KİBİR

Kalp hastalıklarının bir tanesi de "kibir"dir. Kibir kendisini başkasından üstün germektir...

Kendini başkasından üstün görmekle kişinin kalbi rahat eder. "Ucub" da kendini başkasından üstün bilmektir. Kendinden başkasını düşünmez, kendini ve ibadetlerini beğenir...


Kibir; kötü huydur. Haramdır. Halıkını, Rabbini (CC) unutmanın alametidir. Çok din adamı, bu kötü hastalığa yakalanmışdır.

 

Hadis-i şerifde, “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse Cennete girmez.” buyuruldu. Kibrin aksine Tevadu’ denir. Tevadu’ kendini başkaları ile bir görmekdir. Başkalarından daha üstün ve daha aşağı görmemekdir. Tevadu’, insan için çok iyi bir huydur.

 

Hadis-i şerifde, “Tevadu’ edene müjdeler olsun” buyuruldu. Tevadu’ sahibi, kendini başkalarından aşağı görmez. Zelil ve miskin olmaz. Malını halaldan kazanıp çok hediyye verir. Alimlerle ve fen adamları ile tanışır. Fakirlere merhamet eder.

 

Hadis-i şerifde, “Tevadu’ eden, halal kazanan, huyu güzel olan, herkese karşı yumuşak olan ve kimseye kötülük yapmayan, çok iyi bir insandır” ve “Allah (CC) için tevadu’ edeni, Allah-ü teala (CC) yükseltir” buyuruldu.

 

Tekebbür edene, yani kibr sahibi olana karşı tekebbür etmek caizdir. Allah-ü teala (CC), kullarına karşı mütekebbirdir. Allah-ü teala (CC), kibriya sahibidir. Kibir sahibine tekebbür etmek, sadaka vermek gibi sevabdır.

 

Kibir sahibine karşı tevadu’ eden kimse, kendisine zulm etmiş olur. Bid’at sahiblerine ve zenginlere karşı da tekebbür etmek caizdir. Bu tekebbür kendini yüksek göstermek için değildir. Onlara ders vermek, gafletden uyandırmak içindir. Harbde düşmana karşı tekebbür etmek sevabdır. Bu tekebbüre “Huyela” denir. Sadaka verirken, neş’e ve sevinç ile karışık tekebbür etmek lazımdır. Sadaka verenin tekebbür etmesi, fakire karşı değildir. Verdiği malı küçültmekdir. Mala kıymet vermediğini gösterir.

 

Hadis-i şerifde, “Veren el, alandan yüksekdir” buyuruldu. Riya, gösteriş yapanlara karşı da tekebbür etmek caizdir.

 

Kendinden aşağı olanlara karşı tevadu’ göstermek iyi ise de, bunun ifrata kaçmaması, ya’ni aşırı olmaması lazımdır. Aşırı olan tevadu’a “Temelluk” denir. Temelluk, ancak üstada ve alime karşı caizdir. Başkalarına karşı caiz değildir. Hadis-i şerifde, “Temelluk, müslüman ahlakından değildir” buyuruldu.

 

Kibir çeşidlerinin en kötüsü Allah-ü teala’ya (CC) karşı kibirli olmakdır. Nemrud böyle idi. Tanrı olduğunu ilan etti. Allah-ü teala’nın (CC) nasihat vermek için gönderdiği Peygamberi (AS) ateşe attı. Firavun da böyle ahmaklardan biri idi. Mısır’da uluhiyyetini (yüceliğini) ilan etti. “Ben sizin güçlü tanrınızım” dedi. Allah-ü teala (CC), nasihat vermek için, Hz. Musa’yı (AS) gönderdi. Buna inanmadı. Allah-ü teala, onu Süveyş denizinde boğdu. Bunlar gibi, bu dünyanın yaratıcısına inanmayanlara “Dehri”, ateist denir. Her asrda böyle ahmaklar gelmiştir.

 

Mao gibi, Stalin gibi zalimler, milyonlarca insanı öldürerek ve işkence yaparak ve din, islam adamlarını ve kitablarını yok ederek, milletlerini sindirmişler, korkutmuşlardır. Her istediklerini zorla yapdırarak şımarmışlardır. İlaha, mabuda mahsus üstünlüklere malik olduklarını sanmışlar ve söylemişlerdir.

 

İslam kitablarının yurdlarına sokulmasını, okunmasını yasak etmişler, dinden, Allah-ü teala’dan (CC) bahs edenleri öldürmüşlerdir. Allah-ü teala’nın (CC) kahrından, gadabından kurtulamayıp yok olmuşlar. Tarihte geçen bütün zalimler gibi, lanet ve nefret ile anılmışlardır.

 

İhtilal ve hile yolu ile, bazı arab memleketlerinin başına geçen, zehirli propagandalarla beyinleri yıkanmış, zalimler, diktatörler de, o ateistleri taklit ediyor, islam düşmanlığı yapıyorlar. Tarih kitablarında okudukları zalimlerin feci akıbetlerinden ibret almıyorlar. Dünyada, ahirette başlarına gelecek olan azabları, felaketleri hiç düşünmüyorlar.

 

Resulullah’a (SAV) karşı da tekebbür edenler çok işitildi. “Allah’ın (CC) gönderdiği Peygamber  (SAV) bu mudur?” dediler. “Bu Kur’an, Mekke şehrinin ileri gelenlerine indirilseydi iyi olurdu.” dediler.

 

Tarih boyunca, islamın büyüklerine karşı da, böyle tekebbür edenler, alay edenler, hiç eksik olmadı. Bu tekebbürler, aciz, zayıf, elinden birşey gelmeyen, hatta kendinden ve bedeninin yapısından haberi olmıyan kulun, kendi malikine, sahibine, kuvveti, gücü sonsuz olan Rabbine (CC) karşı bir savaş idi.

 

Vaktiyle iblis de, böyle tekebbür etdi. Meleklere, Hz. Adem’e  (AS) karşı secde etmeleri emr olununca, “Toprağa karşı niçin secde edeyim? Ben ondan daha üstünüm. “Beni ateşden, onu çamurdan yarattın.” diyerek, Rabbine (CC) karşı geldi. Ateşin alevini, latifliğini ve ışık yaydığını görünce, onu sudan ve toprakdan üstün sandı. Halbuki üstünlük, kendini üstün görmekde değil, tevadu’ göstermekdedir.

 

Cennette toprak vardır ve misk gibi kokacakdır. Cennette ateş yokdur. Ateş, Cehennemde azab vasıtasıdır. Ateş, harab etmeğe, toprak, bina yapmağa yarar. Mahluklar toprak üstünde yaşamakdadır. Hazineler, defineler toprakda bulunur.

 

Kabe topraktan yapılmışdır. Ateşin ışığı gecelere son verir, gündüzü getirir ise de, topraktan çiçekler, meyveler hasıl olmaktadır. Kainatın, varlıkların en üstünü olan Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz’in yeri toprakdır.

 

Hadis-i şeriflerde, “Allah-ü teala (CC) buyuruyor ki, ‘kibriya, üstünlük ve azamet bana mahsusdur. Bu ikisinde bana ortak olanı Cehenneme atarım, hiç acımam’.” ve “Kalbinde zerre kadar kibr olan Cennete girmeyecekdir” buyurdukda, “Güzel elbise giymeği ve temiz nalın kullanmağı seven kimse, böyle midir? denildi. Cevabında, “Allah-ü Teala (CC) cemildir. Cemal sahiblerini sever” buyurdu.

 

Çirkin, iğrenç olmamak için, çirkinlikle meşhur olmamak için yapılan temizliğe, güzelliğe, cemal sahibi olmak denir. İhtiyac eşyasını, hoş ve sevimli görünecek şekilde kullanmak, cemal olur. Süslenmek, güzel görünerek, başkasına üstünlük sağlamak için, bedeninde, elbisesinde, eşyasında yapılan değişikliklere zinet denir. Bedenini, sıhhatini,şerefini, değerini korumak için ihtiyac olunandan fazla şeylerdir.

 

Erkeklerin her yerde, kadınların ise, yabancı erkeklerin yanında, zinet eşyası kullanmaları caiz değildir. Allah-ü teala’nın (CC) her işi güzeldir. Ahlakı güzel olanları sever. Bu hadis-i şerif, kibr sahiblerinin, diğer günah işliyenler gibi, azabsız hemen Cennete giremiyeceklerini bildirmekdedir. Cennete girmeyenlerin gidecekleri yer Cehennemdir. Çünki, ahiretde bu ikisinden başka gidecek yer yokdur.

 

Zerre kadar imanı olan, Cehennemde sonsuz kalmayacak, Cennete gidecektir. Büyük günah işleyip de tevbe etmeyen, şefaate, afva kavuşmayan mü’min, Cehennemde, günahlarının karşılığı olan azabları çekdikden sonra, çıkarılacak, Cennete sokulacakdır. Cennete giren, Cennetten hiç çıkmayacakdır.

 

Hadis-i şerifde, “Kibri ve hıyaneti ve kul borcu olmayan mü’min, hesabsız Cennete girecekdir” ve “Kul hakkı, mü’minin aybı, kusurudur” buyuruldu. Nafaka için ödünç almak ve malı olunca, hemen ödemek lazımdır.

 

Yukardaki hadis-i şerifde, ihtiyac olmadan alınan ve malı olunca ödenmeyen ve haram yollarla alınan borc ve zevcesine olan mehr borcu ve din bilgisi öğretmek borcu bildirilmekdedir.

 

Yahudi alimlerinin büyüklerinden iken, Resulullah (SAV) ile bir kerre konuşmakla, hak Peygamber (SAV) olduğunu anlayarak imana gelen Abdullah bin Selam (RA), sırtında odun demeti taşıyordu. Bunu görenler: “O kadar çok malın, paran var iken, niçin bu zahmeti çekiyorsun?”, dediklerinde, “Nefsimi kibirden kurtarmak için” dedi.

 

Zenginin, hammal ücreti vermemek için, malını kendi götürmesi, tezellüldür, aşağılıktır. Sünnete uymak ve nefsini kırmak için götürmesi iyidir ve sevabtır.

 

Hadis-i şerifde, “Allah-ü teala (CC) kıyamet günü, üç kimse ile konuşmıyacak, hepsine çok acı azab yapacaktır: Zina eden ihtiyar, yalan söyleyen hükumet reisi ve kibirli olan fakir” buyuruldu.

 

Hz. Ömer (RA) Şama gelince, Ebu Ubeyde bin Cerrah (RA), emrinde olanlarla birlikte karşıladı. Halife devesinden indi. Yerine kölesini bindirdi. Çünki, kölesi ile nöbet ile biniyorlardı. O saat, binme sırası köleye gelmişdi. Kendisi yuları tutdu, su kenarından geçerken mestlerini çıkardı. Ayaklarını suya soktu. Şam ordusunun kumandanı olan Ebu Ubeyde (RA): “Ya halife! Böyle ne yapıyorsun? Bütün Şamlılar, bilhassa rumlar, müslümanların halifesini görmek için toplandılar. Sana bakıyorlar. Bu yaptığını beğenmeyecekler.” deyince, “Ya Eba Ubeyde (RA)! Senin bu sözün, burada toplananlar için çok zararlıdır. İşitenler insanın şerefini, vasıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Şerefin, müslüman olmakta ve ibadet yapmakdta olduğunu anlamıyacaklar. Biz aşağı, bayağı insanlardık. [Acem şahlarının elinde esir idik.] Allah-ü teala (CC) müslüman yapmakla bizleri şereflendirdi. Allah-ü teala’nın (CC) verdiği bu izzetden, bu şerefden başka şeref ararsak, Allah-ü teala (CC) bizi yine zelil eder. Herşeyden aşağı eder.” buyurdu. “İzzet, islamdadır. İslamın ahkamına uyan, aziz olur. Bu ahkamı beğenmeyip, izzeti, huzuru, saadeti başka şeylerde arayan zelil olur.” dedi. İslamın emirlerinden biri tevadu’dur. Tevadu’ gösteren aziz olur. Yükselir. Tekebbür eden zelil olur.

 

Bir hadis-i şerifde, “Kıyamet günü, dünyadaki kibir sahibleri küçük karınca gibi zelil ve hakir olarak kabirden çıkarılacakdır. Karınca gibi, fakat insan şeklinde olacaklardır. Herkes bunları hakir göreceklerdir.

 

Cehennemin en derin ve azabı en şiddetli olan Bolis çukuruna sokulacaklardır. Buraya girenler kurtulmaktan meyus oldukları için Bolis denilmiştir. Ateş içinde gayb olacaklardır. Su istediklerinde kendilerine Cehennemdekilerin irinleri verilecekdir” buyuruldu.

 

Medine valisi olan Ebu Hüreyre (RA), odun demeti taşıyordu. Muhammed bin Ziyad (RA), bunu tanıyarak, yanındakilere, “yol verin, emir geliyor” dedi. Gençler valinin böyle tevazu’una hayret ettiler.

 

Hadis-i şerifde: “Önceki ümmetlerde kibir sahibi birisi, eteklerini yerde sürüyerek yürürdü. Gayreti ilahiyyeye dokunarak, yer bunu yuttu” ve “Merkebe binmek, yün elbise giymek ve koyunun sütünü sağmak, kibirsizlik alametidir” buyuruldu.

 

Kibrin başlıca yedi sebebi vardır: İlm, yani din bilgileri, ibadet, neseb, cemal, kuvvet, mal, mevki. Bu sıfatlar cahillerde bulununca kibre sebeb olurlar.

 

İlm kibre sebeb olduğu gibi, kibrin ilacı da ilmdir. Kibre sebeb olan ilmin ilacı çok zordur. Çünki ilm, çok kıymetli bir şeydir. Bunun için, ilm sahibi kendini üstün ve şerefli sanır. Böyle kimsenin ilmine cehl demek daha doğru olur.

 

Hakiki ilm, insana aczini, kusurunu ve Rabbinin (CC) büyüklüğünü, üstünlüğünü bildirir. Halıkına karşı korkusunu ve mahluklara karşı tevadu’unu arttırır. Kul haklarına ehemmiyyet verir. Böyle ilmi öğretmek ve öğrenmek farzdır. Buna “İlmi nafi’ ” denir. İhlas ile ibadet etmeğe sebeb olur. Kibre sebeb olan ilmin ilacı iki şeyi bilmekle olur. Birincisi, ilmin kıymetli, şerefli olması, salih niyyete bağlıdır. Cehaletten ve nefsinin hevasından kurtulmak için öğrenmek lazımdır.

 

İmam olmak, müfti olmak, din adamı tanınmak için öğrenmemek lazımdır. İkincisi, ilmi ile amel etmek ve başkalarına öğretmek ve bunları ihlas ile yapmak lazımdır. Amel ve ihlas ile olmayan ilm zararlıdır.

 

Hadis-i şerifde: “Allah (CC) için olmayan ilmin sahibi Cehennemde ateşler üzerine oturtulacakdır” buyuruldu. Mal, mevki ve şöhret için ilm sahibi olmak böyledir. Dünyalık ele geçirmek için ilm öğrenmek, yani dini dünyaya vesile etmek, altın kaşıkla necaset yimeğe benzer. Dini dünya kazancına alet edenler, din hırsızlarıdır.

 

Hadis-i şerifde: “Din bilgilerini dünyalık ele geçirmek için edinenler, Cennetin kokusunu duymayacaklardır” buyuruldu. Fen bilgilerini dünya menfaati için öğrenmek caizdir. Hatta lazımdır.

 

Hadis-i şerifde, “Bu ümmetin alimleri iki türlü olacakdır: Birincileri, ilmleri ile insanlara faideli olacakdır. Onlardan bir karşılık beklemiyeceklerdir. Böyle olan insana denizdeki balıklar ve yeryüzündeki hayvanlar ve havadaki kuşlar dua edeceklerdir. İlmi başkalarına faideli olmayan, ilmini dünyalık ele geçirmek için kullananlara kıyametde Cehennem ateşinden yular vurulacakdır” buyuruldu.

 

Yerde ve gökde bulunan mahlukların hepsinin tesbih etdiklerini Kur’an-ı kerim haber veriyor. “Alimler, Peygamberlerin varisleridir” hadisi şerifindeki alim, Resulullahın (SAV) yolunda olan, O’nun (SAV) yoluna uyan din alimi demekdir. İslamiyyete uyan alim, etrafına ziya saçan ışık kaynağı gibidir.

 

Kıyamet günü bir din adamı getirilip Cehenneme atılır. Cehennemdeki tanıdıkları etrafına toplanıp, “Sen dünyada Allah’ın (CC) emirlerini bildirirdin. Niçin bu azaba düştün?” derler. “Evet, günahdır yapmayın derdim, kendim yapardım. Yapınız dediklerimi de yapmazdım. Bunun için, cezasını çekiyorum.” der ve “Mi’rac gecesi göğe götürülürken insanlar gördüm. Ateşten makaslarla dudaklarını kesiyorlar. Bunların kim olduklarını Cebrail’e (AS)  sordum. Ümmetinin hatiblerinden, vaizlerinden, kendilerinin yapmadıklarını yapınız diyenlerdir.” dedi ve “Cehennem zebanileri, günah işliyen hafızlara, puta tapanlardan daha önce azab yapacaklardır. Çünki bilerek yapılan günah, bilmiyerek yapılandan daha kötüdür.” Hadis-i şerifleri meşhurdur.

 

Ashab-ı Kiram (RA) çok alim oldukları için küçük günahlardan da, büyük günahlar gibi korkarlardı. Buradaki hafızlar, Tevrat hafızları olsa gerektir. Çünki günah işleyen müslümanlara kafirlerden daha şiddetli azab yapılmayacakdır. Yahud, bu ümmetten olup da günahlardan, haramlardan sakınmağa ehemmiyyet vermeyip, kafir olan hafızlardır.

 

Hadis-i şerifde: “Alimler devlet adamlarına karışmadıkca ve dünyalık toplamak peşinde olmadıkca, Peygamberlerin emirleridir. Dünyalık toplamağa başlayınca ve hükumet adamlarının arasına karışınca, bu emanete hıyanet etmiş olurlar.” buyuruldu. Emanetcinin kendisine bırakılan malları muhafaza etmekde emin olması lazım geldiği gibi, din aliminin de, islam bilgilerini bozulmakdan muhafaza etmekde emin olması lazımdır.

 

Resulullah (SAV) Kabeyi tavaf ediyorken, “Hangi insan daha kötüdür?” diye soruldu. “Kötü olanı sorma! İyi olanları sor. Alimlerin kötüsü, insanların en kötüsüdür.” buyurdu. Çünki alimler, bilerek günah işlemekdedir.

 

Hz. Isa (AS): “Kötü alimler, su yolunu kapayan kaya gibidir. Su, kayadan sızıp geçemez. Akmasına da mani’ olur” dedi. Kötü din adamı, kanalizasyona benzer. Görünüşde, sağlam, sanat eseridir. İçi ise, pislik doludur.

 

Hadis-i şerifde: “Kıyamet günü azabların en şiddetlisi, ilmi kendisine faideli olmıyan din adamınadır.” buyuruldu. Bunun için, münafıklar, yani müslüman görünen kafirler, Cehennemin dibine gideceklerdir. Çünki, bunlar işittikleri, bildikleri halde, inad ederek, kafir olmuşlardır. İlm sahibi, yani din bilgilerini öğrenen kimse, ya sonsuz saadete kavuşur, yahud nihayetsiz felakete düçar olur.

 

Hadis-i şerifde: “Cehennemde azab çekenlerden bazıları, kötü kokular yayar. Bu koku diğerlerine ateşden daha fazla azab verir. ‘Sen ne günah işledin ki, böyle pis koku çıkarıyorsun?’ denildikde, “Ben din adamı idim. Bildiklerimi yapmazdım.’ der” buyuruldu.

 

Ebudderda  (RA) diyor ki: “İlmi ile amil olmıyan din adamına alim denilmez.” İblis, bütün dinleri biliyordu. Fakat ilmi ile amel etmedi. Çölde kalan kimsenin yanında on aded kılınç ve çeşidli silahlar bulunsa, bunları kullanmasını iyi bilse ve çok cesur olsa, kendisine hücum eden arslana karşı kullanmadıkca, bu silahların faidesi olur mu? Elbette olmaz.

 

Bunun gibi, din bilgilerinden yüzbin mes’ele öğrense, bunları kullanmadıkca, faidelerini görmez. Hasta olan kimse de, derdinin en faideli ilacı bulunsa, kullanmadıkca, faidesini görmez.

 

“Ahir zamanda ibadet edenlerin çoğu din cahili olacakdır. Din adamlarının çoğu da fasık olacakdır.” Hadis-i şerifinde bildirilen fasık din adamları, dünyalık ele geçirmek için, hükumet adamları arasına karışacaklardır.

 

Süfyanı Sevri  (RA) diyor ki: “Cehennemde ateşten bir vadi vardır. Bu vadide, hükumet adamları arasına karışan riyakar hafızlar azab göreceklerdir.”

 

Yine Süfyan (RA) diyor ki: “İlmde o kadar ilerledim ki, bir ayeti kerimeye otuzüç türlü mana veriyordum. Sultanın ziyafetine gitdim. Yediğim lokmaların tesiri ile bildiklerimin hepsini unuttum.”

 

Muhammed bin Seleme (RA) diyor ki: “Dünya menfaati için hükumet adamlarının kapısında bekliyen bir hafızın hali, pislik üzerine konmuş olan sineğin halinden daha kötüdür.”

 

“Allahü tealanın (CC) ihsan etdiği ilmi, insanlara öğretmiyen kimseye, kıyamet günü ateşten yular bağlanacakdır” hadis-i şerifi, yukarıda bildirilmişdi. İlmi, ehlinden saklayan din adamları böyle olacakdır. Nisa suresinin, “Mallarınızı sefihlere vermeyiniz!” mealindeki beşinci ayeti kerimesi, alçaklara, münafıklara ilm öğretmeyi men etmekdedir.

 

“İslamiyyet her tarafa yayılacakdır. Hatta, islam tacirleri, ticaret için büyük denizlerde serbest yolculuk yapacaklar ve gazilerin atları başka memleketlere yayılacaklardır. Sonra, hafızlar türeyecek, ‘Benden daha iyi okuyan var mı? Benden daha çok bilen var mı?’ Diyeceklerdir. Cehennemin odunları bunlardır’. Hadis-i şerifinden anlaşılıyor ki, riya ile okumaları ve tekebbür etmeleri kendilerini Cehenneme sürükleyecekdir.

 

Hadis-i şerifde: “Alim olduğunu söyliyen kimse, cahildir.” buyuruldu. Her sorulana cevab veren, her gördüğünden mana çıkaran ve her yerde bilgi satan kimse, cahilliğini ortaya koyar. “Bilmiyorum, öğrenip de söylerim.” diyen kimsenin, derin alim olduğu anlaşılır. Resulullah’a (SAV): “En kıymetli yer neresidir?” denildikde, “Bilmiyorum, Rabbim (CC) bildirirse söylerim.” demiştir. Bunu Cebrail aleyhisselama sormuş, ondan da, aynı cevabı almıştır. O da (AS),Allahü- teala’ya (CC) sormuş, “Mescidlerdir” cevabını almıştır.

 

A’raf suresinin “Afv et ve ma’rufu emr et” mealindeki yüzdoksansekizinci ayeti kerimesi gelince, Cebrail’den (AS) bunu açıklamasını istemiş, O da (AS), “Rabbimden (CC) öğreneyim” diyerek gitmişdir. Tekrar geldiğinde, “Allah-ü teala, ‘Senden uzaklaşana yaklaş! Senden esirgeyene ihsan et! Sana zulm edenleri afv et!’ emrini verdi.” dedi.

 

Şa’bi  (RA), kendisine sorulanlardan birine “bilmiyorum!” deyince, “Sen Irak memleketinin müftüsüsün. Bilmiyorum demek, sana yakışır mı?” dediklerinde, “Meleklerin üstünleri ‘bilmiyoruz’ dediler. Benim söylememden ne çıkar” , buyurdu.

 

İmam-ı Ebu Yusuf (RA), bir suale “bilmiyorum” deyince, “Hem Beytülmaldan maaş alıyorsun, hem de cevab vermiyorsun.” dediler. “Beytülmaldan, bildiklerim kadar ücret alıyorum. Bilmediklerim için alsaydım, Beytülmalda bulunanların hepsi yetişmezdi.” dedi.

 

Nefsine uymayan cahil ile arkadaşlık etmek, nefsinin esiri olan din adamı ile arkadaşlık etmekden iyidir. Din adamı olduğu için tekebbür etmek, cahil olmanın alametidir. Çünki, ilm, tevadu’a sebeb olur, kibrden men eder.

 

Tekebbür etmek haramdır. Tekebbür, Allah-ü teala’nın (CC) bir sıfatıdır. Kibr ve Kibriya sıfatı, O’na (CC) mahsusdur. İnsan, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allah-ü teala (CC) indinde kıymeti o kadar yükselir. Kendine kıymet verenin, Allah-ü teala (CC) katında kıymeti olmaz.

 

Kibrin zararını bilmeyen kimse için alim demek, yalan olur. İnsanın ilmi artdıkca, Allah-ü teala’dan (CC) korkması artar. Günah işlemeğe cesaret edemez. Bunun için, Peygamberler  (AS), tevadu’ sahibi idiler. Allah-ü teala’dan (CC) çok korkarlardı.

 

Kendilerinde kibr ve ucb gibi kötü huylar hiç yokdu. Küçüklere, fasıklara ve facirlere karşı da kibirli olmamalıdır. Yalnız, tekebbür sahibine karşı tekebbür etmek lazımdır. Bir alim, cahili görünce, bu, bilmediği için günah işliyor. Ben ise, bilerek işliyorum, demelidir. Bir alimi görünce, “bu benden daha çok biliyor ve ilminin hakkını veriyor. İhlas ile amel yapıyor.Ben böyle değilim,” demelidir. Kendinden daha yaşlı bir kimseyi görünce, “bu benden daha çok ibadet etdi,” demelidir. Gençleri görünce, “bunların günahı az, benim günahlarım çok” demelidir. Kendi yaşındakileri görünce, “günahlarımı biliyorum, onun ne yapdığını bilmiyorum. Bilinen kötülükleri tahkir etmek lazımdır”, demelidir.

 

Bir bid’at sahibini veya kafiri görünce, insanın hali son nefeste belli olur. Acaba benim halim ne olacak, demeli, bunlara da tekebbür etmemelidir. Fakat, bunları sevmemelidir. Hele, küfrü, bid’ati yaymağa uğraşan “Dinde Reformcular”, Resulullah’ın (SAV) sünnetine düşmandırlar. Sünnetin nurlarını söndürmeğe ve bid’ati, dalaleti yaymağa ve Ehl-i sünnet alimlerini  (RA) kötülemeğe ve ayeti kerimelere ve hadis-i şeriflere yanlış manalar vererek, islamiyyeti içerden yıkmağa çalışmakdadırlar.

 

Bu yıkıcıları, bölücüleri de sevmemelidir. Fakat, insanın kendi günahlarını unutmaması ve ezelde kendi hakkında nasıl takdir olunduğunu ve son nefesinin nasıl olacağını düşünmesi lazımdır. Ahirette kimin kimden üstün olacağı, dünyada kesin olarak bilinemez. Çok din adamı, kafir olarak can vermiştir. Çok kafirlere de iman ile can vermek nasib olmuştur.

 

Şimdi, kafire Cehennemlik, kendine Cennetlik diyen kimse, gaybı bildiğini iddia etmiş olur. Bu ise, küfrdür. Çünki, Cennetlik ve Cehennemlik olmak son nefeste belli olur. Son nefesin nasıl olacağını söylemek, gaybı bilmek olur. Onun için, kimseye tekebbür etmek caiz değildir.

 

“Kafire ve bid’at sahibine nehyi münker yapmak, nasihat vermek lazımdır. Kendini bunlardan aşağı gören kimse, onlara nasıl nasihat verebilir? Bundan başka, adeti ilahiyye şöyledir ki, insan nasıl yaşadı ise, öyle can verir. Bunun aksi olmuş ise de, nadirdir. Hem de, “Allah-ü teala (CC), mü’minleri meth etmekde, imansızlardan üstün olduklarını bildirmekdedir” denirse, buna (cevab) olarak deriz ki, “onları sevmemek lazım olması, Allah-ü teala  (CC) ‘Sevmeyiniz!’ dediği içindir.

 

Onlardan daha üstün olduğumuz için değildir. Sultan, küçük oğlunu, hizmetçisi ile bir yere gönderirken, çocuk kabahat yaparsa, darılmasını, hatta dövmesini emr eder. Bu da, çocuk kabahat yapınca, onu döver. Fakat döverken, kendisinin çocukdan daha kıymetli olmadığını bilmektedir. Ona tekebbür edemez. Mü’minin kafiri sevmemesi, buna benzemektedir. Allah-ü teala (CC) müminlerin, kendilerinin değil, imanlarının üstün olduğunu bildirdi. İman kimde bulunursa, o üstün olur. Sonsuz üstünlük, son nefeste belli olur.

 

İbadetin kıymetli olması da, şartlara bağlıdır. Müslüman, (malayani) ile, yani faidesiz şeyler ile vakit geçirmez. Hz. Ebu Bekr (RA) buyurdu ki, biz, bir harama düşmek korkusundan dolayı, yetmiş helali işlemekden sakınırdık.

 

Bunun için, kimse ibadetine güvenmemelidir. Çok ibadet yapdığı için tekebbür etmemelidir. İbadetin kabul olması için, niyyetin halis olması, ya’ni yalnız Allah-ü teala’nın (CC) rızası için yapılması lazımdır.

 

Bu ihlası elde etmek kolay değildir. Nefsi temizlemek takva ile olur. Takva, haramlardan sakınmak demekdir. Nefsi temizlenmeyen kimsenin ibadetlerini ihlas ile yapması çok güçdür.

 

Babaları ile, dedeleri ile övünmek ve tekebbür etmek, cahillik ve ahmaklıkdır. Kabil, Adem (AS)’ın oğlu idi. Ken’an, (Nuh aleyhisselamın üç oğlundan biridir. Diğer ismi Yamdır. Kardeşi Yafes din alimi idi. Bu ise küfrden kurtulamadı.) Babasının Peygamber olması, bunu küfrden kurtarmadı. İnsanın övündüğü dedeleri, bir avuç toprak oldu. Toprak ile övünmek akla uygun olur mu? Onların salih olmaları ile övünmemeli. Onlar gibi salih olmağa, onların yolunda bulunmağa çalışmalıdır.

 

Kadınların çoğu, güzellikleri ile tekebbür eder. Halbuki güzellik, insanda kalıcı değildir, çabuk gider. İnsana mülk olmaz. Ariyyet olan şeyle tekebbür etmek, ahmaklıkdır. Zahirin güzelliği, kalbin güzelliği ile, ya’ni iyi huyla birlikde olunca kıymetlidir. Kalbin temizliği de, Resulullah’ın (SAV) sünnetine uymakla belli olur.

 

İnsanın kalbine, ruhuna, ahlakına kıymet verilmezse, insanın hayvandan farkı olmaz. Hatta hayvanlardan aşağı olur. Pislikle dolu, bozulan, parçalanan bir makina olur. Her zaman beslenmesi, temizlenmesi, ta’mir edilmesi lazım gelen harab bir makinaya benzer. Böyle kimseye tekebbür etmek yakışır mı? Bunun ancak tevadu’ göstermesi lazım olur.

 

Genç ve kuvvetli olmakla tekebbür etmek de, cahillikdir. Hayvanların mekanik ve his organlarındaki kuvvetleri,insanlardan kat kat fazladır. Hayvanların insanlara tekebbür etmesi lazım olur.

 

Hep kuvvetli kalacağını, hastalığa, tehlikeye, kazaya yakalanmıyacağını kim iddia edebilir? Gençliğinden,gücünden, kuvvetinden, hatta hareketinden, solumasından ayrılmayan kimse görülmüş müdür? Böyle geçici olan, devamı çok kısa olan ve hayvanlarla ortaklaşa bulunan şeylerle tekebbür etmek akla uygun olur mu?

 

Mal ile, evlad ile, mevki ile ve rütbe ile tekebbür etmek, insana hiç yakışmaz. Çünki bunlar, kendinde bulunan üstünlükler değildir. Gelip geçen, kendinde kalmıyan, insandan çabuk ayrılan şeylerdir. Bunlar ahlaksızlarda, kötü kimselerde de bulunur.

 

Hem de onlarda daha çokdur. Bunlar üstün olsalardı, bunlara kavuşmayanların ve kavuşup da ayrılanların, çok aşağı kimseler olmaları lazım gelirdi. Mal, şeref vesilesi olsaydı, hırsızların, az zamanda bile olsa, şerefli kimseler olmaları lazım gelirdi. Tevadu’ gösterilmesi lazım olan kimseye tevadu’ edemez. Onun haklı sözlerini, nasihatlerini kabul etmez. Herkese karşı ondan daha üstün olduğunu göstermek ister. Ona eziyyet verirse, özür dilemez.

 

Hased de, tekebbüre sebeb olur. Onda bulunan nimetlerin ondan ayrılarak kendisine gelmesini ister. Onun haklı olan sözlerini ve nasihatlerini red eder. Ondan birşey sorup öğrenmek istemez. Kendinden yüksek olduğunu bildiği halde, ona tekebbür eder.

 

Riya da, tekebbür etmeğe sebeb olmakdadır. Riya ile, gösteriş yaparak, tanımadığı kimseye, başkalarının yanında tekebbür eder. Yalnız oldukları zaman etmez. Böyle kimselerin tekebbüründen kurtulmak için, alimlerin vekar sahibi olmaları, şereflerine uygun elbise giymeleri lazımdır.

 

Bunun için, İmam-ı A’zam Ebu Hanife (RA), “Sarığınız büyük olsun ve cübbenizin kol ağzı geniş olsun.” buyururdu. İnsanlara vaaz ve nasihat edecek kimselerin yeni, temiz elbise giyerek kendilerine cemal vermeleri ibadet olur. Hürmet edilmezlerse, sözleri dinlenmez. Çünki, cahiller, insanın zahirine bakar. İlminden, ahlakından anlamazlar.

 

Çok kimse, kibrli olduğunun farkında değildir. Bunun için, kibrin alametlerini bilmek lazımdır. İçeri girince, herkesin kendi için ayağa kalkmalarını sever. Kendisine hürmet edildiğini anlıyarak, onlara nasihat vermek istiyen alimin, kendisi için ayağa kalkıldığını arzu etmesi kibr olmaz. Kendi oturup, başkalarının kendine karşı ayakda durmalarını istemek, tekebbürdür.

 

Ebu Süleyman Darani (RA) diyor ki, “Bütün insanlar, beni olduğumdan daha aşağılamak, hakaret etmek isteseler, bunu yapamazlar. Çünki, herkesin, hakaret derecelerinin en aşağısı olarak düşünebileceklerinden daha aşağı olduğumu biliyorum.” İnsan, kendini herkesden, hatta İblisden, Firavundan daha aşağı düşünebilir mi? Çünki, bu ikisi [ve Stalin, Mao ve çömezleri gibi islam ve insanlık düşmanı olan zalimler] kafirlerin en kötüleridir.

 

İlahlık davası eden, dilediğini yapmaları için milyonlarca insanı öldüren ve işkence altında inletenlerin, kafirlerin en aşağısı oldukları muhakkakdır. Allah-ü teala (CC), bunlara gadab etmiş, küfrün en kötüsüne düşürmüşdür. Bana ise, merhamet etmiş, iman ve hidayet ihsan etmişdir. Dileseydi, bunun aksini yapardı. Elhamdülillah, yapmadı. Bununla beraber, bu yaşa gelinceye kadar, çok günah işledim. Kimsenin yapmadığı kötülükleri yapdım. Son nefesimin nasıl olacağını da bilmiyorum, diyerek tevadu’ yapması lazım geldiğini, kendi kendine anlatmalıdır.

 

Kur’an-ı Kerim’de kibir ve kibirlenip böbürlenenler ile ilgili Allah-ü Teala (CC) Hz.leri bizlere şu Ayet-i Kerimelerde şöyle bildiriyor:

 

“Allah’a (CC) ibadet edin ve O’na (CC) hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlar (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın; Allah (CC) kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.”[1]

 

“Ne Mesîh (AS) ve ne de Allah’a (CC) yakın melekler, Allah’ın (CC) kulu olmaktan geri dururlar. O’na (CC) kulluktan geri durup büyüklenen kimselerin hepsini (Allah cc.) yakında huzuruna toplayacaktır.”[2]

 

“İman edip iyi işler yapanlara (Allah cc.) ecirlerini tam olarak verecek ve onlara lütfundan daha fazlasını da ihsan edecektir. Kulluğundan yüz çeviren ve kibirlenenlere gelince onlara acı bir şekilde azap edecektir. Onlar, kendileri için Allah’tan (CC) başka ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulurlar. (Kendilerini Allah'ın cc. azabından kurtaracak bir kimse bulamazlar.)”[3]

 

“Hiç şüphesiz Allah (CC), onların gizleyeceklerini de açıklayacaklarını da bilir. O (CC), büyüklük taslayanları asla sevmez.”[4]

 

“O halde, içinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin! Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!”[5]

 

“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.”[6]

 

“Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini (CC) hamd ile tesbih ederler.”[7]

 

“Kıyamet gününde Allah (CC) hakkında yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Kibirlenenlerin kalacağı yer cehennemde değil midir?”[8]

 

“Onlara: ‘İçinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin; kibirlenenlerin yeri ne kötü!’ denilir.”[9]

 

“Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın (CC) âyetleri hakkında mücadele edenler gerek Allah (CC) yanında, gerekse iman edenler yanında büyük bir nefretle karşılanır. Allah (CC), büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.”[10]

 

“İçinde ebedî kalmak üzere cehennemin kapılarından girin! Kibirlenenlerin dönüp gidecekleri yer ne çirkindir!”[11]

 

HADİS-İ ŞERİF’LERDE BUYRULDU Kİ:

 

“Allah-ü teala (CC), tevadu’ üzere olmağı bana emr eyledi. Hiçbiriniz, hiçbir kimseye tekebbür etmeyiniz!” Zimmi denilen gayrı müslim vatandaşlara ve izin ile [pasaport ile] gelmiş olan yabancı tüccarlara, ecnebi iş adamlarına ve turistlere de, tekebbür etmemek lazım olduğu,bu hadisi şerifden anlaşılmakdadır. Her insana tevadu’ yapmak lazım olunca, onlara hıyanet yapmak, incitmek hiç caiz değildir.

 

İnsanlara islamiyyeti tanıtarak, kendiliklerinden seve seve müsliman olmalarına çalışmak demekdir. Peygamberimiz (SAV) ve Ashab-ı Kiram (RA) ve hakiki müslüman olan islam devletleri, mesela Osmanlılar, hep böyle cihad etdiler. Güçsüz, savunmasız insanlara saldırmadılar.

 

İslamın iç ve dış düşmanlarının yıkıcı, aldatıcı propagandalarına karşı Ehl-i sünnet alimlerinin, hakiki müslümanlığı yani Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz’in ve Ashab-ı Kiram’ın (RA) yolunu, neşr vasıtaları ile bütün dünyaya yaymaları, günümüzün en kıymetli cihadıdır.

 

Hadis-i şerifde, “Nimete kavuşmuş olanlardan, tevadu’ gösterenlere ve kendilerini kusurlu bilenlere ve helaldan kazanıp, hayırlı yerde sarf edenlere ve fıkıh bilgileri ile hikmeti ya’ni tesavvufu birleşdirenlere ve helala harama dikkat edenlere ve fakirlere merhamet edenlere ve işlerini Allah (CC) rızası için yapanlara ve huyu güzel olanlara ve kimseye kötülük yapmayanlara ve ilmi ile amel edenlere ve malının fazlasını dağıtıp, lafının fazlasını saklayanlara müjdeler olsun” buyuruldu.

 

Alay etmek için ve münafıklık yaparak, riya yaparak, mala, mevkiye kavuşmak için yahud korkduğu için yapılan tevadu’ da, kötü huydur. Bu kötü huydan kurtulmak için, buna sebeb olan kötülüklerden kurtulmak lazımdır. Böyle kötü sebeblerden kurtulan kimsenin tevadu’u, güzel huy olur.

 

Hz. Resul (SAV) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Cehennemlikleri size haber vereyim mi? Onlar katı yürekli, malını hayırdan esirgeyen kibirli kimselerdir.”[12]

 

“Çalım satarak elbisesini sürükleyen kimseye, Allah-ü Teala kıyamet gününde rahmet nazariyle bakmaz.”[13]

 

Hz. Peygamber (SAV) şu hadisiyle bunlara işaret etmiştir: “İnsanoğlundan her biri hatalıdır ve hatalıların iyileri tevbe edenlerdir.”[14]

 

Hz. Resul (SAV) Efendimiz: “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse Cennete giremez.” buyurdu. Ashab’tan Mali b. Minare (RA): “Ey Allah'ın (CC) Resulü (SAV)! İnsan elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını sever.” dedi. Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz: “Allah (CC) güzeldir, güzelliği sever. Kibir ise hakkı kabul etmemek ve insanları hor görmektir.” buyurarak temiz giyinmenin, üst baş, kılık ve kıyafet düzgünlüğüne özen göstermenin kibirle bir ilgisi bulunmadığını bildirmiştir.[15]

 

Büyüklük Allah’a (CC) mahsustur. Kula yaraşan tevazu, alçak gönüllülüktür. Allah'a (CC) has bir sıfata kulun talip olması doğru değildir. Nitekim Peygamberimiz (SAV) Efendimiz: yücelik ve ululuğun Allah’ın (CC) şanına layık sıfatlar olduğunu, bu sıfatlardan bir tanesinde Allah'a (CC9 ortak olmak isteyenleri Allah’ın azab edeceğini bildirmiştir.[16]

 

Hz. Resul (SAV) Efendimiz yine buyurmuşlardır ki: “Kibirden sakınınız. Çünkü, İblisi, Adem’e (AS) secde etmemeye kibir sevketmiştir.Hırstan da sakınınız. Çünkü memnu (yasak) ağaçtan yemeye Adem’i (AS) hırs sevketmiştir.”[17]

 

“Kibirden (büyüklenmekten) kaçınınız. Zira mütekebbir (kibirlenen) kul kendini büyük görmede israr ederse nihayet Allah-ü Teala (CC) Hz.leri, meleklerine ‘Bu kulumu zalimler (defterine) yazınız’ buyurur.”[18]

 

“Kendini büyük gören ve yürüyüşünde kibirlilik gösteren kimse, Hz. Allah (CC) ona kızgın olduğu halde (ölüm neticesinde), Allah’a (CC) lerine kavuşur.”[19]

 

İbni Mesud (RA) anlatıyor: “Resûlullah (SAV) buyurdu: ‘Kalbinde zerre miktar kibir bulunan kimse asla cennete girmeyecektir!’ buyurmuştu. Bir adam: ‘Kişi elbisesinin güzel olmasını, ayakkabısının güzel olmasını sever!’ dedi. Aleyhissalâtu vesselam da: ‘Allah-ü Teala (CC) Hz.leri güzeldir, güzelliği sever! Kibir ise hakkın ibtali, insanların tahkiridir.’ buyurdular.” Bir diğer rivayette: “Kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunan bir kimse cehenneme girmez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse de cennete girmez.”[20]

 

Hz. Ebu Hureyre (RA) anlatıyor: “Resulullah (SAV) buyurdular ki: ‘İnsanlar, ya cehennem kömüründen başka bir şey olmayan ölmüş ecdadlarıyla övünmekten vazgeçerler, yahut da Allah (CC) katında, burnuyla pislik yuvarlayan mayıs böceğinden daha adi bir derekeye düşerler. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri sizlerden cahiliye kibrini temizledi. Artık o, muttaki bir mü’min yahut bedbaht bir facirdir. İnsanların hepsi Hz. Adem’in (AS) evlatlarıdır. Adem ise topraktan yaratılmıştır’.”[21]

 

İbnu Ömer (RA) anlatıyor: “Hz. Resul (SAV) buyurdular ki: ‘Allah (CC), Kıyamet günü, büyüklenerek elbisesini sürüyenin yüzüne bakmayacaktır’.”

Bir diğer rivayette: “Elbisesini çalımla sürüyene bakmayacaktır.” denmiştir.[22]

 

İbni Mesud (RA) anlatıyor: “ResUlullah (SAV) buyurdu: “Kim namazda izarını (gömleğini) çalımla yere değecek kadar uzatırsa, Allah (CC) onun ne günahını affeder, ne de onu kötü amellere karşı korur’.”[23]

 

Hz. Ebu Hureyre (RA) anlatıyor: “Resulullah (SAV) buyurdular ki: ‘Bir adam, nefsinin hoşuna giden bir takım elbise içinde saçları da yapılmış olarak giderken yürüme sırasında kibre düşmüştü ki, birden yere battı. Kıyamet kopuncaya kadar orada zorlukla batmaya devam edecek’.”[24]

 

Cabir İbni Atik (RA) anlatıyor: “Resulullah (SAV) buyurdular ki: ‘Kıskançlıktan bir nevi var ki Allah (CC) sever; bir kısmı da var ki Allah (CC) onu sevmez. Allah’ın (CC) sevdiği kıskançlık, kişinin (mehariminden haram kılınmış bir fiil görmesi ile) şüphe halinde duyduğu kıskançlıktır. Allah’ın (CC) sevmediği kıskançlık, şüphe olmadan kıskançlık duymasıdır.

Aynı şekilde bir kısım gurur vardır ki Allah (CC) hoşlanmaz, bir kısmı da var, Allah (CC) hoşlanır. Allah-ü Teala’nın (CC) sevdiği gurur, kişinin savaş sırasında ve sadaka verme esnasında nefsine güvenerek duyduğu gururdur. Allah’ın buğzedip sevmediği gurur ise, taşkınlık ve övünme sırasında duyduğu gururdur’.”[25]

 

Hz. Resul (SAV) Efendimiz şöyle buyurdular: “Her kim duyulsun diye bir iş işlerse, Allah (CC) onun kıymetsizliğini duyurur. Her kim gösteriş olsun diye bir iş yaparsa, Allah (CC) da onun gösteriş yapmasını ve değersizliğini ortaya çıkarır.”[26] “Şüphesiz riya şirktir.”[27]

www.GAVSUALAZAM.de


[1] Nisa S. A. 36

[2] Nisa S. A.172

[3] Nisa S. A.173

[4] Nahl S. A.23

[5] Nahl S. A.29

[6] İsra S. A.37

[7] Secde S. A.15

[8] Zümer S. A.60

[9] Zümer S. A.72

[10] Mümin S. A.35

[11] Mümin S. A.76

[12] Buhari; Kalem Suresinin tefsiri; Müslim, Kitabul Cenne, 13

[13] Müslim, Libas, 9

[14] Tirmizi, Kıyamet, 49

[15] Müslim, İman, 39

[16] bak: Müslim, Birr, 38

[17] Muhtar’ul Ehadisi’ Nebeviyye Tercümesi. S.49; İbni Asâkir: İbni Mes’ud (RA) Hz.leri’nden riv.ed.Had.Şer.

[18] Muhtar’ul Ehadisin Nebeviyye Tercümesi. S.6; İbn Adiyy: Ebû Umâme (RA) Hz.leri’nden riv.ed.Had.Şer.

[19] Muhtar’ul Ehadisin Nebeviyye Tercümesi. S.143; Buhari: İbn-i Ömer (RA) Hz.leri’nden riv.ed.Had.Şer.

[20] Müslim, İman 147; Ebu Davud, Edeb 29. (4091); Tirmizi, Birr 61, (1999)

[21] Ebu Davud, Edeb 120, (5116); Tirmizi, Menakıb (3950, 3951)

[22] Buhari, Libas 1, 2, 5, Fezailu'l-Ashab 5, Edeb 55; Müslim, Libas 42, (2085); Muvatta, Libas 11; (2, 914); Tirmizi, Libas 8, (1730); Nesai, Zinet 102, (8, 206); Ebu Davud, Libas 28, (4085)

[23] Ebu Davud, Salat 83, (637)

[24] Buhâri, Libâs 5; Müslim, Libâs 49, (2088)

[25] Ebu Dâvud, Cihâd 114, (2659); Nesâi, Zekât 66, (5, 78)

[26] Müslim, Zühd, 38

[27] İbn Mace, Fiten, 16

© 2003-2004   www.Gavsulazam.de   Her Hakki Mahfuzdur.