“Sû-i zann”ın zıddı (karşıtı),”Hüsn-ü zan
(hüsni zan)”dır. “Hüsn”,”güzellik,iyilik,hoşluk, olgunluk, mükemmellik”
demektir. “Hüsn-i ahlak (iyi güzel
ahlâk)” “hüsn-i hat (güzel yazı)”, “hüsn-i niyet (iyi niyet)”... gibi, “hüsn-i
zan"da, “iyi güzel zan; bir kimse veyâ bir olayın iyiliği hakkında vicdani
kanaat” demektir. Görüldüğü gibi, iki türlü “zan” vardır. Zan, “tahmin” ve “ihtimal”
e dayandığına göre, bu konuda alınacak tavır ne olmalıdır. Kur’an ve Hadis, bu
hususla ilgili davranışın nasıl olması gerektiğine açıklık getirmektedir:
Yüce Allah (CC) Hz.leri buyuruyor: “Ey
iman edenler! Eğer fasıkın biri size bir haber getirirse onun doğruluğunu
araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da sonra yaptığınızdan
pişman olursunuz.
Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan
kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın.
Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten
hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan (CC) korkun. Şüphesiz
Allah (CC), tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.”
Yüce Allah (CC) burada emrini fasıkın.
getireceği haberin araştırılmasına özel kılıyor. Çünkü onun getirdiği haberin
yalan olması muhtemeldir. Sonra, islam toplumunda o toplumu oluşturan kişilerin
arasında birbirlerine iletmiş oldukları her haber konusunda bir şüphe
yayılmaması gerekmektedir. Yoksa müslümanlar arası bilgi akımı felç olmaya yüz
tutar.
İnanmış bir toplumda asıl olan,
fertlerinin güvenilir ve birbirlerine iletmiş oldukları haberlerin inanılır ve
kabul edilir olmasıdır. Oysa fasık, getirmiş olduğu haberin doğruluğu ortaya
çıkana kadar şüphe altındadır. Ve bu prensip ile toplumun durumu düzgün hale
gelir, kendisine ulaşan haberi alıp reddetmekle orta yolu bulur toplum. İslam
toplumu bir fasıkın getirdiği habere dayanarak, hemen acele ile o haberin
gereğini yapmaya kalkışmaz. Çünkü bilmeden ve acele ile o topluma zarar
verebilir. Sonra da yüce Allah'ı (CC) gazaplandıran bir hareketten ve acele ile
Hak ve Adaletten uzaklaşmasından dolayı pişmanlık doğar.
Mü'minin diğer mü'min üzerindeki
haklarından biri de kendisini küçük düşürecek ve hoşuna gitmeyecek kötü
lakaplarla çağırılmamasıdır. Mü'minin mü'mine karşı edeb kurallarından biri
böyle yakıştırmalarla kardeşini üzmemesidir. Nitekim Resulullah (SAV) cahiliyet
devrinde takılmış olan isim ve lakapları değiştirmiştir.
Resulullah (SAV) Efendimiz’in o lakap ve
isimlerde ince hissi ve yüce kalbi sahabelerini küçük düşürecek ya da
kendilerini horlayıcı nitelikle niteleyen unsurları hissetmiştir.
Ayet yüce Allah'ın (CC)
ölçüsündeki gerçek
değerleri ima ettikten, kardeşlik duygusunu harekete geçirdikten, hatta bir tek
kişilikte bütünleşme bilincini vurguladıktan sonra imanın anlamını ele alıyor
ve mü'minleri bu şerefli niteliği yitirmemeleri için uyarıyor. Alaya alma,
ayıplama ve lakap takma gibi hareketlerle imandan sapmamaları için onların
dikkatini çekiyor.
“İnandıktan sonra fasık olmak ne kötü bir
addır.” Bu iman ettikten sonra dönmek gibi bir şeydir. Sonra ayet bunu zulüm
kabul ederek onları tehdid etmektedir. Zulüm kelimesi bilindiği gibi şirki
ifade eden terimlerden birisidir. “Kim tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.”
İşte ayet, bu üstün ve şerefli topluma ruhsal terbiye kurallarını böylece
yerleştiriyor.
Bu ayetlerde, şerefli ve üstün olan
toplumda kişilerin haysiyeti, özgürlükleri ve kişilikleri etrafında bir başka
dokunulmazlık duvarı daha örmektedir. Bu duvarı ayet, onlara duygularını ve
vicdanlarını nasıl temizleyeceklerini etkileyici ve akıllara hayret verecek bir
üslup içinde öğretirken örmektedir. Bu ayet surenin genel örgüsüne uygun
olarak, şu sevimli sesleniş ile başlamaktadır.
“Ey inananlar” Sonra ayet, bu üstün
toplumun fertlerine birçok zandan kaçınmalarını emretmekte ve başkaları için
içlerinde doğan zan, şüphe ve kuşkuya kendilerini kaptırmamalarını
istemektedir. Kutsal ayet bu emrin sebebini “Zira zanların bir kısmı günahtır.”
şeklinde açıklamaktadır.
Buradaki yasak zannın çoğuna yönelik olup
kural olarak bazı zanlar günah olduğuna göre, bu ifadenin insanın ruhuna
bıraktığı ilham kötü zandan tamamen kaçınılmasıdır. Çünkü insan hangi zannın
günah olacağını bilemez.
Kur’an-ı Kerim vicdanlara kötü zanla
kirlenip de günaha girmemesi için böylece temizler. Ve vicdanı her türlü
düşünce ve kuşkudan temiz kılıp uzak tutarak yaratıldığı gibi bembeyaz lekesiz
bırakır. Böylece o vicdanın sahibi din kardeşlerine kötü zannın yıpratamıyacağı
bir sevgi besler, şek ve şüphelerin kirletemeyeceği bir duruluk kazanır, endişe
ve beklentilerin bulandıramayacağı bir iç huzuru kazanır. Kötü zanlardan
arınmış bir toplumda yaşamak ne kadar huzurludur!
Ancak ne var
ki, bu durum islamda, bu
parlak ve şerefli noktada, yani vicdanların ve kalplerin eğitimi noktasında
kalmaz. Aksine bu ayet, insanların birbirleri ile ilişkilerinde uyulması
gereken bir prensip getirirken,islamın tertemiz toplumunda yaşayan insanların
hakları çevresinde de bir koruma duvarı örer. Dolayısı ile bu toplum da kişiler
bir töhmetten dolayı cezalandırılmazlar, bir şüpheden dolayı yargılanmazlar ve
insanların yargılanmalarında zan asıl temel dayanak olamaz. Hatta, zan,
insanlar hakkında ya da çevreleri üzerinde kovuşturma için bile gerekçe olamaz.
İnsanların haysiyetlerini, haklarını,
özgürlüklerini ve şereflerini korumada bu ayetin ulaştığı boyuta hangi sistem
ulaşabilir? Acaba demokrasi, özgürlük ve insan haklarını korumada gözleri
kamaştıran en güzel ülkenin bu uğurda varmış olduğu son nokta, Kur'anı Kerim'in
iman edenlere bu çağırısı yanında hangi seviyeye ulaşabilir?
Nitekim islam toplumu gerçekten bu prensip
üzerine kurulmuş ve bu toplum bu prensibi önce vicdanında gerçekleştirmiş sonra
da hayata geçirmiştir. Sonra yüce Allah (CC) toplumun garanti altına alınması
ile ilgili olarak zanlardan kaçınma ile ilintili bir başka prensibe geçiyor. “Birbirinizin
gizli şeylerini araştırmayınız.”
Kusur araştırmak, kötü zannı izleyen bir
hareket olabileceği gibi, onunla ilgisi olmadan başlıbaşına eksikliği ortaya
çıkarmak ve insanın kötü durumlarını öğrenmek için yapılabilir. Kur'an-ı Kerim,
ahlakın ve kalplerin temizliği hedefine uygun olarak bu aşağılık harekete ahlaki
yönden karşı koyuyor ve böylece başkalarının kusurlarını araştırmak ve
fenalıklarını ortaya çıkarmak gibi aşağılık yönelişlerden kalpleri temizlemeyi
hedef ediniyor. Fakat bu mesele, etkisi açısından bundan daha uzak boyuta
sahiptir. Bu aslında, islamın sosyal sisteminde, yasama ve yürütme sisteminde
uyguladığı ana prensiplerden birisidir.
Elbette ki insanların, hiçbir durumda
çiğnenemez ve hiçbir halde dokunulamaz özgürlükleri, dokunulmazlıkları ve
haysiyetleri vardır. Şerefli ve yüce islam toplumunda insanlar canları,
yuvaları, sırları ve ayıplarından emin olarak yaşarlar. Hangi gerekçe ile
olursa olsun, insanların can, konut, gizli sırlar ve ayıp dokunulmazlığı
çiğnenemez. Hatta bir suçu izleme ve kovuşturma izni islam düzeninde insanların
ayıplarını araştırmak için bahane olamaz.
Herkes dış görünüşüne göre
değerlendirilir. Dolayısı ile insanların içlerini kimsenin araştırmaya hakkı
yoktur. İnsanlar, ancak ve ancak dışa vurdukları suçlar ve aykırı davranışları
nedeni ile cezalandırılırlar.
Hiçbir kimsenin birisi hakkında zanda
bulunmaya, tahmin yürütmeye hatta insanların gizlice herhangi bir yasak
hareketi yapıp yapmadıklarını öğrenmeye ve bunun için onların ayıplarını
araştırmaya ve onları yakalamaya hakkı yoktur. Yapabilecek tek şey vardır: O da
suçlunun suçu işlediği ve bunu açığa vurduğu zaman, her suç için islamın
getirdiği ve belirttiği diğer garantiler eşliğinde cezalandırılmasıdır.
İşte ayet, islam toplumunun temel
sisteminde yer almak için yolunu tutmuş ve sadece vicdanları süslemek ve
kalpleri temizlemekle kalmamış, aksine insanların dokunulmazlıkları, hakları ve
özgürlükleri etrafında bir koruyucu duvar olmuştur. Artık onlara yakından veya
uzaktan herhangi bir bahane veya perde altında dokunulamamıştır.
Bu ileri görüşlülük ve yüksek ufuk nerede?
Bin dörtyüz sene sonra, dünyanın demokraside, özgürlükte ve insan haklarını
korumada en ileri olan ülkesi nerede? Bundan sonra, Kur'an'ın eşsiz bir şekilde
ortaya koyduğu hayret verici bir üslup içinde dedikodu yasaklanması geliyor: “Biriniz
diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever
mi? İşte bundan iğrendiniz: Birbirinizi çekiştirmeyiniz. Sonra yüce Allah öyle
bir sahne sunuyor ki bizlere, en kaba gönüller ve en az duyarlı ruhlar bile bu
sahneden, çekinir ve tiksinir. Bu sahne kardeşinin etini yiyen bir kardeşin
tablosudur...
Ölü kardeşinin eti... Sonra yüce Allah
(CC),onlardan önce davranarak, tiksinti uyandıran bu hareketten onların
hoşlanmadıklarına göre çekiştirmekten de hoşlanmıyacaklarını beyan ediyor. Ayette insanlara yasak etmiş
olduğu kötü zan, ayıp araştırma, dedikodu takva duygusunu coşturma ile,bu gibi
günahlardan işleyenlerin rahmet arzusu ile derhal tevbeye koşmalarını tavsiye
izliyor.
“Allah'tan (CC) korkun. Şüphesiz ki Allah (CC)
tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.” Bu ayet de, müslümanlar topluluğunun
hayatına nüfuz ediyor ve insanların dokunulmazlığı etrafında bir duvara
kalplerde ve gönüllerde de derin bir edeb kuralına dönüşüyor.
“Onların birçoğu zandan başka bir şeye
uymaz. Zan ise haktan hiç bir şeyin yerini tutmaz. Şüphesiz ki Allah (CC)
onların ne yaptıklarını bilir.”
Onlar Allah'ın (CC) ortakları olduğunu sanıyorlar.
Fakat bu zanlarını, incelemeleri, etüdlere tabi tutmuyorlar. Teori ve pratik
olarak onun, gerçek olup olmadığını araştırmıyorlar. Onlar sanıyorlar ki, eğer
bu putlar tapılmaya, ibadet edilmeye layık olmasaydı, ataları onlara ibadet
etmezlerdi. Evet böyle sanıyorlar ve bu saçma anlayışın doğru olup olmadığını
araştırmıyorlar. Akıllarını geleneksel ve tahmine dayalı bağlılığın esaretinden
kurtaramıyorlar...
Yine onlar sanıyorlar ki, kendilerinden
bir adama Allah (CC) vahiy göndermez. Fakat bu işin Allah (CC) açısından neden
imkansız olduğunu incelemiyorlar.. Onlar sanıyorlar ki, Kur'an, Hz. Muhammed'in
(SAV) yazdığı bir kitaptır. Yalnız düşünmüyorlar ki; bir insan olan Hz. Muhammed
(SAV), bu Kur'an-ı yazabiliyorsa, kendileri de onun gibi insanlar oldukları
halde neden bir Kur'an yazamıyorlar?.. İşte bu şekilde, gerçek bir değer
taşımayan bir yığın zan içinde yaşıyorlar. Onların neler yaptıklarını ve ne
işlerle uğraştıklarını kesin bir şekilde bilen yalnız Allah'tır (CC).
“Onların bu hususta bir bilgileri yoktur.
Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise, şüphesiz hakikat bakımından birşey ifade
etmez.”
Ayette, “zanların birçoğundan kaçınınız”
denilmekte; sebep olarak da, “bazılarının günah olduğu ifade edilmektedir.
Demek ki, zannın hepsi günah değildir; hatta Allah'a (CC) ve mü'min
(inanan)lere hüsni zanda bulunmak gereklidir.
“Onu işittiğiniz vakit erkek mü'minlerle
kadın mü'minlerin, kendi vicdanları (önünde) iyi bir zann'da bulunup da...”
buyurulduğu gibi.
Bir Hadis-i Kudside: “Ben, kulumun, bana
zannı gibiyim” diye varid olmuştur. Hz. Peygamber (SAV) de: “Her biriniz,
Allah'a (CC), hüsnü zan ederek ölsün”buyurmuş ve bir başka hadisinde de: “Hüsnüzan,
imandandır” demiştir.
Keşşaf ve benzeri büyük Kur'an
müfessirleri, “doğruyu ve yanlışı, açık belirtileriyle seçmeden, iyice gözleyip
düşünmeden zanda bulunulmamasını” önemle tavsiye etmekte, “açıkta bir sebebi ve
doğru belirtisi bulunmayan zannın haram olduğunu, kaçınılması gerektiğini”
belirtmektedirler. İhtimal üzerine hüküm olan zanlar, gerçeğe uymadığından,
başkasına bühtan ve iftira olacağından, zanda bulunanı vebal altına sokacaktır.
Bütün bunlardan, zan konusunda çok
dikkatli olmak gerektiği ve “Su-i zann”ın ise, kesinlikle yasak olduğu, açıkça
anlaşılmaktadır. Su-i zann'ın haram olmayanı, yalnızca fısk ve fucur (günahkarlık)
ile tanınan kimselere karşı yapılanıdır. Durumu kesin olarak bilinmeyen birine
hüsnüzan gerekmese bile, Su-i zan da caiz değildir.
Su-i zan'dan kaynaklanan “tecessüs”
hakkında da, daha önce verilen Hucurat Suresi'ndeki ayette, “tecessüs de
etmeyin” buyurulmaktadır. Tecessüs, onun bunun durumlarını araştırmak, eksik ve
kusurlarını öğrenme isteğidir.
Hadis-i Şerifde Hz. Peygamber (SAV)
Efendimiz şöyle buyurdu: “Ey iman edenler! (Bir takım ihtimal ve tahminlere
dayanarak, delile ve vesikaya dayanmaksızın) şunun bunun aleyhinde zanda
bulunmaktan sakınınız. Zira,bir takım zanlar da vardır ki, sözün en yalanıdır
(ve büyük bir vebaldir).”
Günahının afv olunmıyacağını zan etmek,
Allah-ü tealaya (CC) sui zan olur. Mü’minleri haram işleyici, yani fasık zan
etmek, sui zan olur. Sui zan haramdır. Haram işlediğini öğrenerek, bilerek onu
sevmemek, sui zan olmaz. Buğdi fillah olur, sevab olur. Din kardeşinin aybını
görünce, ona hüsni zan etmeli, te’viline çalışmalıdır. Onu islah etmelidir.
Kalbe gelen hatıra, düşünce, su-i zan
olmaz. Zan etmek, yani kalbin o tarafa kayması, su-i zan olur. Hucurat
suresinin onikinci ayetinde mealen, “Ey iman edenler! Su-i zan etmekten
kendinizi koruyunuz! Zan etmenin bazısı günahtır” buyuruldu.
Hadis-i şerifde, “Su-i zan etmeyiniz. Su-i
zan, yanlış karar vermeğe sebeb olur. İnsanların gizli şeylerini araştırmayınız,
kusurlarını görmeyiniz, münakaşa etmeyiniz, hased etmeyiniz, birbirinize
düşmanlık etmeyiniz, birbirinizi çekiştirmeyiniz, kardeş gibi sevişiniz.
Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulm etmez, yardım eder. Onu, kendinden
aşağı görmez” buyuruldu. Müslümanın müslümanı öldürmesi haramdır.
Bir hadis-i şerifde, “Müslüman müslümanın
canına, malına ve ırzına saldırmaz. Allah-ü teala (CC), bedenlerinizin
kuvvetine, güzelliğine bakmaz. Amellerinize de bakmaz. Kalblerinize bakar)
buyuruldu. Allah-ü teala (CC) kalblerde olan ihlasa ve Allah (CC) korkusuna
bakar.
Amellerin, ibadetlerin kabul edilmesi
için, yani sevab verilmesi için, hem şartlarına uygun olması, hem de ihlas ile
niyyet edilmesi lazımdır. “İbadet, sahih olursa, kabul edilir. Niyyete bakılmaz”
demek, ilhad olur, zındıklık olur. Allah (CC) rızası için yapılmıyan hayrat ve
hasenat ve ibadetler, kabul edilmez. Allah-ü teala (CC) Hz.leri kalbe bakar.
Allah (CC) rızası için iyi niyyetle yapılan ibadet ve taati kabul eder.
Su-i zan, büyük günahlardan birisidir.
Su-i zan, başkasını kötü sanmaktır ve kesin bilgiye dayanmaz. Kesin bilgi
olmadan bir kimse hakkında hüküm vermek, söz söylemek yanlış olur. Bunun için
Peygamberimiz (SAV) : “Her işittiğini söylemek insana yalan olarak yeter.”
buyurmuştur.
Yine Resulullah (SAV) buyurur ki: “Bir
zanda bulunduğun zaman kovuşturmasını yapma”
Bunun anlamı, insanlar sorguya çekildikleri şeyi işledikleri açıktan açığa
ortaya çıkan kadar suçsuz, hakları ve özgürlükleri dokunulmaz kabul edilir
demektir. Ve yine, insanların çevrelerinde dönüp dolaşan zannı kovuşturmak
gayesi ile takip edilebilmesi için zan yeterli gerekçe değildir.
Her duyduğumuz, gerçek değildir. Gerçek
olduğunu farzetsek bile onu başkalarına söylememiz gerekmez. Hele gerçek
değilse o takdirde araştırma yapmadan, doğruluğu kesin olarak anlaşılmadan onu
nakledecek olursak sorumlu oluruz. Bazı kimselerin söz ve davranışlarına
bakarak onlar hakkında tahminle hüküm yürütmek hatadır, günahtır.
Hz. Resul (SAV) Efendimiz şöyle buyuruyor:
“Kötü zanda bulunmaktan sakının. Çünkü zan,sözlerin en yalanıdır.”
Görülüyor ki, kötü zanda bulunmak ve
başkalarının gizli kusur ve ayıplarını araştırmak günahtır. Tabii zannın hepsi
günah değildir. Çünkü ayeti kerime'de bazı zannın günah olduğu
bildirilmektedir. O halde günah olmayan zan da vardır.
Hüsn-ü zan iyi sanmak günah olmayan
zandandır. Hatta hüsnü zanda bulunmak tavsiye edilmektedir. İmamı Ahmed'in Behz
ve Affan'dan, hammam'dan, Katade'den, Safvan ibni Mihraz'dan aldığı bir hadiste
deniyor ki: “Ben İbni Ömer'in elini tutmuştum. Birden karşısına bir adam çıktı
ve Resulullah'ın (SAV) kıyamet günündeki gizli konuşma hakkında ne söylediğini
işittin mi?” diye sordu. Abdullah dedi. ki: “Hz. Peygamberin (SAV) şöyle
dediğini işittim: ‘Yüce Allah (CC) mümine yaklaşır. Onu himayesine alır.
İnsanlardan uzaklaştırır. Ona birbir günahlarını ikrar ettirir. Ona der ki: Bu
günahı nerde işlediğini biliyor musun? Şu günahı ne zaman işlediğini hatırlıyor
musun? Falan günahı nasıl işlediğini biliyor musun? Ona tek tek tüm günahlarını
itiraf ettirir. Artık orada mü'min mahvolduğunu zanneder, yüce Allah (CC) buyurur:
Sen bu günahları dünyada işlerken ben onları gizledim. Bugün ise onları
bağışlıyorum.’ Sonra da adama iyiliklerinin kitabı verilir. Kafirlere ve
münafıklara gelince şahidler: İşte Rabblerine karşı yalan uyduran, O'nun (CC) mesajını
yalanlayanlar bunlardır, derler. İyi bilin ki, Allah'ın (CC) laneti zalimlerin
üzerindedir’.”
Hz. Peygamberin (SAV) kuşku uyandıracak,
güveni sarsacak ve huzursuzluk yapacak durumlarda gizli konuşmayı yasaklayan
sözleri de vardır: Buhari ve Müslim'de A'meş kanalı ile Abdullah ibni
Mes'ud'dan gelen bir hadis yer almaktadır. Abdullah diyor ki: “Üç kişi
olduğunuzda iki kişi diğer arkadaşlarından ayrı olarak fısıldaşmasın. zira bu
hareket onu üzer.”
Bu yüce bir ahlak ilkesidir. Aynı zamanda
her tür şüpheyi ve tereddüdü ortadan kaldırmak için alınmış ustaca bir
önlemdir. Özel yahut genel bir konuda bir sırrı veya ayıbı gizlemeye gelince bu
konuda gizli ve kapalı olarak görüşmede bir sakınca yoktur. Bu genellikle
cemaatin sorumlu olan yöneticileri arasında meydana gelir. Cemaatten habersiz
ayrı bir kümelenmeye gitmek caiz (doğru) değildir.
İşte Kur'an-ı Kerim'in ve Hz. Peygamberin (SAV)
yasakladığı şey de budur. Cemaatı dağıtabilecek, safları arasında kuşku ve
güvensizliği uyandırabilecek eylem de budur. Mü'minleri üzmek için, şeytanın
planladığı da bundan başkası değildir. Yüce Allah'ın (CC) sözü kesindir. Şeytan
bu yolla inanmış topluluğa dilediğini yapamayacaktır. Çünkü bu topluluğun
koruyucusu ve kollayıcısı yüce Allah'tır (CC) ve O, her gizli konuşmanın
başında gözeten ve hazır olandır. Orada planlanan her hileyi, tuzağı ve
komployu en iyi bilendir. Ve şeytan asla mü'minlere zarar veremeyecektir: “Ancak
Allah'ın (CC) izin vermesi hariç.”
Bu koruma ilkesine yönelik bir istisnadır.
Söz verilen ve kesinlik arzeden her yerde bile yüce Allah'ın iradesinin
sınırsızlığı ve özgürlüğü vurgulanmaktadır. Böylece O'nun (CC) iradesi verilen
söze ve kesinliğe rağmen özgürlüğünü korumaktadır.
Nitekim Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz: “Sizden
biriniz sakın Allah'a (CC) hüsnü zan etmeden ölmesin.”buyurulmuştur.
İyi sandığımız kimse, zannettiğimiz gibi
değil ise bizim için bunda bir sorumluluk yoktur. Çünkü biz kesin bir bilgiye
sahip olmadığımız kimseler hakkında ancak iyi zanda bulunabiliriz. Şayet kötü
zanda bulunduğumuz kimse, bizim zannettiğimiz gibi değil de iyi bir kimse ise,
o takdirde biz Allah'ın (CC) emrine aykırı hareket etmiş olmakla günah işlemiş
oluruz.
Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz şöyle
buyurdur: “Kötü zanda bulunmaktan sakının. Çünkü zan,sözlerin en yalanıdır.”
Görülüyor ki, kötü zanda bulunmak ve başkalarının gizli kusur ve ayıplarını
araştırmak günahtır. Tabii zannın hepsi günah değildir. Çünkü ayeti kerime'de
bazı zannın günah olduğu bildirilmektedir. O halde günah olmayan zan da vardır.
Hüsnü zan iyi sanmak günah olmayan
zandandır. Hatta hüsnü zanda bulunmak tavsiye edilmektedir. Allah (CC) tarafından
yasaklanan bu davranışla ilgili olarak Hz. Peygamber (SAV) de: “Müslümanların
eksiklerini, ayıplarını araştırmayın. Zira herkim müslümanların ayıplarını
araştırırsa, Allah-ü Teala da (CC) onun ayıb (kusur)ını takip eder, nihayet
evinin içinde bile onu rezil ve rüsvay eder”
buyurmuştur.
Hadis-i şerifde, “Allah-ü tealaya (CC)
hüsnü zan ediniz” buyuruldu. Zümer suresi, elliüçüncü ayetinde mealen, “Ey
günahı çok olan kullarım! Allahın (CC) rahmetinden ümmidinizi kesmeyiniz. Allah
(CC), günahların hepsini afv eder. O (CC), sonsuz magfiret ve nihayetsiz
merhamet sahibidir” buyuruldu.
Şartlarına uygun tevbe yapılınca, her
türlü küfrü ve her dürlü günahı muhakkak afv eder. Dilerse, küfürden başka
günahları tevbesiz de, afv eder. Hadisi kudside, “Kulum beni nasıl zan ederse,
ona zan etdiği gibi mu’amele ederim” buyuruldu. Kabul edeceğini zan ederek
tevbe edeni afv eder.
www.GAVSUALAZAM.de
|