DİLİN AFETLERİ

Bil ki dil, Hakk Teala (CC) Hz.leri'nin acaip yaratıklarından biridir...

Dil görünüşte bit et parçasıdır, fakat hakikatte varlık çerçevesi içinde olan her şey, onun tasarrufu altındadır. Hatta mevcut olmayan şeylet dahi onun tasrrufundadir. Zira dil hem yok olanları, hem de var olanları anlatır. Belki o aklın vekilidir. Hiçbir şey de aklın kusattığı dairenin dışında değildir. Akla ve hayale gelen her şeyi dlil ile ifade etmek mümkündür.


Diğer uzuvlar böyle değildir. Zira gözün tasarrufunda, renkler ve şekillerden başka bir şey yoktur. Kulağın da tasarrufunda, ses ve sedadan başka bir şey yoktur. Diğer uzuvlar da  böyledir. Herbir uzvun hüküm ve iradesi bedenin bir köşesindedir. Ama dil hükmü, bütün bedende geçerlidir.

 

Dil kalbin karşısında durur. Kalbin hazinesinde bulunan garib suretleri değişik şekilleri ifade etmekten başka, kalbin dışından nice suretleri kalbe ulaştırır. Dilin konuştuğu herşeyden kalb ayrı bir sıfat, ayrı bir hal alır. Mesela, dil yalvarıp yakarmağa başlayınca ve bunları ifade eden kelimeleri söyleyip feryad ve figan etmeğe başlayınca, kalb şefkat, acıma, üzülme ve kasavet sıfatları almaya başlar. Kalb ateşinin buharı beyine yönelir ve gözlerden yaşlar damlamaya başlar.

 

Dil sevindirici, neşelendirici sözleri, kalbi okşayan güzel vasıfları ifade etmeye başlayınca, kalbte neşe ve sevinç meydana gelir; meyl ve şehvet damarları, şevk ve muhabbet telleri hareket etmeye başlar. Bunun gibi  dil ile söylenen her sözden kalbte yeni bir sıfat meydana gelir.

 

Şöyle ki, eğer çirkin sözler söylenirse, kalb kararmağa başlar; eğer güzel söz söylenirse, kalb aydınlanmaya başlar ve eğer dil eğri sözleri söylemeye alışırsa, kalb de eğri olur, doğru şeyleri idrak etmekten uzaklaşmaya başlar. Tıpkı eyri aynanın eşya suretini eğri gösterdiği gibi. Bunun içindir ki, yalancı şairlerin rüyası da umumiyetle gerçeğe uygun olmaz.

 

Bu dünyadan göçünce, bütün lezzetlerin en üstünü ve isteklerin sonu olan Allah (CC) Hz.leri’nin cemali de kalbinde doğru görünmez ve o büyük lezzetin saadetinden mahrum kalır. Tıpkı güzel bir yüzün, eğri bir aynada çirkin görünmesi gibi. Mesela, kılıca enine veya boyuna bakınca, bakan ne kadar güzelik sahibi olursa, yine onda lezzet ve güzellik bulamaz. Demek ki öbür dünyanın halleri durumu ve Allah(cc hz)'ın işlerinin hakikat ve sırları da böyledir.

 

O halde kalbin eğri ve doğru olması, dilin eğri ve doğru olmasına bağlıdır. Bu sebeple kainatın Peygamberi (SAV) Efendimiz buyurur ki: “Kalb müstakim olmadan, iman müstakim olmaz. Ve dil müstakim olmadan kalb müstakim olmaz.” Bu itibarla dilin afetlerinden kaçınmak dinin mühim işerindendir. Biz bu asılda sükutun faziletini beyan edeceğiz. Ondan sonra dilin afetlerini ve çok konuşmanın zararını ve fuzuli konuşmanın, münazara, mücadele ve münakaşa yapmanın afetlerini; sövmenin çirkin söylemenin ve dil uzatmanın fesadını anlatacağız. Sonra da lanet etmenin, latife ve alay etmenin zararını; yalan söylemenin,gıybet yapmanın, söz taşımanın ve iki yüzlüğün afetlerini; övmenin, yermenin zararını ve bunlarla ilgili olan şeyleri tamamıyla beyan edeceğiz ve herbirinin ilacının ne olduğunu açıklayacağız inşaalllah.[1]

 

Ebu Said-el Hudri (RA) Hz. Resulullah’tan (SAV) anlatıyor: “Ademoğlu sabaha erdi mi, bütün azaları, dile temenna edip: ‘Bizim hakkımızda Allah'tan (CC) kork. Zira biz sana tabiyiz. Sen istikamette olursan biz de istikamette oluruz, sen sapıtırsan biz de sapıtırız!’derler.”[2]

 

Süfyan İbni Abdillah (RA) anlatıyor: “Ey Allah'ın (SAV) Resulü dedim, uyacağım bir amel tavsiye et bana! Şu cevabı verdi: ‘Rabbim Allah'tır (CC)de, sonra doğru ol!’ ‘Ey Allah'ın Resulü’ dedim tekrar. Benim hakkımda en çok korktuğunuz şey nedir?’ Eliyle dilini tutup sonra: ‘İşte şu!’ buyurdu.”[3]

 

Allah-ü Teala (CC) Hz.leri Kur’an-ı Kerim’de buyuruyor ki: “Gerçekten nefis Rabbimin (CC)  kendisini esirgediği dışında var gücüyle kötülüğü emredendir.”[4]

 

Dilin afetlerini ve kötü söz söylemenin, gıybet etmenin kötülüklerini şu şekilde sıralayabiliriz:

 

1- Lüzumsuz ve boş konuşmak: Lüzumlu olmayan, yani terkedilmesinde dini ve dünyevi zarar olmayan sözleri konuşan, İslam'ın güzelliğinden çıkmış olur.

 

Rivayet edilir ki: Peygamber (SAV) Efendimiz ile birlikte savaşan bir yiğit şehid oldu. Onu, çok açlığından karnına taş bağlamış olduğu halde buldular. Annesi, yüzündeki tozu temizledi ve: “Cennet sana afiyet olsun.” dedi. Resulullah (SAV) Efendimiz buyurdu ki: “Ne biliyorsun? Belki hayatında kendisine lazım olmayan bir şey ile bahillik etmiştir, yahut kendisine lazım olmayan bazı kelimeler söylemiştir.” Peygamber (SAV) Efendimizin bu sözünün manası şudur ki, belki kıyamet gününde ondan hesap isterler. Halbuki, afiyet meşakkatsiz ve hesapsız olan şeydir.

 

Sahabe'den (RA) birisi der ki, “Bazı kimseler benimle bazı sözler konuşurlar ki, onun cevabı bana,soğuk ve tatlı suyun, susuza tatlı gelmesinden daha çok tatlı gelirken, fuzuli olur korkusuyla ona cevap vermeye kalkışmıyorum.”

 

Mutarrif bin Abdullah (RA) der ki: “Hak Teala (CC) Hz.leri’nin Celali, kalbinizde yüksek olmaktır. ŞöyIe ki, önemsiz sözler arasında onu (Allah'ı cc.) anmamalıdır.Mesela hayvanlara kediye, ‘Allah (CC) seni şöyle böyle etsin’ dememelidir.”

 

Resulullah (SAV) Efendimiz buyurdu ki: “Saadetli insanlar sözünün fazlasını geriye bırakan, malının fazlasını ise, veren, yani kesesinin mührünü çözüp diline vuran kimselerdir.”

 

Resulullah (SAV) Efendimiz yine buyurdu ki: “İnsanlara dilden daha kötü bir şey verilmemiştir. Bil ki, hangi kelimeyi konuşursan, onu senin üzerine yazarlar.” “Bir söz söylemez ki, Rakib ve Atid melekler yanında bulunmasın.” “Eğer melekler sizin sözlerinizi bedava yazmayıp karşılığında ücret taleb etselerdi, ücret korkusundan on sözün dokuzunu terkeder, birini söylerdiniz. Halbuki, çok konuşmakla vakit zayi etmenin zararı, ücret vermek zararından fazladır.”

 

2-  Batıl ve günah olanları konuşmaktır. Batıl bid'at çeşitleriyle sahabeler arasında yapılan harpler ile ilgili şeyler konuşmaktır. Günah ise, yaptığı fısk ve fesadı başkasına anlatmaktır. Mesela, içki sohbetini, fesad toplantılarında anlatmak; yahut bir mecliste iki kişinin birbirlerine sövmelerini, birbirlerini incitmelerini, yahut fuhşiyata ait güldürücü hikaye ve maskaralıkları anlatmak.. Bunların hepsi bundan önce anlatıldığı sebebten müslümanın derecesini düşürdüğü gibi, ayrıca günahtır.

 

Resulullah (SAV) Efendimiz buyurdu ki: “Bazı kimseler söylediği sözün ehemmiyetini kavrayamadığı için umursamaz. Halbuki o söz onu cehenneme götürür. Bazen de bazı sözler söyler ki, onların kıymet ve mertebesini bilmez. Halbuki o sözler onu cennete götürür.”

 

3- Konuşma esnasında muhalefet münazara ve münakaşa yapmaktır. Buna şeriat lisanında “mira” (itiraz) denir. Bazı kimseler vardır ki, bir kimse birşey söyledi mi, onu red edip “öyle değil, belki şöyledir” demeyi adet edinmiştir. Bunun manası, “sen ahmaksın, cahilsin, yalancısın; ben ise zekiyim, akıllıyım ve doğruyum” demektir. Bu itibarla bu bir kelime iki helak edici sıfatı kuvvetlendirmiş olur. O sıfatlar, biri tekebbür ve biri de canavarlıktır. Tekebbür açıktır. Canavarlık olması ise, bir kimsenin hatırını kırdığı içindir.

 

Bu sebeple Hz. Resul (SAV) Efendimiz şöyle buyurdular: “Konuşmada muhalefet ve münakaşayı bırakıp batıl sözler söylemeyen kimse için cennette bir köşk yapılır. Eğer haklı cevabı vermemeye sabrederse, bu köşk cennetin en yüksek  yerinde yapılır.” Zira hakkı söylememeye sabretmek yalan ve asılsız şeyi söylememeye sabretmekten daha zordur.

 

Resulullah (SAV) Efendimiz buyurdu ki: “Kişi, velevki haklı da olsa, muhalefet ve nizadan el çekmedikçe imanı tamam olmaz.” Muhalefet dediğimiz yalnız mezhebler arasında olan ihtilaf değildir. Belki bir kimse “bu nar tatlıdır” dese, sen de “ekşidir” desen, yahut “filan yerden filan yere kadar bir fersahtır”, dese sen de; “bir fersah yoktur” desen bütün bunlar iyi haller değildir. Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdular: “Her münakaşa ve inadın keffareti iki rekat namazdır.”

 

Münakaşa çeşitlerinden biri şudur ki, bir kimse hatalı konuşunca, onun eksiğini bulup kusurunu göstermektir. Bunlar hepsi haramdır. Zira bundan kalbi kırılır, incinir ve zaruret olmadan hiç bir müslümanı incitmek caiz değildir. Bu hataları ilan etmek farz değildir.. Belki susmak imanın kemalindendir. Bu münakaşa mezhep ayrılıklarında olursa yine iyi değildir. Ancak kabul ümidi olursa, yalnız yerde nasihat yoluyla hakikati açmak bundan müstesnadır. Eğer kabul etmek ümidi yok ise susmak daha hayırlıdır.

 

Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz: “Birbirleriyle mücadele ve münakaşa eden kavimlerin hepsi, dalalet vadisinde helak oldular.” Buyurmuşlardır.

 

Lokman Hekim (AS) oğluna dedi ki: “Yavrum, alimler ile mücadele etme; seninle düşmanlık yaparlar ve seni de düşman sayarlar.”

 

Bil ki, asılsız ve batıl sözler karşısında sabredip susmak kadar zor hiçbir şey yoktur. Bu, en üstün mücahededir.

 

Davud-i Tai (RA) uzlet ediyordu. Ebu Hanife (RA): “Ya Davud (RA)! Niçin uzlet edip meskeninden dışarı çıkmıyorsun?” dedi. Davud-i Tai (RA): “Ben kendimle cihad etmekle meşgulüm. Cihad beni münazaradan alıkoydu.” dedi. Ebu Hanife (RA): “Bari münazara meclisinde bulun, söylenen sözleri dinle, kendin bir şey söyleme.” dedi. Davud-i Tai (RA): “Münazara meclisine geldim, öyle kaldım, onun gibi hiç zor mücadele görmedim. Bundan daha büyük afet olurmu ki, bir şehirde mezhep taassubu olsun; bazı kimseler, makam ve şöhret peşinde olup münakaşa ve münazara yapsınlar ve cahillere cedel dindendir diye öğretsinler.”

 

Zaten cedel (münazara) hayvani tabiat ve tekebbürün arzusudur. Cahil insanlar, bunun dinden olduğunu sandılar mı, cedel onların kalbinde o kadar perçinleşir ki, onsuz hiç sabredemezler. Zira bu hususta nefse çeşitli lezzetler hasıl olur.

 

Malik bin Dinar (RA) der ki: “Cedel (münazara) dinden değildir. Bütün selef cedelden kaçınmışlardır. Fakat eğer hasım bid'atçı olursa, inat etmeden ve uzatmadan Kur'an ve hadis ile onunla konuşmayı caiz görmüşler. Fayda vermediğini görünce de vazgeçmişler.”

 

4- Mal için husumet etmek. Mal için ya kadı huzurunda,yahut başka bir yerde husumet yapmaktır. Bunun da afeti büyüktür. Peygamber (SAV) Efendimiz demiştir ki: “Bilgisi olmadan birisiyle husumet yapan kimse, husumeti kesinceye kadar Hak Teala (CC) Hz.leri’nin gazabında olur.”

 

“Mal için husumet yapmak gibi, kalbi dağıtan, hayatın zevkini gideren ve dinin mürüvvetini zayi eden bir şey yoktur”  demişler. Yine demişlerdir ki, “takva ehlinden hiçbir kimse mal hususunda husumet ve niza, yapmamıştır. Zira fazla söylemeksizin husumet başlamaz.”

 

Takvalı olan da fazla söylemekten kaçınır. Mücadele eden en azından hasmıyle tatlı ve yumuşak konuşmaz. Halbuki tatlı ve yumuşak konuşmanın fazileti çoktur. O halde husumeti olan kimse elinden gelirse, ondan el çekip vazgeçsin. Zira o, ona Ahiret azığı olur. Eğer vazgeçmezse, bari doğrudan başka bir şey konuşmamalı, haksız yere kimseyi incitmemeli, hasmına sert sözler söylememeli, sövmemeli beddua etmemeli ve ilave etmemelidir.  Çünkü bunların hepsi dinin helak sebebleridir.

 

5-  Sövüp fuhşiyat söylemektir. Hz. Resul (SAV) Efendimiz şöyle buyurdular: “Kötü söz söyleyenlere cennet haramdır.”

 

Hz. Resul (SAV) Efendimiz yine buyurdular ki: “Cehennem ehlinden öyle kimseler vardır ki, onların ahından çıkan pislik kokusundan bütün cehennem ehli feryad edip bunlar kimdir? diye sorarlar. Bunlar, nerde bir pis ve fahiş söz işitseler, onu sevip söyleyen kimselerdir diye cevap verilir.”

 

İbrahim bin Meysere (RA) der ki: “Kötü söz söyleyen kıyamet gününde köpek suretinde olur.”

 

Fahiş sözlerin çoğu, çirkin ibarelerle cimayı ifade etmektir. Nitekim fısk ve fesad ehlinin adeti budur. Sövmek ise, cimayı birisi hakkında söylemektir.

 

Peygamber (SAV) Efendimiz buyurdular ki: “Anasına babasına sövene lanet olsun.” Dediler ki: “Ya Resulallah (SAV)! Bunu kim yapar?” Buyurdu ki: “Bir kimse,bir kimsenin anasın ababasına söver,o da onunkine söver. Hakikatta kendisi anasına babasına sövmüş olur.”

 

6- Lanet etmektir. Gerek hayvanlara, gerek elbiseye ve gerek insanlara olsun lanet etmek mezmumdur. Peygamber (SAV) Efendimiz buyurdu ki: “Mü'min olan lanet etmez.”

 

Seferde bir hanım bir deveye lanet edince, Peygamber (SAV) Efendimiz buyurdu ki: “Devenin sırtındaki herşeyi alın ve kafileden sürün, gitsin. Zira o mel’un oldu.” O deve bir müddet öyle yürüdü. Kimse yanına yaklaşmadı.

 

Ebu Derda (RA) der ki: “Biri, insana, toprağa, yahut bir şeye lanet ederse, o da der ki, hangimiz Allah'a (CC) asi ise, lanet ona olsun.”

 

Bir gün Hz. Ebu Bekir Sıddık (RA) bir yere lanet etti. Peygamber  (SAV) Efendimiz üç defa, “Sıdk ve lanet bir yerde nasıl olur?” dedikten sonra: “Kabe sabibinin hakkı için olamaz.” buyurdu. Hz. Ebu Bekir Sıddık (RA): “Tevbe olsun, ya Resulallah (SAV)!” deyip keffaret için bir köle azad etti.

 

Bil ki, belli bir kimseye lanet etmek caiz değildir. Ancak kötü hal üzere olan topluluğa caizdir. Nitekim zalimlere, kafirlere ve fasıklara lanet olsun denir. Ama “mü'tezile ve keramiye cemaatlarına lanet olsun” sözünde tehlike vardır. Zira bundan fesad doğar. Fakat şeriatte haklarında lanet bulunan kimselere lanet edilir.

 

Yine küfür üzere öldüğü şeriat tarafından bildirilen muayyen kimselere lanet okumak caizdir. Mesela Peygamber (SAV) Efendimiz kafirlerden Firavun ve Ebu Cehil gibi olan bir kavme lanet etmiştir. Zira vahiyle onların müslüman olmayacaklarını bilmiştir. Ama yahudilerden bir şahsa lanet etmekte tehlike vardır. Zira ölmeden müslüman olup cennet ehli olabilir ve lanet edenden de hayırlı olabilir.

 

Eğer bir kimse: “Müslümana rahmet olsun, derler; Halbuki imanlı gitmesi bilinmemektedir.  Fakat hali hazırdaki duruma itibar edilir. Buna göre kafire de küfür halinde lanet edilse ne lazım gelir?..” derse, bu yanlıştır. Zira rahmetin manası, Allah (CC) Hz.leri seni rahmet sebebi olan müslümanlıkta devamlı eylesin, demektir. Oysa “Allah (CC) seni küfürde devamlı eylesin” demek caiz değildir. O halde hadiste lanet edilen kimseye lanet etmelidir.

 

Büyük zatlardan biri der ki: “Kıyamet gününde amel defterinde ‘Lailahe illallah’ kelimesinin bulunmasını, lanet kelimesinin bulunmasından çok severim.”

 

Bir kimse Hz. Peygamber’e (SAV): “Bana bir vasiyet buyur ya Resülallah (SAV)!» dedi. Hz. Resul (SAV) Efendimiz: “Kimseye lanet etme.” buyurdu.

 

Demişlerdir ki: “Mü'mine lanet etmek, onu öldürmek gibidir.”

 

Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz’den rivayet edilir ki: “Tesbih ile meşgul olmak, şeytana lanet okumaktan evladır.” Ya başkasına lanet okumaktan ne kadar iyidir. Bir şeye lanet okumak, dinin salabetinden ileri gelir diyen kimsenin hali, şeytani bir aldanıştır. Bu gibi şeyler ekseriya taassup ve nefsi arzudan doğar.

 

7-  Şiir okumak ve teganni (şarkı, türkü) etmektir. Bu, haram değildir. Zira Peygamber Efendimiz’in (SAV) huzurunda şiir okumuşlar. Şair Hassan’a  kafirlerin hicvine cevap vermesini emir buyurmuştur. Ama içinde yalan, yahut bir müslümanın hicvi veya bir kimsenin yalan medhi bulunan şiirleri okumak caiz değildir.

 

Fakat teşbih yoluyla olup şiir sanatı bulunan şiirler, görünüşte yalan da olsa, (onları okumak) haram değildir. Zira şairin inancı o değildr. Bu çeşit şiirlerin arapçası, Peygamber Efendimiz’in (SAV) huzurunda okunmuştur.

 

8- Latife (şaka) dır. Peygamber (SAV) Efendimiz latife yapmayı yasaklamıştır. Fakat az olmak şartıyle arasıra yapmak helaldir. Latifenin şartı, latife yaptığı kimsenin güzel ahlak sahibi olması, adet edinmemesi, latife yaparken haktan başka bir şey söylememesi ve kimsenin aybını ve gıybetini zikir etmemesidir.

 

Fakat latife zamanı çok zayi ediyor ve çok gülmeye sebeb oluyor. Çok gülmekle de kalb kararıyor, insanın vekar ve heybeti yok olur. Latifeden nefret ve soğukluk da hasıl olabilir. Hz. Resul Efendimiz buyuruyor ki: “Ben de latife ederim, fakat haktan başka bir şey söylemem.” Yine buyurdular ki: “Bazı kimseler, insanları güldürmek için sözler söylerler ki, onunla yerle gök arası kadar uzak düşer.”

 

Güldürücü her şey mezmumdur. Gülmenin tebessümden fazla olması caiz değildir. Nitekim Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz şöyle buyurdular: “Benim bildiğim şeyi siz bilseydiniz az güler, çok ağlardınız.”

 

Birisi sevinip gülerken, büyük zatlardan biri ona; “Kıyamet gününde sana cehennemi arz edeceklerini biliyor musun?” Hak Teala (CC) ‘Herbiriniz cehenneme uğrayacaktır.’[5] buyurur. “Evet, bilirim muhakkak arz edecekler.” dedi. O halde arzettikleri zaman cehennemden kurtulacağını biliyor musun?” dedi. O kişi: “Yok, bilmem.” dedi. “O halde gülüp neşelenmenin sebebi nedir?”

 

Atai Selemi (RA) kırk yıl gülmedi. Veheb bin Verd (RA) bayram günü gülen bir kavim gördü. Dedi ki: “Eğer bunların orucu kabul olmuş ise, bu şükür edenlerin fiili değildir. Eğer kabul olmamış ise, bu (Allah'tan cc.) korkanların fiili değildir.”

 

Abdullah bin Abbas (RA) der ki: “Günahı güle güle işleyen kimseyi cehenneme ağlaya ağlaya götürürler.”

 

Muhammel bin Vasi (RA) “Bir kimsenin kalabalık içinde ağlaması acayip midir?” dedi. “Evet”, dediler. “Cennet ehli olduğunu bilmeyen kimsenin bu dünyada gülmesi daha acayiptir.” dedi.

 

Bir Hadis-i Şerifde: Bir arabi (göçebe arab) deveye binmişti. Hz. Peygamberin (SAV) yanına gelmeğe çalışırdı. Devesi gitmeyip geri çekilirdi. Onun böyle yaptığına Sahabiler (RA) gülüşürlerdi Sonra deve o kimseyi yere vurup öldürdü. Asbah (RA): “Ya Resulallah (SAV)! O adam düşüp öldü.” Peygamber (SAV) Efendimiz de: “Sizin ağzınız onun kanıyla doldu.” Yani siz ona gülüşürdünüz buyurdu.

 

Ömer bin Abdulaziz dedi ki: “Allah'tan (CC) korkunuz ve latife etmeyiniz. Zira latifeden kalbte kinler meydana gelir ve kötü işler doğar. Bir yerde toplanıp sohbet ederseniz, Kur'anı Azim'den, Hadisi Şeriften ve salihlerin siyer (hal ve hareket) inden bahs ediniz. Bunu yapamazsanız,boş yere konuşup zamanınızı, zayi etmeyiniz.” dedi.

 

Hz. Ömer (RA): “Birisiyle latife eden kimse, onun yanında küçülür, heybet ve saygısı kalmaz.” dedi.

 

Peygamber (SAV) Efendimiz ömür boyunca şaka olarak iki üç söz yapmıştır. Bir defa bir acuzeye (ihtiyar kadın):”Acuzeler (ihtiyar kadınlar) cennete girmez.” buyurdu. Acuze kadın bunu iştince, ağladı. Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz dedi ki: “Kalbini hoş tut; önce gençleştirilirler, ondan sonra cennete girerler.” buyurdu.

 

9- Alay etmektir. Bir kimse ile alay etmek, ona gülmek, onun sözünü ve fiilini alaylı olarak anlatmak, yahut dinleyenleri güldürecek biçimde onun sesini,nağmesini taklit etmek, eğer o kimseyi tedirgin ediyorsa haramdır.

 

İnsanlarla alay edip gülen kimselere, kıyamet gününde cennet kapısını açarlar ve onları cennete girmeye davet ederler. Cennete girmek isteyince, kapıyı kapayıp içeri koymazlar. Geri dönünce bir başka kapı açıp tekrar çağırırlar. O üzüntü ve keder içinde yine girmek ister. Yaklaşınca yine kapıyı yüzüne kapatırlar. Öyle olur ki, ne kadar çağırsalar, gitmez. Zira kendisiyle alay ettiklerini bilir.

 

Bil ki, maskaralık yapana gülmek, kimsenin kalbini rencide etmiyorsa haram olmaz, belki, latife kabilinden olur. Ancak bir kimsenin kalbini rencide edene haram olur.

 

10- Sözünü yerine getirmemektir.  Hz. Resul (SAV) Efendimiz buyurmuştur ki: “Üç şey vardır ki, bunların üçü kimde bulunursa, namaz kılsa da,oruç tutsa da,münafıktır. Konuşunca yalan söylemek, verdiği vadini yerine getirmemek ve kendisine emanet edilen şeye hiyanet etmek.”

 

Hz. Resul (SAV) Efendimiz yine buyurmuştur ki: “Söz borç gibidir.” Yani vaadinde hulf etmemek (caymamak) farzdır. Hak Teala (CC) İsmail Peygamberi (AS), vaadine hulf etmeyip sadık kalmasıyle övüp: «Şübhesiz O (AS), vaadine sadık idi.” buyurur.

 

Rivayet edilir ki, İsmail (AS) bir husus için bir kimseye bir yerde buluşmak için söz vermişti. O kimse belirtilen zamanda gelmedi. İsmail (AS) orada yirmi gün bekledi ve sözünü yerine getirdi. Biri der ki: “Peygamber (AS) ile filan yerde buluşmak üzere sözleşmiştik. Ben o sözümü unutmuşum. Üçüncü gün oraya gittim. Peygamber’i (AS) orada gördüm. Buyurdu ki: ‘Üç günden beri zahmetlerle burada seni bekliyorum’.”

 

Peygamber (SAV) Efendimiz birisine: “Ne istersen vereceğim.” diye söz vermişti. Hüneyn gazasının ganimeti taksim edilirken o kimse gelip: “Ya Resülallah (SAV)! Vaadini yerine getir.” dedi. Resulüllah (SAV): “İstediğini iste.” buyurdu. O kimse seksen koyun istedi Resülüllah (SAV) ona seksen koyun verdi ve: “Yusuf (AS)ın, kemiklerinin alametini Musa (AS)'a haber verip Musa as da, kemikleri bulunca, “Ne istersen vereceğim.” dediği kadın, senden daha akıllı idi. O kadın: ‘Bana gençliğimin geri verilmesini ve cennette seninle beraber olmayı isterim’ demişti.” Ondan sonra halk arasında bu darbı mesel oldu: “Filan adam, seksen koyun sahibinden daha tavizkardır.” derlerdi.

 

Bil ki, mümkün mertebe söz vermemek gerekir. Peygamber (SAV) sözünde: “Olabilir”, yani belki yaparım derdi. Söz verdikten sonra zaruret olmadan sözünde durmalıdır.

 

Bir kimseye: “Burada seni beklerim” diye söz verdi ise, alimler der ki, namaz vakti girinceye kadar beklemelidir. Bil ki, bir kimseye bir şey verdikten sonra geri almak vaadine hulf  etmekten (sözünde durmamak) daha çirkindir Peygamber (SAV), onu kustuğunu yiyen köpeğe benzetmiştir.

 

11- Yalan söylemektir. Bu, büyük günahlardandır. Hz. Peygambar (SAV) Efendimiz buyurmuştur ki: “Yalan söylemek, münafıklık kapılarından bir kapıdır.”[6]

 

Yalan söylemek, insanın zor bir durum karşısında kendi mahcubiyetini ortadan kaldırmak, kendini haklı duruma düşürmek, başkasını zor duruma düşürmek için başvurulan bir yoldur. Fakat bu yol, çok çirkin ve fena bir yoldur. Yalan günahların en adisi ayıpların da en çirkinidir.

 

Nebiler Nebisi (SAV) Efendimiz şöyle buyuruyor: “Müslümanda bazı haslet bulunur. Ancak yalan ve hased hiyanet hariç bunlar islama muhaliftir.”[7]

 

Yalan konuşan kişi itimatı itibarı kaybeder. Yalan toplumlarında ahlaksızlık baş gösterir ve o toplum çöker. Bir kimsenin arkasından doğru olsa bile duyduğu zaman üzülecek şekilde konuşmaktır. Eğer yalan söylüyorsa, iftira ve buhtan olur.

 

“İşin iç yüzünü iyice öğrenmeden,bir takım şahsi) tahminlerde bulunmaktan sakının. Çünkü yalanların en büyüğü, (şahsi) tahminlere dayanarak söylenen sözlerdir.”[8]

 

İmam-ı Cafer-i Sadık (RA) şöyle buyurmaktadır: “Müslümana fasık, ahmak ve yalancı kimselerle arkadaşlık etmek yakışmaz.”[9]

 

İmam-ı Musa-i Kazım (RA) şöyle buyurdu: “Ya Hişam! Akıllı bir kimse nefsi yalana meyilli olsa bile yalan söylemez.”[10]

 

Pirimiz Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri şöyle buyurdular: “Yalancı ve insanları doğru yoldan saptıran kişilerden uzak durun. Onların kılığı deccal kılığıdır. Tipleri şeytana benzer. Bu vasfı onların, yalnız dış cephelerinde aramayın. İçlerini biraz sezecek olursanız, onların fenalığını hemen anlarsınız. Kendi iç bünyende de bulabilirsin. Nefsin de şeytan kılığına girip seni azdırabilir. Onun da bir vasfı, deccal'dır, Onları da ıslâha çalış. Kötü arzularını da yenmeye gayret et. Nefsin fenalığını düşünmeden başkasını kötülersen, sana yazıklar olsun, derim.”

 

Hadis-i Şeriflerde şöyle buyuruldu:“Yalan, rızkı azaltır.”[11]

 

“Yalan, nifak kapılarından biridir.”[12]

 

“İman sahibi, her hataya düşebilir. Fakat, hainlik yapamaz ve yalan söyleyemez.”[13]

 

“Doğru olun, doğruluk iyiliğe, iyilik ise, Cennete çeker. Yalandan sakının, yalan fücura, fücur ise Cehenneme götürür.”[14]

 

“Münafıklık alametinden biri de yalan söylemektir.”[15]

 

“Şu üç şeyden biri kimde bulunursa, o kimse, namaz kılsa da, oruç tutsa da münafıktır: Yalan söylemek, sözünde durmamak, emanete hıyanetlik.”[16]

 

“İnsanları güldürmek için yalan söyleyenlere, yazıklar olsun!”[17]

“Sözle çıkarılan fitne, kılıçla çıkarılan fitne gibidir. Yalan söylemek, iftira etmek ile çıkarılan fitne, kılıçla çıkarılan fitneden de kötüdür.”[18]

 

“Pazarcıların çoğu facirdir! Çok yemin ederek günaha girerler ve yalan söyleyerek alış-veriş yaparlar.”[19]

 

Peygamber (SAV) Efendimiz, yalan söyleyenin ağzının bir taraftan kulağına kadar demir çengelle yırtılacağını, diğer tarafa geçildiğinde, önceki yırtılan tarafın iyi olacağını, sonra iyi olan tarafın tekrar yırtılarak bu şekilde kıyamete kadar, kabrinde azabın devam edeceğini bildirmiştir.[20]

 

Hz. Abdullah bin Amir (RA)anlatır: “Ben küçüktüm. Resul-i Ekrem (SAV) evimize gelmişti. Oynamaya gidiyordum. Annem bana, ‘Abdullah gel, sana bir şey vereceğim.’ dedi. Resul-i Ekrem (SAV): ‘Ona ne vereceksin?’ buyurdu. Annem de ‘Hurma vereceğim.’ dedi. Bunun üzerine Peygamber (SAV) Efendimiz buyurdu ki: ‘Eğer bir şey vermeyip aldatmak için söyleseydin, yalan günahı yazılırdı’.”[21]

 

Bir kimse, Peygamber (SAV) Efendimize dedi ki: “Bırakamadığım üç günaha tutuldum. Bunlar, zina, yalan ve içki. Peygamber (SAV) Efendimiz de buyurdu ki: “Yalanı benim için terket!” Adam, “peki” diyerek gitti. Bir günahı işleyeceği zaman, “Eğer bu günahı yaparsam, Resulullah (SAV) sorduğunda, evet dersem suçum meydana çıkar. Hayır dersem, yalan söyleyerek verdiğim sözü tutmamış olurum” diye düşündü. Diğer günahları işleyeceği zaman da aynı şekilde düşünerek kötü huylarını terk etti.[22]

 

Büyükler buyuruyor ki:

 

“Oğlum, yalandan sakın, o serçe eti gibi tatlıdır. Ondan az kimse kurtulur.”[23]

 

“Allah (CC) indinde en büyük hata, yalan konuşmaktır.”[24]

 

“Yalancı ile cimri Cehenneme girer. Fakat, hangisi daha derine atılır, bilmem”[25]

 

“Doğru ile yalan, biri diğerini çıkarıncaya kadar kalbde boğuşur.”[26]

 

“İçi dışına, sözü işine uymamak, nifaktandır. Nifakın temeli ise yalandır.”[27]

 

“Ashab-ı kiram (RA) indinde yalandan daha kötü bir şey yoktur. Çünkü, onlar, yalanla imanın bir arada bulunamayacağını bilirlerdi.”[28]

 

Yalan söylemenin caiz olduğu durumlar:

 

Bütün kötülüklerin esası yalandır. Peygamber (SAV) efendimizin en sevmediği huydur. Yalan söylemek haramdır. Ancak üç yerde caizdir. Harpte, iki müslümanı barıştırmak için, hanımı ile iyi geçinmek için.

Zalimden, bir müslümanın bulunduğu yeri, malını, günahını saklamak caizdir. İki müslümanın, karı-kocanın arasının açılmasını önlemek için, malını korumak için, müslümanın ayıbının meydana çıkmaması için ve bunlar gibi haramları önlemek için, yalan caiz olur. Ölmemek için leş yemeye benzer. İyiliğe vesile olan yalan, fitneye sebep olan doğrudan makbuldür.

 

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: “Yalan üç yerde caizdir: Harpte, zira harp, hiledir. İki müslümanı barıştırmak için, birinden diğerine iyi söz getirmek. Hanımını idare etmek için.”[29]

 

“İki kişinin arasını düzeltmek ve hayırlı iş yapmak için söylenen söz, yalan sayılmaz.”[30]

 

“Kötü şeyler irtikab eden, bunları gizlemeye çalışsın!”[31]

 

Büyükler yalan söylemek icap ettiği yerde, sözün manasını değiştirerek, doğru söylemeyi tercih etmişlerdir. Muaz ibni Cebel (RA), vazifesinden dönünce, hanımı “Bu kadar çalıştın, zekat topladın, bize ne getirdin?” dedi. O da, “Beni gözeten vardı, bir şey getiremedim.” dedi. O, Allah-ü teâlâyı (CC) kastetti. Hanımı ise, Hz. Ömerin (RA) onu kontrol eden birini gönderdiğini sandı. Hanımı, Hz. Ömerin (RA) evine gidip, kızarak, “Muaz (RA), Resulullahın (SAV) ve Ebu Bekr-i Sıddıkın (RA) yanında emin idi. Siz niçin onun peşine adam takıyorsunuz?” dedi. Hz. Ömer (RA), Hz. Muazdan (RA) işin aslını öğrenince güldü ve hanımına vermesi için ona bir miktar hediye verdi.

 

DİLİN AFETLERİ İLE İLGİLİ BAZI HADİS-İ ŞERİF’LER ŞUNLARDIR:

 

Ebu Hureyre (RA) anlatıyor: Resulullah (SAV) buyurdular ki: “Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır konuşsun ya da sussun.”[32]

 

Tirmizi'nin İbni Ömer’den (RA) yaptığı diğer bir rivayette Resulullah (SAV): “Kim susarsa kurtulur” buyurmuştur.

 

Ali İbnu'l-Hüseyin, Ebu Hureyre’den (RA) naklediyor: “Resulullah (SAV) buyurdular ki: ‘Kişinin malayani şeyleri terki İslam'ının güzelliğinden ileri gelir’.”[33]

 

Hz. Enes (RA) anlatıyor: “Bir adam ölmüştü, diğer biri, Resülullah’ın (SAV) işiteceği şekilde onun için şöyle söyledi: ‘Cennet mübarek olsun!’ Resülullah (SAV) sordu: ‘Nereden biliyorsun? Belki de o malayani konuştu veya kendisini zengin kılmayacak bir miktarda cimrilik etti’!”[34]

 

Hz. Ebu Hureyre (RA) anlatıyor: “Resulullah (SAV) buyurdular ki: ‘Kul (bazan), Allah'ın (CC) rızasına uygun olan bir kelamı, ehemmiyet vermeksizin sarfeder de Allah (CC) onun sebebiyle cennetteki derecesini yükseltir. Yine kul (bazan) Allah'ın (CC) hoşnutsuzluğuna sebep olan bir kelimeyi ehemmiyet vermeksizin sarfeder de Allah (CC), o sebeple onu cehennemde yetmiş yıllık aşağıya atar’.”[35]

 

Hz. Büreyde (RA) anlatıyor: “Resulullah (SAV) buyurdular ki: ‘Münafığa “efendi” demeyin. Zira eğer o, seyyid olursa Allah'ı (CC) kızdırırsınız’.”[36]

 

Ümmü Habibe (RA) anlatıyor: “Resulullah (SAV) buyurdular ki: ‘Ademoğlunun, emri bi'lma'ruf veya nehyi ani'lmünker veya Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne zikir hariç bütün sözleri lehine değil, aleyhinedir’.”[37]

 

Resulullah (SAV) buyurdular ki: “Kim, insanların kalbini çelmek için kelamın kullanılışını öğrenirse, Allah (CC) Kıyamet günü, ondan ne farz ne nafile hiçbir ibadetini kabul etmez!”[38]

 

Resulullah (SAV) buyurdular ki: “Ben, haklı bile olsa münakaşayı terkeden kimseye cennetin kenarında bir köşkü garanti ediyorum. Şaka bile olsa yalanı terkedene de cennetin ortasında bir köşkü, ahlakı güzel olana da cennetin en üstünde bir köşkü garanti ediyorum.”[39]

 

Bir başka Hadis-i şerif şöyle: “Sana günah olarak, husümeti devam ettirmen yeterlidir (çünkü bu, gıybete kapı açar).”[40]

 

İmam Malik’e (RA) Yahya İbnu Saidden ulaştığına göre Hz. İsa (AS) yolda bir domuza rastlar. Ona: “Selametle yoldan çekil!” der. Yanında bulunanlar: “Bunu şu domuz için mi söylüyorsun?” diye sorarlar. O ise domuz kelimesini diliyle telaffuz etmekten çekindiğini ifade eder ve: “Ben, dilimin, çirkin şeyi söylemeye alışmasından korkuyorum!” cevabını verir.[41]

www.GAVSUALAZAM.de


[1] Kimyayı Saadet. S.372

[2] Tirmizi, Zühd 61, (2409)

[3] Tirmizi, Zühd 61, (2412)

[4] Yusuf S. A.53

[5] Meryem S. A.71

[6] Kimyayı Saadet.S.374

[7] Sahih-i Buhari

[8] Tenbih-ul Gâfilin adlı kitap. Dürret’ül Vaizin. 2. C. S. 795.796

[9] kafi, C.2, S.240

[10] Kâfi, C.1, S.19

[11] Ebuşşeyh, İsfehani

[12] İbni Adiy

[13] İbni Ebi Şeybe, Bezzar

[14] Buhari

[15] Buhari

[16] Ebu Davud

[17] Ebu Davud

[18] İbni Mace

[19] Hakim

[20] Buhari

[21] Şir’a

[22] Şir’a

[23] Lokman Hakim

[24] İmam-ı Ali (KV)

[25] Şabi (RA)

[26] Malik bin Dinar (RA)

[27] Hasen-i Basri (RA)

[28] Hz. Aişe (RA)

[29] İbni Lal

[30] Müslim

[31] Hakim

[32] Tirmizi, Kıyamet 51, (2502)

[33] Tirmizi, Zühd 11, (2318, 2319); Muvatta, Hüsnü'lHulk 3. (2, 903)

[34] Tirmizi, Zühd 11, (2217)

[35] Buhari, Rikak 23; Müslim, Zühd 49, (2988); Muvatta, 4, (2, 985); Tirmizi, Zühd 10, (2315)

[36] Ebu Davud, Edeb 83, (4977)

[37] Tirmizi, Zühd 63, (2414)

[38] Ebu Davud, Edeb 94, (5006)

[39] Ebu Davud, Edeb 7, (4800)

[40] Tirmizi, Birr 58, (1995)

[41] Muvatta, Kelam 4, (2, 985)

© 2003-2004   www.Gavsulazam.de   Her Hakki Mahfuzdur.