Hiddet, rûhî bir olay
olmakla beraber, bedende de birçok belirtileri görülür. Öfkelenen insanın yüz
hatları değişir, gözleri kızarır. Kendini tutamayarak, utandırıcı ve söyleyeni
küçük düşüren sözler söylemeğe başlar. Ses tonu ve konuşma tarzı bozulur.
Neticede, başkalarının yanında gülünç bir durumu düşer. Bundan dolayı Peygamber
(SAV) Efendimiz: “Öfke şeytandandır.”
ve “Öfkeden sakınınız.”
buyurmuştur.
Görülüyor ki, öfke insanı
sabırlı, şuurlu ve olgun biri olmaktan çıkarır, onu sinirli, karşısındakine
düşman kesilmiş, tahribat yapıcı, kıncı ve dökücü biri haline çevirmektedir.
Bunun içindir ki, öfkeli olmak hem kişinin kendisi için, hem de cemiyet için
istenilmeyen, reddedilen bir özelliktir. Böyle bir huya sahip olan kişi, hem
kendisine hem de başkalarına olmadık büyük zararlar verebilir. Öfkeli
kişilerden oluşan toplumlar da hem kendi aralarında, hem de öteki toplumlara karşı
zararlı olabilirler.
Hiddet, kişinin nefis
terbiyesiyle ve ahlâkî durumuyla yakından ilgili olduğuna göre, sağlam ve
mükemmel bir imana ve bu imanın verdiği bir ahlâka ve güzel bir nefis
terbiyesine sahip olan kişiler, öfkelerini yenmesini, onu dizginleyip idare
etmesini, istedikleri gibi kullanmasını bilirler. Nitekim yüce Allah (CC) “Onlar
bollukta ve darlıkta sarfederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını
affederler. Allah (CC), iyilik yapanları sever.”
Ayet-i Kerimesinde müminlerin bu özelliklerini açıklar.
Hz. Peygamber (SAV)
Efendimiz: “Asıl yiğit, güreşte kuvvetli olan değil, öfkelendiği zaman kendine hâkim
olabilendir.” buyurmaktadır.
Öfke hakindeki insan,
şiddetli kasırgalar altında büyük fırtınalara tutulan bir gemiye benzer. Artık
o, dengesini kaybetmiştir. Böyle öfke ve hiddet içinde olan kişi, kendisini
başka bir işe yöneltmelidir. Böylece, yaptığı bu hareket değişikliği onu kötü
düşüncelerden ve olumsuz ortamdan uzaklaştırır. Peygamberimiz (SAV): “Biriniz
hiddetlenip öfkelendiğinde abdest alsın.”
buyurmuştur.
Aslında en güzel olanı
hiddete kapılmamaktır. Abdurrahman b. Avf (RA) şöyle rivayet ediyor: “Rasûl-i
Ekrem'e (SAV) bir kişi geldi ve: ‘Yâ Rasûlallah (SAV), bana bir kaç kelime
öğret ki, onlarla mesud olayım. Çok olmasın ki, unuturum.’, dedi. Sevgili
Peygamberimiz (SAV) de: ‘Hiddetlenme’ diye buyurdular.”
Ayrıca Hz. İmam-ı Ali (KV)
hakkında şöyle bir hikâye anlatılır. O (KV), cihad hareketlerinin birinde bir
müşrikle teke tek dövüşürken, hasmını yere yatırıp göğsü üzerine oturur ve onu
önce imana davet eder. Fakat bu davete müşrik, Hz. Ali’ye (KV) tükürmekle cevap
verir. Bunun üzeni Hz. Ali (KV) hasmını bırakıp üzerinden kalkar. Bu duruma çok
şaşan putperest: “Beni niye öldürmedin” diye sorar. Hz. Ali (KV) de cevaben “Eğer
seni öldürseydim, öfke ve hiddete kapıldığım için öldürecektim, yoksa Allah’ın (CC)
dinini kabul etmediğinden dolayı değil.” Bu cevap üzerine putperest, Lâ ilâhe
illâllah Muhammedu'r-Rasûlullah diyerek iman eder.
Hiddet
müslümana yakışmayan bir tavırdır. Ancak Allah’a (CC), Rasûlüne (SAV) ve İslâm’â
bir saldırı söz konusu olduğu takdirde müslümanın kızması ve hiddetlenmesi caiz
hatta İslam’ı korumak maksadıyla gerekli bir tavırdır.
www.GAVSUALAZAM.de
|