bismillahirrahmanirrahim.
Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah'a (CC) mahsustur. Salat ve selam Muhammed'e
(SAV) ve onun pak Ehl-i Beyt'ine (RA) ve Allah'ın (CC) laneti onların
düşmanlarına olsun.
Bütün hareketlerde,
sükûnlarda, sözlerde, anlarda vs. yüce şeriat’a teslim olmaktan padişahların
padişahı Hazreti Allah’a (CC) yaklaşmanın bir yolu olmadığı ve (gerçi zevk bu
makam dışında iyi olsa da) ‘Cahiller ve sofuların yaptığı gibi Allah (CC)
onları muvaffak etmesin.’
Yel olmanın sadece uzaklığa
sebep olacağı bilinmelidir. Hatta insan bıyığını kesmemeye ve et yememeye karar
verse pak imamların (RA) masumiyetlerine iman etmiş olsa bilei Hazret-i
Allah'tan (CC) uzaklaştığını bilmeli ve keza zikir konusunda Masum İmamlar’dan
bize ulaşmadığı bir şekilde (hadislerin aksine) amel edecek olursa durum gene
aynıdır. Binaenaleyh, yüce şeriatı, öne geçirmeli ve sadece şeriatte önem
verilen şeye önem vermelidir. Bu hakirin akıl ve nakilden (kitap ve sünnetten)
istifade edip anladığı şey şudur ki; kurbu ve Allah'a (CC) yakınlığı isteyen
kimse için en önemli şey günahı terkte ciddiyet ve gayret göstermektir. Bu
hizmeti yapmadıkça ne zikrinin ve ne de fikrinin kalbin haline (gönül haline)
bir faydası olmaz. Zira bir sultan ve padişaha isyan eden bir kimsenin ona
hizmet etmesi faydasızdır. Hangi sultan şanı en yüce sultandan (Allah CC) daha
yücedir ve hangi isyan O'na (CC) isyan etmekten daha kötüdür?! Buna çok dikkat
etmek gerekir!
Zikrettiğin şeylerden, günah
işlediğin halde ilahi muhabbeti istemen, çürük ve yanlış bir şeydir gerçekten.
Günahın nefrete sebep olduğunu ve nefretin de muhabbetle bağdaşmadığını nasıl
bilmezsin?! Günahı terketmenin dinin başı ve sonu, zahiri ve batını olduğunu
kesin bildikten sonra, uykudan uyandığın ilk anlardan itibaren tekrar
uyuyuncaya kadar bütün anlarında ciddi bir şekilde nefsini kontrolde gayret
göster. Ve O'nun (CC) huzurunda edeb kurallarına uy. Bil ki, vücudunun zerre
zerre bütün parçaları O’nun (CC) kudretinin esiridir. O'nun (CC) şerefli
huzurunun hürmetini çiğnemekten kork ve O'na (CC) O'nu (CC) görüyormuş gibi ibadet
et! Zira sen O'nu (CC) görmesen de O (CC) seni görür. Devamlı O'nun (CC)
azametine ve kendinin hakirliğine, O'nun (CC) yüceliğine ve kendinin
alçaklığına, O'nun (CC) izzetine ve kendinin zilletine, O'nun (CC)
ihtiyaçsızlığına ve kendinin ihtiyaç ve fakirliğine dikkat et. O (CC) sana
devamlı teveccüh ettiği halde sen O'ndan (CC) kötü bir şekilde gaflet etme.
O'nun (CC) önünde zayıf ve zelil bir kul gibi dur. Ve O'nun (CC) ayakları
altında zayıf bir köpek gibi tevazu et ve teslim ol. Günahların pisliğinin
necis ettiği pis dilinle kendisinin yüce ismini zikretmene müsade etmesi sana
şeref ve övünmen için yetmez mi?!
Öyleyse ey aziz! Bu kerem ve
merhamet sahibi senin dilini nur dağının yani zikrinin mahzeni kıldığı için
sultanın mahzenini necasetlerle, pisliklerle, gıybet, yalan, küfür, eziyet ve
diğer günahlara bulaştırmak hayasızlıktır. Sultanın mahzeni güzel koku ve gül
suyuyla dolmalıdır, pisliklerle necislerle değil! Ve şüphesiz murakebet etmeğe
- nefsini kontrole - dikkat etmediğin için yedi organınla yani kulak, dil, göz,
el, ayak, mide ve cinsel organınla hangi günahları işlediğini, hangi ateşleri
yaktığını, dininde hangi fesatları çıkardığını, dil kılıcın ve dişlerinle kendi
kalbine hangi münkir yaraları vurduğunu bilmiyorsun. Eğer onu öldürmediysen çok
iyi. Bu fesatları şerhetmek ve açıklamak istersem kitaba sığmaz. Birkaç
sayfayla ne kadar anlatılabilir ki? Sen vücudunun organlarını günahlardan
temizlemediğin müddetçe, kalbin (gönlün) halleri şerhinde sana bir şey yazmamı
nasıl bekleyebilirsin?! Öyleyse koş
gerçek tövbe etmeye. Acele et, ciddiyet nefsini gözetme kontrol etme
acele et!
Velhasıl gözetme ve kontrol
etmeye gayret gösterdikten sonra kurb ve Allah'a (CC) yakın olmayı isteyen
kimse, sehera vakitleri (gecenin sonları) (gece namazı için) uyanık kalmayı
unutmamalıdır. Gece namazını kendine has adabıyla ve kalp huzuruyla kılmalı,
vakti fazla olursa zikir, fikir ve münacatla meşgul olmalı. Ancak gecenin belli
bir miktarını kalp huzuruyla zikrederek geçirmeli, her halinde hüzünlü olmalı,
eğer hüzünlü değilse bir takım yollarla buna ulaşmalı, ondan sonra da cennet
hanımlarının efendisi Hz. Zehra'nın (RA) tesbihini, on iki kere ihlas suresini,
on kere “La ilahe İllallah vehdehu la şerike leh, lehul mulk” -sonuna kadar -
yüz defa “La ilahe İllallah” ve yetmiş defa tövbe istiğfar etmeli ve biraz
Kur'an telavet edip meşhur sabah duasını yani: “Ya men delea lisan-es Sabah”
duasını sonuna kadar okumalı, devamlı abdestli olmalıdır. Her abdestten sonra
iki rekat namaz kılması da çok iyidir. Başkalarına zararı dokunmamasına çok
dikkat etmelidir. Müslümanların ihtiyaçlarını gidermeye, özellikle alimlerin ve
bilhassa takvalı alimlerin ihtiyaçlarını gidermeye çok gayret göstermeli, günah
işlenmek ihtimali olan her meclisten kesinlikle kaçınmalıdır. Hatta gafil
kimselerle zaruri bir işi olmaksızın düşüp kalkmak, günah işlenmese de
zararlıdır. Mubah işlerle haddinden fazla uğraşmak, çokça şakalaşmak, boş
şeyler konuşmak ve bihude sözlere kulak asmak kalbi öldürür.
Murakabet (nefsi kontrol ve
terbiye etme) etmeksizin zikir etmek ve düşünmek insana bir süre hoş bir duygu
verse de faydasızdır. Zira bu güzel hâl uzun süre devam etmez. Murakabet
etmeksizin zikrin doğuracağı geçici hoş duyguya aldanmamalıdır.
Hepinizin çokça dualarını
beklerim. Günah ve hataları çok olan bu hakiri unutmayın. Her Perşembe
akşamları ve cuma günü ikindi vakitleri yüz defa Kadir Suresi’ni okumayı ihmal
etmeyin.”
Kamil alim ve arif rahmetli
Mirza Cevad Ağa-i Meliki Tebrizi şöyle yazıyor:
“Kutlu İslam peygamberi
Hazret-i Resulullah (SAV) uzun secde hakkında önemle tavsiyelerde bulunmuştur
ve bu çok mühimdir. Uzun secde, kulluğun en yakın şekillerinden biridir.
Dolayısıyla namazın her rekatında iki secde farz kılınmıştır. Uzun secde
konusunda İmamlar (RA) ve onlara uyanlar hakkında çok önemli şeyler
nakledilmiştir.
İmam-ı Zeynel Abidin (RA)
Hz.leri’nin secdelerinin birinde bin kere “La ilahe İllallahu hakken hakka, La
ilahe İllallahu taabbuden ve rikka. La ilahe İllallahu imanen ve sıdka”
zikirlerini söylediği görülmüştür.
İmam-ı Musa-i Kâzım (RA)
hakkında yazmışlardır ki: Bazen O’nun (RA) secdesi sabahtan öğleye kadar
sürüyordu. İbn-i Ebi Ümeyr, Cemil ve Harrebuz gibi, İmamlar’ın ashaplarından
buna yakın şeyler nakledilmiştir.
Necef-i Eşref'te tahsil
ettiğim yıllarda takvalı talebelerin kendisine müracaat ettiği bir üstadım
vardı. Ondan, ‘Sâlik için yararlı olacak bir tecrübeniz var mı?’ diye
sorduğumda buyurdu ki: ‘Her gün uzun bir secde yap ve secde halinde ‘La ilahe
illa ente Subhaneke inni kuntu minez zalimin’ de. Zikir halinde: ‘Allahım (CC)!
Ruhum tabiat zindanında tutsak olmuş ve çirkin ahlaka bulaşmış durumda. Rabbim
(CC) Bana zulmü münasip görmekten münezzehtir, bilakis, nefsime zulmeden ve onu
bu helakete iten ben kendimim.’ sözüne dikkat et.’
Üstadım, kendisine ilgi
duyanlara bu secdeyi tavsiye ediyordu ve bu secdeyi yerine getirenler onun
yapıcı sonuç ve etkisini görüyorlardı (bilhassa bu secdeyi daha fazla
uzatanlar). Onlardan bazıları bu zikri secdede bin kere bazıları daha az ve
bazıları da daha fazla tekrarlıyorlardı. Onlardan bazılarının bu zikri üç bin
kere tekrarladıklarını da duydum.
Şeyh Necmeddin-i Razî (RA)
şöyle yazmıştır: “Bil ki, adab ve şartlarına uymaksızın zikir yapmak pek
faydalı değildir. Her şeyden önce zikrin adab ve şartlarına uymak gerekir.
Sadık bir murid olan kimseye, bu yolda sülûk etme hissinin isteme belirirse bu,
zikirle ülfet kurup mahlukattan kopacağının, nihayet her şeyden yüz çevirip
zikre sığınacağının belirtisidir ki: ‘Allah (CC)! de ve sonra onları bırak,
içine daldıkları saçma uğraşlarında oyalanıp dursunlar.’ Zikre murakebet
edeceğinden, bütün günahlardan içten samimi olarak tövbe etmelidir. Zikir
edince mümkünse gusletsin ve eğer mümkün değilse abdest alsın. Zira dostun
zikri düşmanla savaşmaktır. Düşmanla silahsız savaşmak ise zordur ve ‘abdest
müminin silahıdır.’ Ve sünnete uygun temiz ve pak elbise giysin. Elbisenin
temizliğinin ise dört şartı vardır: Birincisi necasetten temizlik, ikincisi
halktan zorla aldığı şeylerden temizlik, üçüncüsü haramdan (ipek elbiseden)
temizlik, dördüncüsü gösterişten temizlik, yani sünnete uygun kısa elbise
giymek. Zira Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur: ‘Elbiseni de temizle (kısalt).’
Evinin tozunu alsın, temizlesin ve çekidüzen versin. Birazcık güzel koku da
sürünürse daha iyi olur. Kıbleye doğru otursun. Bağdaş kurarak oturmak, zikir
esnası dışında her durumda nehyedilmiştir. Rivayet edilmiştir ki, Resulullah
(SAV) sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar bağdaş kurarak otururup
zikrederdi. Zikir halinde ellerini dizleri üzerine koyup kalp huzuruyla ve
teveccüh ederek tam anlamıyla tazim etmelidir. O'nu (CC) yücelterek tam bir
kuvvetle ‘La ilahe İllallah’ demeye başlamalıdır. En şiddetli zikirle, en içten
‘La ilahe’ demeli ve ‘İllallah’ı içine akıtmalı. Öyle ki zikrin etkisi ve
kuvveti vücudun bütün organlarına ulaşmalıdır. Ancak sesini yükseltmemeli ve
mümkün olduğu kadar sesini alçaltmaya
çalışmalıdır. Zira Kur'an-ı Kerim'de Allah-u Teâlâ (CC) Hz.leri şöyle
buyuruyor: ‘Rabbini (CC, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine,
ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret.’
Böyle sıkı ve devamlı bir
şekilde zikredecek ve içinden zikrin anlamını düşünerek vesveseleri bertaraf
edecektir. ‘La ilahe’'nin anlamında kalbine gelen her vesveseyi tardettiği
gibi: ‘Hiç bir ey istemiyorum, senden gayrı sevgili ve mahbubum yok: ‘İllallah’
Bütün vesveseleri ‘La İlahe’ ile tardet ve ‘illallah’ ile Hazret-i İzzet’i
(Allah'ı CC) sevgili, mahbub ve hedef edin. Her zikrin başında ve sonunda nefy
(ilah yoktur) ve ispatta (Allah'tan (CC) başka) kalp, hazır olmalıdır. Ne zaman
kalbinin derinliklerinde başka bir şeye bağlı olduğunu, ilgi ve alaka duyduğunu
görürsen, işte o şeye teveccüh etmemeli, gönlünü sadece Allah-ü Teala'ya (CC)
vermelisin... ‘La ilahe’yle (ilah yoktur) nefy ederek o bağlantıyı koparmalı ve
o şeyin sevgisini kalbinden çıkarmalı ve ‘İllallah’ (Allah’tan (CC) başka)
diyerek Allah (CC) sevgisini o sevginin yerine oturtmalıdır. Bu şekilde,
tedricen kalbi bütün bağlardan ve harici sevgililerden temizleyinceye kadar
devam eder. Zira zikir de yücelme, devam ve süreklilikten kaynaklanır. Bu ise,
zikrin çokluğuyla, zakirin varlığı zikrin nurunda kaybolması, zikrin zakiri her
şeyden soyutlaması, bağlılık ve engelleri onun vücudundan çıkarması ve onu
madde dünyasından mana ve ruhani dünyaya doğru hafifletmesidir. ‘Seyr ve sülûk
edin, doğrusu siz yakınlaştırılmışsınızdır.’ buyruğuna dikkat et ve bil ki kalp
ve gönül Allah'a (CC) mahsus olan halvet yeridir. Zira O (CC) şöyle buyuruyor:
‘Kalpte başkaları bulunup O’nu (CC) rahatsız ettikçe, Allah'ın (CC) aslına
bakılsın yabancıdan uzaklaşmayı gerektirir. Ancak gönül evinin ‘la ilahe’
nidası, kalbi başkalarının rahatsız etmesinden temizlerse ‘İllallah’ sultanının
gelmesinin tecellisini beklemelidir ki, ‘Şu halde boş kaldığın zaman,
durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya devam et’.”
Görüldüğü gibi ariflerin ileri
gelenleri devamlı zikretmeyi seyr ve sülûkun en önemli yollarından biri olarak
bildikleri halde bu yolu katetmek için çeşitli yolları tecrübe ve tavsiye
etmişlerdir.
Bunun sebebi şudur: Şeriat’ta
geçen bütün zikirler, zikrin meşru olmasının
asıl hedefini yani Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nden gayrısından kopup
tamamen O’nna (CC) teveccüh etmeyi sağlayabilirler. Olsa olsa bu kişilere,
durumlara ve makamlara göre değişir. Sülûk eden kimsenin hangi durumda, hangi
makamda olduğu ve kendisi için hangi zikrin daha uygun ve cazibi olduğu önem
taşımaktadır. İşte burada üstad önemli bir rol ifa edebilir.
Hadis ve dua kitaplarında
oldukça fazla dua ve zikirler nakledilmiş ve her biri için bir özellik ve sevap
belirtilmiştir. Zikir ve dualar genel olarak mutlak ve mukayyed olmak üzere
ikiye ayrılırlar:
Bazı zikirler için özel bir
zaman veya özel bir keyfiyet ya da belli bir sayı belirtilmiştir. Bu yerlerde
salik, belirtilen özel sevap ve sonuca ulaşmak için Silsile-i Saadat
Efendilerimiz’den (RA) ve On iki İmamlar’dan (RA) bize ulaşan yolda hareket
etmeli, ona uygun amel etmelidir. Ancak bazı zikirler mutlaktırlar. Burada
kendi durum ve şartlarına göre uygun sayı ve zamanı seçip zikir yapmak veya
kendi üstad ve kılavuzundan emir alması salikin elindedir. Daha geniş bilgi
edinmek isteyenler bu konuda hadis ve dua kitaplarına müracaat edebilirler.
Burada iki noktaya dikkat edilmesi gerekir:
1- Salikin zikirden asıl hedefi, Allah-u
Teala (CC)
Hz.leri’ne karşı teveccüh, kalp huzuru ve manevi bir hal elde etmektir.
Dolayısıyla zikrin miktarını, zamanını ve keyfiyetini seçmede bu noktaya dikkat
etmeli ve kendi halini gözönünde bulundurmalı. Hazır ve hali müsait olduğu
miktarda zikretmeli, yorgun ve isteksiz olduğu zamanda uygun bir zamanda
yeniden başlamak üzere zikri bırakmalıdır. Zira İmam-ı Ali (KV) Hz.leri buyurur
ki: “Kalp, bazen ikbal halindedir ve bazen de isteksiz ve yorgundur. O halde
kalp istekli ve meyilli olduğu zaman amele girişin. Çünkü kalp ikrah ve zorla
bir amele girişirse kör olur.”
Elbette bu konuda kişiler,
durumlar, makam ve vakitler farklıdır.
2- Şunu bilmemiz gerekir ki
riyazet ve zikirden hedef nefsi kemale ulaştırmak ve Allah (CC) Hz.leri’ne
yaklaşmaktır. Ve Allah (CC) Hz.leri’ne yakın olmak ise, vazifesini yerine
getirme dışında hiç bir şeyle gerçekleşmez. İnsanın üzerinde dinî ve sosyal bir
vazife varsa, onu yerine getirmeli, aynı zamanda Allah (CC) Hz.leri’ni anmalı
ve mümkün olduğu kadarıyla O’nu (CC) zikretmelidir. Boş olduğu zamanlarda da
zikredebilir. Ancak riyazet ve zikir bahanesiyle şer'i vazifesini yerine
getirmeyip inzivaya çekilirse, böyle bir amel Allah (CC) Hz.leri’ne yaklaşmaya
ve kurb makamına erişmeye vesile olmaz.
Kemal yolunu katetmek ve
yüksek makamlara erişmek kolay bir iş değildir. Çok zor ve müşküldür ve bu
yolda bir takım engeller vardır ki kemale erişip yüksek makamlara ulaşmak
isteyen insan onları bertaraf etmek için cihad etmelidir, aksi takdirde hedefine
ulaşamaz.
1. Engel: LİYAKATSİZLİK
Allah (CC) Hz.leri’ne doğru
seyr ve sülûk edip O’na (CC) yakınlık makamına ulaşmanın en büyük engeli, bu
makamı isteyen nefsin liyakatsizliğidir. Günah işleme sonucu bulanmış ve
karanlık olan bir kalp, ilahi nurların parlayış merkezi olamaz. İnsanın kalbi
günah sonucu Allah (CC) Hz.leri’nden uzaklaşırken kurb ve yakınlık makamına
nasıl ulaşabilir?! Böyle bir kalp şeytanın komut verdiği yerdir. Öyleyse Allah
(CC) Hz.leri’nin yakın melekleri ona nasıl inebilirler?!
İmam-ı Cafer-i Sadık (RA)
Hz.leri şöyle buyuruyor: “İnsan günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta
oluşur. Günahından tövbe edecek olursa o siyah nokta kaybolur ve eğer günah
işlemeğe devam edecek olursa, siyah nokta bütün kalbi kaplayıncaya kadar tedricen
büyür. Bu durumda o adam hiçbir zaman kurtuluşa erişemez.”
İmam-ı Cafer-i Sadık (RA)
Hz.leri, babası İmam-ı Muhammed Bâkır (RA) Hz.leri’nden şöyle naklediyor:
“İnsanın kalbi için günahtan daha kötü bir şey yoktur. Çünkü günah kalbe galip
gelinceye kadar onunla savaşır ve neticede kalp terse döner.”
Günahkâr insanın kalbi terse
dönük olup aksi yönde hareket eder. Böyle bir kalp kurb makamına doğru hareket
edip Allah (CC) Hz.leri’nin nur ve parıltılarını nasıl kabullenebilir?! Bu
bakımdan iradesi olan insanın her şeyden önce nefsini günahlardan tezkiye edip
temizlemesi, riyazet ve zikre ondan sonra başvurması farzdır. Aksi takdirde
zikir ve ibadet etmeye çaba ve gayret göstermesi onu Allah (CC) Hz.leri’ne
yakınlaştırmaz.
2. Engel: DÜNYEVİ BAĞLAR
Bu yoldaki engellerden biri de
maddi bağlardır. Mal, servet, çoluk - çocuk, anne ve baba, kardeş ve hatta ilim
ve bilgi sevgisi ve bunlara duyulan ilgi gibi. Bu gibi bağlar insanı hareket,
hicret ve sülûktan alıkoyar.
Hissi (maddi) şeylerle ülfet
kurup onlara gönül kaptıran bir kalp, onlardan el etek çekerek yüce aleme doğru
nasıl seyredip yükselebilir? Dünyevi ve maddi işlerin yeri olan bir kalp ilahi
nurların parlayış yeri olabilir mi? Ayrıca hadislerden anlaşıldığı kadarıyla
dünya sevgisi bütün günahların kaynağıdır ve günahkâr insan Allah (CC)
Hz.leri’nin kurb makamına yükselemez.
İmam-ı Cafer-i Sadık (RA)
Hz.leri şöyle buyuruyor: “Bütün günahların kaynağı, dünya sevgisidir.”
Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz’den şöyle
naklediliyor: “Allah (CC) Hz.leri’ne karşı işlenilen günahlar altı şeyden
kaynaklanır: Dünya sevgisi, makama düşkünlük, kadına düşkünlük, yemeğe
düşkünlük, uykuya düşkünlük ve rahatlığa düşkünlük.”
İmam-ı Cafer-i Sadık (RA)
Hz.leri’nden şöyle naklediliyor: "Kulun Allah (CC) Hz.leri’nden en uzak olduğu
halleri, karını doyurmaktan ve şehvetinin isteklerini temin etmekten başka bir
hedefi olmadığı zamanlardır.”
Cabir (RA) şöyle naklediyor:
“İmam-ı Muhammed Bâkır'ın (RA) huzuruna gittiğimde bana hitaben: ‘Ey Cabir
(RA)! Vallahi ben hüzünlüyüm ve kalbimle uğraşıyorum.’ buyurdu. Arzettim:
‘Canım size feda olsun, neden hüzünlüsünüz ve niçin kalbinizle uğraşıyorsunuz?’
Hazret: ‘Her kimin kalbine Allah'ın (CC) saf ve halis dini girerse, kalp
Allah'tan (CC) gayrısından boşalır. Ey Cabir (CC)! Dünya nedir ve ne değeri
vardır? İnsanın yediği bir lokmadan, giydiği bir elbiseden veya evlendiği bir
kadından başka bir şey midir? Ey Cabir (RA)! Müminler, dünyaya ve dünya
hayatına itimad etmez ve ahiret alemine gitmekten kendilerini emanda görmezler
(ahirete iman ederler). Ey Cabir (RA)! Ahiret ebedi bir yurttur. Dünya ise ölüm
yeri ve geçici bir yurttur. Ancak dünya ehli bundan gafildir. Düşünen, tefekkür
eden ve ibret alanlar müminlerdir. Kulaklarına ulaşan şey onları Allah'ın (CC)
zikrinden alıkoymaz, dünya zinetlerini görmek onları Allah'ın (CC) zikrinden
gafil etmez. O halde bildikleri ahiret mükafatına kavuşurlar.’ buyurdu.”
Hz. Resulullah (SAV) şöyle
buyurur: “İnsan yediği şeye itina edip önemsedikçe, imanın tadını tadamaz.”
Sâlik, yüce makama doğru
hicret ve hareket edebilmesi için bu düşkünlükleri kalbinden çıkarmalıdır.
Dünya düşkünlüklerinin fikir ve zikirlerini kalbinden çıkarmalıdır ki, onların
yerini Allah (CC) Hz.leri’nin zikri alsın.
Şunu da hatırlatalım ki,
çirkin olup kınanan şey, dünyevi şeylere tutkun olmak ve onlara gönül
vermektir, onların kendisi değil. Salik, hayatını sürdürebilmesi için diğer
insanlar gibi yemeğe, elbiseye, eve ve evlenmeye ihtiyacı olup onları temin
etmek için çalışmak zorundadır. Neslinin devamı için evlenmek zorundadır. Sosyal
hayatını idare etmek için sosyal bir sorumluluk üstenmelidir. Dolayısıyla kutlu
İslam dininde bunların hiçbiri kötülenmemiş, yerilmemiştir; tersine kurbet ve
Allah (CC) Hz.leri’ne yakınlık kastıyla olduğu takdirde, bunların hepsi ibadet
sayılıp, insanı Allah (CC) Hz.leri’ne yaklaştırabilirler. Bunların kendileri de
harekete, seyr ve sülûka ve Allah (CC) Hz.leri’ni anmaya engel değillerdir.
Hareket ve zikre engel olan şey, bunlara düşkünlük ve gönül vermektir. Bunlar,
insan hayatının hedefi olur da onun fikir ve zikrini meşgul edecek olursa,
Allah (CC) Hz.leri’nden gaflet etmeye sebep olur. Paraya tapmak,
kadınperestlik, makamperestlik ve ilmperestlik kötülenmiş ve kınanmış olup, insanı seyr ve sülûk etmekten
alıkoyar. Yoksa bizzat paranın, kadının,
makam ve ilmin kendisi yerilmemiştir.
Hz. Resulullah (SAV)
Efendimiz, İmam-ı Ali (KV) Hz.leri ve diğer Sahabe-i Kiram (RA) ve cümle
Evliyaullah (RA) da çalışıp Allah (CC) Hz.leri’nin nimetlerinden istifade
etmiyorlar mıydı? İslam'ın dünya ve ahiret için, dünyevî ve uhrevî işler için
bir sınır tanımayışı onun meziyet ve üstünlüklerinden biridir.
3. Engel: NEFSİN İSTEKLERİNE UYMAK
Üçüncü engel, nefsani
eğilimler ve hevesleri izlemektir. Nefsanî eğilimler, koyu dumanlar gibi gönül
evini siyah ve karanlık eder ve böyle bir kalbin ilahi nurların parlamasına
layık bir makam olmadığı ortadadır. Heves ve istekler devamlı kalbi sağa sola
çeker ve Rabbiyle (CC) halvet edip üns kurması için ona fırsat vermezler.
Gece-gündüz nefsanî istekleri doyurmaya ve onları tatmin etmeye çalışan bir
nefs, dünyadan hicret ederek Allah (CC) Hz.leri’nin kutlu kapısına yükselebilir
mi?
Allah-ü Teala (CC) Hz.leri
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: “İstek ve tutkulara (hevaya) uyma! Sonra
seni Allah'ın (CC) yolundan saptırır.”
İmam-ı Ali (KV) Hz.leri şöyle
buyuruyor: “Halkın en cesuru, nefsinin isteklerine galip gelenidir.”
4. Engel: OBURLUK
Zikir ve Allah (CC) Hz.leri’ni
anmanın engellerinden biri de, oburluk ve boğazına düşkün olmaktır. Güzel ve
lezzetli yemekler hazırlamak ve karnını türlü yemeklerle doldumak için gece
gündüz çaba harcayan bir kimse, Rabbiyle (CC) nasıl halvet edebilir ve onunla
nasıl ünsiyet kurup ona raz-u niyaz edip yakarabilir?!
İnsan yemekle dolu mideyle
ibadet ve dua için manevi bir hal nasıl bulabilir? Zevki yemek ve içmekte bulan
kimse dua, Allah (CC) Hz.leri’ne yakarma ve münacatın tadını nasıl alabilir?
Evet, İslam oburluğu yermiştir.
İmam-ı Ali (KV) Hz.leri Ebu
Basir'e şöyle buyurmuştur: “Çok yemek ve oburluk sonucu miden tuğyan eder.
İnsanın Allah’a (CC) en yakın hali, midesinin boş olduğu zamandır ve onun
Allah'tan (CC) uzak olduğu en kötü hali ise midesi dolu olduğu zamandır.”
İmam-ı Cafer-i Sadık (RA)
Hz.leri şöyle buyuruyor: “Allah-ü Teala (CC), oburluğu yermiştir.”
Hz. Resulullah (SAV)
Efendimiz’den şöyle naklediliyor: “Oburluk etmeyin. Aksi takdirde kalbinizden
marifet nuru söner.”
İmam-ı Cafer-i Sadık (RA)
Hz.leri şöyle buyuruyor: “Müminin kalbi için (manevi durumu için) aşırı
yemekten daha zararlı bir şey yoktur. Aşırı yemek kalp kasavetine (katılaşmasına)
ve şehveti tahrik etmeye sebep olur. Açlık ise müminin coşkusu, ruhun gıdası,
kalbin yemeği ve vücudun sağılığıdır.”
İmam-ı Ali (KV) Hz.leri
buyuruyor ki: “Allah-ü Teala (CC) kulunun salah ve hayırını istediği zaman, ona
az konuşmayı, az yemeği ve az uyumayı ilham eder.”
Yine İmam-ı Ali (KV)
Hz.leri’nden şöyle naklediliyor: “Açlık, nefsi kontrol etmek ve onun
alışkanlıklarını bertaraf etmek için en iyi yardımcıdır.”
İmam-ı Ali (KV) Hz.leri, mirac
gecesinde Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz’e şöyle
buyurduğunu nakleder: “Ey Ahmed (SAV)! Keşke açlık, sükut, ve halvetin tadını
ve bunların sonuçlarını tatsaydın!” Hz. Resulullah (SAV): “Rabbim (CC)! Açlığın
faydası nedir?” dedi. Allah-ü Teala şöyle buyurdu: “Hikmet, kalbi koruma, bana
yaklaşma, devamlı hüzün, aşırı harcamamak, hak söz, iyi ve dar günden
korkmamaktır.”
Evet, sâlikin de diğer
insanlar gibi hayatını sürdürmek ve ibadet gücüne sahip olmak için yemeğe
ihtiyacı vardır. Ancak sâlik, vücüdunun ihtiyaçlarını giderecek miktarda yemek
yemeli ve aşırı yemekten gerçekten sakınmalıdır. Çünkü aşırı yemek ve oburluk
uyuşukluğa, gevşekliğe, ibadete meyilsizliğe, kalbin katılaşmasına ve Allah
(CC) Hz.leri’ni anmaktan gaflete sebep olur. Tam aksine az yemek ve açlık
hafifliğe, ibadet ve Allah (CC) Hz.leri’ne teveccüh etmeye hazırlıklı olmaya
sebep olur. İnsan aç olduğu zaman dolu mideyle sahip olamayacağı ruh sefasına,
nuraniyete ve iyi bir hale sahip olur. Dolayısıyla sâlikin, vücudunun ihtiyaç
duyduğu kadarıyla yemek yemesi gerekmektedir. Bilhassa zikir, dua ve ibadet
ettiği zamanlar aç olmalıdır.
5. Engel: GEREKSİZ KONUŞMALAR
Sâliki hareket etmekten ve
hedefine ulaşmaktan alıkoyan, teveccüh ve kalp huzuruna engel olan şeylerden
biri de faydasız ve gereksiz konuşmalardır. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri insana
ihtiyacını gidersin diye konuşma gücü vermiştir. Gereği kadar konuştuğu
takdirde, bu büyük nimetten doğru yararlanmış olur. Ancak boş ve gereksiz
şeyler konuşursa, bu büyük ilahi nimeti zayi etmiş olur. Ayrıca aşırı derecede
fazla ve dağınık şeyler konuşursa, zihni ve düşünceleri dağılır, perişan olur
ve Allah-ü Teala'ya (CC) kamilen teveccüh edemez, kalp huzuru bulamaz. Dolayısıyla hadislerde
faydasız ve gereğinden fazla konuşmak yerilmiştir.
Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz
şöyle buyuruyor: “Allah'ın (CC) zikri dışında aşırı derecede fazla konuşmaktan
sakınınız. Zira çok konuşmak, Allah'ın (CC) zikri dışında kalbin katılaşmasına
sebep olur ve Allah'tan (CC) en uzak olan kimse ise, kalbi katılaşmış olandır.”
İmam-ı Ali (KV) Hz.leri şöyle
buyurmuştur: “Dilini koru ve sözlerini say ki, hayır işler dışında sözlerin
azalsın.”
Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz
buyuruyor ki: “Söz, yararlı, sağlıklı ve şahib olmak üzere üçe ayrılır. Yararlı
söz ibadettir, sağlıklı söz Allah'ın (CC) sevdiği ve hoşnut olduğu sözdür.
Şahib ise halk hakkında boş yere konuşan kimsedir.”
Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz
yine şöyle buyuruyor: “Dilini koru! Zira bu, nefsin için en iyi hediyedir.
İnsan, imanın hakikatına dilini koruma dışında hiçbir şeyle ulaşamaz.”
İmam-ı Ali Rıza (RA) Hz.leri
şöyle buyurmaktadır: “Üç şey düşünce ve anlayışın nişanelerindendir: Sabır,
ilim ve sükut. Sükut, hikmet kapılarından bir kapıdır. Sükut etmek muhabbete
sebep olur ve her hayrın rehberidir.”
İmam-ı Ali (KV) Hz.leri
buyuruyor ki: “Akıl, kemale ulaşınca söz ve konuşma azalır.”
İmam-ı Cafer-i Sadık (RA)
Hz.leri’nden şöyle naklediliyor: “Hiçbir ibadet sükut etmekten ve yaya olarak
Beytullah'a gitmekten daha faziletli değildir.”
Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz
Ebuzer'e (RA) şöyle buyurmuştur: “Sana uzun uzadıya sükut etmeyi tavsiye
ediyorum. Zira bu vasıtayla şeytan senden uzaklaşır. Doğrusu sükut, dini korumak
için iyi bir yardımcıdır.”
Her hâlukârde sâlik, dilini
kamilen koruması ve ölçülü konuşması gerekmektedir. Laubali olmaktan ve çok
konuşmaktan kaçınmalıdır. Dünya işleri hakkında gereğinden fazla konuşmayıp
onun yerine dilini zikirle, duayla, ilmi ve faydalı sosyal meselelerle meşgul
etmelidir.
Nice Evliyaullah (RA) şöyle
buyururlardı: “Ben sükut etmekten değerli sonuçlar aldım. Sefa ve nuraniyet
bulmak için kırk gün sükut edin. Gerekmedikçe konuşmayın, düşünün ve zikirle
meşgul olun.”
6. Engel: BENCİLLİK
Sâlik (süluk eden kimse),
bütün engelleri bertaraf edip, bütün merhalelerden geçtikten sonra
"bencillik" adlı daha büyük bir engelle karşılaşır. Bütün amelleri,
hareketleri ve hatta ibadetlerinin bile bencillikten kaynaklandığını yeni yeni
anlamaya başlar. İbadet, zikir, dua, namaz ve orucu nefsini mükemmelleştirmek
ve uhrevî mükafat içindir ki, bunun da sonucu kendi nefsine dönmektedir. Böyle
ibadetler insanı Cennet’e ve uhrevî mükafata kavuştursa bile yüce zikir, şuhud
ve lika makamına ulaştırmazlar. Sâlik, bencillik ve egoistlik makamından
inmedikçe, Allah (CC) Hz.leri’nin nuru kalbinde tecelli etmez. Bencillik ve
egoistlik makamından hicret etmedikçe, Allah (CC) Hz.leri’nin kutlu kapısına
ulaşamaz. Kendi nefsini ve şahsiyetini bırakmadıkça, Allah-ü Teala (CC)
Hz.leri’nin eşsiz cemalını göremez. Bütün perdeleri hatta nefis perdesini bile
yırtmadıkça, kalbinde ilahi nurların parlaması için liyakat bulamaz.
Binaenaleyh sâlikin riyazet ve
cihad vasıtasıyla kendini bencillik çerçevesinden çıkarması, kendi nefsini
sevmeyi “Allah'ı (CC) sevme”ye dönüştürmesi ve bütün işlerini sadece Allah (CC)
Hz.leri’nin rızası için yapması gerekmektedir. Yemek yiyorsa, Allah-ü Teala
(CC) Hz.leri kendisinden hayatını sürdürmesini istediği için yemeli, ibadet
ediyorsa Allah (CC) Hz.leri’ni ibadete ve tapmaya layık gördüğü için ibadet
etmeli. Böyle bir kişi ne dünyayı ister ve ne de ahireti, bilakis sadece Allah
(CC) Hz.leri’ni ister. Hatta keşf ve kerameti bile istemez. Gerçek mabuddan
başka istediği yoktur artık. Bu zor merhaleden de geçerse ve hatta kendi
şahsiyet ve hüviyetini de kaybederse tevhid meydanına ayak basarak yüce lika ve
şuhud makamına yükselip “oldukça kudretli, mülkünün sonu olmayan(Allah)ın (CC)
yanında doğruluk makamındadırlar.”
çıkabilir.
7. Engel: İRADE ZAAFI
Bu yolun büyük ve en önemli
engellerinden biri de, irade zaafı ve karar verme gücünün olmayışıdır. Bu engel
insanı amelden alıkoyar. Şeytan ve nefs-i emmare ilk önce riyazet, seyr ve
sülûk konusunu küçük ve gereksiz göstermeye çalışır. İnsanı, teveccüh ve kalp
huzuru olmaksızın zahiri vazifeleri yapmayla ikna etmeye çalışırlar. Şöyle
derler: “Senin bu ibadetleri yapmaktan başka bir vazifen yok. Kalp huzuru,
teveccüh ve zikirle ne işin var?!” Ve eğer bir ara kalp huzuru edinmek,
teveccüh ve zikir yapmayı irade ederse, yüzlerce hile ve dalavereyle onu
iradesinden koyar ve bazen onu meyus ve ümitsiz edecek kadar konuyu onun gözünde
zor gösterir.
Ancak irade sahibi olan insan,
şeytan ve nefs-i emmarenin vesveselerinin önünü almalı, ayetlere, hadislere,
marifet ve ahlak kitaplarına müracaat ederek seyr ve sülûkun, kalp huzuru
edinmenin, zikir ve şuhudun değer ve gerekliliğine vakıf olmalıdır. Onun
değerinin farkına varıp, ebedi saadetini onda görünce ciddi bir şekilde işe
girişmeli, ümitsizliğe müsaade etmemeli ve kendi nefsine hitaben: “Zor olsa da
gelecek saadetim ona bağlı olduğu için işe girişmek zorundayım” demelidir. Zira
Allah-ü Teala (CC) Hz.leri buyuruyor ki: “Bizim uğrumuzda cihad edenlere, biz
şüphesiz onlara yollarımızı gösteririz.”
Cenab-ı Zülcelal ve Tekaddes
(CC) Hz.leri bizleri, kendine varan bu yollarda daim kılsın ve bizleri kendine
gerçek bir kul eylesin. Yolumuz açık olsun vesselam...
www.GAVSULAZAM.de
|