Gıybet, bir kimsenin müslüman kardeşini
arkadan çekiştirmesidir, onda var olan bir eksikliği söyleyip onu ayıplamasıdır.
Nitekim bir Hadis-i Şerif’te Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyuruyor:
“Gıybet, kardeşini hoşuna gitmeyecek şekilde anmandır.”
Gıybet, insan veya insanla ilgili birtakım
şeyler üzerinde olur. Kişinin bedeni, nesebi, ahlakı, işi, dini, dünyası,
elbisesi, evi, bineği... dedikodu konusu olabilir. Gözün şaşılığı, saçların
döküklüğü, uzun veya kısa boyluluk, siyah veya sarı renkte olmak... Bunlardan
alaylı bir şekilde bahsedilmesi sözkonusu kişinin kalbini kırar.
Gıybet bir müslümanın, duyduğu zaman
hoşuna gitmeyeacek ayıp, noksan ve kusurlarını arkasından söylemektir. Gıybet
insanlar arasında sevgi, saygı, yardımlaşma gibi güazel hasletleri ortadan
kaldırarak yerine buğz, kin, düşmanlık getiren kötü bir huydur. Bundan
dolayıdır ki, haram kılınmıştır.
Peygamberler (AS) ve Evliyaullah (RA) halkı
devamlı Allah’a (CC) yönelmeye davet ediyorlardı. Allah-ü Teala (CC) bir çok
ayetai kerimede günahkarları kendine doğru yönelmeye çağırmış ve onların
tevbesini kabul edeceğini vaadetmiştir. Allah’ın (CC) vaadi ise yalan değildir.
Hz. Resul-i Ekrem (SAV) ve Oniki İmamlar (RA) yüzlerce hadisle halkı tövbe
etmeye ve Allah’a (CC) yönelmeye davet etmiş ve onlara ümit vermişlerdir.
Kur’an-ı Kerim, ayıp araştıran ve
koğuculuk yapan kimselere itibar edilmemesini ve yaptıklarının hoş
karşılanmamasını öğütlemektedir.
Kur’an-ı Kerim’de yüce Rabbimiz, gıybet
etmek hakkında şöyle buyurmaktadır: “Daima kusur arayıp kınayan, hep laf
götürüp getiren, Hayra engel olan, saldırgan, günahkar, Kaba ve haşin, sonra da
kötülükle damgalı, Mal ve oğulları var diye (böyle davranır). Kendisine ayetlerimiz
okunduğunda: ‘Eskilerin masalları’ der. Yakında biz onu hortumunun (burnunun)
üzerinden damgalayacağız.”
İnsanlar arasında söz götürüp getirir:
İnsanlar arasında kalplerini bozacak, ilişkilerini koparacak, sevgilerini
giderecek sözler götürüp getirir. Bu sıfat iğrenç olduğu kadar, aşağılıktır da.
Kendine saygı duyan ve başka insanlar nezdinde saygı görmek isteyen bir insan
böyle bir huyla nitelenmek istemez. Çünkü, koğucu, laf götürüp getiren,
birbirini seven insanların arasını bozmaya çalışan kişilerin sözlerine kulak
verenler bile aslında bu tür insanlara saygı göstermezler, onları sevmezler.
İslam dininin bu iğrenç, bu aşağılık huyu
bu denli sıkı tutarak yasaklaması kaçınılmazdı. Çünkü bu aşağılık davranış
kalbi bozduğu gibi arkadaşlıkları da bozar. Toplumsal ilişkileri bozmadan önce
bizzat söz götürüp getiren kişiyi alçaltır. Toplumun düzenini, güvenliğini
kemirmeden önce O’nun kalbini kemirir, ahlakını bozar. Bu çirkin davranış
yüzünden insanların birbirlerine güvenleri kalmaz. Çoğu zaman suçsuz insanları
günaha bulaştırır.
İyiliğin amansız düşmanıdır, her zaman
iyiliğin karşısına dikilir: Hem kendisinin hem de başkasının iyiliğine engel
olur. Bir kere, her türlü iyiliğin toplamı sayılan imanı engeller. Bu adamın
çocuklarına ve akrabalarına, Peygamberimize (SAV) eğilim gösterdiklerini
sezdiği her seferinde “Sizden biriniz Muhammed’in dinine uyacak olursa,benden
hiçbir fayda görmez olur” dediği bilinmektedir. Bu tehditle onların Müslüman
olmalarına engel olurdu. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim onu sözleri ve davranışları
ile “iyiliğin karşısına dikilen” biri olarak tescil etmiştir. Saldırgandır:
Hak, adalet nedir gözetmez, çiğner geçer.
Ayrıca o, Peygamber (SAV) Efendimize, Müslümanlara, ailesine ve doğru
yolu bulmalarına engel olduğu, dini benimsemelerini önlediği aşiretine de
saldırır, haksızlık eder. Saldırganlık, aşırılık, Kur’an-ı Kerim de ve
Peygamber (SAV) Efendimizin sözlerinde üzerinde önemle durulan çirkin huylardan
biridir. İslam saldırganlığın, aşırılığın her çeşidini yasaklamıştır. Hatta
yeme içmede bile buna dikkat edilmesini öğütlemiştir. “Size sunduğumuz temiz
rızklardan yiyiniz. Yiyeceklere ilişkin sınırlarımızı çiğnemeyiniz.”
Çünkü adalet ve dengelilik İslam’ın temel karakteridir.
Sürekli günah işler: “Günahkar” sıfatını
kalıcı bir sıfat olacak kadar günah işler. Burada işlediği günahın türü
belirtilmiyor. Çünkü bu ifade ile güdülen amaç sıfatın kalıcılığını vurgulamak,
ruhun değişmez bir karakteri olduğunu belirtmektir.
Bu adam bütün bunların yanı sıra “kaba”dır.
Bu söz, vurgusu ile, oluşturduğu hava birçok sıfatı, karakteristik özelliği
anlatıyor. Bunun yerine birçok söz ve sıfat kullanılsa bile aynı anlam
verilemezdi. Bu kelimenin, aşırı derecede kaba, çok yiyip içen obur, aç gözlü
anlamına geldiği söylenmektedir. Bu adam kaba karakterli, iğrenç huylu ve
insanlar arası ilişkilerde çirkin tutumludur. Sonra surenin akışı bu kişisel
sıfatlar üzerine, O’nun Allah’ın (CC) ayetleri karşısındaki tutumunu belirterek
bir değerlendirme yapıyor.
Bunun yanı sıra yüce Allah’ın (CC) mal ve
evlad bahşettiği bu adamın böyle bir tutum sergilemesi ayıplanıyor: “Mal ve
oğullar sahibi olmuş diye, kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman `eskilerin
masalları’ dedi.”
Bir insanın yüce Allah’ın (CC) kendisine
bahşettiği mal ve evlad nimetlerine karşılık, Allah’ın ayetlerini ve
peygamberini alaya alması ne çirkin bir davranıştır. Bu bile tek başına biraz
önce anlatılan çirkin sıfatlara denk bir tutumdur. Bu yüzden karşı konulmaz,
caydırıcı güce sahip ulu Allah’tan (CC) bir tehdit geliyor. Burada yüce Allah (CC)
onun ruhundaki büyüklük kompleksinin, mal ve evlatla övünmenin kaynaklandığı
noktaya temas ediyor. Nitekim bundan önce de onun toplum içindeki yeri ve soyu
ile övünmesine kaynaklık eden sıfatına değinmişti. Ve bu adam yüce Allah’ın şu
kesin vaadini dinliyor: “Biz yakında O’nun burnuna damga vuracağız.”
Ayetin orijinalinde geçen “Hortum”
kelimesinin anlamlarından biri kara domuzunun burnunun bir tarafıdır. Herhalde
bununla Velid’in burnu kastedilmiştir. Arap dilinde burun büyüklüğü onurluluğu
sembolize eder. Bu yüzden büyüklenen için “burnu havada”, gururu kırılan,
alçalan için de “burnu yerde” denir. Birisi gururlanarak kızdığı zaman “burnu
şişti-burnu kızardı” derler.
Arapların izzeti-nefsi (onur ve
saygınlığı) “Enfetu” Burun olarak tanımlamaları da bu yüzdendir. Onun burnunun
damgalanması ile tehdit edilmesi iki tür aşağılanmayı, horlanmayı ifade eder.
Birincisi, bir köle gibi damgalanması, ikincisi burnunun domuz burnu olarak
nitelendirilmesi. Hiç kuşkusuz bu ayetler Velid B. Muğire’nin üzerinde büyük
etki bırakmışlardır. Çünkü Velid saygın insanların asılsız da olsa bir şairin
hicvinden her zaman sakındığı bir millete mensuptu. Ya gerçekten göklerin ve
yerin yaratıcısı tarafından damgalanmayı, hem de boşuna söylenmeyen böyle bir
ifadeyle karşı karşıya kalmayı nasıl karşılamıştır.
Bu sözler varlık aleminin her tarafında
yankılanmış, sonra da varlığın özüne yerleşerek tescil edilmiştir. Hem de
sonsuza dek...İşte İslam’ın düşmanı, yüce ahlaka sahip saygın peygamberin
düşmanı olan bu adam böylesine kesin bir hakareti hak etmekteydi.
Mal ve evlada, Allah’ın (CC) ayetlerini
yalanlayanların şımarmasına neden olan dünya nimetlerine işaret edilmesi
münasebetiyle yüce Allah burada örnek olarak onlara bir kıssa sunuyor.
Öyle anlaşılıyor ki bu kıssa onlar
tarafından biliniyordu, aralarında yaygın olarak anlatılıyordu. Yüce Allah (CC) bu kıssa aracılığı ile onlara
nimetle şımarmanın, iyiliğe engel olmanın, başkalarının haklarına tecavüz etmenin
akıbetini hatırlatıyor. Bu arada kendilerine bahşedilen mal ve evlad
nimetlerinin aslında onlar açısından bir sınav aracı olduğunu vurguluyor. Tıpkı
bu kıssanın kahramanlarının sınanması gibi. Ayrıca bu sınavın devamı da var.
Onlar bununla da bırakılacak değildirler.
“Ey iman edenler! Eğer fasıkın biri size
bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa
sataşırsınız da sonra yaptığınızdan pişman olursunuz. Müminler ancak
kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan (CC) korkun
ki rahmete eresiniz. Ey iman edenler! Aranızda gizli konuşacağınız zaman günahı
düşmanlığı ve Peygamber’e (SAV) karşı gelmeyi fısıldamayın. İyilik ve takvayı
konuşun. Huzuruna toplanacağınız Allah’tan (CC) korkun. Gizli konuşmalar
şeytandandır. Bu iman edenleri üzmek içindir. Oysa şeytan, Allah’ın (CC) izni
olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez. Müminler Allah’a (CC) dayanıp
güvensinler.”
Buradan anlaşılıyor ki, ruhları ve
karakterleri islamın yaşam biçimi ile henüz bütünleşmemiş olan bazı müslümanlar
işler çatallaştığında gizlice toplanıyor, bağlı bulundukları önderlikten uzak
bir şekilde olayları aralarında tartışıyorlardı.
Halbuki böyle bir eylemi islam toplumunun
karekteri ve islami yapılanmanın özü kaldırmıyordu. Zira bu yapı bütün
görüşlerin, bütün düşüncelerin ve bütün önerilerin herşeyden önce önderliğe
sunulmasını ve cemaat içinde gruplaşmalara gidilmemesini gerektiriyordu.
Yine anlaşılıyor ki, bu tür gruplaşmalar
ve kümelenmeler, bu işleri gizlice yürütürken kimseyi rahatsız etme amacını
gütmeseler de birtakım rahatsızlıklara ve karışıklıklara neden oluyorlardı. Bu
işlerle uğraşanların gündemdeki sorunları körüklemeleri ve bilmeden, ilerisini
düşünmeden bu meselelerde sırf görüşlerini açıklamaları bile rahatsızlıklara ve
itaatsizliklere neden olabilirdi. İşte tam bu sırada yüce Allah (CC) onlara
hitap ediyor. Kendilerini O’na bağlayan bağları ile onlara sesleniyor. Böylece
çağrının gücünü ve etkisini de artırmış oluyor: “Ey iman edenler..”: Gizli konuşmaları gerektiği durumda
dahi günah, düşmanlık ve Peygambere karşı gelme gibi çirkin işlerden
sakındırmak ve mü’minlerin gizli konuşabilecekleri, onlara yakışan konuları
açıklamak için onlara böyle hitap ediyor: “İyilik ve takva üzerine gizli
konuşabilirsiniz:”
Bunların hangi vasıtalarla elde
edileceklerini ve onların nasıl yaşanacağını, gerçekleştirileceğini planlamak
için oturup konuşabilirsiniz. Ayeti kerimede geçen “Birr” kavramı
genel anlamı ile iyilik demektir. “Takva” ise, uyanıklık ve yüce Allah’ın
(CC) gözetiminde olduğunun bilincinde olmaktır.
Bunlar ise, iyilikten başkasını telkin
etmezler. Ayrıca eninde sonunda kendisine dönecekleri ve işlediklerinin
hesabını verecekleri Allah’tan (CC) korkmalarını hatırlatıyor. İnsanlar ne
kadar gizleseler de, kapalı tutmaya çalışsalar da onların tüm yaptıklarını
gözeten ve birbir kayda geçen Allah’a (CC) hesap vermekten kurtulamazlar.
Şimdi de onları, bir parçası oldukları
müslüman cemaatten gizli ve habersiz olarak fısıldaşmaktan, gizli konuşmaktan
ve gizli planlar çevirmekten tiksindiriyor. Zira onların yararına olan şey
müslüman topluluğun da yararınadır. Sonra onlar hiçbir şeyde kendilerini
müslüman topluluktan ayrı hissetmemelidirler.
Onlara deniyor ki: “Müslümanların
fısıldaşmaları, gizlice konuşmaları ve özel biçimde konuşulduğunu görmeleri
onların kalplerine üzüntü ve burukluk havasını yayar. Güvensizlik havası
yaratır. Şeytan da gizli konuşanları aldatarak onların, kardeşlerinin canını
sıkmalarına, onların kalplerine tereddütler ve endişeler salmalarına sebep
olmalarına neden olabilir. Ama şeytan ne yapsa mü’minlere istediğini
yaptıramaz.”
“Gizli konuşmalar (fiskoslar) şeytanın
yapacağı işlerdendir. Bu iman edenleri üzmek içindir. Oysa şeytan, Allah’ın (CC)
izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez. Müminler Allah’a dayanıp
güvensinler.”Müminler yalnız Allah’a (CC) dayanırlar. Bunun ötesinde dayanak
olmaz zaten. Müminlerin Allah (CC) dışında dayanacakları kimse de yoktur.
“Mü’minler Allah’a
dayanıp güvensinler.” Koruyan ve savunan, güç ve üstünlük sahibi olan,
herşeyi bilen, herşeyden haberdar olan, hiçbir zaman ayrılamayan, hazır şahid
olan O’dur (CC). Evrende yalnız O’nun (CC) dediği olur. O (CC) ise müminleri
koruyacağına söz vermiştir. Bundan öte teminat ve bundan daha büyük huzur
verici, kesin kanaat oluşturucu söz olur mu?
Bunun ardından inanmış olanlara cemaat
adaplarından biri daha anlatılıyor: Allah-ü Teala (CC) şöyle buyuruyor: “O ahiret yurdunu yeryüzünde
kendilerini büyük görmek ve fesat çıkarmak istemeyenlere tahsis ederiz. Son
kazanç müttakilerindir.”
“Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme!
Çünkü sen asla yeri yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin.”
İnsan, kalbini bütün kullarına egemen olan
yaratıcı bilincinden boşalttığı zaman elindeki serveti, iktidarı, kuvveti veya
güzelliğiyle övünme böbürlenme hissine kapılır. Eğer elindeki
tüm nimetlerin Allah (CC) tarafından kendisine verildiğini, Allah’ın (CC) gücü
karşısında çok zayıf olduğunu hatırlayıp anlayacak olsa büyüklük taslaması
söner, böbürlenmesi iner. Yeryüzünde şaşkın ve şımarmış bir şekilde değil,
olgun bir şekilde gezinmeye başlar.
Kur’an-ı Kerim bu kendini beğenmiş,
üstünlük taslayan, gururlu insanı zayıflığı, acizliği ve basitliğiyle yüz yüze
getirir. “Sen ne yeri delebilirsin, ve ne de dağlar kadar yükselebilirsin.” İnsan
bedeni itibariyle çok zayıf, çok cılızdır. Allah’ın (CC) yaratmış olduğu büyük
kütlelere ulaşamaz. O ancak Allah’ın (CC) kuvvetiyle güçlüdür.
Allah’ın (CC) ona verdiği üstünlük
sıfatıyla üstündür. Allah’ın (CC) kendisine üflediği soluk ile onurludur. İnsan
ancak bu ruh vasıtasıyla Allah’la (CC) iletişim kurabilir. O’nun (CC) gözetimi
altında olduğunu hissedebilir ve ancak bu şekilde O’nu (CC) unutmayabilir.
Kur’an’ın kendisine çağırmış olduğu kibir
ve böbürlenmenin ortadan kaldırılmasıyla oluşacak, alçak gönüllülük ve olgunluk
insanın Allah’a (CC) karşı ve insanlara karşı edebini takınması ile
gerçekleşecektir. Bu hem psikolojik ve hem de sosyal bir edeptir. Ancak kalbi
dar, uğraşıları basit olan kof insanlar, bu edebi bırakıp böbürlenmeye ve
kendini beğenmeye saplanabilirler. Böyle kimselerin şımardığından ve nimetini
inkar ettiğinden dolayı Allah’ın (CC) sevmediği gibi, kabardığı ve üstünlük
tasladığı için de insanlar sevmezler.
“Allah (CC) büyüklük taslayanları sevmez.”
“Bayağı insanlardan kimi de vardır ki,
bilgisizce Allah (CC) yolundan saptırmak ve onu eğlence yerine tutmak için laf
eğlencesi (veya boş söz) satın alırlar. İşte onlar için aşağılayıcı bir azab
vardır.”
“Ben yine de nefsimi temize çıkarmıyorum.
Çünkü nefis şiddetle kötülüğü emreder. Ancak Rabbimin (CC) rahmetiyle
yarlığadığı müstesna. Muhakkak ki, Rabbim (CC) bağışlayıcı ve merhametlidir.”
Ey ehli iman, Yusuf (AS) nefsini temize çıkaramıyorsa bize ve sana ne
demek düşer. O Cenab-ı Hakk’ın (CC) Peygamberi idi. Bizim ise bu dedikodu
illetinden sakınmak için gece gündüz ağlamamız gerekmez mi?
Bu Hususta
Cenab-ı Allah (CC) şöyle buyuruyor: “O gün insanlar, amellerinin karşılığı
kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük çıkacaklardır. Her kim zerre kadar
hayır işlemişse onu görecektir. Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu
görecektir.”
“Toplanma günü için sizi topladığı zaman
var ya, işte o gün, kimin aldandığının açığa çıkacağı aldanma günüdür. Kim
Allah’a (CC) inanır ve yararlı iş yaparsa, Allah (CC) onun kötülüklerini örter
ve onu, içinde ebedi kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar.
İşte büyük kurtuluş budur.”
“Onların bu hususta bir bilgileri yoktur.
Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise, şüphesiz hakikat bakımından birşey ifade
etmez.”
“Onlar ki günahın büyüklerinden ve çirkin
işlerden kaçınırlar, yalnız bazı küçük kusurlar hariç. Şüphesiz Rabbinin (CC) affı
geniştir. O (CC), sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin
karınlarında bulunduğunuz sırada, sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi
temize çıkarmayın. Çünkü O (CC), kötülükten sakınanı daha iyi bilir.”
Onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan
yüz çevirirler ve “Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selam
olsun. Biz kendini bilmezleri istemeyiz” derler.
“(Resulüm sav!) Sen sevdiğini hidayete
eriştiremezsin; bilakis, Allah (CC) dilediğine hidayet verir ve hidayete
girecek olanları en iyi O (CC) bilir.”
“Kötülük kazanmış olanlara gelince,
kötülüğün cezası, misli kadardır. Ve onları bir aşağılık ve eziklik kaplar.
Onlar için Allah’tan (CC) başka hiçbir kurtarıcı yoktur. Yüzleri karanlık
gecelerden bir parçaya bürünmüş gibidir. İşte onlar cehennem ehlidir. Orada
ebedi kalacaklardır.”
“Onların birçoğu zandan başka bir şeye
uymaz. Zan ise haktan hiç bir şeyin yerini tutmaz. Şüphesiz ki, Allah (CC) onların
ne yaptıklarını bilir.”
“Allah’ın (CC) onları haşredip toplayacağı
günde, sanki onlar dünyada gündüz bir parça kalmışlar da aralarında tanışmışlar
gibi olacak. Allah’ın (CC) huzuruna çıkacaklarına inanmamış ve doğru yolu
tutmamış olanlar hiç şüphesiz en büyük ziyana uğramış olacaklar.”
“Rabbinin (CC) sözü hem doğrulukça, hem de
adaletçe tamamlanmıştır. O’nun (CC) sözlerini değiştirebilecek hiç kimse
yoktur. O (CC), işitendir, bilendir. Eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan
seni Allah (CC) yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sadece ‘zann’a uyarlar ve
saçmalarlar. Şüphesiz ki Rabbin (CC), yolundan kimlerin saptığını çok iyi
bilir. O (CC),doğru yolda olanları da çok iyi bilir.”
“Zulüm yapmış olan herkes, azabı görünce
yeryüzündeki her şeyin sahibi olsa da, (o azaptan kurtulmak için) hepsini feda
ederdi. Ve içten içe pişmanlık duyardı. Fakat aralarında adaletle hüküm verilir
ve hiçbirine zulüm yapılmaz.”
“Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası,
içinde ebedi olarak kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab ve lanet etmiş ve
onun için büyük bir azab hazırlamıştır.”
“Kendilerine hainlik edenleri SAvunma.
Muhakkak Allah (CC) hain günahkarları sevmez. Bunlar, insanlardan
(hainliklerini) gizlerler de, Allah’tan (CC) gizlemezler. Oysa O (CC) ,geceleyin
istemediği şeyi kurarlarken onların yanı başlarındadır. Allah (CC), onların
yaptıklarını (ilmiyle) kuşatmıştır. Haydi siz dünya hayatında onları savunuverdiniz
(diyelim). Peki kıyamet gününde Allah’ın (CC) huzurunda onları kim savunacaktır?
Yahut onlara kim vekil olacaktır? Kim bir kötülük işler, yahut nefsine
zulmeder, sonra da Allah’tan (CC) bağışlanmasını dilerse, Allah’ı (CC) bağışlayıcı
ve esirgeyici bulur. Kim bir kötülük işlerse, kendi nefsine kötülük etmiş olur.
Allah (CC) her şeyi hakkıyle bilendir, hikmet sahibidir. Kim bir hata veya bir
günah işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak iftira etmiş ve
apaçık bir günah yüklenmiş olur.”
“Kötülüklerden sakınanlara: ‘Rabbiniz ne
indirdi?’ denilince: ‘Hayır indirdi’ derler. Bu dünyada güzel amel işleyenlere
güzel bir mükafat var. Elbette ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Allah’tan (CC)
korkanların yurdu ne güzeldir!”
“Kim de Rabbinin (CC) makamından korkar ve
nefsi de istek ve tutkulardan sakındırırsa,artık şüphesiz Cennet, (onun için)
bir barınma yeridir.”
“Ey insanlar taşkınlığınız sırf kendi
zararınızadır. Şu değersiz dünya hayatının bir süre tadını çıkarınız, sonra
nasıl olsa dönüp bize geleceksiniz. Biz de bütün yaptıklarınızı tek tek size
haber vereceğiz.”
“Şurası kesindir ki Allah (CC), insanlara
zerre kadar zulmetmez. Ne var ki, insanlar kendi kendilerine zulmedip
duruyorlar.”
“Kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa,
ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah her şeyi gözetip karşılığını verir.”
Allah (CC) yolunda savaşmak için insanları
cesaretlendiren, teşvik edip yardımlaşan kişinin davanın ecir ve etkilerinde
bir payı vardır. Ağırdan alıp başkalarını da alıkoyanlarsa bundan ve
sonuçlarından sorumludurlar.
Metinde geçen “kifl” (günah) kelimesi, bunu
yapanların bu davranışlarının sonuçlarından sorumlu olduklarını ilham
ettirmektedir.
İyi olsun kötü olsun her aracılık için
geneldir bu ilke. Ayrıntılı bir olay üzerine genel bir kural yerleştiren, aynı
şekilde bireysel bir olguyu genel ilkeye bağlayan Kur’an’ın metodu uyarınca bu
genel ilke de özel koşullar nedeniyle hatırlatılmış oluyor.
Bütün işleri... Herşeyin rızkını veren ya
da herşeye gücünü bahşeden Allah’a (CC) bağlamak.. Evet bu, ayetin sonunda yer
alan “makit” kelimesini açıklamaktadır.
“Allah (CC) herşeyin
karşılığını verir.”
Ardından, ayetlerin akışı, aracılığı
anlattıktan sonra, selam verildiğinde onu daha iyisiyle veya benzeriyle
karşılama konusuna dönmektedir. Selam; gerekli kurallarına uyulduğu sürece
toplumun hayat çarklarının rahatlıkla dönmesini sağlayan ilişkilerden
birisidir. Toplumsal atmosferde, selam ile daha önce
açıklanan aracılık arasında yakın bir ilişki vardır.
Bazı gafil insanlar kendi kötü
fikirlerinden yana olanların yanına geldikleri zaman: “Falanca adam düne kadar
şöyle şöyle kötülükler yapıyordu. Şimdi adam olmuş havada uçuyor” gibi sözler
söyleyerek bazılarının aleyhlerinde konuşuyorlar. O insanlar tevbe ettikleri
halde alay edip suçlarını meydana döküyorlar.
Ayet-i Kerime’nin beyanına göre insanlar
tevbe ettikleri halde onlarla alay edenlerin üzerine Cenab-ı Hak (CC) o tevbe
edenlerin işledikleri günahları yazacaktır. Çünkü onlar kötü işlerde diğer
insanlar arasında aracılık etmişlerdir. Bu kişiler böyle çirkin hallerinden
tevbe etmezlerse, ebedi alemde Cenab-ı Hakk’ın (CC) huzurunda perişan
olacaklardır.
“Tehdit ederek, inananları Allah (CC)
yolundan alıkoyarak ve o yolun eğriliğini arayarak öyle her yolun başında
oturmayın. Düşünün ki siz az idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın ki bozguncuların
sonu nasıl olmuştur. Eğer içinizden bir grup benimle gönderilene inanır, bir
grup da inanmazsa, Allah aramızda hükmedinceye kadar sabredin. O, hüküm
verenlerin en hayırlısıdır.”
“(Ey insanoğlu!) sana gelen her iyilik
Allah’tandır (CC) , sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Ey Muhammed (SAV)!
Biz seni bütün insanlara bir elçi olarak gönderdik. Buna şahit olarak da Allah (CC)
yeter.”
“Allah (CC) sizin düşmanlarınızı çok iyi
bilir. Gerçek bir dost olarak Allah (CC) yeter. Ve yardımcı olarak da Allah (CC)
yeter.”
“Melekler, kendilerine zulmeden kişilerin
canlarını aldıklarında, onlara, ‘Ne işte idiniz?’ derler. Onlar da: ‘Biz yer
yüzünde zayıf kimselerdik.’ derler. Melekler: ‘Allah’ın (CC) yeryüzü geniş
değil miydi, siz de orada hicret etseydiniz ya?’ derler. İşte bunların
varacakları yer cehennemdir. O ne kötü gidiş yeridir.”
“Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan
sonra Peygamber’e (SAV) karşı çıkar, müminlerin yolundan başkasına uyup giderse
onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir gidiş
yeridir.”
“Allah’ın (CC) ahdini misak ile
belgeledikten sonra bozanlar ve Allah’ın (CC) birleştirilmesini emrettiği bağlantıları
koparanlar ve yeryüzünü bozguna verenler varya, işte lanet olsun onlara! Ve
yurdun kötüsü de onlaradır.”
“İnkar eden ve (insanları) Allah (CC) yolundan
çevirenler, diğer kimseleri de bozdukları için onlara azab üstüne azab
artırdık.”
“İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde
böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akıbet,
takva sahiplerinindir. Kim bir iyilik getirirse ona ondan daha üstün karşılık
vardır. Kim bir kötülük getirirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları
kadar ceza görürler.”
“Allah (CC), zulme uğrayanların
dışında,çirkin sözün açıkça söylenmesinden hoşlanmaz. Allah (CC) her şeyi
hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir. Bir
iyiliği açığa vursanız da gizli tutsanız da veya bir kötülüğü bağışlasanız da
biliniz ki, Allah (CC) bağışlayıcıdır ve gücü her şeye yetendir.”
Toplum oldukça duyarlı olur ve bu yüzden
bu duyarlığına uygun toplumsal davranış kurallarına ihtiyaç duyar. Kimi sözler
vardır ki, söyleyen ötesini hiç hesaplamaz. Çoğu söylentiler de onu çıkaran
sadece bir insanı kastetmiştir. Ancak bu toplumun kişiliği, ahlakı, gelenek ve
atmosferi üzerinde öldürücü etkiler bırakır. Artık olay hedeflenen bireyi aşmış
toplumun alanına girmiştir.
Her ne şekilde olursa olsun dille kötü söz
söylemek, vicdanda sakınma ve Allah korkusu yoksa, dile kolay gelir. Bu
kötülüğün yaygınlık kazanması, toplum vicdanında derin etkiler bırakır. Bu toplumda
çoğu zaman karşılıklı güven yok olur.
İnsanlar gittikçe kötülüğün her tarafı
kapladığını düşünürler. İçlerinde kötülük işleme isteği bulunmasına rağmen,
bunu yapmaktan çekinen çoğu kimsenin, kötülüğün toplumun alışkanlığı haline
geldiğini ve yaygınlaştığını görmesi onu işlemesine neden olur. Artık böyle bir
durumda çekinmelerine ve saklamalarına gerek yoktur. İlk defa onları
yapmıyorlar ki! Çoğu zaman kötülükten tiksinti duymanın nedeni kötülükle,
fazlaca içiçe yaşamaktır. Çünkü insan, ilk karşılaştığında kötülükten şiddetli
bir şekilde iğrenir. Ancak yapılması ya da söylenmesi sıklaştıkça iğrenmenin ve
tiksinmenin oranı düşer.
Giderek kötülüğü işitmek hatta görmek bile
basit gelir kalplere. Artık kötülüğü değiştirmek için harekete geçmez olurlar. Bütün
bunlar, kötülükten uzak oldukları halde kötülükle itham edilen ve haklarında
dedikodu çıkarılan insanlara yapılan haksızlığın yanında olmaktadır. Ancak
kötülük yaygınlık kazandığı zaman, kötülüğü açıklamak kolay ve alışılmış bir
şey olduğu zaman, iyilerin de kötüler gibi haklarında dedikodu çıkarılır.
İftira ve ithamdan çekinmeksizin, kötülüğe
karışır iyiler de. Dilleri kötü söz söylemekten alıkoyan ve çoğu kimsenin
kötülük yapmasına engel olan kişisel ve toplumsal utanma duygusu kaybolup
gider. Kötülüğü açığa vurmak sövmek ve iftira etmek şeklinde kişisel ithamlarla
başlar. Toplumsal çözülme ve ahlaki bozulma ile sonuçlanır.
Fert olsun toplum olsun insanların
birbirlerini değerlendirme ölçekleri sapıtır. Artık insanların birbirlerine
olan güvenleri sarsılır. İthamlar öylesine yaygınlaşır ki, diller çekilmeksizin
geveleyip dururlar bu söylentileri. Bütün bunlardan dolayı yüce Allah (CC),
müslüman kitlenin içinde dedikodunun yaygınlaşmasını hoş karşılamamıştır.
Sadece zulme uğrayan birinin kendini savunmak
için, zalime karşı söyleyebileceği kötü sözle sınırlandırmıştır; kötülüğü
açıklama hakkını. Tabii ki bu hak, uğranılan zulmün sınırları içinde olacaktır:
“Allah (CC) zulme
uğrayanlar dışında hiç kimsenin açıkça kötü söz söylemesini sevmez.”
Böyle bir durumda hukuk terminolojisinde
sövme ve iftira kapsamına girmekle beraber kötülükle vasfetme, zulümden intikam
almak, düşmanı savmak, bizzat kişinin uğradığı kötülüğe karşılık vermek
içindir. Ayrıca toplumun mazluma yardım etmesini, zalimi zulmetmekten
alıkoymasını sağlamak içindir. Böyle olunca zalim yaptığının sonucundan
çekinir, bir daha yapma konusunda tereddüt geçirir.
O zaman da kötülüğü açıklayacak kaynak
sınırlıdır. Zulme uğrayan kişi sebebi de sınırlandırmıştır. O da mazlumun
nitelendirdiği belli bir zulümdür.
Kendisinden zulüm kaynaklanan kişiye karşı
bizzat söylenebilir. O zaman bu açıklama sonucu gerçekleşen iyilik, kötülüğü
karşılamış olur. Sırf teşhir etmek değil de adalet ve hakkaniyetin
gerçekleşmesi hedeflenmiş olur böyle bir durumda.
Kuşkusuz İslam zulmetmedikleri sürece
insanların namına ve şanına saygı gösterir. Ancak zulmettikleri zaman bu
saygıyı hakketmezler. Ancak o zaman zulme uğrayana, zulmedenin kötülüğünü
açıklama izni verir. Dillerin kötü söz söylemesine ilişkin yasağın tek
istisnası budur. Böylece İslam’ın, zulme imkan tanımayan
adaleti koruması için ferd ya da toplumun utanma duygusunun yırtılmasına izin
vermeyen ahlaki koruması birbirine uygun düşmektedir. Bu açıklamanın ardında Kur’an’ın akışında
şu değerlendirme yer almaktadır: “Hiç kuşkusuz Allah (CC) her şeyi işiten ve
görendir.”
Amaç, bu işi başlangıçta Allah’ın (CC) sevgi
ve hoşnutsuzluğuna bağladıktan sonra, sonuçta da Allah’a (CC) bağlamaktır. Allah
(CC) hiç kimsenin açıkça kötü söz söylemesini sevmez. Maksad;insan kalbinin, niyet ve
sebeplerin, söz ve ithamların değerlendirilmesinin, söylenen her şeyi işiten ve
bunların ötesinde göğüslerin gizlediklerini bilen yüce Allah’a (CC) ait
olduğunu bilmesidir.
Kur’an’ın akışı, kötülüğü açıklamayı
yasaklamakla pasif bir pozisyonda durmuyor aksine, genel ve aktif bir iyiliğe
yöneltiyor insanı.
Kötülüğü affetmeye sevk ediyor kişiyi.
İnsanı tutup hesaba çekebildiği halde, insanları bağışlayan yüce Allah’ın (CC) bu
sıfatını öne çıkarmasının amacı, ellerinden geldiği ve yapabildikleri kadariyle
müminlerin Allah’ın (CC) ahlakı ile ahlaklanmalarını sağlamaktır: “Bir iyiliği
açığa vursanız da gizli tutsanız da veya bir kötülüğü bağışlasanız da biliniz
ki, Allah (CC) bağışlayıcıdır ve gücü her şeye yetendir.”
Böylece ilahi eğitim sistemi, mümin bireyi
ve müslüman toplumu bir üst dereceye daha yükseltmektedir. İlk derecede, yüce
Allah’ın (CC) kötülüğün, açıklanmasından hoşnut olmadığından söz etmektedir.
Bu arada zulme uğrayan birinin intikam
almak ya da adaletin gerçekleşmesini istemesi durumunda, zulme uğradığı konuda
ve uğradığı oranda, zulmedenin kötülüğünü açıklamasına izin verilmektedir.
İkinci derecede ise, hepsini birlikte
iyilik yapmaya yöneltmektedir. Zulme uğrayan kişiyi de zulmü açığa vurmak
şeklinde intikam alması mümkünken affetmeye ve vazgeçmeye yöneltmektedir. Ancak
gücü yettiği zaman, yoksa gücü dahilinde olmayan şeyi affetmek söz konusu
değildir.
Kişiyi intikam almaktan vazgeçirip, hoş
görecek bir düzeye yükseltmektedir bu. Kuşkusuz bu, çok daha yüce ve üstün bir
düzeydir. Bu durumda, iyilik açıklandığı zaman, müslüman toplum içinde
yaygınlık kazanır. Gizli tutulduğu zaman ise, ruh terbiyesindeki rolünü
gerçekleştirir. Çünkü, iyiliğin gizlisi de açığı da güzeldir Böyle bir durumda
bağışlamak duygusu, insanlar arasında yaygınlaşır. Artık kötülüğü açığa vurmaya
imkan kalmaz. Ancak bu bağışlama olgusu insanın elinde olmalıdır. Kişinin hoş
görüsünden kaynaklanmalıdır, acizliğin verdiği zilletten değil. Aynı zamanda,
gücü yettiği halde bağışlayanın amacı, yüce Allah’ın (CC) ahlakı ile ahlaklanmaya
yönelik olmalıdır.
“Biliniz ki, Allah (CC) bağışlayıcıdır ve
gücü her şeye yetendir.” Bundan sonra ayetlerin akışı genel olarak
Ehli Kitap’la yeni bir gezintiye başlıyor. Sonra bir turda yahudilere geçiyor,
diğer turda da hristiyanlarla yol alıyor.
Yahudiler yalan ve iftira ederek Meryem ve
İsa (AS) hakkında kötü sözler sarf ediyorlardı.
Bu dedikodulara gezinti esnasında
değinilmektedir. Böylece bu gezinti ile surenin akışında geçen iki ayetin
içerdiği bu açıklama, birbirine bağlanmaktadır.
Gezinti tümüyle başlangıçta Kur’an’ın,
Medine’de müslüman kitlenin düşmanlarına karşı giriştiği çarpışmanın bir yönünü
oluşturmaktadır.Bu çarpışmanın diğer yönleri bu surede,
Bakara suresinde ve Ali İmran suresinde ele alınmıştı.
“Bize kavuşmayı ummayanlar, dünya hayatına
razı olup onunla tatmin bulanlar ve bizim ayetlerimizden gafil olanlar da
vardır muhakkak. İşte bunların kendi elleriyle ettikleri yüzünden varacakları
yer cehennemdir.”
“Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardına
düşme! Çünkü kulak, göz, gönül, bunların her biri yaptıklarından sorumludurlar.
Kötü olan bütün bu yasaklar, Rabbinizin (CC) sevmediği şeylerdir.”
“Sen yine de affa sarıl, iyiliği emret ve
cahillerden yüz çevir.”
“Nice peygamberler (AS)vardı ki, kendileriyle
beraber bir çok Allah (CC) dostları çarpıştılar; Allah (CC) yolunda başlarına
gelenlerden yılgınlık göstermediler, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah (CC)
sabredenleri sever.”
Allah-ü Teala (CC)
Hz. Musa’ya (AS) vahy edip
buyurdu ki: “Gıybetten tevbe edip de ölen, cennete girenlerin sonuncusu olur.
Tevbe etmeden ölürse, cehenneme girenlerin ilki olur.”
“Sur’a üfürüleceği gün, artık siz dalga
dalga koşup geleceksiniz.”
Dünyaya düşkün insanlar nerede böyle
lezzetlere ulaşabilirler! Allah-ü Teala (CC) bize yardımcı ve vekil olmakta
yeterlidir. Ne güzel mevla ve ne güzel yardımcıdır.
Bir zamanlar İsrailoğulları, büyük bir
kıtlıkla karşılaşmıştı. Uzun zamandan beri bir tek damla bile yağmur düşmüyor,
yapraklar sararıyor ve toprak susuzluktan yer yer çatlıyordu. Bunun üzerine bir gün Hz. Musa (AS)
kendine inananları alıp yağmur duasına
çıktı. Tam üç gün yağmur yağması için
başta Hz. Musa (AS) olmak üzere, bütün
mü’minler Allah (CC) Hz.lerine dua ettiler ve niyazda bulundular. Fakat bir
türlü yağmur yağmıyordu.
Bu durumda Hz. Musa (AS) merak ederek
düşünmeğe başladı. Ulu Allah (CC) bizim dualarımızı acaba niçin kabul
buyurmuyor, yoksa büyük bir günah mı işledik? Şeklinde düşünürken Allaha (CC) şöyle
yalvardı: “İlahi! senin kulların üç günden beri sana el açıp diz çökerek dua
ediyorlar... Sen ise onların bu samimi ve içten yalvarışlarını duymuyor,onların
duasını kabul buyurmuyorsun.”
Hz, Musa’nın (AS) bu içten seslenişi
karşısında Yüce Allah (CC) Hz.leri kendisine vahyederek şöyle buyurdu: “Ey Musa
(AS)! Ben içinde ara bozmak için söz taşıyıcılık eden bir insanın bulunduğu bir
cemaatin duasını kabul etmem.” Böylece Hz. Musa (AS) üç günden beri yapılan dua
ve niyazların kabul edilmeyişinin gerçek sebebini öğrenmiş bulunuyordu. Fakat
bu kim olabilirdi? Bunu öğrenmek için Allah’a (CC) niyazda bulundu: “Ya Rab
(CC)! Yaptığımız duaların kabul edilmemesine sebep olan ve içimizde bulunan söz
taşıyıcı kimdir? Onu bize bildir ki, hemen kendisini aramızdan çıkaralım! ve
sana tertemiz mü’minler olarak niyazda bulunalım.” deyince, Yüce Allah (CC) Hz.leri
şöyle karşılıkta bulundu: “Ben sizi söz taşıyıcılıktan men ediyorum, bundan
kaçınmanızı istiyorum, böyleyken ben nasıl olur da onu size haber vermek suretiyle
söz taşıyıcı durumuna düşmüş olabilirim!... Bunu yapmam. Ancak siz hepiniz
birden tevbe ediniz ve bundan sonra bana yalvarınız.”
Daha sonra Hz. Musa (AS) ve kavmi aynı
şekilde yapınca semadan bardaktan dökülürcesine yağmur yağmağa başladı.
Böylece görmekteyiz ki, söz
taşıyıcılığın zararı sadece kendisine
değil, aynı zamanda içinde bulunan topluma varıncaya kadar genişliyor.
Ulu Allah (CC) Hz.leri cümlemizi söz
taşıyıcılığın kötü akibetinden korusun, amin...
GIYBET,
DÖRT KISMA AYRILIR:
a)
Mübah
b)
Günah
c)
Münafıklık
d)
Küfür
a)
Mübah olan gıybet. Aşırı günahkarlıkları ve dinimize bir takım
uydurma adetleri sokmakla tanınmış kimselerin aleyhinde konuşmak ve bunların
bütün kötülüklerini ortaya sererek şerlerinden mü’minlerin sakınmalarını temin
etmek herkesin boynuna borçtur. Böylesine bir gıybet de dinimizce helal ve
mübahtır.
Nitekim Hz. Resul (SAV) Efendimiz şöyle
buyurmuştur: “Kendilerinden başkalarının korunmasını sağlamak gayesiyle aşırı
günahkarlıklarıyla tanınmış kimseleri bütün iç yüzleriyle gözler önüne serin.”
b)
Günah olan gıybet. Bir topluluk arasında herhangi bir mü’min
kardeşimizin açık seçik adından bahsetmek süretiyle kusur ve eksiğini ortaya
atmak ve bir kimsenin ardından böylesine hoşuna gitmeyecek bir şekilde
konuşmanın da kötülük olduğunu bilerek gıybetini yapmak dinimizce günahtır.
Bu tip hareketlere girişen kimseler Allah’ın
(CC) buyruklarına karşı geliyor demektir ki bu günahları yüzünden Allah’a (CC) muhakkak
tövbe etmeleri gerekir.
c)
Münafıklık olan gıybet. Bazı kimseler bir topluluk arasında adını vermeksizin,
fakat ima ederek bir mü’min kardeşlerinin kusurunu ortaya atarlar, kendilerinin
de çok takva ve dürüst olduklarını ileri sürerler. Halbuki hiç de dürüst ve
takva değildirler. Maksatları başkalarını yererek, kendilerini üste
çıkarmaktır. İşte böylesine gıybete de münafıklık adını veriyoruz.
d)
Küfür olan gıybet. Bir insan bir topluluk arasında, olmadığı halde,
“Falancanın, şu kusurları vardır” diye bir mü’min kardeşini kötülememelidir.
Olmayan bir şeyi var göstermek, “Gıybet ediyorsun.” dendiğinde, “Hayır, bu gıybet
değil. Ben gerçeği söylüyorum.” diye ayak diretmek doğru değildir.
Bunun tersini yapanların, yani olmadığı
halde bir başkasına “kusurludur.” diyenlerin küfür ve inkara düştüklerini
söylemek gerektir. Çünkü bir mü’mine kendisinde olmayan bir kusur ve eksiği
ispat etmek ve ikaz edilirken de, “Hayır, ben gıybet etmiyorum. Gerçeği
söylüyorum” diye ayak diretmek küfürdür. Neden? Çünkü Allah’ın (CC) haram
kıldığı gıybeti helal kabul etmek küfürdür de ondan.
İslam büyüklerinden Hammad (RA) diyor ki:
“Adamın biri bir erkek kölesini satılığa çıkarır. Almak üzere gelen müşteriden
birine meziyetlerini bir bir saydıktan sonra koğuculuk (söz taşıyıcılık)
ettiğini bildirir. Müşteri bu kusuru önemsemiyerek köleyi alıp götürür. Köle
yeni sahibinde bir kaç gün kaldıktan sonra artık dayanamıyarak birgün kendinin
hanımına çıkar ve kocası aleyhinde şöyle konuşur: ‘Hanımefendi!... Kocanız sizi
sevmiyor ve sizin üzerinize de metres tutmak istiyor. Ne dersiniz? Kocanızın
yine eskisi gibi sizi sevmesini istermisiniz?’ Zavallı kadın yeni gelen kölenin
bu sözlerine inanarak, ‘Evet. kocamın tekrar bana yakınlaşmasını ve eskisi gibi
beni sevmesini isterim.’ Der. İlk safhada daha başarıya erişen köle kadına şu
tavsiyede bulunur. ‘Kocanızın eskisi gibi sizi sevmesini istiyorsunuz: Bu
isteğinizi gerçekleştirmek için elinize bir ustura alarak, kocanız uyurken onun
çene altı sakallarından bir kaç tel keseceksiniz. İşte o zaman kocanız sizi
eskisinden de daha çok sevecektir.’ Köle ara bozmak için ona buna söz
taşıyıcılık etmektedir. Bu yolu adeta kendine meslek seçmiştir: Hiç durur mu?
Bu defa gidip efendisinin karşısına dikilir: ‘Efendim!...’ der. ‘Karınız sizi hiç
sevmiyor. Hatta üzerinize metres tutmak istiyor. O yüzden de sizi öldürmek
istiyor. Bu işin aydınlığa kavuşmasını istermisiniz?’ Adam, ‘Evet, isterim.’
deyince de köle şu tavsiyede bulunur: ‘Siz bu gece yatağınıza yattığınızda
sakın uyumayın. Uyuyormuş gibi davranın. Göreceksiniz ki karınız sizi elinde
keskin ustura bıçağıyle öldürmeye gelecektir.’
Akşam olur, yatma saati gelir, adam
kölesinin dediği gibi yatağına uzanarak uyku taklidi yapmaya koyulur. Karısı
elinde usturayla çene altından tüy kesmek için geldiğinde birden sıçrayan koca
gerçekten hadisenin doğruluğuna inanır ve kendisini öldürmeye geldiğini sandığı
karısının elinden usturayı alarak daha orada onu öldürür. Bunun üzerine kadının
yakınları gelerek adamı öldürmek suretiyle öclerini alırlar. Artık iş bu
noktada iyice alevlenir. Bu defa adamın da yakınları harekete geçerek iki taraf
birbirine girerek ortalığı adeta bir savaş meydanına çevirirler.
Ünli
Bilgin Ebul Leys ve gıybet:
Hac mevsimi hacca gitmeye niyet eden Ebul
Leys yola çıkarken yanına bir miktar para alır ve konu komşu huzurunda da şöyle
yemin eder. “Eğer Mekke’ye gidip gelirken bir tek olsun gıybet edersem Allah’a (CC)
and olsun ki bu paraları Hak yolda harcayacağım.”
Ebul Leys gerçekten Allah’a (CC) verdiği sözü tutar ve öteki beriki hakkında
bir tek kötü söz etmeden hacdan sıcak aile yuvasına döner. Parası da yanında cebindedir. Durumu
bilenlerden biri, “Nasıl olur da bir tek gıybet etmeden hacca gidip geldiniz?”
diye sorar. Ebul Leys de şöyle cevap verir: “Bence herhangi birinin ardından
konuşmak (gıybet), zinadan daha ağır bir günahtır. Bilgili bir kimse gıybet
ederse, iyi bilsin ki kıyamet günü o, alnında. ‘Bu kimse, Allah’ın (CC) rahmetinden
mahrumdur.’ diye yazan bir damgayla Allah’ın (CC) huzuruna çıkacaktır. Dedi-kodusu
yapılıp da kendisine eriştirilen kişi bu sözler karşısında sabredip
dayandığında ufak tefek günahlarının yarısı bağışlanır. Bu durum karşısında
ötekini berikini çekiştiren kimseler hemen Allah’tan (CC) günahlarının
bağışlanmasını ve bulundukları yerden
kalkmazdan önce derhal Allah’a (CC) yönelip tevbe etmeleri gerekir. Ola ki Ulu
Allah (CC) Hz.leri kendilerini bağışlarlar.”
Nitekim Hz. Resul (SAV) Efendimiz buyurdu
ki: “İçinizden biriniz bir müslüman kardeşiniz hakkında kötü söz söylediğinizde
hemen Allah’a (CC) sığının. Çünkü bu şekilde hareket etmek, günahın keffaretidir.”
Halid bin Rebi (RA) anlatır: “Dostlarım
bir müslümanı gıybet etdiler, ben mani olmadım. O gece rü’yada siyah bir
kimsenin, pis kokulu domuz etini bir tabağa koyup getirdiğini ve önüme koyup
yüksek sesle, “Hadi ye!” dediğini gördüm. “Ben müslümanım, müslüman domuz eti
yemez,” dedim. “Ama müslümanın etini yersin, o bundan bin kat haramdır” diyerek
o etden bir parça kesip ağzıma koydu.
Uyandım, o et ağzımda idi ve pis pis kokuyordu. Kırk gün onun pis
kokusunu ağzımda duydum.”
İbni Sirin hazretleri, “Seni gıybet ettim,
hakkını helal et” diyen birisine şöyle cevab verdi: “Allah-ü tealanın (CC) haram etdiğini ben
nasıl helal ederim.” Bu sözle, önce Allah-ü tealaya (CC) tevbe et ki, benim helal
etmemin faydası olsun demek istedi.
İbrahim Edhem (RA) hazretleri, bir yemeğe
da’vet edilmişdi. Sofrada, çağırılanlardan birinin bulunmadığı söylenince, o
ağır kimsedir, denildi. İbrahim bin Edhem, gıybet edildi, buyurdu ve çıkıp gitti.
İmam-ı A’zam Ebu hanife (RA) hazretlerine
birisinin kendini gıybet etdiğini söylediler. Ona bir kese altın gönderip,
(bize verdiği sevabları artdırırsa biz de karşılığını artdırırız) dedi.
Yapılan kötüleme yalan ise, iftira ise,
zararı söyliyene olur. (Onun sevabları bana verilir. Benim günahlarım ona
yüklenir) demelidir. İftira etmek, gıybet etmekden daha fenadır. Yanında gıybet
yapıldığını işiten kimse, buna hemen mani olmalıdır.
Hadis-i Şeriflerde buyuruldu ki:
“Din kardeşine, onun haberi olmadan yardım
eden kimseye, Allah-ü teala (CC) dünyada ve ahıretde yardım eder.”
“Yanında, din kardeşi gıybet edilince,
gücü yetdiği halde ona yardım etmiyen kimsenin günahı, dünyada ve ahiretde
kendine yetişir.”
“Bir kimse, dünyada din kardeşinin hakkını
korursa, Allah-ü teala (CC),bir melek göndererek, onu, Cehennem azabından
korur.”
Gıybet yapılırken, orada bulunan kimse,
korkmazsa, söz ile, korkunca, kalbi ile red etmezse, gıybet günahına ortak
olur.
Sözünü kesmesi veyahut kalkıp gitmesi
mümkün ise, bunları yapmalıdır. Eliyle, başıyla, gözüyle men etmesi kafi
gelmez. Açıkça, “sus”, demesi lazımdır.
Hz. Resul (SAV) Efendimiz buyurdular: “Şunun
bunun ayıplarını takib etmekten,araştırmaktan ve açıklaması caiz olmayan ırz ve
namusa dokunan şeyleri, şuna buna açıklamaktan çekininiz.”
www.GAVSUALAZAM.de
|