SU-İ ZANN

Kötü zan, fena tahmin, şüphe... "Sû", fenalık, kötülük demektir...

"Sû-i hareket" kötü davranış, "sû-i ahlak" kötü ahlak, "sû-i niyet" kötü niyet vb. gibi, "sû-i zann" da kötü zan, kötü tahmin anlamındadır. "Sû" kelimesi, verilen örnekler ve benzerlerinde daima sıfat anlamı ifade eder. "Zann" kelimesi ise, sanma, farz etme, tahmin etme, ihtimale göre hükmetme demek olduğu gibi, şek ve şüphe, tereddüt, vehim ve hayal anlamlarına da gelir.


“Sû-i zann”ın zıddı (karşıtı),”Hüsn-ü zan (hüsni zan)”dır. “Hüsn”,”güzellik,iyilik,hoşluk, olgunluk, mükemmellik” demektir. “Hüsn-i ahlak (iyi  güzel ahlâk)” “hüsn-i hat (güzel yazı)”, “hüsn-i niyet (iyi niyet)”... gibi, “hüsn-i zan"da, “iyi güzel zan; bir kimse veyâ bir olayın iyiliği hakkında vicdani kanaat” demektir. Görüldüğü gibi, iki türlü “zan” vardır. Zan, “tahmin” ve “ihtimal” e dayandığına göre, bu konuda alınacak tavır ne olmalıdır. Kur’an ve Hadis, bu hususla ilgili davranışın nasıl olması gerektiğine açıklık getirmektedir:

 

Yüce Allah (CC) Hz.leri buyuruyor: “Ey iman edenler! Eğer fasıkın biri size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da sonra yaptığınızdan pişman olursunuz.

Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan (CC) korkun. Şüphesiz Allah (CC), tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.”[1]

 

Yüce Allah (CC) burada emrini fasıkın. getireceği haberin araştırılmasına özel kılıyor. Çünkü onun getirdiği haberin yalan olması muhtemeldir. Sonra, islam toplumunda o toplumu oluşturan kişilerin arasında birbirlerine iletmiş oldukları her haber konusunda bir şüphe yayılmaması gerekmektedir. Yoksa müslümanlar arası bilgi akımı felç olmaya yüz tutar.

 

İnanmış bir toplumda asıl olan, fertlerinin güvenilir ve birbirlerine iletmiş oldukları haberlerin inanılır ve kabul edilir olmasıdır. Oysa fasık, getirmiş olduğu haberin doğruluğu ortaya çıkana kadar şüphe altındadır. Ve bu prensip ile toplumun durumu düzgün hale gelir, kendisine ulaşan haberi alıp reddetmekle orta yolu bulur toplum. İslam toplumu bir fasıkın getirdiği habere dayanarak, hemen acele ile o haberin gereğini yapmaya kalkışmaz. Çünkü bilmeden ve acele ile o topluma zarar verebilir. Sonra da yüce Allah'ı (CC) gazaplandıran bir hareketten ve acele ile Hak ve Adaletten uzaklaşmasından dolayı pişmanlık doğar.

 

Mü'minin diğer mü'min üzerindeki haklarından biri de kendisini küçük düşürecek ve hoşuna gitmeyecek kötü lakaplarla çağırılmamasıdır. Mü'minin mü'mine karşı edeb kurallarından biri böyle yakıştırmalarla kardeşini üzmemesidir. Nitekim Resulullah (SAV) cahiliyet devrinde takılmış olan isim ve lakapları değiştirmiştir.

 

Resulullah (SAV) Efendimiz’in o lakap ve isimlerde ince hissi ve yüce kalbi sahabelerini küçük düşürecek ya da kendilerini horlayıcı nitelikle niteleyen unsurları hissetmiştir.

 

Ayet yüce Allah'ın (CC) ölçüsündeki gerçek değerleri ima ettikten, kardeşlik duygusunu harekete geçirdikten, hatta bir tek kişilikte bütünleşme bilincini vurguladıktan sonra imanın anlamını ele alıyor ve mü'minleri bu şerefli niteliği yitirmemeleri için uyarıyor. Alaya alma, ayıplama ve lakap takma gibi hareketlerle imandan sapmamaları için onların dikkatini çekiyor.

 

“İnandıktan sonra fasık olmak ne kötü bir addır.” Bu iman ettikten sonra dönmek gibi bir şeydir. Sonra ayet bunu zulüm kabul ederek onları tehdid etmektedir. Zulüm kelimesi bilindiği gibi şirki ifade eden terimlerden birisidir. “Kim tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.” İşte ayet, bu üstün ve şerefli topluma ruhsal terbiye kurallarını böylece yerleştiriyor.

 

Bu ayetlerde, şerefli ve üstün olan toplumda kişilerin haysiyeti, özgürlükleri ve kişilikleri etrafında bir başka dokunulmazlık duvarı daha örmektedir. Bu duvarı ayet, onlara duygularını ve vicdanlarını nasıl temizleyeceklerini etkileyici ve akıllara hayret verecek bir üslup içinde öğretirken örmektedir. Bu ayet surenin genel örgüsüne uygun olarak, şu sevimli sesleniş ile başlamaktadır.

 

“Ey inananlar” Sonra ayet, bu üstün toplumun fertlerine birçok zandan kaçınmalarını emretmekte ve başkaları için içlerinde doğan zan, şüphe ve kuşkuya kendilerini kaptırmamalarını istemektedir. Kutsal ayet bu emrin sebebini “Zira zanların bir kısmı günahtır.” şeklinde açıklamaktadır.

 

Buradaki yasak zannın çoğuna yönelik olup kural olarak bazı zanlar günah olduğuna göre, bu ifadenin insanın ruhuna bıraktığı ilham kötü zandan tamamen kaçınılmasıdır. Çünkü insan hangi zannın günah olacağını bilemez.

 

Kur’an-ı Kerim vicdanlara kötü zanla kirlenip de günaha girmemesi için böylece temizler. Ve vicdanı her türlü düşünce ve kuşkudan temiz kılıp uzak tutarak yaratıldığı gibi bembeyaz lekesiz bırakır. Böylece o vicdanın sahibi din kardeşlerine kötü zannın yıpratamıyacağı bir sevgi besler, şek ve şüphelerin kirletemeyeceği bir duruluk kazanır, endişe ve beklentilerin bulandıramayacağı bir iç huzuru kazanır. Kötü zanlardan arınmış bir toplumda yaşamak ne kadar huzurludur!

 

Ancak ne var ki, bu durum islamda, bu parlak ve şerefli noktada, yani vicdanların ve kalplerin eğitimi noktasında kalmaz. Aksine bu ayet, insanların birbirleri ile ilişkilerinde uyulması gereken bir prensip getirirken,islamın tertemiz toplumunda yaşayan insanların hakları çevresinde de bir koruma duvarı örer. Dolayısı ile bu toplum da kişiler bir töhmetten dolayı cezalandırılmazlar, bir şüpheden dolayı yargılanmazlar ve insanların yargılanmalarında zan asıl temel dayanak olamaz. Hatta, zan, insanlar hakkında ya da çevreleri üzerinde kovuşturma için bile gerekçe olamaz.

 

İnsanların haysiyetlerini, haklarını, özgürlüklerini ve şereflerini korumada bu ayetin ulaştığı boyuta hangi sistem ulaşabilir? Acaba demokrasi, özgürlük ve insan haklarını korumada gözleri kamaştıran en güzel ülkenin bu uğurda varmış olduğu son nokta, Kur'anı Kerim'in iman edenlere bu çağırısı yanında hangi seviyeye ulaşabilir?

 

Nitekim islam toplumu gerçekten bu prensip üzerine kurulmuş ve bu toplum bu prensibi önce vicdanında gerçekleştirmiş sonra da hayata geçirmiştir. Sonra yüce Allah (CC) toplumun garanti altına alınması ile ilgili olarak zanlardan kaçınma ile ilintili bir başka prensibe geçiyor. “Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayınız.”

 

Kusur araştırmak, kötü zannı izleyen bir hareket olabileceği gibi, onunla ilgisi olmadan başlıbaşına eksikliği ortaya çıkarmak ve insanın kötü durumlarını öğrenmek için yapılabilir. Kur'an-ı Kerim, ahlakın ve kalplerin temizliği hedefine uygun olarak bu aşağılık harekete ahlaki yönden karşı koyuyor ve böylece başkalarının kusurlarını araştırmak ve fenalıklarını ortaya çıkarmak gibi aşağılık yönelişlerden kalpleri temizlemeyi hedef ediniyor. Fakat bu mesele, etkisi açısından bundan daha uzak boyuta sahiptir. Bu aslında, islamın sosyal sisteminde, yasama ve yürütme sisteminde uyguladığı ana prensiplerden birisidir.

 

Elbette ki insanların, hiçbir durumda çiğnenemez ve hiçbir halde dokunulamaz özgürlükleri, dokunulmazlıkları ve haysiyetleri vardır. Şerefli ve yüce islam toplumunda insanlar canları, yuvaları, sırları ve ayıplarından emin olarak yaşarlar. Hangi gerekçe ile olursa olsun, insanların can, konut, gizli sırlar ve ayıp dokunulmazlığı çiğnenemez. Hatta bir suçu izleme ve kovuşturma izni islam düzeninde insanların ayıplarını araştırmak için bahane olamaz.

 

Herkes dış görünüşüne göre değerlendirilir. Dolayısı ile insanların içlerini kimsenin araştırmaya hakkı yoktur. İnsanlar, ancak ve ancak dışa vurdukları suçlar ve aykırı davranışları nedeni ile cezalandırılırlar.

 

Hiçbir kimsenin birisi hakkında zanda bulunmaya, tahmin yürütmeye hatta insanların gizlice herhangi bir yasak hareketi yapıp yapmadıklarını öğrenmeye ve bunun için onların ayıplarını araştırmaya ve onları yakalamaya hakkı yoktur. Yapabilecek tek şey vardır: O da suçlunun suçu işlediği ve bunu açığa vurduğu zaman, her suç için islamın getirdiği ve belirttiği diğer garantiler eşliğinde cezalandırılmasıdır.

 

İşte ayet, islam toplumunun temel sisteminde yer almak için yolunu tutmuş ve sadece vicdanları süslemek ve kalpleri temizlemekle kalmamış, aksine insanların dokunulmazlıkları, hakları ve özgürlükleri etrafında bir koruyucu duvar olmuştur. Artık onlara yakından veya uzaktan herhangi bir bahane veya perde altında dokunulamamıştır.

 

Bu ileri görüşlülük ve yüksek ufuk nerede? Bin dörtyüz sene sonra, dünyanın demokraside, özgürlükte ve insan haklarını korumada en ileri olan ülkesi nerede? Bundan sonra, Kur'an'ın eşsiz bir şekilde ortaya koyduğu hayret verici bir üslup içinde dedikodu yasaklanması geliyor: “Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz: Birbirinizi çekiştirmeyiniz. Sonra yüce Allah öyle bir sahne sunuyor ki bizlere, en kaba gönüller ve en az duyarlı ruhlar bile bu sahneden, çekinir ve tiksinir. Bu sahne kardeşinin etini yiyen bir kardeşin tablosudur...

 

Ölü kardeşinin eti... Sonra yüce Allah (CC),onlardan önce davranarak, tiksinti uyandıran bu hareketten onların hoşlanmadıklarına göre çekiştirmekten de hoşlanmıyacaklarını  beyan ediyor. Ayette insanlara yasak etmiş olduğu kötü zan, ayıp araştırma, dedikodu takva duygusunu coşturma ile,bu gibi günahlardan işleyenlerin rahmet arzusu ile derhal tevbeye koşmalarını tavsiye izliyor.

 

“Allah'tan (CC) korkun. Şüphesiz ki Allah (CC) tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.” Bu ayet de, müslümanlar topluluğunun hayatına nüfuz ediyor ve insanların dokunulmazlığı etrafında bir duvara kalplerde ve gönüllerde de derin bir edeb kuralına dönüşüyor.[2]

 

“Onların birçoğu zandan başka bir şeye uymaz. Zan ise haktan hiç bir şeyin yerini tutmaz. Şüphesiz ki Allah (CC) onların ne yaptıklarını bilir.”[3]

 

Onlar Allah'ın (CC) ortakları olduğunu sanıyorlar. Fakat bu zanlarını, incelemeleri, etüdlere tabi tutmuyorlar. Teori ve pratik olarak onun, gerçek olup olmadığını araştırmıyorlar. Onlar sanıyorlar ki, eğer bu putlar tapılmaya, ibadet edilmeye layık olmasaydı, ataları onlara ibadet etmezlerdi. Evet böyle sanıyorlar ve bu saçma anlayışın doğru olup olmadığını araştırmıyorlar. Akıllarını geleneksel ve tahmine dayalı bağlılığın esaretinden kurtaramıyorlar...

 

Yine onlar sanıyorlar ki, kendilerinden bir adama Allah (CC) vahiy göndermez. Fakat bu işin Allah (CC) açısından neden imkansız olduğunu incelemiyorlar.. Onlar sanıyorlar ki, Kur'an, Hz. Muhammed'in (SAV) yazdığı bir kitaptır. Yalnız düşünmüyorlar ki; bir insan olan Hz. Muhammed (SAV), bu Kur'an-ı yazabiliyorsa, kendileri de onun gibi insanlar oldukları halde neden bir Kur'an yazamıyorlar?.. İşte bu şekilde, gerçek bir değer taşımayan bir yığın zan içinde yaşıyorlar. Onların neler yaptıklarını ve ne işlerle uğraştıklarını kesin bir şekilde bilen yalnız Allah'tır (CC).[4]

 

“Onların bu hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise, şüphesiz hakikat bakımından birşey ifade etmez.”[5]

 

Ayette, “zanların birçoğundan kaçınınız” denilmekte; sebep olarak da, “bazılarının günah olduğu ifade edilmektedir. Demek ki, zannın hepsi günah değildir; hatta Allah'a (CC) ve mü'min (inanan)lere hüsni zanda bulunmak gereklidir.

 

“Onu işittiğiniz vakit erkek mü'minlerle kadın mü'minlerin, kendi vicdanları (önünde) iyi bir zann'da bulunup da...”[6] buyurulduğu gibi.

 

Bir Hadis-i Kudside: “Ben, kulumun, bana zannı gibiyim” diye varid olmuştur. Hz. Peygamber (SAV) de: “Her biriniz, Allah'a (CC), hüsnü zan ederek ölsün”buyurmuş ve bir başka hadisinde de: “Hüsnüzan, imandandır” demiştir.

 

Keşşaf ve benzeri büyük Kur'an müfessirleri, “doğruyu ve yanlışı, açık belirtileriyle seçmeden, iyice gözleyip düşünmeden zanda bulunulmamasını” önemle tavsiye etmekte, “açıkta bir sebebi ve doğru belirtisi bulunmayan zannın haram olduğunu, kaçınılması gerektiğini” belirtmektedirler. İhtimal üzerine hüküm olan zanlar, gerçeğe uymadığından, başkasına bühtan ve iftira olacağından, zanda bulunanı vebal altına sokacaktır.

 

Bütün bunlardan, zan konusunda çok dikkatli olmak gerektiği ve “Su-i zann”ın ise, kesinlikle yasak olduğu, açıkça anlaşılmaktadır. Su-i zann'ın haram olmayanı, yalnızca fısk ve fucur (günahkarlık) ile tanınan kimselere karşı yapılanıdır. Durumu kesin olarak bilinmeyen birine hüsnüzan gerekmese bile, Su-i zan da caiz değildir.

 

Su-i zan'dan kaynaklanan “tecessüs” hakkında da, daha önce verilen Hucurat Suresi'ndeki ayette, “tecessüs de etmeyin” buyurulmaktadır. Tecessüs, onun bunun durumlarını araştırmak, eksik ve kusurlarını öğrenme isteğidir.[7]

 

Hadis-i Şerifde Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu: “Ey iman edenler! (Bir takım ihtimal ve tahminlere dayanarak, delile ve vesikaya dayanmaksızın) şunun bunun aleyhinde zanda bulunmaktan sakınınız. Zira,bir takım zanlar da vardır ki, sözün en yalanıdır (ve büyük bir vebaldir).”[8]

 

Günahının afv olunmıyacağını zan etmek, Allah-ü tealaya (CC) sui zan olur. Mü’minleri haram işleyici, yani fasık zan etmek, sui zan olur. Sui zan haramdır. Haram işlediğini öğrenerek, bilerek onu sevmemek, sui zan olmaz. Buğdi fillah olur, sevab olur. Din kardeşinin aybını görünce, ona hüsni zan etmeli, te’viline çalışmalıdır. Onu islah etmelidir.

 

Kalbe gelen hatıra, düşünce, su-i zan olmaz. Zan etmek, yani kalbin o tarafa kayması, su-i zan olur. Hucurat suresinin onikinci ayetinde mealen, “Ey iman edenler! Su-i zan etmekten kendinizi koruyunuz! Zan etmenin bazısı günahtır” buyuruldu.

 

Hadis-i şerifde, “Su-i zan etmeyiniz. Su-i zan, yanlış karar vermeğe sebeb olur. İnsanların gizli şeylerini araştırmayınız, kusurlarını görmeyiniz, münakaşa etmeyiniz, hased etmeyiniz, birbirinize düşmanlık etmeyiniz, birbirinizi çekiştirmeyiniz, kardeş gibi sevişiniz. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulm etmez, yardım eder. Onu, kendinden aşağı görmez” buyuruldu. Müslümanın müslümanı öldürmesi haramdır.

 

Bir hadis-i şerifde, “Müslüman müslümanın canına, malına ve ırzına saldırmaz. Allah-ü teala (CC), bedenlerinizin kuvvetine, güzelliğine bakmaz. Amellerinize de bakmaz. Kalblerinize bakar) buyuruldu. Allah-ü teala (CC) kalblerde olan ihlasa ve Allah (CC) korkusuna bakar.

 

Amellerin, ibadetlerin kabul edilmesi için, yani sevab verilmesi için, hem şartlarına uygun olması, hem de ihlas ile niyyet edilmesi lazımdır. “İbadet, sahih olursa, kabul edilir. Niyyete bakılmaz” demek, ilhad olur, zındıklık olur. Allah (CC) rızası için yapılmıyan hayrat ve hasenat ve ibadetler, kabul edilmez. Allah-ü teala (CC) Hz.leri kalbe bakar. Allah (CC) rızası için iyi niyyetle yapılan ibadet ve taati kabul eder.

 

Su-i zan, büyük günahlardan birisidir. Su-i zan, başkasını kötü sanmaktır ve kesin bilgiye dayanmaz. Kesin bilgi olmadan bir kimse hakkında hüküm vermek, söz söylemek yanlış olur. Bunun için Peygamberimiz (SAV) : “Her işittiğini söylemek insana yalan olarak yeter.”[9] buyurmuştur.

 

Yine Resulullah (SAV) buyurur ki: “Bir zanda bulunduğun zaman kovuşturmasını yapma”[10] Bunun anlamı, insanlar sorguya çekildikleri şeyi işledikleri açıktan açığa ortaya çıkan kadar suçsuz, hakları ve özgürlükleri dokunulmaz kabul edilir demektir. Ve yine, insanların çevrelerinde dönüp dolaşan zannı kovuşturmak gayesi ile takip edilebilmesi için zan yeterli gerekçe değildir.[11]

 

Her duyduğumuz, gerçek değildir. Gerçek olduğunu farzetsek bile onu başkalarına söylememiz gerekmez. Hele gerçek değilse o takdirde araştırma yapmadan, doğruluğu kesin olarak anlaşılmadan onu nakledecek olursak sorumlu oluruz. Bazı kimselerin söz ve davranışlarına bakarak onlar hakkında tahminle hüküm yürütmek hatadır, günahtır.

 

Hz. Resul (SAV) Efendimiz şöyle buyuruyor: “Kötü zanda bulunmaktan sakının. Çünkü zan,sözlerin en yalanıdır.”[12]

 

Görülüyor ki, kötü zanda bulunmak ve başkalarının gizli kusur ve ayıplarını araştırmak günahtır. Tabii zannın hepsi günah değildir. Çünkü ayeti kerime'de bazı zannın günah olduğu bildirilmektedir. O halde günah olmayan zan da vardır.

 

Hüsn-ü zan iyi sanmak günah olmayan zandandır. Hatta hüsnü zanda bulunmak tavsiye edilmektedir. İmamı Ahmed'in Behz ve Affan'dan, hammam'dan, Katade'den, Safvan ibni Mihraz'dan aldığı bir hadiste deniyor ki: “Ben İbni Ömer'in elini tutmuştum. Birden karşısına bir adam çıktı ve Resulullah'ın (SAV) kıyamet günündeki gizli konuşma hakkında ne söylediğini işittin mi?” diye sordu. Abdullah dedi. ki: “Hz. Peygamberin (SAV) şöyle dediğini işittim: ‘Yüce Allah (CC) mümine yaklaşır. Onu himayesine alır. İnsanlardan uzaklaştırır. Ona birbir günahlarını ikrar ettirir. Ona der ki: Bu günahı nerde işlediğini biliyor musun? Şu günahı ne zaman işlediğini hatırlıyor musun? Falan günahı nasıl işlediğini biliyor musun? Ona tek tek tüm günahlarını itiraf ettirir. Artık orada mü'min mahvolduğunu zanneder, yüce Allah (CC) buyurur: Sen bu günahları dünyada işlerken ben onları gizledim. Bugün ise onları bağışlıyorum.’ Sonra da adama iyiliklerinin kitabı verilir. Kafirlere ve münafıklara gelince şahidler: İşte Rabblerine karşı yalan uyduran, O'nun (CC) mesajını yalanlayanlar bunlardır, derler. İyi bilin ki, Allah'ın (CC) laneti zalimlerin üzerindedir’.”

 

Hz. Peygamberin (SAV) kuşku uyandıracak, güveni sarsacak ve huzursuzluk yapacak durumlarda gizli konuşmayı yasaklayan sözleri de vardır: Buhari ve Müslim'de A'meş kanalı ile Abdullah ibni Mes'ud'dan gelen bir hadis yer almaktadır. Abdullah diyor ki: “Üç kişi olduğunuzda iki kişi diğer arkadaşlarından ayrı olarak fısıldaşmasın. zira bu hareket onu üzer.”

 

Bu yüce bir ahlak ilkesidir. Aynı zamanda her tür şüpheyi ve tereddüdü ortadan kaldırmak için alınmış ustaca bir önlemdir. Özel yahut genel bir konuda bir sırrı veya ayıbı gizlemeye gelince bu konuda gizli ve kapalı olarak görüşmede bir sakınca yoktur. Bu genellikle cemaatin sorumlu olan yöneticileri arasında meydana gelir. Cemaatten habersiz ayrı bir kümelenmeye gitmek caiz (doğru) değildir.

 

İşte Kur'an-ı Kerim'in ve Hz. Peygamberin (SAV) yasakladığı şey de budur. Cemaatı dağıtabilecek, safları arasında kuşku ve güvensizliği uyandırabilecek eylem de budur. Mü'minleri üzmek için, şeytanın planladığı da bundan başkası değildir. Yüce Allah'ın (CC) sözü kesindir. Şeytan bu yolla inanmış topluluğa dilediğini yapamayacaktır. Çünkü bu topluluğun koruyucusu ve kollayıcısı yüce Allah'tır (CC) ve O, her gizli konuşmanın başında gözeten ve hazır olandır. Orada planlanan her hileyi, tuzağı ve komployu en iyi bilendir. Ve şeytan asla mü'minlere zarar veremeyecektir: “Ancak Allah'ın (CC) izin vermesi hariç.”

 

Bu koruma ilkesine yönelik bir istisnadır. Söz verilen ve kesinlik arzeden her yerde bile yüce Allah'ın iradesinin sınırsızlığı ve özgürlüğü vurgulanmaktadır. Böylece O'nun (CC) iradesi verilen söze ve kesinliğe rağmen özgürlüğünü korumaktadır.

 

Nitekim Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz: “Sizden biriniz sakın Allah'a (CC) hüsnü zan etmeden ölmesin.”[13] buyurulmuştur.

 

İyi sandığımız kimse, zannettiğimiz gibi değil ise bizim için bunda bir sorumluluk yoktur. Çünkü biz kesin bir bilgiye sahip olmadığımız kimseler hakkında ancak iyi zanda bulunabiliriz. Şayet kötü zanda bulunduğumuz kimse, bizim zannettiğimiz gibi değil de iyi bir kimse ise, o takdirde biz Allah'ın (CC) emrine aykırı hareket etmiş olmakla günah işlemiş oluruz.

 

Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz şöyle buyurdur: “Kötü zanda bulunmaktan sakının. Çünkü zan,sözlerin en yalanıdır.”[14] Görülüyor ki, kötü zanda bulunmak ve başkalarının gizli kusur ve ayıplarını araştırmak günahtır. Tabii zannın hepsi günah değildir. Çünkü ayeti kerime'de bazı zannın günah olduğu bildirilmektedir. O halde günah olmayan zan da vardır.

 

Hüsnü zan iyi sanmak günah olmayan zandandır. Hatta hüsnü zanda bulunmak tavsiye edilmektedir. Allah (CC) tarafından yasaklanan bu davranışla ilgili olarak Hz. Peygamber (SAV) de: “Müslümanların eksiklerini, ayıplarını araştırmayın. Zira herkim müslümanların ayıplarını araştırırsa, Allah-ü Teala da (CC) onun ayıb (kusur)ını takip eder, nihayet evinin içinde bile onu rezil ve rüsvay eder”[15] buyurmuştur.

 

Hadis-i şerifde, “Allah-ü tealaya (CC) hüsnü zan ediniz” buyuruldu. Zümer suresi, elliüçüncü ayetinde mealen, “Ey günahı çok olan kullarım! Allahın (CC) rahmetinden ümmidinizi kesmeyiniz. Allah (CC), günahların hepsini afv eder. O (CC), sonsuz magfiret ve nihayetsiz merhamet sahibidir” buyuruldu.

 

Şartlarına uygun tevbe yapılınca, her türlü küfrü ve her dürlü günahı muhakkak afv eder. Dilerse, küfürden başka günahları tevbesiz de, afv eder. Hadisi kudside, “Kulum beni nasıl zan ederse, ona zan etdiği gibi mu’amele ederim” buyuruldu. Kabul edeceğini zan ederek tevbe edeni afv eder.

www.GAVSUALAZAM.de


[1] Hucurat S. A.6,10-12

[2] Fizilal´il Kur`an Tefsirinin Türkçe Açıklaması. Seyyid Kutub. Abdulaziz Tarhan; El Hucurat S. A.6,10-12. Tefsiridir

[3] Yunus S. A.36

[4] Fizilal´il Kur`an Tefsirinin Türkçe Açıklaması. Seyyid Kutub. Abdulaziz Tarhan; Yunus S. A.36. Tefsiridir

[5] Necm.S.A.28

[6] Nur.S.A.12

[7] Şamil İslam Ansiklopedisi

[8] Muhtaru’l Ehadisi’n Nebeviyye Tercümesi. S.51. Buhari Müslim: Ra Hz Rivayet edilen Hadisi Şerif

[9] Müslim, İman, 3

[10] Bu hadisi, Harise b. Numan kanalı ile rivayet eder

[11] Fizilal´il Kur`an Tefsirinin Türkçe Açıklaması. Seyyid Kutub. Abdulaziz Tarhan

[12] Buhari, Edeb, 58; Müslim, Birr, 9

[13] Müslim, Cennet, 19

[14] Buhari, Edeb, 58; Müslim, Birr, 9

[15] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1960, VI, 44714473; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, İstanbul 1957, 633634; Şamil İslam Ansiklopedisi.


© 2003-2004   www.Gavsulazam.de   Her Hakki Mahfuzdur.