Diğer uzuvlar böyle değildir. Zira gözün
tasarrufunda, renkler ve şekillerden başka bir şey yoktur. Kulağın da tasarrufunda,
ses ve sedadan başka bir şey yoktur. Diğer uzuvlar da böyledir. Herbir uzvun hüküm ve iradesi
bedenin bir köşesindedir. Ama dil hükmü, bütün bedende geçerlidir.
Dil kalbin karşısında durur. Kalbin
hazinesinde bulunan garib suretleri değişik şekilleri ifade etmekten başka,
kalbin dışından nice suretleri kalbe ulaştırır. Dilin konuştuğu herşeyden kalb
ayrı bir sıfat, ayrı bir hal alır. Mesela, dil yalvarıp yakarmağa başlayınca ve
bunları ifade eden kelimeleri söyleyip feryad ve figan etmeğe başlayınca, kalb
şefkat, acıma, üzülme ve kasavet sıfatları almaya başlar. Kalb ateşinin buharı
beyine yönelir ve gözlerden yaşlar damlamaya başlar.
Dil sevindirici, neşelendirici sözleri,
kalbi okşayan güzel vasıfları ifade etmeye başlayınca, kalbte neşe ve sevinç
meydana gelir; meyl ve şehvet damarları, şevk ve muhabbet telleri hareket
etmeye başlar. Bunun gibi dil ile
söylenen her sözden kalbte yeni bir sıfat meydana gelir.
Şöyle ki, eğer çirkin sözler söylenirse,
kalb kararmağa başlar; eğer güzel söz söylenirse, kalb aydınlanmaya başlar ve
eğer dil eğri sözleri söylemeye alışırsa, kalb de eğri olur, doğru şeyleri
idrak etmekten uzaklaşmaya başlar. Tıpkı eyri aynanın eşya suretini eğri
gösterdiği gibi. Bunun içindir ki, yalancı şairlerin rüyası da umumiyetle
gerçeğe uygun olmaz.
Bu dünyadan göçünce, bütün lezzetlerin en
üstünü ve isteklerin sonu olan Allah (CC) Hz.leri’nin cemali de kalbinde doğru
görünmez ve o büyük lezzetin saadetinden mahrum kalır. Tıpkı güzel bir yüzün,
eğri bir aynada çirkin görünmesi gibi. Mesela, kılıca enine veya boyuna
bakınca, bakan ne kadar güzelik sahibi olursa, yine onda lezzet ve güzellik
bulamaz. Demek ki öbür dünyanın halleri durumu ve Allah(cc hz)'ın işlerinin
hakikat ve sırları da böyledir.
O halde kalbin eğri ve doğru olması, dilin
eğri ve doğru olmasına bağlıdır. Bu sebeple kainatın Peygamberi (SAV) Efendimiz
buyurur ki: “Kalb müstakim olmadan, iman müstakim olmaz. Ve dil müstakim
olmadan kalb müstakim olmaz.” Bu itibarla dilin afetlerinden kaçınmak dinin
mühim işerindendir. Biz bu asılda sükutun faziletini beyan edeceğiz. Ondan
sonra dilin afetlerini ve çok konuşmanın zararını ve fuzuli konuşmanın,
münazara, mücadele ve münakaşa yapmanın afetlerini; sövmenin çirkin söylemenin
ve dil uzatmanın fesadını anlatacağız. Sonra da lanet etmenin, latife ve alay
etmenin zararını; yalan söylemenin,gıybet yapmanın, söz taşımanın ve iki
yüzlüğün afetlerini; övmenin, yermenin zararını ve bunlarla ilgili olan şeyleri
tamamıyla beyan edeceğiz ve herbirinin ilacının ne olduğunu açıklayacağız
inşaalllah.
Ebu Said-el Hudri (RA) Hz. Resulullah’tan
(SAV) anlatıyor: “Ademoğlu sabaha erdi mi, bütün azaları, dile temenna edip: ‘Bizim
hakkımızda Allah'tan (CC) kork. Zira biz sana tabiyiz. Sen istikamette olursan
biz de istikamette oluruz, sen sapıtırsan biz de sapıtırız!’derler.”
Süfyan İbni Abdillah (RA) anlatıyor: “Ey
Allah'ın (SAV) Resulü dedim, uyacağım bir amel tavsiye et bana! Şu cevabı
verdi: ‘Rabbim Allah'tır (CC)de, sonra doğru ol!’ ‘Ey Allah'ın Resulü’ dedim
tekrar. Benim hakkımda en çok korktuğunuz şey nedir?’ Eliyle dilini tutup
sonra: ‘İşte şu!’ buyurdu.”
Allah-ü Teala (CC) Hz.leri Kur’an-ı
Kerim’de buyuruyor ki: “Gerçekten nefis Rabbimin (CC) kendisini esirgediği dışında var gücüyle
kötülüğü emredendir.”
Dilin afetlerini ve kötü söz söylemenin,
gıybet etmenin kötülüklerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Lüzumsuz ve boş konuşmak: Lüzumlu
olmayan, yani terkedilmesinde dini ve dünyevi zarar olmayan sözleri konuşan,
İslam'ın güzelliğinden çıkmış olur.
Rivayet edilir ki: Peygamber (SAV)
Efendimiz ile birlikte savaşan bir yiğit şehid oldu. Onu, çok açlığından
karnına taş bağlamış olduğu halde buldular. Annesi, yüzündeki tozu temizledi
ve: “Cennet sana afiyet olsun.” dedi. Resulullah (SAV) Efendimiz buyurdu ki: “Ne
biliyorsun? Belki hayatında kendisine lazım olmayan bir şey ile bahillik
etmiştir, yahut kendisine lazım olmayan bazı kelimeler söylemiştir.” Peygamber (SAV)
Efendimizin bu sözünün manası şudur ki, belki kıyamet gününde ondan hesap
isterler. Halbuki, afiyet meşakkatsiz ve hesapsız olan şeydir.
Sahabe'den (RA)
birisi der ki, “Bazı kimseler
benimle bazı sözler konuşurlar ki, onun cevabı bana,soğuk ve tatlı suyun,
susuza tatlı gelmesinden daha çok tatlı gelirken, fuzuli olur korkusuyla ona
cevap vermeye kalkışmıyorum.”
Mutarrif bin Abdullah (RA) der ki: “Hak
Teala (CC) Hz.leri’nin Celali, kalbinizde yüksek olmaktır. ŞöyIe ki, önemsiz
sözler arasında onu (Allah'ı cc.) anmamalıdır.Mesela hayvanlara kediye, ‘Allah
(CC) seni şöyle böyle etsin’ dememelidir.”
Resulullah (SAV) Efendimiz buyurdu ki: “Saadetli
insanlar sözünün fazlasını geriye bırakan, malının fazlasını ise, veren, yani
kesesinin mührünü çözüp diline vuran kimselerdir.”
Resulullah (SAV) Efendimiz yine buyurdu
ki: “İnsanlara dilden daha kötü bir şey verilmemiştir. Bil ki, hangi kelimeyi
konuşursan, onu senin üzerine yazarlar.” “Bir söz söylemez ki, Rakib ve Atid
melekler yanında bulunmasın.” “Eğer melekler sizin sözlerinizi bedava yazmayıp
karşılığında ücret taleb etselerdi, ücret korkusundan on sözün dokuzunu terkeder,
birini söylerdiniz. Halbuki, çok konuşmakla vakit zayi etmenin zararı, ücret
vermek zararından fazladır.”
2- Batıl
ve günah olanları konuşmaktır. Batıl bid'at çeşitleriyle sahabeler
arasında yapılan harpler ile ilgili şeyler konuşmaktır. Günah ise, yaptığı fısk
ve fesadı başkasına anlatmaktır. Mesela, içki sohbetini, fesad toplantılarında
anlatmak; yahut bir mecliste iki kişinin birbirlerine sövmelerini, birbirlerini
incitmelerini, yahut fuhşiyata ait güldürücü hikaye ve maskaralıkları
anlatmak.. Bunların hepsi bundan önce anlatıldığı sebebten müslümanın
derecesini düşürdüğü gibi, ayrıca günahtır.
Resulullah (SAV) Efendimiz buyurdu ki: “Bazı
kimseler söylediği sözün ehemmiyetini kavrayamadığı için umursamaz. Halbuki o
söz onu cehenneme götürür. Bazen de bazı sözler söyler ki, onların kıymet ve
mertebesini bilmez. Halbuki o sözler onu cennete götürür.”
3- Konuşma esnasında muhalefet münazara ve
münakaşa yapmaktır. Buna şeriat lisanında “mira” (itiraz) denir. Bazı
kimseler vardır ki, bir kimse birşey söyledi mi, onu red edip “öyle değil,
belki şöyledir” demeyi adet edinmiştir. Bunun manası, “sen ahmaksın, cahilsin,
yalancısın; ben ise zekiyim, akıllıyım ve doğruyum” demektir. Bu itibarla bu
bir kelime iki helak edici sıfatı kuvvetlendirmiş olur. O sıfatlar, biri
tekebbür ve biri de canavarlıktır. Tekebbür açıktır. Canavarlık olması ise, bir
kimsenin hatırını kırdığı içindir.
Bu sebeple Hz. Resul (SAV) Efendimiz şöyle
buyurdular: “Konuşmada muhalefet ve münakaşayı bırakıp batıl sözler söylemeyen
kimse için cennette bir köşk yapılır. Eğer haklı cevabı vermemeye sabrederse,
bu köşk cennetin en yüksek yerinde
yapılır.” Zira hakkı söylememeye sabretmek yalan ve asılsız şeyi söylememeye
sabretmekten daha zordur.
Resulullah (SAV) Efendimiz buyurdu ki: “Kişi,
velevki haklı da olsa, muhalefet ve nizadan el çekmedikçe imanı tamam olmaz.” Muhalefet
dediğimiz yalnız mezhebler arasında olan ihtilaf değildir. Belki bir kimse “bu
nar tatlıdır” dese, sen de “ekşidir” desen, yahut “filan yerden filan yere
kadar bir fersahtır”, dese sen de; “bir fersah yoktur” desen bütün bunlar iyi
haller değildir. Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdular: “Her münakaşa ve
inadın keffareti iki rekat namazdır.”
Münakaşa çeşitlerinden biri şudur ki, bir
kimse hatalı konuşunca, onun eksiğini bulup kusurunu göstermektir. Bunlar hepsi
haramdır. Zira bundan kalbi kırılır, incinir ve zaruret olmadan hiç bir
müslümanı incitmek caiz değildir. Bu hataları ilan etmek farz değildir.. Belki
susmak imanın kemalindendir. Bu münakaşa mezhep ayrılıklarında olursa yine iyi
değildir. Ancak kabul ümidi olursa, yalnız yerde nasihat yoluyla hakikati açmak
bundan müstesnadır. Eğer kabul etmek ümidi yok ise susmak daha hayırlıdır.
Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz: “Birbirleriyle
mücadele ve münakaşa eden kavimlerin hepsi, dalalet vadisinde helak oldular.”
Buyurmuşlardır.
Lokman Hekim (AS) oğluna dedi ki: “Yavrum,
alimler ile mücadele etme; seninle düşmanlık yaparlar ve seni de düşman
sayarlar.”
Bil ki, asılsız ve batıl sözler karşısında
sabredip susmak kadar zor hiçbir şey yoktur. Bu, en üstün mücahededir.
Davud-i Tai (RA) uzlet ediyordu. Ebu
Hanife (RA): “Ya Davud (RA)! Niçin uzlet edip meskeninden dışarı çıkmıyorsun?”
dedi. Davud-i Tai (RA): “Ben kendimle cihad etmekle meşgulüm. Cihad beni
münazaradan alıkoydu.” dedi. Ebu Hanife (RA): “Bari münazara meclisinde bulun,
söylenen sözleri dinle, kendin bir şey söyleme.” dedi. Davud-i Tai (RA): “Münazara
meclisine geldim, öyle kaldım, onun gibi hiç zor mücadele görmedim. Bundan daha
büyük afet olurmu ki, bir şehirde mezhep taassubu olsun; bazı kimseler, makam
ve şöhret peşinde olup münakaşa ve münazara yapsınlar ve cahillere cedel
dindendir diye öğretsinler.”
Zaten cedel (münazara) hayvani tabiat ve
tekebbürün arzusudur. Cahil insanlar, bunun dinden olduğunu sandılar mı, cedel
onların kalbinde o kadar perçinleşir ki, onsuz hiç sabredemezler. Zira bu
hususta nefse çeşitli lezzetler hasıl olur.
Malik bin Dinar (RA) der ki: “Cedel
(münazara) dinden değildir. Bütün selef cedelden kaçınmışlardır. Fakat eğer
hasım bid'atçı olursa, inat etmeden ve uzatmadan Kur'an ve hadis ile onunla
konuşmayı caiz görmüşler. Fayda vermediğini görünce de vazgeçmişler.”
4- Mal
için husumet etmek. Mal için ya kadı huzurunda,yahut başka bir yerde
husumet yapmaktır. Bunun da afeti büyüktür. Peygamber (SAV) Efendimiz demiştir
ki: “Bilgisi olmadan birisiyle husumet yapan kimse, husumeti kesinceye kadar
Hak Teala (CC) Hz.leri’nin gazabında olur.”
“Mal için husumet yapmak gibi, kalbi
dağıtan, hayatın zevkini gideren ve dinin mürüvvetini zayi eden bir şey yoktur”
demişler. Yine demişlerdir ki, “takva
ehlinden hiçbir kimse mal hususunda husumet ve niza, yapmamıştır. Zira fazla
söylemeksizin husumet başlamaz.”
Takvalı olan da fazla söylemekten kaçınır.
Mücadele eden en azından hasmıyle tatlı ve yumuşak konuşmaz. Halbuki tatlı ve
yumuşak konuşmanın fazileti çoktur. O halde husumeti olan kimse elinden
gelirse, ondan el çekip vazgeçsin. Zira o, ona Ahiret azığı olur. Eğer
vazgeçmezse, bari doğrudan başka bir şey konuşmamalı, haksız yere kimseyi
incitmemeli, hasmına sert sözler söylememeli, sövmemeli beddua etmemeli ve
ilave etmemelidir. Çünkü bunların hepsi
dinin helak sebebleridir.
5- Sövüp fuhşiyat söylemektir. Hz. Resul
(SAV) Efendimiz şöyle buyurdular: “Kötü söz söyleyenlere cennet haramdır.”
Hz. Resul (SAV) Efendimiz yine buyurdular
ki: “Cehennem ehlinden öyle kimseler vardır ki, onların ahından çıkan pislik
kokusundan bütün cehennem ehli feryad edip bunlar kimdir? diye sorarlar.
Bunlar, nerde bir pis ve fahiş söz işitseler, onu sevip söyleyen kimselerdir
diye cevap verilir.”
İbrahim bin Meysere (RA) der ki: “Kötü söz
söyleyen kıyamet gününde köpek suretinde olur.”
Fahiş sözlerin çoğu, çirkin ibarelerle
cimayı ifade etmektir. Nitekim fısk ve fesad ehlinin adeti budur. Sövmek ise,
cimayı birisi hakkında söylemektir.
Peygamber (SAV) Efendimiz buyurdular ki: “Anasına
babasına sövene lanet olsun.” Dediler ki: “Ya Resulallah (SAV)! Bunu kim yapar?”
Buyurdu ki: “Bir kimse,bir kimsenin anasın ababasına söver,o da onunkine söver.
Hakikatta kendisi anasına babasına sövmüş olur.”
6-
Lanet etmektir. Gerek hayvanlara, gerek elbiseye ve gerek
insanlara olsun lanet etmek mezmumdur. Peygamber (SAV) Efendimiz buyurdu ki: “Mü'min
olan lanet etmez.”
Seferde bir hanım bir deveye lanet edince,
Peygamber (SAV) Efendimiz buyurdu ki: “Devenin sırtındaki herşeyi alın ve
kafileden sürün, gitsin. Zira o mel’un oldu.” O deve bir müddet öyle yürüdü.
Kimse yanına yaklaşmadı.
Ebu Derda (RA) der ki: “Biri, insana,
toprağa, yahut bir şeye lanet ederse, o da der ki, hangimiz Allah'a (CC) asi
ise, lanet ona olsun.”
Bir gün Hz. Ebu Bekir Sıddık (RA) bir yere
lanet etti. Peygamber (SAV) Efendimiz üç
defa, “Sıdk ve lanet bir yerde nasıl olur?” dedikten sonra: “Kabe sabibinin
hakkı için olamaz.” buyurdu. Hz. Ebu Bekir Sıddık (RA): “Tevbe olsun, ya Resulallah
(SAV)!” deyip keffaret için bir köle azad etti.
Bil ki, belli bir kimseye lanet etmek caiz
değildir. Ancak kötü hal üzere olan topluluğa caizdir. Nitekim zalimlere,
kafirlere ve fasıklara lanet olsun denir. Ama “mü'tezile ve keramiye
cemaatlarına lanet olsun” sözünde tehlike vardır. Zira bundan fesad doğar.
Fakat şeriatte haklarında lanet bulunan kimselere lanet edilir.
Yine küfür üzere öldüğü şeriat tarafından
bildirilen muayyen kimselere lanet okumak caizdir. Mesela Peygamber (SAV)
Efendimiz kafirlerden Firavun ve Ebu Cehil gibi olan bir kavme lanet etmiştir.
Zira vahiyle onların müslüman olmayacaklarını bilmiştir. Ama yahudilerden bir
şahsa lanet etmekte tehlike vardır. Zira ölmeden müslüman olup cennet ehli olabilir
ve lanet edenden de hayırlı olabilir.
Eğer bir kimse: “Müslümana rahmet olsun,
derler; Halbuki imanlı gitmesi bilinmemektedir.
Fakat hali hazırdaki duruma itibar edilir. Buna göre kafire de küfür
halinde lanet edilse ne lazım gelir?..” derse, bu yanlıştır. Zira rahmetin
manası, Allah (CC) Hz.leri seni rahmet sebebi olan müslümanlıkta devamlı
eylesin, demektir. Oysa “Allah (CC) seni küfürde devamlı eylesin” demek caiz
değildir. O halde hadiste lanet edilen kimseye lanet etmelidir.
Büyük zatlardan biri der ki: “Kıyamet
gününde amel defterinde ‘Lailahe illallah’ kelimesinin bulunmasını, lanet
kelimesinin bulunmasından çok severim.”
Bir kimse Hz. Peygamber’e (SAV): “Bana bir
vasiyet buyur ya Resülallah (SAV)!» dedi. Hz. Resul (SAV) Efendimiz: “Kimseye lanet
etme.” buyurdu.
Demişlerdir ki: “Mü'mine lanet etmek, onu
öldürmek gibidir.”
Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz’den rivayet
edilir ki: “Tesbih ile meşgul olmak, şeytana lanet okumaktan evladır.” Ya
başkasına lanet okumaktan ne kadar iyidir. Bir şeye lanet okumak, dinin
salabetinden ileri gelir diyen kimsenin hali, şeytani bir aldanıştır. Bu gibi
şeyler ekseriya taassup ve nefsi arzudan doğar.
7- Şiir okumak ve teganni (şarkı, türkü)
etmektir. Bu, haram değildir. Zira Peygamber Efendimiz’in (SAV) huzurunda şiir
okumuşlar. Şair Hassan’a kafirlerin
hicvine cevap vermesini emir buyurmuştur. Ama içinde yalan, yahut bir
müslümanın hicvi veya bir kimsenin yalan medhi bulunan şiirleri okumak caiz
değildir.
Fakat teşbih yoluyla olup şiir sanatı
bulunan şiirler, görünüşte yalan da olsa, (onları okumak) haram değildir. Zira
şairin inancı o değildr. Bu çeşit şiirlerin arapçası, Peygamber Efendimiz’in
(SAV) huzurunda okunmuştur.
8-
Latife (şaka) dır. Peygamber (SAV) Efendimiz latife yapmayı
yasaklamıştır. Fakat az olmak şartıyle arasıra yapmak helaldir. Latifenin
şartı, latife yaptığı kimsenin güzel ahlak sahibi olması, adet edinmemesi,
latife yaparken haktan başka bir şey söylememesi ve kimsenin aybını ve
gıybetini zikir etmemesidir.
Fakat latife zamanı çok zayi ediyor ve çok
gülmeye sebeb oluyor. Çok gülmekle de kalb kararıyor, insanın vekar ve heybeti
yok olur. Latifeden nefret ve soğukluk da hasıl olabilir. Hz. Resul Efendimiz
buyuruyor ki: “Ben de latife ederim, fakat haktan başka bir şey söylemem.” Yine
buyurdular ki: “Bazı kimseler, insanları güldürmek için sözler söylerler ki,
onunla yerle gök arası kadar uzak düşer.”
Güldürücü her şey mezmumdur. Gülmenin
tebessümden fazla olması caiz değildir. Nitekim Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz
şöyle buyurdular: “Benim bildiğim şeyi siz bilseydiniz az güler, çok ağlardınız.”
Birisi sevinip gülerken, büyük zatlardan
biri ona; “Kıyamet gününde sana cehennemi arz edeceklerini biliyor musun?” Hak
Teala (CC) ‘Herbiriniz cehenneme uğrayacaktır.’
buyurur. “Evet, bilirim muhakkak arz edecekler.” dedi. O halde arzettikleri
zaman cehennemden kurtulacağını biliyor musun?” dedi. O kişi: “Yok, bilmem.”
dedi. “O halde gülüp neşelenmenin sebebi nedir?”
Atai Selemi (RA) kırk yıl gülmedi. Veheb
bin Verd (RA) bayram günü gülen bir kavim gördü. Dedi ki: “Eğer bunların orucu
kabul olmuş ise, bu şükür edenlerin fiili değildir. Eğer kabul olmamış ise, bu
(Allah'tan cc.) korkanların fiili değildir.”
Abdullah bin Abbas (RA) der ki: “Günahı
güle güle işleyen kimseyi cehenneme ağlaya ağlaya götürürler.”
Muhammel bin Vasi (RA) “Bir kimsenin
kalabalık içinde ağlaması acayip midir?” dedi. “Evet”, dediler. “Cennet ehli
olduğunu bilmeyen kimsenin bu dünyada gülmesi daha acayiptir.” dedi.
Bir Hadis-i Şerifde: Bir arabi (göçebe arab)
deveye binmişti. Hz. Peygamberin (SAV) yanına gelmeğe çalışırdı. Devesi
gitmeyip geri çekilirdi. Onun böyle yaptığına Sahabiler (RA) gülüşürlerdi Sonra
deve o kimseyi yere vurup öldürdü. Asbah (RA): “Ya Resulallah (SAV)! O adam
düşüp öldü.” Peygamber (SAV) Efendimiz de: “Sizin ağzınız onun kanıyla doldu.”
Yani siz ona gülüşürdünüz buyurdu.
Ömer bin Abdulaziz dedi ki: “Allah'tan (CC)
korkunuz ve latife etmeyiniz. Zira latifeden kalbte kinler meydana gelir ve
kötü işler doğar. Bir yerde toplanıp sohbet ederseniz, Kur'anı Azim'den, Hadisi
Şeriften ve salihlerin siyer (hal ve hareket) inden bahs ediniz. Bunu yapamazsanız,boş
yere konuşup zamanınızı, zayi etmeyiniz.” dedi.
Hz. Ömer (RA): “Birisiyle latife eden
kimse, onun yanında küçülür, heybet ve saygısı kalmaz.” dedi.
Peygamber (SAV) Efendimiz ömür boyunca
şaka olarak iki üç söz yapmıştır. Bir defa bir acuzeye (ihtiyar kadın):”Acuzeler
(ihtiyar kadınlar) cennete girmez.” buyurdu. Acuze kadın bunu iştince, ağladı.
Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz dedi ki: “Kalbini hoş tut; önce
gençleştirilirler, ondan sonra cennete girerler.” buyurdu.
9-
Alay etmektir. Bir kimse ile alay etmek, ona gülmek, onun sözünü
ve fiilini alaylı olarak anlatmak, yahut dinleyenleri güldürecek biçimde onun
sesini,nağmesini taklit etmek, eğer o kimseyi tedirgin ediyorsa haramdır.
İnsanlarla alay edip gülen kimselere,
kıyamet gününde cennet kapısını açarlar ve onları cennete girmeye davet
ederler. Cennete girmek isteyince, kapıyı kapayıp içeri koymazlar. Geri dönünce
bir başka kapı açıp tekrar çağırırlar. O üzüntü ve keder içinde yine girmek
ister. Yaklaşınca yine kapıyı yüzüne kapatırlar. Öyle olur ki, ne kadar
çağırsalar, gitmez. Zira kendisiyle alay ettiklerini bilir.
Bil ki, maskaralık yapana gülmek, kimsenin
kalbini rencide etmiyorsa haram olmaz, belki, latife kabilinden olur. Ancak bir
kimsenin kalbini rencide edene haram olur.
10-
Sözünü yerine getirmemektir. Hz.
Resul (SAV) Efendimiz buyurmuştur ki: “Üç şey vardır ki, bunların üçü kimde
bulunursa, namaz kılsa da,oruç tutsa da,münafıktır. Konuşunca yalan söylemek,
verdiği vadini yerine getirmemek ve kendisine emanet edilen şeye hiyanet etmek.”
Hz. Resul (SAV) Efendimiz yine buyurmuştur
ki: “Söz borç gibidir.” Yani vaadinde hulf etmemek (caymamak) farzdır. Hak
Teala (CC) İsmail Peygamberi (AS), vaadine hulf etmeyip sadık kalmasıyle övüp:
«Şübhesiz O (AS), vaadine sadık idi.” buyurur.
Rivayet edilir ki, İsmail (AS) bir husus
için bir kimseye bir yerde buluşmak için söz vermişti. O kimse belirtilen
zamanda gelmedi. İsmail (AS) orada yirmi gün bekledi ve sözünü yerine getirdi.
Biri der ki: “Peygamber (AS) ile filan yerde buluşmak üzere sözleşmiştik. Ben o
sözümü unutmuşum. Üçüncü gün oraya gittim. Peygamber’i (AS) orada gördüm.
Buyurdu ki: ‘Üç günden beri zahmetlerle burada seni bekliyorum’.”
Peygamber (SAV) Efendimiz birisine: “Ne
istersen vereceğim.” diye söz vermişti. Hüneyn gazasının ganimeti taksim
edilirken o kimse gelip: “Ya Resülallah (SAV)! Vaadini yerine getir.” dedi.
Resulüllah (SAV): “İstediğini iste.” buyurdu. O kimse seksen koyun istedi
Resülüllah (SAV) ona seksen koyun verdi ve: “Yusuf (AS)ın, kemiklerinin alametini
Musa (AS)'a haber verip Musa as da, kemikleri bulunca, “Ne istersen vereceğim.”
dediği kadın, senden daha akıllı idi. O kadın: ‘Bana gençliğimin geri verilmesini
ve cennette seninle beraber olmayı isterim’ demişti.” Ondan sonra halk arasında
bu darbı mesel oldu: “Filan adam, seksen koyun sahibinden daha tavizkardır.”
derlerdi.
Bil ki, mümkün mertebe söz vermemek
gerekir. Peygamber (SAV) sözünde: “Olabilir”, yani belki yaparım derdi. Söz
verdikten sonra zaruret olmadan sözünde durmalıdır.
Bir kimseye: “Burada seni beklerim” diye
söz verdi ise, alimler der ki, namaz vakti girinceye kadar beklemelidir. Bil
ki, bir kimseye bir şey verdikten sonra geri almak vaadine hulf etmekten (sözünde durmamak) daha çirkindir
Peygamber (SAV), onu kustuğunu yiyen köpeğe benzetmiştir.
11-
Yalan söylemektir. Bu, büyük günahlardandır. Hz. Peygambar (SAV)
Efendimiz buyurmuştur ki: “Yalan söylemek, münafıklık kapılarından bir kapıdır.”
Yalan söylemek, insanın zor bir durum
karşısında kendi mahcubiyetini ortadan kaldırmak, kendini haklı duruma
düşürmek, başkasını zor duruma düşürmek için başvurulan bir yoldur. Fakat bu
yol, çok çirkin ve fena bir yoldur. Yalan günahların en adisi ayıpların da en
çirkinidir.
Nebiler Nebisi (SAV) Efendimiz şöyle
buyuruyor: “Müslümanda bazı haslet bulunur. Ancak yalan ve hased hiyanet hariç
bunlar islama muhaliftir.”
Yalan konuşan kişi itimatı itibarı
kaybeder. Yalan toplumlarında ahlaksızlık baş gösterir ve o toplum çöker.
Bir kimsenin arkasından doğru olsa bile
duyduğu zaman üzülecek şekilde konuşmaktır. Eğer yalan söylüyorsa, iftira ve
buhtan olur.
“İşin iç yüzünü iyice öğrenmeden,bir takım
şahsi) tahminlerde bulunmaktan sakının. Çünkü yalanların en büyüğü, (şahsi)
tahminlere dayanarak söylenen sözlerdir.”
İmam-ı Cafer-i Sadık (RA) şöyle
buyurmaktadır: “Müslümana fasık, ahmak ve yalancı kimselerle arkadaşlık etmek
yakışmaz.”
İmam-ı Musa-i Kazım (RA) şöyle buyurdu: “Ya
Hişam! Akıllı bir kimse nefsi yalana meyilli olsa bile yalan söylemez.”
Pirimiz Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri
şöyle buyurdular: “Yalancı ve insanları doğru yoldan saptıran kişilerden uzak
durun. Onların kılığı deccal kılığıdır. Tipleri şeytana benzer. Bu vasfı
onların, yalnız dış cephelerinde aramayın. İçlerini biraz sezecek olursanız,
onların fenalığını hemen anlarsınız. Kendi iç bünyende de bulabilirsin. Nefsin
de şeytan kılığına girip seni azdırabilir. Onun da bir vasfı, deccal'dır,
Onları da ıslâha çalış. Kötü arzularını da yenmeye gayret et. Nefsin fenalığını
düşünmeden başkasını kötülersen, sana yazıklar olsun, derim.”
Hadis-i Şeriflerde şöyle buyuruldu:“Yalan, rızkı azaltır.”
“Yalan, nifak kapılarından biridir.”
“İman sahibi, her hataya düşebilir. Fakat,
hainlik yapamaz ve yalan söyleyemez.”
“Doğru olun, doğruluk iyiliğe, iyilik ise,
Cennete çeker. Yalandan sakının, yalan fücura, fücur ise Cehenneme götürür.”
“Münafıklık alametinden biri de yalan
söylemektir.”
“Şu üç şeyden biri kimde bulunursa, o
kimse, namaz kılsa da, oruç tutsa da münafıktır: Yalan söylemek, sözünde
durmamak, emanete hıyanetlik.”
“İnsanları güldürmek için yalan
söyleyenlere, yazıklar olsun!”
“Sözle çıkarılan fitne, kılıçla çıkarılan
fitne gibidir. Yalan söylemek, iftira etmek ile çıkarılan fitne, kılıçla
çıkarılan fitneden de kötüdür.”
“Pazarcıların çoğu facirdir! Çok yemin
ederek günaha girerler ve yalan söyleyerek alış-veriş yaparlar.”
Peygamber (SAV) Efendimiz, yalan
söyleyenin ağzının bir taraftan kulağına kadar demir çengelle yırtılacağını,
diğer tarafa geçildiğinde, önceki yırtılan tarafın iyi olacağını, sonra iyi
olan tarafın tekrar yırtılarak bu şekilde kıyamete kadar, kabrinde azabın devam
edeceğini bildirmiştir.
Hz. Abdullah bin Amir (RA)anlatır: “Ben
küçüktüm. Resul-i Ekrem (SAV) evimize gelmişti. Oynamaya gidiyordum. Annem
bana, ‘Abdullah gel, sana bir şey vereceğim.’ dedi. Resul-i Ekrem (SAV): ‘Ona
ne vereceksin?’ buyurdu. Annem de ‘Hurma vereceğim.’ dedi. Bunun üzerine
Peygamber (SAV) Efendimiz buyurdu ki: ‘Eğer bir şey vermeyip aldatmak için
söyleseydin, yalan günahı yazılırdı’.”
Bir kimse, Peygamber (SAV) Efendimize dedi
ki: “Bırakamadığım üç günaha tutuldum. Bunlar, zina, yalan ve içki. Peygamber
(SAV) Efendimiz de buyurdu ki: “Yalanı benim için terket!” Adam, “peki” diyerek
gitti. Bir günahı işleyeceği zaman, “Eğer bu günahı yaparsam, Resulullah (SAV) sorduğunda,
evet dersem suçum meydana çıkar. Hayır dersem, yalan söyleyerek verdiğim sözü
tutmamış olurum” diye düşündü. Diğer günahları işleyeceği zaman da aynı şekilde
düşünerek kötü huylarını terk etti.
Büyükler buyuruyor ki:
“Oğlum, yalandan sakın, o serçe eti gibi
tatlıdır. Ondan az kimse kurtulur.”
“Allah (CC) indinde en büyük hata, yalan
konuşmaktır.”
“Yalancı ile cimri Cehenneme girer. Fakat,
hangisi daha derine atılır, bilmem”
“Doğru ile yalan, biri diğerini
çıkarıncaya kadar kalbde boğuşur.”
“İçi dışına, sözü işine uymamak,
nifaktandır. Nifakın temeli ise yalandır.”
“Ashab-ı kiram (RA) indinde yalandan daha
kötü bir şey yoktur. Çünkü, onlar, yalanla imanın bir arada bulunamayacağını
bilirlerdi.”
Yalan
söylemenin caiz olduğu durumlar:
Bütün kötülüklerin esası yalandır.
Peygamber (SAV) efendimizin en sevmediği huydur. Yalan söylemek haramdır. Ancak
üç yerde caizdir. Harpte, iki müslümanı barıştırmak için, hanımı ile iyi
geçinmek için.
Zalimden, bir müslümanın bulunduğu yeri,
malını, günahını saklamak caizdir. İki müslümanın, karı-kocanın arasının
açılmasını önlemek için, malını korumak için, müslümanın ayıbının meydana
çıkmaması için ve bunlar gibi haramları önlemek için, yalan caiz olur. Ölmemek
için leş yemeye benzer. İyiliğe vesile olan yalan, fitneye sebep olan doğrudan
makbuldür.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
“Yalan üç yerde caizdir: Harpte, zira
harp, hiledir. İki müslümanı barıştırmak için, birinden diğerine iyi söz
getirmek. Hanımını idare etmek için.”
“İki kişinin arasını düzeltmek ve hayırlı
iş yapmak için söylenen söz, yalan sayılmaz.”
“Kötü şeyler irtikab eden, bunları
gizlemeye çalışsın!”
Büyükler yalan söylemek icap ettiği yerde,
sözün manasını değiştirerek, doğru söylemeyi tercih etmişlerdir. Muaz ibni
Cebel (RA), vazifesinden dönünce, hanımı “Bu kadar çalıştın, zekat topladın,
bize ne getirdin?” dedi. O da, “Beni gözeten vardı, bir şey getiremedim.” dedi.
O, Allah-ü teâlâyı (CC) kastetti. Hanımı ise, Hz. Ömerin (RA) onu kontrol eden
birini gönderdiğini sandı. Hanımı, Hz. Ömerin (RA) evine gidip, kızarak, “Muaz
(RA), Resulullahın (SAV) ve Ebu Bekr-i Sıddıkın (RA) yanında emin idi. Siz
niçin onun peşine adam takıyorsunuz?” dedi. Hz. Ömer (RA), Hz. Muazdan (RA) işin
aslını öğrenince güldü ve hanımına vermesi için ona bir miktar hediye verdi.
DİLİN
AFETLERİ İLE İLGİLİ BAZI HADİS-İ
ŞERİF’LER ŞUNLARDIR:
Ebu Hureyre (RA) anlatıyor: Resulullah
(SAV) buyurdular ki: “Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır konuşsun
ya da sussun.”
Tirmizi'nin İbni Ömer’den (RA) yaptığı
diğer bir rivayette Resulullah (SAV): “Kim susarsa kurtulur” buyurmuştur.
Ali İbnu'l-Hüseyin, Ebu Hureyre’den (RA) naklediyor:
“Resulullah (SAV) buyurdular ki: ‘Kişinin malayani şeyleri terki İslam'ının
güzelliğinden ileri gelir’.”
Hz. Enes (RA) anlatıyor: “Bir adam
ölmüştü, diğer biri, Resülullah’ın (SAV) işiteceği şekilde onun için şöyle
söyledi: ‘Cennet mübarek olsun!’ Resülullah (SAV) sordu: ‘Nereden biliyorsun?
Belki de o malayani konuştu veya kendisini zengin kılmayacak bir miktarda
cimrilik etti’!”
Hz. Ebu Hureyre (RA) anlatıyor:
“Resulullah (SAV) buyurdular ki: ‘Kul (bazan), Allah'ın (CC) rızasına uygun
olan bir kelamı, ehemmiyet vermeksizin sarfeder de Allah (CC) onun sebebiyle
cennetteki derecesini yükseltir. Yine kul (bazan) Allah'ın (CC) hoşnutsuzluğuna
sebep olan bir kelimeyi ehemmiyet vermeksizin sarfeder de Allah (CC), o sebeple
onu cehennemde yetmiş yıllık aşağıya atar’.”
Hz. Büreyde (RA) anlatıyor: “Resulullah
(SAV) buyurdular ki: ‘Münafığa “efendi” demeyin. Zira eğer o, seyyid olursa
Allah'ı (CC) kızdırırsınız’.”
Ümmü Habibe (RA) anlatıyor: “Resulullah
(SAV) buyurdular ki: ‘Ademoğlunun, emri bi'lma'ruf veya nehyi ani'lmünker veya
Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne zikir hariç bütün sözleri lehine değil,
aleyhinedir’.”
Resulullah (SAV) buyurdular ki: “Kim,
insanların kalbini çelmek için kelamın kullanılışını öğrenirse, Allah (CC) Kıyamet
günü, ondan ne farz ne nafile hiçbir ibadetini kabul etmez!”
Resulullah (SAV) buyurdular ki: “Ben,
haklı bile olsa münakaşayı terkeden kimseye cennetin kenarında bir köşkü
garanti ediyorum. Şaka bile olsa yalanı terkedene de cennetin ortasında bir
köşkü, ahlakı güzel olana da cennetin en üstünde bir köşkü garanti ediyorum.”
Bir başka Hadis-i şerif şöyle: “Sana günah
olarak, husümeti devam ettirmen yeterlidir (çünkü bu, gıybete kapı açar).”
İmam Malik’e (RA) Yahya İbnu Saidden
ulaştığına göre Hz. İsa (AS) yolda bir domuza rastlar. Ona: “Selametle yoldan
çekil!” der. Yanında bulunanlar: “Bunu şu domuz için mi söylüyorsun?” diye
sorarlar. O ise domuz kelimesini diliyle telaffuz etmekten çekindiğini ifade
eder ve: “Ben, dilimin, çirkin şeyi söylemeye alışmasından korkuyorum!”
cevabını verir.
www.GAVSUALAZAM.de
|