DEDİ-KODU: İZAH

Bir kimsenin gıyabında hoşlanmayacağı bir söz söylemek, çekiştirmek...

Gıybet, bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek, başka bir deyimle, kendiimze söylendiği zaman hoşlanmayacağımız bir şeyi din kardeşimiz hakkında arkasından konuşmamız anlamına gelir. Halk arasında dedi-kodu, gıybet ile aynı anlamda kullanılır..


Gıybet, bir kimsenin müslüman kardeşini arkadan çekiştirmesidir, onda var olan bir eksikliği söyleyip onu ayıplamasıdır. Nitekim bir Hadis-i Şerif’te Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyuruyor: “Gıybet, kardeşini hoşuna gitmeyecek şekilde anmandır.”[1]

 

Gıybet, insan veya insanla ilgili birtakım şeyler üzerinde olur. Kişinin bedeni, nesebi, ahlakı, işi, dini, dünyası, elbisesi, evi, bineği... dedikodu konusu olabilir. Gözün şaşılığı, saçların döküklüğü, uzun veya kısa boyluluk, siyah veya sarı renkte olmak... Bunlardan alaylı bir şekilde bahsedilmesi sözkonusu kişinin kalbini kırar.

 

Gıybet bir müslümanın, duyduğu zaman hoşuna gitmeyeacek ayıp, noksan ve kusurlarını arkasından söylemektir. Gıybet insanlar arasında sevgi, saygı, yardımlaşma gibi güazel hasletleri ortadan kaldırarak yerine buğz, kin, düşmanlık getiren kötü bir huydur. Bundan dolayıdır ki, haram kılınmıştır.

 

Peygamberler (AS) ve Evliyaullah (RA) halkı devamlı Allah’a (CC) yönelmeye davet ediyorlardı. Allah-ü Teala (CC) bir çok ayetai kerimede günahkarları kendine doğru yönelmeye çağırmış ve onların tevbesini kabul edeceğini vaadetmiştir. Allah’ın (CC) vaadi ise yalan değildir. Hz. Resul-i Ekrem (SAV) ve Oniki İmamlar (RA) yüzlerce hadisle halkı tövbe etmeye ve Allah’a (CC) yönelmeye davet etmiş ve onlara ümit vermişlerdir.

 

Kur’an-ı Kerim, ayıp araştıran ve koğuculuk yapan kimselere itibar edilmemesini ve yaptıklarının hoş karşılanmamasını öğütlemektedir.

 

Kur’an-ı Kerim’de yüce Rabbimiz, gıybet etmek hakkında şöyle buyurmaktadır: “Daima kusur arayıp kınayan, hep laf götürüp getiren, Hayra engel olan, saldırgan, günahkar, Kaba ve haşin, sonra da kötülükle damgalı, Mal ve oğulları var diye (böyle davranır). Kendisine ayetlerimiz okunduğunda: ‘Eskilerin masalları’ der. Yakında biz onu hortumunun (burnunun) üzerinden damgalayacağız.”[2]

 

İnsanlar arasında söz götürüp getirir: İnsanlar arasında kalplerini bozacak, ilişkilerini koparacak, sevgilerini giderecek sözler götürüp getirir. Bu sıfat iğrenç olduğu kadar, aşağılıktır da. Kendine saygı duyan ve başka insanlar nezdinde saygı görmek isteyen bir insan böyle bir huyla nitelenmek istemez. Çünkü, koğucu, laf götürüp getiren, birbirini seven insanların arasını bozmaya çalışan kişilerin sözlerine kulak verenler bile aslında bu tür insanlara saygı göstermezler, onları sevmezler.

 

İslam dininin bu iğrenç, bu aşağılık huyu bu denli sıkı tutarak yasaklaması kaçınılmazdı. Çünkü bu aşağılık davranış kalbi bozduğu gibi arkadaşlıkları da bozar. Toplumsal ilişkileri bozmadan önce bizzat söz götürüp getiren kişiyi alçaltır. Toplumun düzenini, güvenliğini kemirmeden önce O’nun kalbini kemirir, ahlakını bozar. Bu çirkin davranış yüzünden insanların birbirlerine güvenleri kalmaz. Çoğu zaman suçsuz insanları günaha bulaştırır.

 

İyiliğin amansız düşmanıdır, her zaman iyiliğin karşısına dikilir: Hem kendisinin hem de başkasının iyiliğine engel olur. Bir kere, her türlü iyiliğin toplamı sayılan imanı engeller. Bu adamın çocuklarına ve akrabalarına, Peygamberimize (SAV) eğilim gösterdiklerini sezdiği her seferinde “Sizden biriniz Muhammed’in dinine uyacak olursa,benden hiçbir fayda görmez olur” dediği bilinmektedir. Bu tehditle onların Müslüman olmalarına engel olurdu. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim onu sözleri ve davranışları ile “iyiliğin karşısına dikilen” biri olarak tescil etmiştir. Saldırgandır: Hak, adalet nedir gözetmez, çiğner geçer.

 

Ayrıca o, Peygamber (SAV)  Efendimize, Müslümanlara, ailesine ve doğru yolu bulmalarına engel olduğu, dini benimsemelerini önlediği aşiretine de saldırır, haksızlık eder. Saldırganlık, aşırılık, Kur’an-ı Kerim de ve Peygamber (SAV) Efendimizin sözlerinde üzerinde önemle durulan çirkin huylardan biridir. İslam saldırganlığın, aşırılığın her çeşidini yasaklamıştır. Hatta yeme içmede bile buna dikkat edilmesini öğütlemiştir. “Size sunduğumuz temiz rızklardan yiyiniz. Yiyeceklere ilişkin sınırlarımızı çiğnemeyiniz.”[3] Çünkü adalet ve dengelilik İslam’ın temel karakteridir.

 

Sürekli günah işler: “Günahkar” sıfatını kalıcı bir sıfat olacak kadar günah işler. Burada işlediği günahın türü belirtilmiyor. Çünkü bu ifade ile güdülen amaç sıfatın kalıcılığını vurgulamak, ruhun değişmez bir karakteri olduğunu belirtmektir.

 

Bu adam bütün bunların yanı sıra “kaba”dır. Bu söz, vurgusu ile, oluşturduğu hava birçok sıfatı, karakteristik özelliği anlatıyor. Bunun yerine birçok söz ve sıfat kullanılsa bile aynı anlam verilemezdi. Bu kelimenin, aşırı derecede kaba, çok yiyip içen obur, aç gözlü anlamına geldiği söylenmektedir. Bu adam kaba karakterli, iğrenç huylu ve insanlar arası ilişkilerde çirkin tutumludur. Sonra surenin akışı bu kişisel sıfatlar üzerine, O’nun Allah’ın (CC) ayetleri karşısındaki tutumunu belirterek bir değerlendirme yapıyor.

 

Bunun yanı sıra yüce Allah’ın (CC) mal ve evlad bahşettiği bu adamın böyle bir tutum sergilemesi ayıplanıyor: “Mal ve oğullar sahibi olmuş diye, kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman `eskilerin masalları’ dedi.”

 

Bir insanın yüce Allah’ın (CC) kendisine bahşettiği mal ve evlad nimetlerine karşılık, Allah’ın ayetlerini ve peygamberini alaya alması ne çirkin bir davranıştır. Bu bile tek başına biraz önce anlatılan çirkin sıfatlara denk bir tutumdur. Bu yüzden karşı konulmaz, caydırıcı güce sahip ulu Allah’tan (CC) bir tehdit geliyor. Burada yüce Allah (CC) onun ruhundaki büyüklük kompleksinin, mal ve evlatla övünmenin kaynaklandığı noktaya temas ediyor. Nitekim bundan önce de onun toplum içindeki yeri ve soyu ile övünmesine kaynaklık eden sıfatına değinmişti. Ve bu adam yüce Allah’ın şu kesin vaadini dinliyor: “Biz yakında O’nun burnuna damga vuracağız.”

 

Ayetin orijinalinde geçen “Hortum” kelimesinin anlamlarından biri kara domuzunun burnunun bir tarafıdır. Herhalde bununla Velid’in burnu kastedilmiştir. Arap dilinde burun büyüklüğü onurluluğu sembolize eder. Bu yüzden büyüklenen için “burnu havada”, gururu kırılan, alçalan için de “burnu yerde” denir. Birisi gururlanarak kızdığı zaman “burnu şişti-burnu kızardı” derler.

 

Arapların izzeti-nefsi (onur ve saygınlığı) “Enfetu” Burun olarak tanımlamaları da bu yüzdendir. Onun burnunun damgalanması ile tehdit edilmesi iki tür aşağılanmayı, horlanmayı ifade eder. Birincisi, bir köle gibi damgalanması, ikincisi burnunun domuz burnu olarak nitelendirilmesi. Hiç kuşkusuz bu ayetler Velid B. Muğire’nin üzerinde büyük etki bırakmışlardır. Çünkü Velid saygın insanların asılsız da olsa bir şairin hicvinden her zaman sakındığı bir millete mensuptu. Ya gerçekten göklerin ve yerin yaratıcısı tarafından damgalanmayı, hem de boşuna söylenmeyen böyle bir ifadeyle karşı karşıya kalmayı nasıl karşılamıştır.

 

Bu sözler varlık aleminin her tarafında yankılanmış, sonra da varlığın özüne yerleşerek tescil edilmiştir. Hem de sonsuza dek...İşte İslam’ın düşmanı, yüce ahlaka sahip saygın peygamberin düşmanı olan bu adam böylesine kesin bir hakareti hak etmekteydi.

 

Mal ve evlada, Allah’ın (CC) ayetlerini yalanlayanların şımarmasına neden olan dünya nimetlerine işaret edilmesi münasebetiyle yüce Allah burada örnek olarak onlara bir kıssa sunuyor.

 

Öyle anlaşılıyor ki bu kıssa onlar tarafından biliniyordu, aralarında yaygın olarak anlatılıyordu.  Yüce Allah (CC) bu kıssa aracılığı ile onlara nimetle şımarmanın, iyiliğe engel olmanın, başkalarının haklarına tecavüz etmenin akıbetini hatırlatıyor. Bu arada kendilerine bahşedilen mal ve evlad nimetlerinin aslında onlar açısından bir sınav aracı olduğunu vurguluyor. Tıpkı bu kıssanın kahramanlarının sınanması gibi. Ayrıca bu sınavın devamı da var. Onlar bununla da bırakılacak değildirler.[4]

 

“Ey iman edenler! Eğer fasıkın biri size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da sonra yaptığınızdan pişman olursunuz. Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan (CC) korkun ki rahmete eresiniz. Ey iman edenler! Aranızda gizli konuşacağınız zaman günahı düşmanlığı ve Peygamber’e (SAV) karşı gelmeyi fısıldamayın. İyilik ve takvayı konuşun. Huzuruna toplanacağınız Allah’tan (CC) korkun. Gizli konuşmalar şeytandandır. Bu iman edenleri üzmek içindir. Oysa şeytan, Allah’ın (CC) izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez. Müminler Allah’a (CC) dayanıp güvensinler.”[5]

 

Buradan anlaşılıyor ki, ruhları ve karakterleri islamın yaşam biçimi ile henüz bütünleşmemiş olan bazı müslümanlar işler çatallaştığında gizlice toplanıyor, bağlı bulundukları önderlikten uzak bir şekilde olayları aralarında tartışıyorlardı.

 

Halbuki böyle bir eylemi islam toplumunun karekteri ve islami yapılanmanın özü kaldırmıyordu. Zira bu yapı bütün görüşlerin, bütün düşüncelerin ve bütün önerilerin herşeyden önce önderliğe sunulmasını ve cemaat içinde gruplaşmalara gidilmemesini gerektiriyordu.

 

Yine anlaşılıyor ki, bu tür gruplaşmalar ve kümelenmeler, bu işleri gizlice yürütürken kimseyi rahatsız etme amacını gütmeseler de birtakım rahatsızlıklara ve karışıklıklara neden oluyorlardı. Bu işlerle uğraşanların gündemdeki sorunları körüklemeleri ve bilmeden, ilerisini düşünmeden bu meselelerde sırf görüşlerini açıklamaları bile rahatsızlıklara ve itaatsizliklere neden olabilirdi. İşte tam bu sırada yüce Allah (CC) onlara hitap ediyor. Kendilerini O’na bağlayan bağları ile onlara sesleniyor. Böylece çağrının gücünü ve etkisini de artırmış oluyor: “Ey iman edenler..”: Gizli konuşmaları gerektiği durumda dahi günah, düşmanlık ve Peygambere karşı gelme gibi çirkin işlerden sakındırmak ve mü’minlerin gizli konuşabilecekleri, onlara yakışan konuları açıklamak için onlara böyle hitap ediyor: “İyilik ve takva üzerine gizli konuşabilirsiniz:

 

Bunların hangi vasıtalarla elde edileceklerini ve onların nasıl yaşanacağını, gerçekleştirileceğini planlamak için oturup konuşabilirsiniz. Ayeti kerimede geçen “Birr” kavramı genel anlamı ile iyilik demektir. “Takva” ise, uyanıklık ve yüce Allah’ın (CC) gözetiminde olduğunun bilincinde olmaktır.

 

Bunlar ise, iyilikten başkasını telkin etmezler. Ayrıca eninde sonunda kendisine dönecekleri ve işlediklerinin hesabını verecekleri Allah’tan (CC) korkmalarını hatırlatıyor. İnsanlar ne kadar gizleseler de, kapalı tutmaya çalışsalar da onların tüm yaptıklarını gözeten ve birbir kayda geçen Allah’a (CC) hesap vermekten kurtulamazlar.

 

Şimdi de onları, bir parçası oldukları müslüman cemaatten gizli ve habersiz olarak fısıldaşmaktan, gizli konuşmaktan ve gizli planlar çevirmekten tiksindiriyor. Zira onların yararına olan şey müslüman topluluğun da yararınadır. Sonra onlar hiçbir şeyde kendilerini müslüman topluluktan ayrı hissetmemelidirler.

 

Onlara deniyor ki: “Müslümanların fısıldaşmaları, gizlice konuşmaları ve özel biçimde konuşulduğunu görmeleri onların kalplerine üzüntü ve burukluk havasını yayar. Güvensizlik havası yaratır. Şeytan da gizli konuşanları aldatarak onların, kardeşlerinin canını sıkmalarına, onların kalplerine tereddütler ve endişeler salmalarına sebep olmalarına neden olabilir. Ama şeytan ne yapsa mü’minlere istediğini yaptıramaz.”

 

“Gizli konuşmalar (fiskoslar) şeytanın yapacağı işlerdendir. Bu iman edenleri üzmek içindir. Oysa şeytan, Allah’ın (CC) izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez. Müminler Allah’a dayanıp güvensinler.”Müminler yalnız Allah’a (CC) dayanırlar. Bunun ötesinde dayanak olmaz zaten. Müminlerin Allah (CC) dışında dayanacakları kimse de yoktur.

 

“Mü’minler Allah’a dayanıp güvensinler.” Koruyan ve savunan, güç ve üstünlük sahibi olan, herşeyi bilen, herşeyden haberdar olan, hiçbir zaman ayrılamayan, hazır şahid olan O’dur (CC). Evrende yalnız O’nun (CC) dediği olur. O (CC) ise müminleri koruyacağına söz vermiştir. Bundan öte teminat ve bundan daha büyük huzur verici, kesin kanaat oluşturucu söz olur mu?[6]

 

Bunun ardından inanmış olanlara cemaat adaplarından biri daha anlatılıyor: Allah-ü Teala (CC) şöyle buyuruyor: O ahiret yurdunu yeryüzünde kendilerini büyük görmek ve fesat çıkarmak istemeyenlere tahsis ederiz. Son kazanç müttakilerindir.”[7]

 

“Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen asla yeri yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin.”[8]

 

İnsan, kalbini bütün kullarına egemen olan yaratıcı bilincinden boşalttığı zaman elindeki serveti, iktidarı, kuvveti veya güzelliğiyle övünme böbürlenme hissine kapılır. Eğer elindeki tüm nimetlerin Allah (CC) tarafından kendisine verildiğini, Allah’ın (CC) gücü karşısında çok zayıf olduğunu hatırlayıp anlayacak olsa büyüklük taslaması söner, böbürlenmesi iner. Yeryüzünde şaşkın ve şımarmış bir şekilde değil, olgun bir şekilde gezinmeye başlar.

 

Kur’an-ı Kerim bu kendini beğenmiş, üstünlük taslayan, gururlu insanı zayıflığı, acizliği ve basitliğiyle yüz yüze getirir. “Sen ne yeri delebilirsin, ve ne de dağlar kadar yükselebilirsin.” İnsan bedeni itibariyle çok zayıf, çok cılızdır. Allah’ın (CC) yaratmış olduğu büyük kütlelere ulaşamaz. O ancak Allah’ın (CC) kuvvetiyle güçlüdür.

 

Allah’ın (CC) ona verdiği üstünlük sıfatıyla üstündür. Allah’ın (CC) kendisine üflediği soluk ile onurludur. İnsan ancak bu ruh vasıtasıyla Allah’la (CC) iletişim kurabilir. O’nun (CC) gözetimi altında olduğunu hissedebilir ve ancak bu şekilde O’nu (CC)  unutmayabilir.

 

Kur’an’ın kendisine çağırmış olduğu kibir ve böbürlenmenin ortadan kaldırılmasıyla oluşacak, alçak gönüllülük ve olgunluk insanın Allah’a (CC) karşı ve insanlara karşı edebini takınması ile gerçekleşecektir. Bu hem psikolojik ve hem de sosyal bir edeptir. Ancak kalbi dar, uğraşıları basit olan kof insanlar, bu edebi bırakıp böbürlenmeye ve kendini beğenmeye saplanabilirler. Böyle kimselerin şımardığından ve nimetini inkar ettiğinden dolayı Allah’ın (CC) sevmediği gibi, kabardığı ve üstünlük tasladığı için de insanlar sevmezler.[9] “Allah (CC) büyüklük taslayanları sevmez.”[10]

 

“Bayağı insanlardan kimi de vardır ki, bilgisizce Allah (CC) yolundan saptırmak ve onu eğlence yerine tutmak için laf eğlencesi (veya boş söz) satın alırlar. İşte onlar için aşağılayıcı bir azab vardır.”[11]

 

“Ben yine de nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis şiddetle kötülüğü emreder. Ancak Rabbimin (CC) rahmetiyle yarlığadığı müstesna. Muhakkak ki, Rabbim (CC) bağışlayıcı ve merhametlidir.”[12]

 

Ey ehli iman, Yusuf (AS) nefsini temize çıkaramıyorsa bize ve sana ne demek düşer. O Cenab-ı Hakk’ın (CC) Peygamberi idi. Bizim ise bu dedikodu illetinden sakınmak için gece gündüz ağlamamız gerekmez mi?

 

Bu Hususta Cenab-ı Allah (CC) şöyle buyuruyor: “O gün insanlar, amellerinin karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük çıkacaklardır. Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.”[13]

 

“Toplanma günü için sizi topladığı zaman var ya, işte o gün, kimin aldandığının açığa çıkacağı aldanma günüdür. Kim Allah’a (CC) inanır ve yararlı iş yaparsa, Allah (CC) onun kötülüklerini örter ve onu, içinde ebedi kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş budur.”[14]

 

“Onların bu hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise, şüphesiz hakikat bakımından birşey ifade etmez.”[15]

 

“Onlar ki günahın büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınırlar, yalnız bazı küçük kusurlar hariç. Şüphesiz Rabbinin (CC) affı geniştir. O (CC), sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada, sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O (CC), kötülükten sakınanı daha iyi bilir.”[16]

 

Onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve “Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selam olsun. Biz kendini bilmezleri istemeyiz” derler.

 

“(Resulüm sav!) Sen sevdiğini hidayete eriştiremezsin; bilakis, Allah (CC) dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O (CC) bilir.”[17]

 

“Kötülük kazanmış olanlara gelince, kötülüğün cezası, misli kadardır. Ve onları bir aşağılık ve eziklik kaplar. Onlar için Allah’tan (CC) başka hiçbir kurtarıcı yoktur. Yüzleri karanlık gecelerden bir parçaya bürünmüş gibidir. İşte onlar cehennem ehlidir. Orada ebedi kalacaklardır.”[18]

 

“Onların birçoğu zandan başka bir şeye uymaz. Zan ise haktan hiç bir şeyin yerini tutmaz. Şüphesiz ki, Allah (CC) onların ne yaptıklarını bilir.”[19]

 

“Allah’ın (CC) onları haşredip toplayacağı günde, sanki onlar dünyada gündüz bir parça kalmışlar da aralarında tanışmışlar gibi olacak. Allah’ın (CC) huzuruna çıkacaklarına inanmamış ve doğru yolu tutmamış olanlar hiç şüphesiz en büyük ziyana uğramış olacaklar.”[20]

 

“Rabbinin (CC) sözü hem doğrulukça, hem de adaletçe tamamlanmıştır. O’nun (CC) sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O (CC), işitendir, bilendir. Eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah (CC) yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sadece ‘zann’a uyarlar ve saçmalarlar. Şüphesiz ki Rabbin (CC), yolundan kimlerin saptığını çok iyi bilir. O (CC),doğru yolda olanları da çok iyi bilir.”[21]

 

“Zulüm yapmış olan herkes, azabı görünce yeryüzündeki her şeyin sahibi olsa da, (o azaptan kurtulmak için) hepsini feda ederdi. Ve içten içe pişmanlık duyardı. Fakat aralarında adaletle hüküm verilir ve hiçbirine zulüm yapılmaz.”[22]

 

“Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedi olarak kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab ve lanet etmiş ve onun için büyük bir azab hazırlamıştır.”[23]

 

“Kendilerine hainlik edenleri SAvunma. Muhakkak Allah (CC) hain günahkarları sevmez. Bunlar, insanlardan (hainliklerini) gizlerler de, Allah’tan (CC) gizlemezler. Oysa O (CC) ,geceleyin istemediği şeyi kurarlarken onların yanı başlarındadır. Allah (CC), onların yaptıklarını (ilmiyle) kuşatmıştır. Haydi siz dünya hayatında onları savunuverdiniz (diyelim). Peki kıyamet gününde Allah’ın (CC) huzurunda onları kim savunacaktır? Yahut onlara kim vekil olacaktır? Kim bir kötülük işler, yahut nefsine zulmeder, sonra da Allah’tan (CC) bağışlanmasını dilerse, Allah’ı (CC) bağışlayıcı ve esirgeyici bulur. Kim bir kötülük işlerse, kendi nefsine kötülük etmiş olur. Allah (CC) her şeyi hakkıyle bilendir, hikmet sahibidir. Kim bir hata veya bir günah işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak iftira etmiş ve apaçık bir günah yüklenmiş olur.”[24]

 

“Kötülüklerden sakınanlara: ‘Rabbiniz ne indirdi?’ denilince: ‘Hayır indirdi’ derler. Bu dünyada güzel amel işleyenlere güzel bir mükafat var. Elbette ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Allah’tan (CC) korkanların yurdu ne güzeldir!”[25]

 

“Kim de Rabbinin (CC) makamından korkar ve nefsi de istek ve tutkulardan sakındırırsa,artık şüphesiz Cennet, (onun için) bir barınma yeridir.”[26]

 

“Ey insanlar taşkınlığınız sırf kendi zararınızadır. Şu değersiz dünya hayatının bir süre tadını çıkarınız, sonra nasıl olsa dönüp bize geleceksiniz. Biz de bütün yaptıklarınızı tek tek size haber vereceğiz.”[27]

 

“Şurası kesindir ki Allah (CC), insanlara zerre kadar zulmetmez. Ne var ki, insanlar kendi kendilerine zulmedip duruyorlar.”[28]

 

“Kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah her şeyi gözetip karşılığını verir.”[29]

Allah (CC) yolunda savaşmak için insanları cesaretlendiren, teşvik edip yardımlaşan kişinin davanın ecir ve etkilerinde bir payı vardır. Ağırdan alıp başkalarını da alıkoyanlarsa bundan ve sonuçlarından sorumludurlar.

 

Metinde geçen “kifl” (günah) kelimesi, bunu yapanların bu davranışlarının sonuçlarından sorumlu olduklarını ilham ettirmektedir.

 

İyi olsun kötü olsun her aracılık için geneldir bu ilke. Ayrıntılı bir olay üzerine genel bir kural yerleştiren, aynı şekilde bireysel bir olguyu genel ilkeye bağlayan Kur’an’ın metodu uyarınca bu genel ilke de özel koşullar nedeniyle hatırlatılmış oluyor.

 

Bütün işleri... Herşeyin rızkını veren ya da herşeye gücünü bahşeden Allah’a (CC) bağlamak.. Evet bu, ayetin sonunda yer alan “makit” kelimesini açıklamaktadır.

 

“Allah (CC) herşeyin karşılığını verir.”

 

Ardından, ayetlerin akışı, aracılığı anlattıktan sonra, selam verildiğinde onu daha iyisiyle veya benzeriyle karşılama konusuna dönmektedir. Selam; gerekli kurallarına uyulduğu sürece toplumun hayat çarklarının rahatlıkla dönmesini sağlayan ilişkilerden birisidir. Toplumsal atmosferde, selam ile daha önce açıklanan aracılık arasında yakın bir ilişki vardır.[30]

 

Bazı gafil insanlar kendi kötü fikirlerinden yana olanların yanına geldikleri zaman: “Falanca adam düne kadar şöyle şöyle kötülükler yapıyordu. Şimdi adam olmuş havada uçuyor” gibi sözler söyleyerek bazılarının aleyhlerinde konuşuyorlar. O insanlar tevbe ettikleri halde alay edip suçlarını meydana döküyorlar.

 

Ayet-i Kerime’nin beyanına göre insanlar tevbe ettikleri halde onlarla alay edenlerin üzerine Cenab-ı Hak (CC) o tevbe edenlerin işledikleri günahları yazacaktır. Çünkü onlar kötü işlerde diğer insanlar arasında aracılık etmişlerdir. Bu kişiler böyle çirkin hallerinden tevbe etmezlerse, ebedi alemde Cenab-ı Hakk’ın (CC) huzurunda perişan olacaklardır.

 

“Tehdit ederek, inananları Allah (CC) yolundan alıkoyarak ve o yolun eğriliğini arayarak öyle her yolun başında oturmayın. Düşünün ki siz az idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın ki bozguncuların sonu nasıl olmuştur. Eğer içinizden bir grup benimle gönderilene inanır, bir grup da inanmazsa, Allah aramızda hükmedinceye kadar sabredin. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”[31]

 

“(Ey insanoğlu!) sana gelen her iyilik Allah’tandır (CC) , sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Ey Muhammed (SAV)! Biz seni bütün insanlara bir elçi olarak gönderdik. Buna şahit olarak da Allah (CC) yeter.”[32]

 

“Allah (CC) sizin düşmanlarınızı çok iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah (CC) yeter. Ve yardımcı olarak da Allah (CC) yeter.”[33]

 

“Melekler, kendilerine zulmeden kişilerin canlarını aldıklarında, onlara, ‘Ne işte idiniz?’ derler. Onlar da: ‘Biz yer yüzünde zayıf kimselerdik.’ derler. Melekler: ‘Allah’ın (CC) yeryüzü geniş değil miydi, siz de orada hicret etseydiniz ya?’ derler. İşte bunların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü gidiş yeridir.”[34]

 

“Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Peygamber’e (SAV) karşı çıkar, müminlerin yolundan başkasına uyup giderse onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir gidiş yeridir.”[35]

 

“Allah’ın (CC) ahdini misak ile belgeledikten sonra bozanlar ve Allah’ın (CC)  birleştirilmesini emrettiği bağlantıları koparanlar ve yeryüzünü bozguna verenler varya, işte lanet olsun onlara! Ve yurdun kötüsü de onlaradır.”[36]

 

“İnkar eden ve (insanları) Allah (CC) yolundan çevirenler, diğer kimseleri de bozdukları için onlara azab üstüne azab artırdık.”[37]

 

“İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akıbet, takva sahiplerinindir. Kim bir iyilik getirirse ona ondan daha üstün karşılık vardır. Kim bir kötülük getirirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza görürler.”[38]

 

“Allah (CC), zulme uğrayanların dışında,çirkin sözün açıkça söylenmesinden hoşlanmaz. Allah (CC) her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir. Bir iyiliği açığa vursanız da gizli tutsanız da veya bir kötülüğü bağışlasanız da biliniz ki, Allah (CC) bağışlayıcıdır ve gücü her şeye yetendir.”[39]

 

Toplum oldukça duyarlı olur ve bu yüzden bu duyarlığına uygun toplumsal davranış kurallarına ihtiyaç duyar. Kimi sözler vardır ki, söyleyen ötesini hiç hesaplamaz. Çoğu söylentiler de onu çıkaran sadece bir insanı kastetmiştir. Ancak bu toplumun kişiliği, ahlakı, gelenek ve atmosferi üzerinde öldürücü etkiler bırakır. Artık olay hedeflenen bireyi aşmış toplumun alanına girmiştir.

 

Her ne şekilde olursa olsun dille kötü söz söylemek, vicdanda sakınma ve Allah korkusu yoksa, dile kolay gelir. Bu kötülüğün yaygınlık kazanması, toplum vicdanında derin etkiler bırakır. Bu toplumda çoğu zaman karşılıklı güven yok olur.

 

İnsanlar gittikçe kötülüğün her tarafı kapladığını düşünürler. İçlerinde kötülük işleme isteği bulunmasına rağmen, bunu yapmaktan çekinen çoğu kimsenin, kötülüğün toplumun alışkanlığı haline geldiğini ve yaygınlaştığını görmesi onu işlemesine neden olur. Artık böyle bir durumda çekinmelerine ve saklamalarına gerek yoktur. İlk defa onları yapmıyorlar ki! Çoğu zaman kötülükten tiksinti duymanın nedeni kötülükle, fazlaca içiçe yaşamaktır. Çünkü insan, ilk karşılaştığında kötülükten şiddetli bir şekilde iğrenir. Ancak yapılması ya da söylenmesi sıklaştıkça iğrenmenin ve tiksinmenin oranı düşer.

 

Giderek kötülüğü işitmek hatta görmek bile basit gelir kalplere. Artık kötülüğü değiştirmek için harekete geçmez olurlar. Bütün bunlar, kötülükten uzak oldukları halde kötülükle itham edilen ve haklarında dedikodu çıkarılan insanlara yapılan haksızlığın yanında olmaktadır. Ancak kötülük yaygınlık kazandığı zaman, kötülüğü açıklamak kolay ve alışılmış bir şey olduğu zaman, iyilerin de kötüler gibi haklarında dedikodu çıkarılır.

 

İftira ve ithamdan çekinmeksizin, kötülüğe karışır iyiler de. Dilleri kötü söz söylemekten alıkoyan ve çoğu kimsenin kötülük yapmasına engel olan kişisel ve toplumsal utanma duygusu kaybolup gider. Kötülüğü açığa vurmak sövmek ve iftira etmek şeklinde kişisel ithamlarla başlar. Toplumsal çözülme ve ahlaki bozulma ile sonuçlanır.

 

Fert olsun toplum olsun insanların birbirlerini değerlendirme ölçekleri sapıtır. Artık insanların birbirlerine olan güvenleri sarsılır. İthamlar öylesine yaygınlaşır ki, diller çekilmeksizin geveleyip dururlar bu söylentileri. Bütün bunlardan dolayı yüce Allah (CC), müslüman kitlenin içinde dedikodunun yaygınlaşmasını hoş karşılamamıştır.

 

Sadece zulme uğrayan birinin kendini savunmak için, zalime karşı söyleyebileceği kötü sözle sınırlandırmıştır; kötülüğü açıklama hakkını. Tabii ki bu hak, uğranılan zulmün sınırları içinde olacaktır: “Allah (CC) zulme uğrayanlar dışında hiç kimsenin açıkça kötü söz söylemesini sevmez.”

 

Böyle bir durumda hukuk terminolojisinde sövme ve iftira kapsamına girmekle beraber kötülükle vasfetme, zulümden intikam almak, düşmanı savmak, bizzat kişinin uğradığı kötülüğe karşılık vermek içindir. Ayrıca toplumun mazluma yardım etmesini, zalimi zulmetmekten alıkoymasını sağlamak içindir. Böyle olunca zalim yaptığının sonucundan çekinir, bir daha yapma konusunda tereddüt geçirir.

 

O zaman da kötülüğü açıklayacak kaynak sınırlıdır. Zulme uğrayan kişi sebebi de sınırlandırmıştır. O da mazlumun nitelendirdiği belli bir zulümdür.

 

Kendisinden zulüm kaynaklanan kişiye karşı bizzat söylenebilir. O zaman bu açıklama sonucu gerçekleşen iyilik, kötülüğü karşılamış olur. Sırf teşhir etmek değil de adalet ve hakkaniyetin gerçekleşmesi hedeflenmiş olur böyle bir durumda.

 

Kuşkusuz İslam zulmetmedikleri sürece insanların namına ve şanına saygı gösterir. Ancak zulmettikleri zaman bu saygıyı hakketmezler. Ancak o zaman zulme uğrayana, zulmedenin kötülüğünü açıklama izni verir. Dillerin kötü söz söylemesine ilişkin yasağın tek istisnası budur. Böylece İslam’ın, zulme imkan tanımayan adaleti koruması için ferd ya da toplumun utanma duygusunun yırtılmasına izin vermeyen ahlaki koruması birbirine uygun düşmektedir. Bu açıklamanın ardında Kur’an’ın akışında şu değerlendirme yer almaktadır: “Hiç kuşkusuz Allah (CC) her şeyi işiten ve görendir.”

 

Amaç, bu işi başlangıçta Allah’ın (CC) sevgi ve hoşnutsuzluğuna bağladıktan sonra, sonuçta da Allah’a (CC) bağlamaktır. Allah (CC) hiç kimsenin açıkça kötü söz söylemesini sevmez. Maksad;insan kalbinin, niyet ve sebeplerin, söz ve ithamların değerlendirilmesinin, söylenen her şeyi işiten ve bunların ötesinde göğüslerin gizlediklerini bilen yüce Allah’a (CC) ait olduğunu bilmesidir.

 

Kur’an’ın akışı, kötülüğü açıklamayı yasaklamakla pasif bir pozisyonda durmuyor aksine, genel ve aktif bir iyiliğe yöneltiyor insanı.

 

Kötülüğü affetmeye sevk ediyor kişiyi. İnsanı tutup hesaba çekebildiği halde, insanları bağışlayan yüce Allah’ın (CC) bu sıfatını öne çıkarmasının amacı, ellerinden geldiği ve yapabildikleri kadariyle müminlerin Allah’ın (CC) ahlakı ile ahlaklanmalarını sağlamaktır: “Bir iyiliği açığa vursanız da gizli tutsanız da veya bir kötülüğü bağışlasanız da biliniz ki, Allah (CC) bağışlayıcıdır ve gücü her şeye yetendir.”

 

Böylece ilahi eğitim sistemi, mümin bireyi ve müslüman toplumu bir üst dereceye daha yükseltmektedir. İlk derecede, yüce Allah’ın (CC) kötülüğün, açıklanmasından hoşnut olmadığından söz etmektedir.

 

Bu arada zulme uğrayan birinin intikam almak ya da adaletin gerçekleşmesini istemesi durumunda, zulme uğradığı konuda ve uğradığı oranda, zulmedenin kötülüğünü açıklamasına izin verilmektedir.

 

İkinci derecede ise, hepsini birlikte iyilik yapmaya yöneltmektedir. Zulme uğrayan kişiyi de zulmü açığa vurmak şeklinde intikam alması mümkünken affetmeye ve vazgeçmeye yöneltmektedir. Ancak gücü yettiği zaman, yoksa gücü dahilinde olmayan şeyi affetmek söz konusu değildir.

 

Kişiyi intikam almaktan vazgeçirip, hoş görecek bir düzeye yükseltmektedir bu. Kuşkusuz bu, çok daha yüce ve üstün bir düzeydir. Bu durumda, iyilik açıklandığı zaman, müslüman toplum içinde yaygınlık kazanır. Gizli tutulduğu zaman ise, ruh terbiyesindeki rolünü gerçekleştirir. Çünkü, iyiliğin gizlisi de açığı da güzeldir Böyle bir durumda bağışlamak duygusu, insanlar arasında yaygınlaşır. Artık kötülüğü açığa vurmaya imkan kalmaz. Ancak bu bağışlama olgusu insanın elinde olmalıdır. Kişinin hoş görüsünden kaynaklanmalıdır, acizliğin verdiği zilletten değil. Aynı zamanda, gücü yettiği halde bağışlayanın amacı, yüce Allah’ın (CC) ahlakı ile ahlaklanmaya yönelik olmalıdır.

 

“Biliniz ki, Allah (CC) bağışlayıcıdır ve gücü her şeye yetendir.” Bundan sonra ayetlerin akışı genel olarak Ehli Kitap’la yeni bir gezintiye başlıyor. Sonra bir turda yahudilere geçiyor, diğer turda da hristiyanlarla yol alıyor.

 

Yahudiler yalan ve iftira ederek Meryem ve İsa (AS) hakkında kötü sözler sarf ediyorlardı.

Bu dedikodulara gezinti esnasında değinilmektedir. Böylece bu gezinti ile surenin akışında geçen iki ayetin içerdiği bu açıklama, birbirine bağlanmaktadır.

 

Gezinti tümüyle başlangıçta Kur’an’ın, Medine’de müslüman kitlenin düşmanlarına karşı giriştiği çarpışmanın bir yönünü oluşturmaktadır.Bu çarpışmanın diğer yönleri bu surede, Bakara suresinde ve Ali İmran suresinde ele alınmıştı.[40]

 

“Bize kavuşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olup onunla tatmin bulanlar ve bizim ayetlerimizden gafil olanlar da vardır muhakkak. İşte bunların kendi elleriyle ettikleri yüzünden varacakları yer cehennemdir.”[41]

 

“Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz, gönül, bunların her biri yaptıklarından sorumludurlar. Kötü olan bütün bu yasaklar, Rabbinizin (CC) sevmediği şeylerdir.”[42]

 

“Sen yine de affa sarıl, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.”[43]

 

“Nice peygamberler (AS)vardı ki, kendileriyle beraber bir çok Allah (CC) dostları çarpıştılar; Allah (CC) yolunda başlarına gelenlerden yılgınlık göstermediler, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah (CC) sabredenleri sever.”[44]

 

Allah-ü Teala (CC) Hz. Musa’ya (AS) vahy edip buyurdu ki: “Gıybetten tevbe edip de ölen, cennete girenlerin sonuncusu olur. Tevbe etmeden ölürse, cehenneme girenlerin ilki olur.”

 

“Sur’a üfürüleceği gün, artık siz dalga dalga koşup geleceksiniz.”[45]

 

Dünyaya düşkün insanlar nerede böyle lezzetlere ulaşabilirler! Allah-ü Teala (CC) bize yardımcı ve vekil olmakta yeterlidir. Ne güzel mevla ve ne güzel yardımcıdır.

 

Bir zamanlar İsrailoğulları, büyük bir kıtlıkla karşılaşmıştı. Uzun zamandan beri bir tek damla bile yağmur düşmüyor, yapraklar sararıyor ve toprak susuzluktan yer yer çatlıyordu. Bunun üzerine bir gün Hz. Musa (AS) kendine  inananları alıp yağmur duasına çıktı. Tam üç gün yağmur  yağması için başta Hz. Musa (AS)  olmak üzere, bütün mü’minler Allah (CC) Hz.lerine dua ettiler ve niyazda bulundular. Fakat bir türlü yağmur yağmıyordu.

 

Bu durumda Hz. Musa (AS) merak ederek düşünmeğe başladı. Ulu Allah (CC) bizim dualarımızı acaba niçin kabul buyurmuyor, yoksa büyük bir günah mı işledik? Şeklinde düşünürken Allaha (CC) şöyle yalvardı: “İlahi! senin kulların üç günden beri sana el açıp diz çökerek dua ediyorlar... Sen ise onların bu samimi ve içten yalvarışlarını duymuyor,onların duasını kabul buyurmuyorsun.”

 

Hz, Musa’nın (AS) bu içten seslenişi karşısında Yüce Allah (CC) Hz.leri kendisine vahyederek şöyle buyurdu: “Ey Musa (AS)! Ben içinde ara bozmak için söz taşıyıcılık eden bir insanın bulunduğu bir cemaatin duasını kabul etmem.” Böylece Hz. Musa (AS) üç günden beri yapılan dua ve niyazların kabul edilmeyişinin gerçek sebebini öğrenmiş bulunuyordu. Fakat bu kim olabilirdi? Bunu öğrenmek için Allah’a (CC) niyazda bulundu: “Ya Rab (CC)! Yaptığımız duaların kabul edilmemesine sebep olan ve içimizde bulunan söz taşıyıcı kimdir? Onu bize bildir ki, hemen kendisini aramızdan çıkaralım! ve sana tertemiz mü’minler olarak niyazda bulunalım.” deyince, Yüce Allah (CC) Hz.leri şöyle karşılıkta bulundu: “Ben sizi söz taşıyıcılıktan men ediyorum, bundan kaçınmanızı istiyorum, böyleyken ben nasıl olur da onu size haber vermek suretiyle söz taşıyıcı durumuna düşmüş olabilirim!... Bunu yapmam. Ancak siz hepiniz birden tevbe ediniz ve bundan sonra bana yalvarınız.”

 

Daha sonra Hz. Musa (AS) ve kavmi aynı şekilde yapınca semadan bardaktan dökülürcesine yağmur yağmağa başladı.[46]

 

Böylece görmekteyiz ki, söz taşıyıcılığın  zararı sadece kendisine değil, aynı zamanda içinde bulunan topluma varıncaya kadar genişliyor.

 

Ulu Allah (CC) Hz.leri cümlemizi söz taşıyıcılığın kötü akibetinden korusun, amin...

 

GIYBET, DÖRT KISMA AYRILIR:

 

a) Mübah

b) Günah

c) Münafıklık

d) Küfür

 

a) Mübah olan gıybet. Aşırı günahkarlıkları ve dinimize bir takım uydurma adetleri sokmakla tanınmış kimselerin aleyhinde konuşmak ve bunların bütün kötülüklerini ortaya sererek şerlerinden mü’minlerin sakınmalarını temin etmek herkesin boynuna borçtur. Böylesine bir gıybet de dinimizce helal ve mübahtır.

 

Nitekim Hz. Resul (SAV) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kendilerinden başkalarının korunmasını sağlamak gayesiyle aşırı günahkarlıklarıyla tanınmış kimseleri bütün iç yüzleriyle gözler önüne serin.”

 

b) Günah olan gıybet. Bir topluluk arasında herhangi bir mü’min kardeşimizin açık seçik adından bahsetmek süretiyle kusur ve eksiğini ortaya atmak ve bir kimsenin ardından böylesine hoşuna gitmeyecek bir şekilde konuşmanın da kötülük olduğunu bilerek gıybetini yapmak dinimizce günahtır.

 

Bu tip hareketlere girişen kimseler Allah’ın (CC) buyruklarına karşı geliyor demektir ki bu günahları yüzünden Allah’a (CC) muhakkak tövbe etmeleri gerekir.

 

c) Münafıklık olan gıybet. Bazı kimseler bir topluluk arasında adını vermeksizin, fakat ima ederek bir mü’min kardeşlerinin kusurunu ortaya atarlar, kendilerinin de çok takva ve dürüst olduklarını ileri sürerler. Halbuki hiç de dürüst ve takva değildirler. Maksatları başkalarını yererek, kendilerini üste çıkarmaktır. İşte böylesine gıybete de münafıklık adını veriyoruz.

 

d) Küfür olan gıybet. Bir insan bir topluluk arasında, olmadığı halde, “Falancanın, şu kusurları vardır” diye bir mü’min kardeşini kötülememelidir. Olmayan bir şeyi var göstermek, “Gıybet ediyorsun.” dendiğinde, “Hayır, bu gıybet değil. Ben gerçeği söylüyorum.” diye ayak diretmek doğru değildir.

 

Bunun tersini yapanların, yani olmadığı halde bir başkasına “kusurludur.” diyenlerin küfür ve inkara düştüklerini söylemek gerektir. Çünkü bir mü’mine kendisinde olmayan bir kusur ve eksiği ispat etmek ve ikaz edilirken de, “Hayır, ben gıybet etmiyorum. Gerçeği söylüyorum” diye ayak diretmek küfürdür. Neden? Çünkü Allah’ın (CC) haram kıldığı gıybeti helal kabul etmek küfürdür de ondan.[47]

 

İslam büyüklerinden Hammad (RA) diyor ki: “Adamın biri bir erkek kölesini satılığa çıkarır. Almak üzere gelen müşteriden birine meziyetlerini bir bir saydıktan sonra koğuculuk (söz taşıyıcılık) ettiğini bildirir. Müşteri bu kusuru önemsemiyerek köleyi alıp götürür. Köle yeni sahibinde bir kaç gün kaldıktan sonra artık dayanamıyarak birgün kendinin hanımına çıkar ve kocası aleyhinde şöyle konuşur: ‘Hanımefendi!... Kocanız sizi sevmiyor ve sizin üzerinize de metres tutmak istiyor. Ne dersiniz? Kocanızın yine eskisi gibi sizi sevmesini istermisiniz?’ Zavallı kadın yeni gelen kölenin bu sözlerine inanarak, ‘Evet. kocamın tekrar bana yakınlaşmasını ve eskisi gibi beni sevmesini isterim.’ Der. İlk safhada daha başarıya erişen köle kadına şu tavsiyede bulunur. ‘Kocanızın eskisi gibi sizi sevmesini istiyorsunuz: Bu isteğinizi gerçekleştirmek için elinize bir ustura alarak, kocanız uyurken onun çene altı sakallarından bir kaç tel keseceksiniz. İşte o zaman kocanız sizi eskisinden de daha çok sevecektir.’ Köle ara bozmak için ona buna söz taşıyıcılık etmektedir. Bu yolu adeta kendine meslek seçmiştir: Hiç durur mu? Bu defa gidip efendisinin karşısına dikilir: ‘Efendim!...’ der. ‘Karınız sizi hiç sevmiyor. Hatta üzerinize metres tutmak istiyor. O yüzden de sizi öldürmek istiyor. Bu işin aydınlığa kavuşmasını istermisiniz?’ Adam, ‘Evet, isterim.’ deyince de köle şu tavsiyede bulunur: ‘Siz bu gece yatağınıza yattığınızda sakın uyumayın. Uyuyormuş gibi davranın. Göreceksiniz ki karınız sizi elinde keskin ustura bıçağıyle öldürmeye gelecektir.’

 

Akşam olur, yatma saati gelir, adam kölesinin dediği gibi yatağına uzanarak uyku taklidi yapmaya koyulur. Karısı elinde usturayla çene altından tüy kesmek için geldiğinde birden sıçrayan koca gerçekten hadisenin doğruluğuna inanır ve kendisini öldürmeye geldiğini sandığı karısının elinden usturayı alarak daha orada onu öldürür. Bunun üzerine kadının yakınları gelerek adamı öldürmek suretiyle öclerini alırlar. Artık iş bu noktada iyice alevlenir. Bu defa adamın da yakınları harekete geçerek iki taraf birbirine girerek ortalığı adeta bir savaş meydanına çevirirler.[48]

 

Ünli Bilgin Ebul Leys ve gıybet:

 

Hac mevsimi hacca gitmeye niyet eden Ebul Leys yola çıkarken yanına bir miktar para alır ve konu komşu huzurunda da şöyle yemin eder. “Eğer Mekke’ye gidip gelirken bir tek olsun gıybet edersem Allah’a (CC) and olsun ki bu paraları Hak yolda harcayacağım.”

 

Ebul Leys gerçekten Allah’a (CC)  verdiği sözü tutar ve öteki beriki hakkında bir tek kötü söz etmeden hacdan sıcak aile yuvasına  döner. Parası da yanında cebindedir. Durumu bilenlerden biri, “Nasıl olur da bir tek gıybet etmeden hacca gidip geldiniz?” diye sorar. Ebul Leys de şöyle cevap verir: “Bence herhangi birinin ardından konuşmak (gıybet), zinadan daha ağır bir günahtır. Bilgili bir kimse gıybet ederse, iyi bilsin ki kıyamet günü o, alnında. ‘Bu kimse, Allah’ın (CC) rahmetinden mahrumdur.’ diye yazan bir damgayla Allah’ın (CC) huzuruna çıkacaktır. Dedi-kodusu yapılıp da kendisine eriştirilen kişi bu sözler karşısında sabredip dayandığında ufak tefek günahlarının yarısı bağışlanır. Bu durum karşısında ötekini berikini çekiştiren kimseler hemen Allah’tan (CC) günahlarının bağışlanmasını ve bulundukları  yerden kalkmazdan önce derhal Allah’a (CC) yönelip tevbe etmeleri gerekir. Ola ki Ulu Allah (CC) Hz.leri kendilerini bağışlarlar.”

Nitekim Hz. Resul (SAV) Efendimiz buyurdu ki: “İçinizden biriniz bir müslüman kardeşiniz hakkında kötü söz söylediğinizde hemen Allah’a (CC) sığının. Çünkü bu şekilde hareket etmek, günahın keffaretidir.”

 

Halid bin Rebi (RA) anlatır: “Dostlarım bir müslümanı gıybet etdiler, ben mani olmadım. O gece rü’yada siyah bir kimsenin, pis kokulu domuz etini bir tabağa koyup getirdiğini ve önüme koyup yüksek sesle, “Hadi ye!” dediğini gördüm. “Ben müslümanım, müslüman domuz eti yemez,” dedim. “Ama müslümanın etini yersin, o bundan bin kat haramdır” diyerek o etden bir parça kesip ağzıma koydu.  Uyandım, o et ağzımda idi ve pis pis kokuyordu. Kırk gün onun pis kokusunu ağzımda duydum.”

 

İbni Sirin hazretleri, “Seni gıybet ettim, hakkını helal et” diyen birisine şöyle cevab verdi: “Allah-ü tealanın (CC) haram etdiğini ben nasıl helal ederim.” Bu sözle, önce Allah-ü tealaya (CC) tevbe et ki, benim helal etmemin faydası olsun demek istedi.

 

İbrahim Edhem (RA) hazretleri, bir yemeğe da’vet edilmişdi. Sofrada, çağırılanlardan birinin bulunmadığı söylenince, o ağır kimsedir, denildi. İbrahim bin Edhem, gıybet edildi, buyurdu ve çıkıp gitti.[49]

 

İmam-ı A’zam Ebu hanife (RA) hazretlerine birisinin kendini gıybet etdiğini söylediler. Ona bir kese altın gönderip, (bize verdiği sevabları artdırırsa biz de karşılığını artdırırız) dedi.[50]

 

Yapılan kötüleme yalan ise, iftira ise, zararı söyliyene olur. (Onun sevabları bana verilir. Benim günahlarım ona yüklenir) demelidir. İftira etmek, gıybet etmekden daha fenadır. Yanında gıybet yapıldığını işiten kimse, buna hemen mani olmalıdır.

 

Hadis-i Şeriflerde buyuruldu ki:

“Din kardeşine, onun haberi olmadan yardım eden kimseye, Allah-ü teala (CC) dünyada ve ahıretde yardım eder.”

 

“Yanında, din kardeşi gıybet edilince, gücü yetdiği halde ona yardım etmiyen kimsenin günahı, dünyada ve ahiretde kendine yetişir.”[51]

 

“Bir kimse, dünyada din kardeşinin hakkını korursa, Allah-ü teala (CC),bir melek göndererek, onu, Cehennem azabından korur.”[52]

 

Gıybet yapılırken, orada bulunan kimse, korkmazsa, söz ile, korkunca, kalbi ile red etmezse, gıybet günahına ortak olur.

 

Sözünü kesmesi veyahut kalkıp gitmesi mümkün ise, bunları yapmalıdır. Eliyle, başıyla, gözüyle men etmesi kafi gelmez. Açıkça, “sus”, demesi lazımdır.

 

Hz. Resul (SAV) Efendimiz buyurdular: “Şunun bunun ayıplarını takib etmekten,araştırmaktan ve açıklaması caiz olmayan ırz ve namusa dokunan şeyleri, şuna buna açıklamaktan çekininiz.”[53]

www.GAVSUALAZAM.de


[1] Tirmizi, Birr, 23; Darimi, Rikat, 6; Malik, Muvatta, Kelam,10; Ahmed b. Hanbel, II, 384, 386

[2] Kalem S. A.11-16

[3] Taha S. A.81

[4] Fizilal´il Kur`an Tefsirinin Türkçe Açıklaması. Seyyid Kutub. Abdulaziz Tarhan. Kalem S. A.11-16. Tefsiridir.

[5] Mücadele S. A.9-10

[6] Fizilal´il Kur`an Tefsirinin Türkçe Açıklaması. Seyyid Kutub. Abdulaziz Tarhan. Mücadele. S. A.9-10 Tefsiridir.

[7] Kasas S. A.83

[8] İsra S. A.37

[9] Fizilal´il Kur`an Tefsirinin Türkçe Açıklaması. Seyyid Kutub. Abdulaziz Tarhan.  İsra. S. A.37 Tefsiridir.

[10] Nahl S. A.23

[11] Lokman S. A.6

[12] Yusuf S. A.53

[13] Zilzal S. A.68

[14] Teğabün S. A.9

[15] Necm S. A.28

[16] Necm S. A.32

[17] Kasas S. A.55-56

[18] Yunus S. A.27

[19] Yunus S. A.36

[20] Yunus S. A.45

[21] En’am S. A.115-117

[22] Yunus S. A.54

[23] Nisa S. A.93

[24] Nisa S. A.107-112

[25] Nahl S. A.30

[26] Naziat S. A.40

[27] Yunus S. A.23

[28] Yunus S. A.44

[29] Nisa S. A.85

[30] Fizilal´il Kur`an Tefsirinin Türkçe Açıklaması. Seyyid Kutub. Abdulaziz Tarhan. Nisa.S. A.85 Tefsiridir.

[31] A’raf S. A.86-87

[32] Nisa S. A.79

[33] Nisa S. A.48

[34] Nisa S. A.97

[35] Nisa S. A.115

[36] Ra’d S. A.25

[37] Nahl S. A.88

[38] Kasas S. A.83-84

[39] Nisa S. A.148,149

[40] Nisa S. A.148-149

[41] Yunus S. A.7,8

[42] İsra S. A.36-38

[43] A’raf S. A.199

[44] Al-i İmran S. A.146

[45] Nebe S. A.18

[46] Zübdetül Vaizin adlı kitap; Dürretül Vaizin. 2.C. S.952,953

[47] Zübdetül Vaizin Adlı Kitap; Dürretül Vaizin. 2.C. S.956,957

[48] Mev’ize; Dürretül Vaizin. 2.C. S.957,958

[49] İslam Ansiklopedisi

[50] İslam Ansiklopedisi

[51] Sahih-i Buhari

[52] Tirmizi, Birr, 20

[53] Muhtaru’l Ehadisi’n Nebeviyye Tercümesi.  S.51. Buhari Müslim (Ra) Hz.lerinden Riv. Ed. Had.Şer.

© 2003-2004   www.Gavsulazam.de   Her Hakki Mahfuzdur.