Hz. Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA)
Efendimiz şöyle buyurdu: “Müridlerin,
vuslattan mahrum kalmalarına sebep,asıl yapılması gerekli olan işleri
bırakmalarıdır.”
“Allah (CC) yolunda olmak bir sermayedir. Onda yükselmek, ancak
yolunda sadık olan kimse içindir.”
“Allah (CC) yolunda sevilen hâl, başta müridin, Allah-ü Teala (CC)
Hz.leri ile arasındaki itikad durumunu sağlama çıkarmasıdır. İşe böyle başlamak
vaciptir. O kadar ki : Zanlardan, şüpheli işlerden yana saf olmalıdır. Bidat ve
dalâlet cinsi şeylerden de temizlenmeli. Ve o itikad, Âyet ve Hadisin
gösterdiği delillere ve hüccetlere göre tesbit edilmiş olmalıdır.”
Bu mânâda şu Hadis-i Şerif çok
önemlidir : “Ameller ancak, niyetlere
göre değerini bulur.”
Sağlam itikad, sahih
delillerle bilinen, bulunan yola girmekle olur.
Bir mürid, Allah (CC) Hz.leri ile
arasında itikad yollu bir bağ kuracağı zaman, başta kendisine düşer ki: Şeriat
ilmini öğrene. Bu bilgiyi, ya kendisinde
tahkik yollu bulmalı, yahut Şeriat imamlarından, yani alimlerden sorup
öğrenmelidir. (Bu öğrenecekleri en az farz vazifelerini ifa edecek kadar
olmalıdır.)
Zira, iradenin
hakiki manası: Rabb Teala’ya (CC) dair kalbin talebini, Şer’i ilimler ve Resulullah
(SAV) Efendimizin Sünnetine uygun ameller yolunda götürmektir. Bu yolda Allah’ın
(CC) emrini tutmalı, yasak ettiği şeylerden kaçmalıdır. Sevgili Resulü’nün (SAV)
Sünnetine tabi olmak sureti ile, Allah-ü Teala (CC) Hz.lerini sevmelidir.
Bu sevgi
ise farzlara devam, kaza ve nafile ibadetleri çokça yapmak, ilmi ile amel eden
alimlerle sohbet edip onlardan faydalanmaktır. Haliyle, neyi öğrenmek gerekli
ise onlardan onu öğrenmelidir. Bu arada, uygunsuz bilgi sahiplerinden ve cahillerden
uzak durmalıdır. çünkü bunlar yol şaşırtıcıdırlar.
Bir
meselede fukahanın verdiği fetvalar çeşitli olabilir. Seçimi kendisine güç gelirse,
ihtiyatlı yanı almalıdır.
Mesela yiyeceği
bir şey için, fakihin biri: “Helâldir.” dediği zaman, ikinci fakih: “Mekruhtur.”
diyorsa, ikincinin kavlini tercih etmelidir. İhtilaflı yoldan tam kurtulmak
için, daima ihtiyatlı hareket etmelidir.
Maneneviyat büyüklerimiz şu manada birleşti: Bir kimse tarikatı
taleb eder de Cenab-ı Hakk’ın (CC) rızasından başka bir şeye iltifat ederse, o
kimse tarikatı istihza (alay) ediyor demektir. Kaldı ki, bir kimse bütünü ile
girdiği yolun ancak bir kısmında başarı kazanır. Bütünü ile gözü başka yolda
olan (yani girdiği tarikattan başka yerde bir şey arayan, ve zamanını avamlar
gibi gafletle geçiren nasıl başarı kazanır. Aziz değerli ruh kardeşim bunu iyi
anlamaya çalış.)
İmam-ı Rabbani (RA) şöyle anlattı : Bize ve size başta gereken, itikadları Kur’an ve Hadis
uyarınca sağlama çıkarmaktır. Bu itikadlar, Hak ehli alimlerin anlayıp
anlattıklan mânâya uymalıdır. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri, onların sayini meşkur
eylesin. Onlar, anlatılan manadaki itikad yolunu, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin
kitabında, Resulü’nün (SAV) Sünnetinde
bulup almışlardır.
Sizin ve
bizim anlayışımız, onlarınkine benzemez. Anlayışımız, o hayırlı büyüklerin
anlayışına uymazsa, itibar makamından düşer. Çünkü, her bidatçı ve dalaletteki
şaşkın, Kur’an’dan ve Hadisten kendi batıl hükmünü anlar. O anlayışına göre de
yol tutar. Bu halde, Hakk’tan (CC) yana hiç bir faydası olmaz.
Yukarıda
anlatılan, SADAKAT babında birinci gelen vazifedir. İkinci vazifeye gelince,
onu da anlatalım. Şudur: Helal, Haram, farz, vacip gibi şer'i hükümleri
bilmektir.
Yapılacak
üçüncü işe gelince, onu da hemen anlatalım: Geride ikinci olarak anlatılan
ilmin gereği ile ameldir. Dördüncüsü ise kereme nail olan sofiyenin girdiği
tezkiye ve tasfiye yoluna girmektir. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri sırlarını
takdis eylesin. AMİN.
Hacı Halil (Hilmi Arcan) Efendi (ksa) hz.leri şöyle buyurdu: İtikadı sağlama çıkarmadıkça, Şer'i hükümleri bilmenin
dervişe hiç bir faydası olmaz. İtikad işinde Şer'i ahkâmı bilme işinde gerçek
bir yol tutmayana da, amelin bir faydası yoktur. Ve anlatılan üç yolda başarı
gösteremeyen kimse için de, kalbin tasfiyesi, nefsin tezkiyesi muhaldir. (mümkün
değildir.)
Bu Hakk
(CC) yolun tamamlayıcıları, kemal durumunu kazandıran parçaları ile birlikte
anlatılan erkan dışında kalan işler fuzulidir. Ama ne, cins iş olursa olsun.
Hepsi de, luzumsuz işler dairesine girer. Halbuki insanın İslami güzellikleri
arasında kendisine luzumu olmayanı bırakıp lüzumlusu ile meşgul olmak vardır.
2- DAİMA TEVBE HALİNDE OLMAK:
Müridin,
kendi nefsinde izleyeceği edeb yollarından biri de TEVBE olup en
mühimidir.Zira, evliya yolu paktır, nezihtir. E-deb dışı işlerle meşgul olanı
kabul etmez.
Müride
gereken odur ki: Her hatası için Allah’a (CC) tevbe ede. Hatta cümle hataları
bıraka. İster gizlisi, ister aşikâresi, ister büyüğü, ister küçüğü olsun. Hayatta
olduğu müddetçe daima nedamet içerisinde olmalıdır.
Eğer
üzerinde kul hakkı varsa herkese hakkını vermeli. Kul ve kulluk
alternatiflerini yerine getirmeye izah edildiği şekilde çalışmalıdır.
3- DÜNYA İLE ALÂKAYI AZALTMAK:
Müridin
izleyeceği bir başka edeb yolu da: Zaruri durumlar dışında, dünya ile alakalı
meşgaleleri bırakmaya çalışmaktır. Çünkü bu yol kalbi Allah’tan (CC) başka
alakalardan temizleme esası üzerine bina edilmiştir. Kalbi onun dışında her
nevi alâkadan kurtarmak gerekir. Şöyle ki: Dünya malı sevgisinden çıkmaktır. Zira,böyle
bir sevgi, insanı Hakk’ın (CC) yolundan kaydırır.
Bu yola
giren hangi mürid olursa olsun, nefsinde dünya sevgisi namına bir bağlantı
varsa, sonunda o sevgiye çekilir gider. Hem de en kısa zamanda ve çıktığı gibi.
(O kişi sebep olarak da maneviyatı ve o yolda yürüyen ihvanı gerekçe olarak
gösterir. Halbuki gerekçesi maneviyata hakiki manada intisab edemediği için, madde
ve dünya sevgisinden olduğunu ve bu yüzden gittiğini kendisi bildiği halde
maneviyata bühtan eder.)
Dünya
malı sevgisini bırakan bir kimseye, aynı şekilde şöhret, şan sevgisini de
bırakıp çıkmak vacip olur. Zira bu yolda, şan şöhret sevgisi büyük bir yol
kesicidir.
Hatta,
bir müridin yanında halkın kabulü ve reddi eşit olmayınca, mana yolundan ona
hiç bir şey gelmez. Dahasını anlatalım: Ona en zararlı şey, halkın kendisini
müsbet karşılaması ve kendisinden bereket ummasıdır. Hele bu durumda o mürid, henüz
iradesini sağlama çıkarmamış biri ise… Anlatılan iki halden kurtulan bir
kimsenin, baş olma sevdasından geçmesi kalır.
Ondan da
kurtulması gerekir. Çünkü kendisi dünyaya karşı gani gönüllüdür. Böyle olunca,
dünyalık işlere karşı da öyle olması icab eder. Bilhassa baş olma sevdasına
kapılmamalıdır. Böyle bir şeye kapılırsa, bıraktığından daha zararlısına yakalanmış olur.
Gizli
gizli baş olma sevdasına kapılmak da mümkündür. Zira zahid müridlerin
kendilerine has bir şöhretleri vardır ki, dünya çocuklarının ve sultanların
şöhreti, bunların şöhreti yanında sönük kalır. Zira dünya sultanları, dünya
sahipleri anlatılan zahidler önünde düşüktür. Zahidlerin ellerini öptükleri,
kendilerinden bereket umdukları bir vakıadır.
Anlatılan
yolda baş gösteren riyaset sevdası, öyle bir şaraptır ki, ondan bir kadeh içen
nefsin, telef olmasından korkulur. Sonra, onda öyle lezzetler vardır ki, nefsi
peşinden koşturabilir, kendisini aratabilir.
Ehlullah
demişler ki: Hak yolcusunun şu üç şeye çok dikkat etmesi lâzımdır:
1: Daima
suç ve isyanlarını göz önünde bulundurmalı ve nedamet içerisinde olmalıdır.
Suçlarını hiçbir zaman unutmamalı daima muhasebeli olmalıdır.
2: Yaptığı
ibadet ve taatlete güvenip hiçbir zaman böbürlenmemeli ve onları unutmalıdır.
3: Seviyorum
dediği Hacı Halil Efendi (KSA) Hz.lerini, Seyyidet Zehra Sultanı (KSA), Seyyid
Hak Halili’ni (KSA), Hz. Pirimiz Abdulkadir-i Geylani (KSA) Efendimizi, Hz.
İmam-ı Hüseyin Efendimizi, Hz. İmam-ı Ali (KV) Efendimizi ve Alemlerin Sultanı
Hz. Resulullah (SAV) Efendimizi manada görüp mübarek ellerini öpüp, manevi
pınarlarından içebilmenin derdini çekmeli. Eyer göremiyorsa kalbindeki sevginin
ne olduğunu tetkik edip en fazla sevdiğinin ne olduğunu araştırmalıdır, çünkü
seviyorum diyen sevdiğini daima görmelidir en azından görmeye gayret etmelidir.
Bişri
Hafi (RA) şöyle anlattı: Bu zamanda bir Hak yolcusu fakirin, halk tarafından
tanınıp bilinmemesi, yerinin belli olmaması kendisi için bir ganimettir. Zira,
çok kimselerle karşılaşmak, bir hüsrandır. (Ya
bu gün kendilerini mürşit sanıp insanların kendilerine gelmesini ve hizmet ettirmeyi
isteyenler.)
Sonra
hangi mürid olursa olsun, kalbinde dünyalık olan geçici şeylerden yana bir
alâka, ya da bir hatıra olursa, onun için bu yolda MÜRİD ismi mecazdir. (YANİ
BEN DERVİŞİM DEMESİ ANCAK KENDİNİ KANDIRIR.)
Sonra kurtulmuş
olduğu dünyaya dair, daha önce elde ettiği işlerden bir şeyin arzusunu kalbinde
taşıdığı ve onunla iyilik babında bir şey yapmayı dilediği, yahut bir şahsı
bırakıp bir başka şahsı istediği zaman o, bu yolda kösteklidir. Ve tehlike
içindedir.
Hasılı: Anlatılan
durumu ile tez elden dünyalık işlere tekrar kapılmasından korkulur. Yapmak istediği iyilik içindeki mescid ve
tekke, iman, nöbet tutmak, girdiği veya benzeri yolda bir müridi arzu, üstte
anlatılan manayı değiştirmez. Zira, bu yolda müridin kasdı: Kalbini meşgul
eden bağları çözüp atmaktır.
Bunlardan
kurtulup, niyetine aldığı Rabbi (CC) için kalbini halis bir hale getirmektir. Gayrını
bırakıp Rabbi (CC) ile meşgul olmaktır. Hatta, kalbinde dünyaya çekme tehlikesi
bulunan iyi işlere dahi yer kalmamalıdır. Sebebine gelince: Bir mürid, dünyayı
bıraktığı, ondan yüz çevirdiği zaman, bunu her haliyle yapmalıdır. O kadar ki,
nefsinde ona karşı bir arzu ve bir alâka kalmamalıdır.
Zira,
böyle bir hal, kalbi tam temizlemektir. Gayesine erdirmek için, ona tam bir yardımdır.
Kaldı ki bu yolda maksud olan: İyiliklerin tahsili değil, kalbi Hak Teala (CC) Hz.lerinin
zatından alan meşgalelerden yana temizlemektir. Onun için asıl sermaye budur.
Anlatılan
sebepten bir mürid için şu ayıp olur: Sermayesini ele yola savurmak, kendine
lâzım olan atmak, hiç bir zaruret olmadan düşük bir dünyalık sanatın esiri
olmak. Böyle bir şey, kalbini meşgul eder ki, alacağı iyi terbiyeye manidir.
Bu yolda
edeb odur ki: Elde ettiği veya bırakıp attığı şeylerin varlığı ve yokluğu
yanında aynı ola. Böyle olmalı ki, dolayısı ile bir dervişi incitmeye, bir
başkasını sıkıştırmaya. İsterse bu başkası, bir Mecusi olsun.
Müridin
yanında evlâ olan, sabra dönük olmaktır. Hatta, fakrı ve sabrı nefsi için bir
sermaye bilmelidir.Böyle olunca, hali şairin
dediği gibi olur:
Yapışırlar fakre cimrice
muhtaç olunca;
Koşarlar seri yoldan fakre
bolluk bulunca.
Abdül
vehhab Şa’rani (RA) anlatıyor: “Efendim Ali Mursafi’nin (RA.) şöyle dediğini
işittim: Bu yolun ilk girişi, müridin
dünya ve ahirete karşı zühdü ile başlar. O kadar ki, Nefsinde, dünya ve ahirete
ait arzuların hiç birine meyil hevesi olmamalı. Meğer ki, bu hususlarda,
Rabbından (CC) gelen hususi bir izin buluna.
Şeyh
Ebul Abbas Mursi’nin (RA) talebesi Şeyh Muhammed Mağribi (RA) şöyle dedi: Bu
yolun tümü, bir DÖNÜŞ ve bir DURUŞ’tan ibarettir. DÖNÜŞ, Allah’ın (CC)
rızasındadır. DURUŞ ise zaruri durum hariç bu yolda anladığı bir şey varsa,
konuşmadan nefsinde saklı tutmasıdır.
Sonra,
şöyle devam etti: Hz. Allaha (CC) vuslat sağlayan yolda attığı adım sahih olmaz.
Taa, üç menzil kat edinceye kadar. O menziller şunlardır:
a) Dünya
nimetlerine karşı çok gönüllü zahid olmalı.
b) Ahiret
nimetlerine karşı çok gönüllü zahid olmalı.
c) İndirdiği
belâlar dolayısı ile, Allah’tan (CC) razı olmak. İsterse o belâlar uzuvlarını
parçalayıp dağıtsın.
İşbu üç
halden sonradır ki Mürid, Allah (CC) Hz.leri yolunda vuslat seyrine başlar. Bu
tarikat, ancak ehlinin anlayacağı gibi bağlıları onu bırakıp kaçsalar dahi, kendilerini
izler, peşlerini bırakmaz.
4-
TARİKATINI TARİKATLARIN EN ŞEREFLİSİ BİLMEK:
Müridin
kendi nefsinde izleyeceği edeb yollarından biri de şudur: Bilecek ki, girdiği
tarikat, tarikatların en şereflisidir. Böyle bilip itikad etmediği takdirde, nefsani
cihetinden, iyiliğine kail olduğu bir tarikata meyil eder. Kaldı ki, bu Kadiri
tarikatından daha şerefli ve daha üstün bir başka tarikat da yoktur.
Çünkü
sahibi evvelde Cenab-ı Hakk Celle ve Alâ (CC) Hz.leri, O’nun (CC) biricik
Habibi on sekiz bin alemin şefaatçisi Hz. Muhammed Mustafa (SAV) Efendimiz ve
İlmin kapıcısı İmamı Ali (KV) Hz.leri, Şehitlerin Serçeşmesi, Evliyanın bağrı
başı İmam-ı Hüseyin (RA) Efendimiz, Seyyid ve Şerif, batmayan güneş, Arifler
kutbu, gelmiş ve gelecek Evliyanın başı, Kıyamete kadar bütün Tarikatların ve
Evliyaların baş tacı, Hz.Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Efendimiz, Seyyid Hak
Halili (KSA) Hz.leri, Seyyidet Zehra Sultan (KSA) Annemiz ve ğlu Kadir Şahbaz
(RA), Şeyhimiz Sultanımız Hacı Halil (KSA) Efendimizdir.
Ve
kıyamete kadar nice nişanesiz erler bu şerefli yolda yürüyecek ve talib
olanları da yürüteceklerdir. Bu kervan da kıyamete kadar Yüce Rabbimizin
inayeti ile devam edecektir. Zira bu yol, Meleklerin yoludur. Nebi, Resul, Allah’ın
(CC) salih kullarından halife zatların yoludur. Ve mukarreb meleklerin de
zineti sayılan bir yoldur.
Üstte
anlatılan zatlar halk arasıda ilâhi ilimlere en çok vakıf olan zatlardır. O
ilâhi ilimler, ilimlerin tümüne karşı en şerefli olandır. Şan itibarı ile de, en
yükseğidir.
İmamı Gazali
(RA) “El münkızü mined' dalal” adlı
eserinde şöyle yazdı: Sonra zahiri ilimlerden fariğ olduktan sonra, içten gelen
bir arzu ile sofiye yoluna girdim. Zahiri ilimlerden aklımda kalan ise, ancak
bana faydalı olan mikdar oldu.
Şunu da,
yakinen bildim ki: Tam olarak Allah (CC) Hz.lerinin yoluna giren kimseler
sofiye zümresidir. Bunların gidişatı, diğerlerine bakarak en güzeli idi. Zira tuttukları
yol, yolların en güzelidir. Huy itibarı ile, huyların en güzeline sahip
olmuşlardır.
Akıl
sahiplerinin tüm aklı, hikmet sahiplerinin tüm hikmeti, şer'i ilimlere vakıf
olanların tüm ilmi bir araya gelip de bu sofiye yolunda olanların gidişatından
ve izledikleri ahlaki yoldan birini değiştirip yerine daha iyisini getirmek
isteseler, bunu yapmaya güçleri yetmez. Böyle bir şeyi yapma yolları onlara
kapalıdır. Çünkü bu sofiye mensubu zatlar tümden her hal ve hareketlerinde, zâhirlerinde
ve batınlarında, nübüvvet kandilinden nur almaktadırlar. Durum odur ki,
yeryüzünde Nübüvvet nuru dışında, aydınlığından istifade edilecek bir nur
yoktur.
Bediüzzaman
Said Nursi (RA) Mektubat adlı eserinin 9. kısmında buyurdu ki: Üçüncü Telvih: Velâyet,
bir hücceti risalettir; Tarikat, bir bürhanı şeriattır. Şeriat ders verdiği
ahkâmın hakaikını, tarikat, zevkiyle, keşfiyle ve ondan istifadesiyle o ahkâmı
şeriatın hak olduğuna ve Hakk’tan geldiğine bir bürhanı bâhirdir.
Tarikatın
gayei maksadı, mârifet ve inkişafı hakaikı imâniye olarak, mi’racı Ahmedi’nin
(SAV) gölgesinde ve sâyesi altında kalb ayağıyla bir seyrü sülûku ruhani
neticesinde, zevki, hâli ve bir derece şuhudi hakaikı imaniye ve Kur’aniyeye
mazhariyet; “tarikat”, “tasavvuf” nâmiyla ulvi bir sırrı
insani ve bir kemâli beşeridir.
Tarikatta
hissesi olmayan ve kalbi harekete gelmiyen, bir muhakkik âlim zât da olsa, şimdiki
zındıkların desiselerine karşı kendini tam muhafaza etmesi müşkülleşmiştir.
Aziz
değerli kardeşim: Büyük âlim olan imamı Gazali (RA) ve Bediüzzaman (RA) Hz.leri
Zikrullah yoluna girmeyi canına bir borç bildiyse, bize size ve cümlemize
Zikrullah yoluna can atmak haydi haydi zorunludur. Bilelim ve bu Nübüvvet nuru
olan Zikrullahtan Rıza bari elde etmeye gayret edelim.
Anlatılan
mana icabıdır ki, Hz. Pirimiz GavsulA’zam Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri şöyle anlattı: “Bir kimsenin edebi, sofiye yolunda alınan bir edeb değil ise, o edebli
sayılmaz.”
Bu
yolda, kelâm eden kimselerin hülâsa kelâmı şudur:
Bu yolda
şart olan şu haller vardır:
a) Tam
olarak kalbi, Alah-ü Teala (CC) Hz.lerinden gayrı bütün dış arzulardan temiz
tutmaktır.
b) Bir
de bu yolun açıcı anahtarı vardır. Ki o: Allah (CC) Hz.lerinin zikri olup, namazda
ilk tekbir ne kadar mühim ise, mânâ kapısını açmakta Allah (CC) Hz.lerinin
zikri o kadar mühimdir.
c)
Anlatılan iki halin sonunda, Yüce Allah’ın (CC) Hz.lerinin varlığında, külliyyen
fani olmak vardır: İşbu sonuncu hal, izafi bir manadır. İnsanın kendi ihtiyarı
ile olmaz.
5- SÜKÛT:
Müridin
izleyeceği yollardan biri de, sükûttur. Bu yola giren kimsede sükût ağır
basmalı, konuşmak az olmalıdır. Bir konuşma olacaksa, ancak zaruretten doğmalı.
Bu
zaruret de, arkadaşının kendisine bir işini sorması olabilir. Yahut kendisini
tanımayan yabancı birinin gelip bir şey söylemesi ki, bununla iyi yoldan
konuşabilir. Böyle birinden yüz çeviremez, her hali ile ona yönelip konuşur. Günümüzdeki dervişler maalesef öyle değil,
dervişliği sadece 100 Tevbe, 100 Salâvat, 100 de Kelime-i Tevhidden ibaret
zannediyorlar… Aslında öyle değil, derviş olan kişiler vazife aldıkları Mürşid-i
Kâmilin haline, halet-i ruhiyesine göre hareket edip tarikatı hayatlarının her
zerresine ve Zikrullahı da her nefeslerine sirayet ettirmelidirler.
Ancak bu
şekilde manevi körlükten, manevi sağırlıktan, ve münafıklık alâmetinden
kurtulmak belki müyesser olur. Takva
tasavvuf yolu sadece zikri çekerken eli, dili, beli korumak değil, Tasavvufun
edeb ve erkânı: Her alınan ve verilen nefeslerin muhasebeli olmasını emreder.
Dile
dikkat edilmelidir, zira onun afetleri çoktur. Mesela: Gıybet, koğuculuk, arkadan
konuşmak, lâkab takmak ve alay etmek. Dervişim diyen kişi, iki yüzlü önden
ayrı arkadan ayrı konuşan değildir, dervişim diyen kişi maneviyata aykırı
fiiller işleyerek maneviyat büyüklerini incitip rahatsız huzursuz etmemelidir. Şayet
böyle bir fiiliyatla içtinab ederse muhakkak cezasını er geç görür.
Hükümleri
yalana çıkarmak da, söz arasında söylenebilir. Sonra
konuşması, ifade tarzı güzel olunca, emsali arasında ayrı bir yerinin olmasını,
övülmek gibi bir şeyin izharını arzu edebilir.
Bunların dışında daha başka
şeyler de çıkabilir. Bütün bu anlatılanlara karşı kulun kendini koruması
yerinde olur. Bu mânâ icabıdır ki, Vehb b.Münebbih şöyle anlattı : Hükema şu
cümle üzerinde görüş birliğine vardı: Hikmetin
başı sükûttur.
Fudayl şöyle anlattı: Ne hac, ne nöbet, ne de cihad,
dili tutmak kadar zordur.
Lokman Hekim oğluna şöyle
anlattı: Eğer söz gümüş olursa, mutlaka sükût âltındır.
İbni Mübarek, bu mânâyı şöyle açtı: Allah (CC) Hz.lerinin
katında kelâm etmek, gümüş olunca, Allah'a (CC) masiyetten kurtulmak için sükût
etmek altın olur. Bu mânâ açıktır. Masiyet işini
bırakmak,mutlaka taat işlemekten daha faziletlidir.
Dili korumna babında bir şair
şöyle anlattı:
Dilini daima koru ey insan;
Ta ki ısırmaya seni o yılan.
Çokları kabirde, katili dil;
Çekinir ondan hep çoğu
kahraman.
Hülâsa: Sükût selâmettir. Anlatılmak
istenen âsıl mânâ odur ki: Dil, yerinde kullanılmayınca, pişmanlık sebebi olur.
Onu hizaya getirmek gerekli olduğu zaman, şeriatın emri ve nehyi hizasında yürütmek gerekir.
Yerinde sükût, bu yolda er
kişilerin sıfatıdır. Onlar, hataya düşme tehlikesi belirince susarlar.
Aynı şekilde, yeri ve zamanı
gelince konuşmak, huyların en şereflisidir. Bu çeşit konuşmak, bir kötülüğün
giderilmesi yahut, hakkı söylemekten korkanı takviye veya söylenmesi beklenen
doğruyu söylemek gibi.
İbni Abbas’ın (RA) dilin
semeresini ele alıp şöyle dediği anlatıldı: Hakkı
söyle, ganimet bulursun. Şerri konuşma, kurtulursun. Dili korumak, çoğu kez,
işin en mühim yanları arasında sayılır. Çünkü dil: Kalbde olanın tercümanıdır.
Onun hatalardan selâmette olması ise, kalble sabit bir irtibat kurmasına
bağlıdır.
Bazı
zatlar şöyle dedi: Bir kimse, sükûtu ganimet bilmeyince, yani onun faziletini
bilip ganimet saymazsa ,konuştuğu zaman hevai şeyler konuşur.
Dili çok
korumalıdır. Hatta konuşma yerine geçen, işaret ve yazı gibi şeylerde dahi
korunma cihetine gitmelidir.
Bir kul,
kendine lüzumlu mikdar ve, mutlak konuşması gereken yerde konuşursa o Sükût
sınırında sayılır. Hali böyle olan için fuzuli bir konuşma yoktur. Şayet kendi
dünya ve ahiretine yararı olmayanı konuşursa onun için sükût yoktur.
Zünnun-u
Mısri’ye (RA) sordular ki: “İnsanların
en çok koruşması icab edeni kimdir?” Şöyle dedi: “Dilini en çok korumaya muhtaç olandır.”
İbni
Mesud (RA) şöyle dedi: Dilden daha çok zindana kapatılmaya layık hiç bir şey
yoktur. Yani: Zindan ona haktır.
Şöyle
anlatıldı: Dil, yırtıcı bir canavar gibidir. Onu bağlamazsan sana saldırır.
6- ALlNlP VERİLEN NEFESLERLERE DİKKAT ETMEK:
Müridin
kendi nefsinde izleyeceği edeb yollarından biri de alıp verdiği nefeslere
dikkat etmesidir. Bir Hak
yolcusu, nefeslerinden her birinin değerini bilmeli, onu kibriti ahmerden
değerli saymalıdır. Her nefesini, kendisi için yararlı
olan ne ise ona tevdi etmeli, hiç bir nefesini zâyi etmemelidir.
7- İNSANLARIN AYIBINA
BAKMAMAK:
Müridin izleyeceği bir başka
edeb yolu da insanların ayıplarını gözetmemesidir. Bir mürid hiç bir şekilde
insanların ayıplarını araştırmamalıdır.
8 – KENDİNİ İLK MERTEBEDE SAYMAK:
Bir mürid, hangi mahalle vâsıl
olursa olsun, kendisini bu yolun ilk başında saymalıdır. Bu durum, Efendim Seyyid ve
Şerifim Hz. Pirimiz Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.lerinin sâliklere iki
tavsiyesinden biridir. İkinci tavsiyesi ise şudur: Bir sâlik, mertebelerin en
alâsına vâsıl olsa dahi nefsini Firavun’dan yüz defa aşağı görmelidir. O
nefsini böyle görmediği takdirde, sülûktan (tarikatta yol almaktan) yana hiç
bir nasibi yoktur.
Ey kardeşim, bu iki tavsiyeye
iyi bak. Dikkatle baktığın zaman, bir sâlikin, göze, kulağa olan ihtiyacı
kadar, bu tavsiyelere muhtaç olduğunu görürsün. Belki de, bu ikisine olan
ihtiyacı, göze ve kulağa olan ihtiyacından daha fazladır. Sebebine gelince, bu
iki tavsiyeden hangisinde yânılırsa kendisini ucb sarar .Ucb ise tehlikelerin
en büyüğüdür.
Buna Resulullah’ın (SAV) Efendimizin
bir Hadisi Şerifi şahittir. Şöyle buyurdu:
Üç şey kurtarıcıdır. Üç şey de
helâk edicidir.
Kurtarıcı üç şey şudur:
- Gizlide, açıkta Allah (CC) için takva sahibi olmak.
- Rıza ve öfke halinde Hakkı söylemek.
- Varlıkta, yoklukta iktisada riayet etmek.
Helâke götüren üç şey de
şudur:
- Tâbi olunup peşine düşülen hevaî arzular.
- Buyruğunndan çıkılmayan kötü cimrilik
- İnsanın kendini beğenmesi.
İnsanın ucb'e kapılıp kendini,
beğenmesi, sayılı tehlikelerin en zorudur.
Ey kardeş, sana ve bize hattâ
sair saliklere anlatılan tehlikeli işlerden korunmak için, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri
başarı ihsan eylesin. Ta ki, bu yolda vaad edilen zevklere erelim.
Şunu bilesin ki: Yapılan amele
itimad, sülük ehline ilk başta arız olan oyalayıcı iştir. Bu da vücutlarına
vehmin galebesi ile, akıl aynalarında biriken hayâl tozlarından ileri gelir. Bundan
kurtulmaları ancak, bir keşif nuru ile olabilir. Bu keşifle onlar bilecekler
ki: Amellerinin hâliki Allah-ü Teala (CC) Hz.leridir.
Anlatılan keşf yolu müride
açıldıktan sonra artık yaptığı amelin azlığı çokluğu kendisi için mühim olmaz.
9- KÖTÜ ARKADAŞI BIRAKMAK:
Bu yola giren müridin kötü
arkadaşı bırakmayı istediği zaman, her şeyden önce kötü huyları bırakması icab
eder. Zira, kendine en yakın olan nefsidir. Yakınlarımız ise iyilik etmeye en
çok hak sahibi olanlardır.
Büyük zatlar, denediler ve
şuna şahid oldular: Âsilerin yüzlerine bakmak, beden ve can gözüne perde
çekmektedir. Kalbe kasvet getirmektedir. Ancak, hayırlı ve salih kimselere
bakmak böyle değildir.
Sakın ey kardeşim, kâfirlerin
yüzüne nazar etmiyesin. Yahut, öfke ve gazap mahallinde oturmayasın. Haraç
yiyenlerin yanında durmak, zalimlerin kabrine gitmek de böyledir.
Hâsılı her nerede bir masiyet
işi varsa oradan çabuk geç. Hatta, koşar adımlarla oradan ayrıl.
10- NEFSİNE SAHİP ÇIKMAMAK
VE ZAMANINDA YAŞAYAN SALİH ZATLARDA NOKSAN
BULMAMAK:
Bilhassa mürid, kendine bir
noksan izafe edildiği zaman, nefsinden yana olmamalıdır. Sonra, zamanında
yaşayan salih zatlar, kendisine anlatıldığı zaman, onlarda noksan bulmaya çalışmamalıdır.
Şeyh Ebülmevahib Şazelî (RA)
Hz.leri şöyle dedi: Dervişler, hal gösterisi ile riyaya kapılırlar, fakihler
ise sözle riyaya kaçarlar.
Şeyh Ali Havas şöyle dedi: Bir
kimse, kendinin bilgisi ile yetinmez, nefsinden yana çıkarsa, Allah-ü Teala (CC)
Hz.lerinin himaye gözünden düşer.
Ancak bu yolda ilmi ile âmil
olan âlimlerin, Mürşid ve Velîlerin yolunu izlemelidir. Onların kendi
nefislerinden yana oldukları varsa, bir içtihad içindir. Sonra, bu yaptıkları
işin faydası daha ziyade insanlar içindir.
Vasfı anlatıldığı gibi olan
kimse, nefsinden yana söz eder ama, maksadı insanların faydasınadır: Onları
irşaddır. Ama bu zatı noksan sıfatlardan tenzih ederlerse faydasını görürler.
Ameller niyete bağlı olduğundan, zâhiri işleri iyiye, yormalıdır.
Hülâsa: Müridin sermayesi
herkesi hoşgörü ile karşılamaktır. Başına maddi bir zarar da gelebilir. Fakre
düştüğü de olur. Bunlardan her ne gelırse sabırla, rıza ile karşılamalıdır. Sebebini
sormayı bırakmalı, kendi hazzırıa düşen
şeyin azında olsun, çoğunda olsun, çekişmeyi bırakmalıdır.
Bir kimse bu anlatılan hallere
sabır yolunu tutmazsa, uygunsuz güruhu ile pazara girer. Öbürleri gibi şehvet
kazanma yoluna bakar. Bir kimse, insanların tuttuğu şehvet yolunu tutar giderse,
ona düşen odur ki: bilek zoru, alın teri ile diğer insanlar gibi elde edip gide. Böyle yaptığı
takdirde ise esas gayesinden tamamen ayrılır. Girdiği mânevi yoldan yüz çevirip
döner. Böyle bir halden Allah-ü Teala (CC)
Hz.lerine sığınırız.
Şeyh Ebülmevahib Şazelî (RA) Hz.leri
şöyle anlattı: Nasıl ki, baştan sona mülk ve melekût âleminden bir şeyin
arzusunu içinde besleyene müşahede cihetinden ilâhi ilimlere dair bir kapı
açılması muhal ise aynı şekilde kalbinde şehvet duygusu namına bir arzu
besleyen için de, meleküt babında kendisine bir yol açılması mümkün değildir.
Silsilei Saadat Efendilerimiz
Şöyle Buyurdu: Bir müridi görürsen ki, nefsanî
hazların arzusu ile, şehevî şeylerle durur, onun bir yalancı olduğunu bil. Medhi
ve zemmi, reddi ve kabulü birbirinden ayırd eden birini, marifet yolunda söz
ederken görürsen, onun da bir yalancı olduğunu bil.
Cüneydi Bağdadî (Behre) (RA) Efendimiz
şöyle dedi: Şayet bu yolun belli
alâmetleri olmasaydı, herkes bu yola sülûk iddiasında bulunurdu.
Nitekim, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri,
bu mânâda şöyle buyurdu: “Dilesek, biz
onları (münafıkları) sana gösteriverirdik de kendilerini bütün simaları ile
tanırdın. Fakat mutlaka sen, onları, lakırdılarının edasından tanırsın. Allah
(CC) ise bütün yaptıklarınızı bilir.”
11- MÜBAH BASAMAĞINA
ÇIKMAMAK:
Müride lâzım olan edeb
yollarından biri de şu ki, aslâ mübah bâsamaklarına çıkmaya… O gibi işler,vakti
boşa geçirmekten başka bir şey değildir.
İmamı Gazalî (RA) Hz.leri İhya-u Ulûm adlı eserinde şöyle yazdı :
Bu yola giren bir mürid, evvel emirde, kendini aile ve çoluk çocuk sevgisine
vermemelidir. Zira bu kendini Hak yola sülûkten alan bir meşgale olur. Kendisini
kadınla ünsiyete çeker. Bir kimse, başkası ile ünsiyete dalınca, Allah (CC) Hz.leri
ile olmaktan mahrum kalır.
Sonra o müridi, Resulullah
(SAV) Efendimizin çokça evlenmiş olması aldatmamalıdır. Zira, onu
dünyadakilerin hiç biri, Allah-ü Teala (CC) Hz.lerinden alamazdı.
Şayet, anlatılan mücadele ve
mücahede ile şehvet duygularını kıramazsa, meselâ gözünü harama bakmaktan
koruyamaz. Bu durumda olan kimse için en uygunu evliliktir. Böylece, şehevi hissini
dindirir.
Ancak, büyük zatların edebi, dünya
için, malî imkânları yerinde olan kadınlarla evlenmek değildir. Ancak, sünnete
uygun bir şekilde; kadının iffeti ve dini için evlenilir.
Bu evlilik sonunda, gücü
yettiği kadarını âilesi için temine çalışır. Şayet kadını ondan, takatı
dışındaki şeyleri isterse, kendisi de kadınının arzularını teminde aciz kalırsa
muhayyerdir: isterse, miskin bir şekilde kadına uyar gider, isterse kadını
boşar ayrılır ki, böyle yapınca yine Resulüllah (SAV) Efendimizin sünnetine
uymuş olur.
Bu mânada, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri
Resulüne (SAV) şu emri verdi: “Ey Nebi
(SAV)! Kadınlarına anlat: Şayet siz dünya hayatını, onun zinetini arzu
ediyorsanız gelin: Size boşanma bedellerini vereyim, hepinizi iyilikle serbest
bırakayım.”
Hz. Sühreverdî (RA) MÜRİDLERİN ADABI babında şöyle anlattı:
Zamanımızda evlâ olan, Nefsi
islah: Riyazet, açlık, uykusuzluk ziyaret çok nedamet devamlı Zikir ve
seyahatle yola getirmektir.
12- ZİKRE DEVAM ETMEK:
Müridlere düşen edeb
yollarından biri de şu ki, hiç ara verilmeden zikre devam edile. Kendisine bir
gönül açıklığı gelen kimse, Zikri kesmemeli. Taa, hazır görünenlerden ve cümle
kâinattan ayrılıncaya kadar. Böylece, her şey gözünden gönlünden silinir, Hakk
Teala (CC) Hz.lerinin huzurunda olur. Böyle bir ilâhî gönül açıklığı, ancak
hissî bağlardan sıyrıldıktan sonra olur. İşte gönül açıklığından sonradır ki,
ilâhî huzura varmaya hak kazanır.
Yaptığı zikirden bir gaybet
hali hâsıl olmayana, sadece sevap vardır: dereceler yoktur. Kâinatın fani
varlığını müşahede ettiği süre huzurdan yana perdelenir. Kâinatta ne varsa, hemen
her işi Allah’a (CC) muhtaçtır. Kendisi, Allah-ü Teala (CC) Hz.lerinden ne
diliyorsa, onlar da aynı şeyi dilerler. Onlarda rütbeli bir kıyafet yok ki, kendisine
giydirsinler.
Anlatılan sebeplerden ötürüdür
ki, ilk defa bizim gibilere ilâhî huzura dalmak zordur. Çünkü hiç birimizin, zâhir
ve batın temizliği ilâhî huzura girmemizi sağlayacak hadde gelmemiştir.
Şeyh Ali Mursafi (RA) şöyle
anlattı: Allah-ü Teala (CC) Hz.lerinin
huzur makamına ulaşmak zâhirde bilinmeyen mertebelerde de Hakk Teala (CC) Hz.lerinin
irfan duygusuna varan kimselere hastır. Bu irfan duygusunda o kadar ileri
gidecektir ki: Hakk Teala (CC) Hz.lerinin gelmiş ve gelecek tecellilerinden hiç
biri kendisıne gizli kalmayacak. Bizim gibilere böyle bir irfan duygusuna
varmak nerede?
Şeyhimiz, başımızın tacı Hz. Hacı
Halil (KSA) Efendimiz şöyle anlattı: Kendinden geçiş yolu ile, Allah-ü Teala (CC)
Hz.lerinin huzur makamına varmak, bulunmaz bir şeydir. Meğer ki, Hak yolcusu,
sair bilinmeyen mertebelerde dahi, Hakk’a (CC) karşı bir marifet duygusuna
sahip buluna. Ancak, böyle bir kimse için, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri ile huzur
mânâsı sahih olur. Daima bilinenin ötesine geçilmelidir. Zira kulun hatırına ne
gelirse, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri onun hatırına gelenin dışında kalır. Her
hatırına gelen varlığı Hakka bâğlayana nasıl huzur makamı sözü edilir? Kaldı ki
o makam, peygamberlerindir ve peygamberlerin veraset makamında kemal bulan
zatların makamıdır.
Hasılı: Bize uyan,namazda
olsun sair ibadetlerde olsun, Allah (CC) Hz.leri ile huzur bulmaya ermişlik
dâvâsında çekingen durmaktır.
13- NEFSİNİ HESABA ÇEKMEK:
Bir müridin kendini hesaba
çekeceği zamanları olmalıdır. Bu hesap zamanları da, üçten aşağı düşmemeli.
Meselâ:
a) Sabaha çıktığı zaman, düşünmeli:
Gecesini nasıl geçirdi? O gece neler
yaptı?
b) Öğlen namazından sonra
hesaba oturmalı. Günün ilk saatinden o
ana kadar ne gibi işler yaptı? Bakıp görmeli.
c) Bir de akşam namazından
sonra, hesaba oturmalı. Gününü nelerle
geçirdiğini düşünmeli.
Bütün bu zamanlarında hatalı, yanlış
bir halini görürse, muhtaç bir dille, kırık bir kalble, perişan bir vücudla
istiğfara koyulmalı. Böylece, büyüklerimizin himmeti, Sultanlar Sultanı Hz.
Resul-i Kibriya (SAV) Efendimizin şefaati ile Hakk Teala (CC) Hz.lerinden
korunma ve yardım dilemelidir.
14- BÜYÜKLÜK SATMAYI VE SALDIRIYI TERK ETMEK:
Hz. Pir Abdulkadir-i Geylani
(KSA) Efendimiz şöyle dedi: “İnsanın
kendinden üstün birine saldırması pişmanlıktır. Kendi gibi birine sataşması ise
edeb dışı bir harekettir. Kendinden alt birine saldırması âcizliktir.”
Seyyid-i Silsile-i Saadat
Efendilerimiz (RA) şöyle anlattılar: Bir kimse, manevi idareyi aldıktan sonra, orada
azgınlığa sataşmaya başlarsa, o zaman gerekli cezayı alır. Onlara karşı tevazu
yolunu tutarsa Cenab-ı Hakk’ın (CC) Rızasına, Nebiler Nebisi (SAV) Efendimizin
şefaatine, Büyükletimizin de Âl-i himmet ve nazarlarına nail olur.
Şöyle dendi: İnsanın kendini
beğenmesi, aklının bozukluğuna köklü delildir. Bu mânâda Allah-ü Teala (CC) Hz.leri
şöyle buyurdu: “Şu âhiret yurdunu o
kimseler için yaptık ki; onlar yeryüzünde üstünlük taslamaz, fesat
çıkarmazlar.”
Seyyidimiz, Hz. Pir GavsulAzam
Abdulkadir-i Geylani (KSA) Efendimiz şöyle anlattı: “Uygunsuz
bir huy vardır. Bir kul, o huyu nefsinde görürse mertebe itibarı ile, Allah
(CC) Hz.leri katında insanların en alt derecesindedir. O uygunsuz huy: İnsanın
nefsini, ilim, fazilet, salâh yönü ile asrında yaşayanlardan üstün tutmasıdır.”
Hülâsa: Bu yolda edepli olmaya
çalışan, müslümanlardan herhangi birini tahkir etmekten çekinmelidir. Âsi
kullardan birini de gözünde küçültmekten sakınmalıdır. Şayet, kendisinin onlara
bakarak, üstün bir hali yoksa o küçük gördüğü kimseden pek kötü bir duruma
düşer. Salih kimseler ve hayır ehli zatlar şöyle dursun, fâsıklardan dahi iyi
olduğunu hatıra getirmesi bile tehlikelidir.
Netice: İnsanları hakir görmek, öyle büyük bir hastalıktır ki,
tedavisi kabil değildir.
15- NEFSİNİ BİR YOKLAMA YAPMAK:
İnsan, zâhirini ve batınını
yoklamalı, içini-dışını gözden geçirmelidir. Bilhassa namaz vakti yaklaştığı
zaman. Önce, nefsindeki batınî âfetlere bakmalı. Meselâ: Kibir hased cinsi iç
düşmanlığı, dünya sevgisi vb. Şeyler… İnsan bu gibi işlerden nefsini
temizlemelidir. Habis sıfatlarını atmalıdır.
Şayet anlatıldığı gibi
uygunsuz sıfatları varsa tevbe etmeli, bağışlanmasını dilemelidir. Rabbına (CC) yalvarmalıdır. Böyle yaptığı takdirde, temiz
bir kalble, pâk bir bedenIe namaza durmuş, Rabbı (CC) ile konuşmuş olur.
Anlatılan temiz kalbe, pâk
bedene sahip alduktan sonradır ki, ilâhî makamın hizmetçileri, ona huzura girme
imkânını tanırlar. Melekler, ilâhi makamın kapısında, dururlar. Kendisinde
batınî bir hastalık olanlara, içeri girme imkânı tanımazlar. Meselâ: Hased, çekememezlik,
kin, hile, bir başkasını kandırmak ,birine kötülük düşünmek gibi şeyler. Dünya
sevgisini ve daha başka şeyleri de sayabiliriz.
Şeyhimiz,
Efendimiz Hacı Halil Efendi (KSA) Hz.leri şöyle buyurdu: Bir kimse, sabaha
çıktığı zaman, kalbinde şu iki şeyin kaygısı bulunursa, ben ondan beriyim. Onlar
şunlardır:
a) Allah’a
(CC) Hz.lerine isyana dair bir iş,
b) Dünya
malı derdi.
Rabbın (CC)
huzuruna durduğu zaman, cesedi ile kalbini bir etmeli. Ama temiz bir kalb
olmalı. Her kimin kalbinde, Allah’ın (CC) Hz.lerinin sevmediği bir sıfat
bulunursa o kimse, Rabbi (CC) huzuruna temiz bir kalble gelmiş olmaz.
Kalbini
temiz tutmayıp dışına önem veren kimsenin misali şu hastaya benzer: Kendisinde
uyuz illeti vardır. Doktoru ona der ki: “Şu ilacı dıştan yarana sür. Uyuzu
içten kurutacak şu şurubu da iç.”
Bu
kimse, dışına o ilâcı sürer, ama şurubu içmeyi bırakır. Dışına sürdüğü bu
ilaçla belki bir yerin yarası geçer ama, diğer yerde bir başka uyuz yarası
çıkar.
İçteki
manevi hastalıklar da buna benzer. Kulun kalbinde, habis hallerden biri yerleşmiş
olursa mutlaka onun eseri, dış duygulara çıkar. Bu habis hastalıklar, riya ve
nifak cinsi şeylerdir. Kul, istese de, istemese de bunlar dışa vurur.
Bilhassa, vesveseli kimselerin çoğunda bu hemen belli olur.
Hasılı: Akıllı
o kimsedir ki, evlere kapılarından girmeye çalışır. Yani işini ilâhi emirlere
uygun yapar.
16- KENDİ AYIBINI ÇOK GÖRMEK :
Bir Hak
yolcusunun derecesi yükselip Allah-ü Teala (CC) Hz.lerinin makamına
yaklaştıkça, ayıbı müşahede gözünde büyümelidir. Ama, makamını bulmuş veli kullar
böyle değildir. Onların her birinin ilmi ve ameli arttıkça, nefsinde kemali,
dâvâsı artar. Bunun sebebi şuna dayanır: Ehlullah’ın ilmi kalblerine konmuştur,
ruhlarına yerleşmiştir. Bu ilimleri, ancak onların tavazuunu ve nefislerini alt etmeyi sağlar. Bunların
dışında kalan kimselerin ilmi ise nefislerine yerleşmiştir.
Bu
ilimleri ile, duman ve zulmetten başka bir şey elde edemezler. Bunların ilmi
arttıkça, kalblerinin zulmeti de artar. Ancak geçmişte yaşayan ulemanın hali
böyle değildir. Allah (CC) Hz.leri onlardan razı olsun. Onların her biri, ilmi
arttıkça, Allah (CC) Hz.lerinin korkusu da o nisbette artardı. O kadar ki, onların
her biri, seneler boyu yerin dibine batıp gitmeyi hak ettiğini sanırdı.
O büyük
zatların Allah (CC) Hz.lerinin korkusu zorlu idi. İlimleri artmış olsa dahi, bu
halleri geçmezdi. Onlar, kendilerine kestikleri hüküm, karanlıkta duran bir
kimse gibidir. Bu kimse bir elbise giymiştir. Bu elbisesinin çeşitli yerlerine
necis bulaşmıştır. Ama kendisi bunun farkında değildir. Bu kimse aydınlığa
yaklaştıkça, elbisesindeki necaset bulaşıkları parça parça meydana çıkmaya
başlar. (Yani Takva yolunda ne kadar yol
alırsa ,o kadar da nefsinin illetini ve kötülüklerini de o kadar da net görür.)
Nur, Allah-ü
Teala (CC) Hz.lerine yaklaşmaya misâldir. Zulmet ise ondan uzaklaşmaya misal
sayılır.
Hz.
Pirimiz Abdulkadir-i Geylani (KSA) Efendimiz şöyle buyurdu: “Kardeşlerim, Allah-ü Teala (CC) Hz.lerine
vuslatım ne gece namazı ne gündüz orucu, ne de zahiri ilim tahsili ile oldu.
Ancak, Allah-ü Teala (CC) Hz.lerine vuslatım: Kerem, tavazu, gönül temizliği ile
oldu.”
Allah-ü
Teala (CC) Hz.leri bu büyük insanın kelamından bizi faydalandırsın. Bu cümle
şuna delâlet ediyor ki: Kerem sahibi olmak esastır. Tevazu dahi, salikin
yetişmesini sağlar. Bir Hak yolcusu için bu iki iş tamam olduktan sonra, gönlü
çeşitli ilgilerden çözülür. Gitmekte olduğu yoldan alıcı şeyler ortadan
kalkar. Bu manayı, Resulullah (SAV) Efendimizin şu Hadisi Şerifi de teyid eder:
“Cennette köşkler vardır. Bunların
içinden dışı, dışından da içi görülür. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri bunları
yumuşak konuşan, yemek yediren, çok Zikreden, çok oruç tutan, insanlar uykuda
iken gece namaza kalkan kimselere hazırladı.”
Ey
kardeşim, bu Hadisi Şerifin delâlet ettiği manayı düşün. Resulullah (SAV) Efendimiz
bu Hadisi Şerifi ile önce yumuşak konuşmaya işaret etti ki, bu tevazudur. Sonra
yemek yedirmeye işaret etti. Bu da, keremdir. Bundan sonra, namaza ve oruca
geçti. Bütun bunlar, Hz. Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Efendimizin işaret ettiği
manayı teyid eder.
17- NEFSE MUHALEFET :
Bir Hak
yolcusu, bu yolda kemal makamına doğru ilerlemeye devam ettiği süre, nefsine
muhalefeti çok çok yapmalı. Ancak kemale erdikten sonradır ki, nefsi kendine
hayırdan gayrı bir iş yaptırmaz. Allah’ın (CC) sevdiğini sever, Allah’ın (CC)
sevmediğini de sevmez.
İşbu
halden sonradır ki, nefse muvafakat kendisi için caiz olur. Hatta bazı yerlerde
nefse uymak vacip dahi olur. Bu mânâyı, Hz. Pirimiz Abdülkadir-i Geylani (KSA)
Efendimiz ve Şeyh Ahmed-el Rüfai (RA) Hz.leri açık anlattı. (Allah-ü Teala CC.
Hz.leri, her ikisinin de sırrını takdis eylesin.) Ancak, Cüneyd-i Bağdadi (RA)
Hz.leri ve O’nu (RA) izleyenler, başka türlü düşündüler. Onlara göre kul, en
yüce erler makamına ulaşsa dahi, nefse muhalefet vaciptir. Çünkü cüz’i olan
beşeri varlık, kula nefis muhalefetini gerekli kılar. Zira, o beşeri kalıntı,
inkitasız devam eder.
Kâmil
kişi, bu mânâyı düşünecek olursa anlar. Meselâ: Bu beşeri kalıntı ile şehevi
şeylerin alınıp yenmesi sonunda Rabbından mahcup oluyor mu? Mesela: Rabbın (CC)
huzur varlığını o halinde de bulabiliyor mu?.
Hülasa: Nefse
muhalefet hükmünden, ancak masumlar makamında olanlar çıkabilir. Bu manayı
anla. Kaldı ki bu: Büyük bir tahkik işidir. Âyetle, Hadisle teyid edilmiş bir
manadır.
Allah-ü
Teala (CC) Hz.leri şöyle buyurdu: “O ki,
Rabbın (CC) huzurunda olacağı halden endişe duyup nefsini hevai arzulardan
alır. Meva cenneti onun yeridir.”
Bu
mânâda, insanların hiç biri, istisna edilmemeli.
Şeyhülislâm
Zekeriya Ansari (RA) ŞERHİ MÜNFERİCE
adlı eserinde, ulemanın şöyle dediğini yazdı: “İbadetin başı nefse muhalefettir.”
Hz.
Pirimiz Abdülkadir Geylani (KSA) Efendimiz ise şöyle anlattı: “Amellerin en
faziletlisi şunlardır:
a) Nefse
ve hevai arzulara muhalefet.
b)
Zatından gayrı şeylerden ayrılıp Allah-ü Teala (CC) Hz.lerine daimi teveccüh...”
18-
DEVAMLI SEYİR :
Bu yolun
makamlarından hiç birinde durak yapmadan daimi seyir. Yani: Taa, Leylâ’nın
otağına varıncaya kadar… Ancak bu seyir,
o otağa varıncaya kadar cisimle olacaktır. Bu sırada ruh, tebaiyet hükmüne göre
cisimle gider. Leylâ’nın (Allah CC.) otağına vardıktan sonra, yolculuk ruha
kalır.
Cisim
ise tebaiyet hükmüne göre ruhla gider. Ancak, bu ruhani yolculuğunda, irfan
sahibinin makamını çoğu insanlar bilmezler. Onlara göre garib bir kimse olur.
Bundan ötürüdür ki: O irfan sahibine talebe olmaya dahi ,lâyık olmayan
saliklerden birini o irfan sahibinden üstün tutarlar. Sebebi de: O Kâmil zatın
aksine, o salikte gördükleri ibadet ve
mücahede işlerinin çokluğudur.
Halbulki
o kâmil zatta görülen amel mikdarı, ancak insanların iktida edeceği kadardır. Zira
ondan ötesi, kalbi amele de, Allah-ü Teala (CC) Hz.lerinden başkası muttali
olamaz. Çoğu kez, böyle bir amelin zerresi, ölçüsüz, tartısız amellere tercih
edilir.
Şeyh Ali
Havas (RA) Hz.leri şöyle anlattı: Evliya, seyirlerine nefes nefes devam
ederler. Ancak, onlardan bir kısmı seyrini bilir, bir kısmı da bilmez.
İbrahim
Dusuki (RA) Hz.leri şöyle anlattı: Mürid evladımdan ancak, bütün zamanlarında
seyrine devam edeni severim. Ne duracak, ne de uyuyacak. Taa, Leylânın otağına
varıncaya kadar. Oraya varıp Leylâdan kabul cevabını alacak: “Allah (CC) Hz.leri emeğini boşa çıkarmasın
yoruldun, zahmet çektin. Çokça da yürüdün. Bu arada acıktın ve susadın.
Niceleri bu yoldan döndü. Ama sen geldin. Bugün, yanımızda yerin var, emin ol.
Bugün bizim ziyafetimiz var, ne biter,ne tükenir.”
Bir
başka cümlesinde ise şöyle dedi: “Bir
kimse, iki nefesini aynı hâl içinde geçirirse o, Allah’ın (CC) zikrinden gafildir. Belli bir
makamda durmaktadır. Benim evlâdım arasında sayılmaz.”
Seyyidi
Mübarek b. Seleme Kaysi şöyle anlattı: Öğle namazını kıdığı yerde, ikindi
namazını kılmak bir müride zor olmalıdır .Himmet libası giymeli, azm atına
binmeli, konakları ve vatanları kat etmeli. Taa aslı vatana varıncaya kadar. (yani
bu günü yarına uymamalı devamlı manevi seyirde olmalıdır.)
Seyyid-i
Silsile-i Saadat Efendilerimiz (RA) şöyle dediler: “İşin başında kıyama
kalkmayan, sonunda oturamaz. Yani: İlk zamanlarda sıhhatli, gençlik gücü
yerinde iken çalışma yoluna girmese, hayır yollarına koşmazsa, ihtiyarlayıp
güçsüz düştüğü zaman, anlatılan iyi işlere gücü yetmez.
19- TASAVVUF EHLİ ZATLAR :
Bu
zatların kaç sınıfa ayrıldığını ayrıca bilmen gerekir. Bunlar, üç sınıfta
mütalaa edilir:
1) Talib
olan bir mürid.
2)
Seyrine orta halli devam eden bir Hak yolcusu (mutavassıt)
3)
Sonuca varıp kalan vuslat ehli. (müntehi)
Talip
olan mürid, vaktine sahip olmaya çalışır: Mutavassıt olan orta halli Hak
yolcusu ise, orta halli gider. Müntehi zat ise, nefeslerine sahip olur ve bu
zümre katında en faziletli şey, sayılı nefesleri dikkatle harcamaktır.
Hakk (CC) Erenleri derler ki: Müride amel
kolay gelir. İsterse yaptığı dağlar misli olsun. İrfan sahibinin ameli de
çoktur .İsterse zerre miktarı olsun. Müptedi sayılan bir müridin, ilk sülûk
hallerinde, kendine has bir varlık ve amel görülür. Muradına nail olmak için
bir uygunluk içindedir.
Mutavassıt
zat ise menzillerdeki edeb yollarını gözetir. Bu zat, telvin sahibidir. Telvin
ise ehlullah katında, bir tecelliden diğerine geçmek sureti ile, hal
değişiminden ibarettir. Zira bu zat, Bir halden bir başka hale doğru yükselir.
Ziyadeliği kazanmaya doğru yola çıkar.
Sonuca
varan vuslat ehli ise tanınır. Makamları geçmiştir. Evliya katında bir makam, Hakikati
keşfin devamından ibarettir. Bir manaya göre bu, kalbin itminanıdır.
Bu
durumda, aranan yakınlık bulunsa dahi, bu hallerde bir değişiklik olmaz. Zorluklar
ona hiç tesir etmez. Züleyha’nın bilinen hikâyesi buna işarettir. O da, Yusuf (AS)
şânında temkin makamını bulmuştu. Bundan ötürüdür ki, onun Yusuf’u (AS) görmesi,
onu görüp ellerini kesen kadınların durumu gibi olmamıştır. Yusuf’a (AS) karşı
sevgide, öbürlerinden çok çok ileride olmasına rağmen, temkin makamı dolayısı
ile, öbürlerine olduğu kadar tesir etmedi.
Hülâsa: Müridin
makamı mücahedelerdir; zorluklara katlanmaktır, maddi hazlardan kaçmaktır. Hatta,
insanlara maddi yönden faydalı tüm işlerden geçmektir.
Hüseyin
b. Hallac-ı Mansur'a (RA) müridi sordular, şöyle anlattı: “İIk adımını, Allah’a
(CC) vuslat kasdı ile atar, tam vuslat buluncaya kadar bu kastını bozmaz.”
Mutavassıt,
yani orta dereceyi izleyen zatın makamı ise, murada varma yolunda zorluklara
katlanmaktır. Her halükârda doğruluğu elden bırakmamaktır. Makamların tümünde
edeb yolunu gözetmektir.
İşin
sonuna varan müntehi zatın makamı ise ayıklık ve temkindir. Ne zaman dua etse,
Hakk Teala (CC) Hz.lerinin icabeti vardır. Bu zatın halinde darlık ve
genişlik, veriliş ve alınış, cefa ile safa aynıdır. Yemesi, açlığı gibidir. Uykusu,
ayıklığı gibidir. Hazları hepten gitmiş, hakları kalmıştır. Zâhiri durumu halk
iledir, ama batını Hakk (CC) iledir.
Buraya
kadar anlatılanların tümü, Resulullah (SAV) Efendimizden anlatılan haller
meyanında sayılır. Keza, Âl’inden (RA) ve Ashab’ından da (RA) anlatılan
hallerdir. Ki O (SAV), Hıra dağında manevi bir yalnızlıkta bulunur, sonra
halkla olurdu. Ancak her iki halde dahi, yani halvet ve celvet onun gözünde
aynı idi.
Ashab-ı
Suffe’nin (RA) durumu da aynı idi. Temkin makamını bulmuşlardı. Emirlerle, vezirlerle
buluşup durmak, onlara hiç menfi tesir etmezdi.
Şimdi ve
daha önce anlattıklarımız ve ileride anlatacaklarımız makamların bir başka
hakiki yüzü vardır. Bunları da, ancak ona vasıl olanlar bilir. Bir de o
makamlarda tahakkuk edip duranlar bilir.
Bize
gelince… Anlatılan makamları bulan zatlar mertebesinde değiliz. Onların
tahakkuk ettikleri makama yaklaşamadık. Hatta, o makamların kokusunu dahi almış
değiliz.
(Eğer şayet o makamların zerre kadar
kokusunu almış olsaydık, o zaman bizim için hakiki manada süfli bir hayat
başlardı. Ve herkesi kendimizden üstün görürdük. Halbuki biz birkaç ilâhi
biliyoruz ve birkaç edebiyat sözü biliyoruz diye gözümüz hiç kimseyi görmüyor. Halimiz
dervişlikten başka her şeye benziyor. Cenab-ı Hakk (CC) Hz.leri bizi ve cümle
ihvan kardeşlerimizi bu hakikatlara ermeyi nasib ve müyesser eylesin Amin.)
Şu var
ki biz: Onların faziletine inanarak, tebaiyet yolu ile hallerini, makamlarını
anlatmaktayız. Teberrüken, onların kelâmını alır söyleriz.
Yaptığımız
hatalardan, ehli olmadığımız makama dair kelâm etmek cüretinde bulunduğumuzdan
ötürü, Allah-ü Teala (CC) Hz.lerinden bağışlanmamızı dileriz.
Erler
var ki doğruca, Allah ile sırlı;
Ama ne
sen o kabiledensin, ne de ben.
Dünyaya
hücum ederiz zahid kılıklı;
Bu
meyanda ne sen kayda değersin ne ben.
Hülâsa:
Sana lâzım olan ameldir. Bilhassa bu yolda şakşaklı kelâm etmekten kendini
korumalısın. Bu yolun ehli ulemanın huylarını kendine huy edinmedikçe, onlar
gibi kelâm etmeye yeltenmeyesin.
Seyyid
ve Şerif Hz. Pirimiz Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri şöyle anlattı: “Bizim yolumuzda kendini ermiş gibi gösterip
meşhur olanın, Allah (CC) Hz.leri hasmıdır. Kim hakkı olmadan kendini bu yolun
ehli gösterirse, bizimle alay etmiş gibi olur.”
Allah-ü
Teala (CC) Hz.leri, bu zatın bereketinden bize ihsanlar eylesin. Sonra şöyle
anlattı: “Hain olan kişi hiç bir şey
elde edemez. Öğüdümüzü dinlemeyen, çevremizde gezinmesin. Bize sıkıntı
vermesin. Evlâdımız arasında sevdiklerimiz, şen gönüllü, temiz huylu
olanlardır. Bu hallerini o kadar ileri götürecek ki, gönlü sır yerleşmesi için
hazır bir duruma gelmiş olsun. Ey evlâdım! Allah (CC) Hz.leri için sizden
istiyorum. Yolumda kötülük etmeyiniz. Hakiki işlerimi oyuncağa çevirmeyiniz.
Aslında olmayan bir şeyi, yolumda varmış gibi göstermeyiniz. İhlâs sahibi
olunuz ki, kurtulasınız.
Sizi seviyoruz; sizi bu yola seçiyoruz.
Bizim size yaptığımıza karşılık hiç olmazsa siz de bizi üzmeyiniz. Yolumuza
sözlü zem getirmeyiniz. Biz, terbiye ve nasihat yolu ile, hakkınızı vermiş
bulunuyoruz. Siz de dinlemek, öğüt tutmak sureti ile bize karşı vefalı olunuz.
Benim bu söylediğim, ancak Rabbimin (CC) size
emridir, benim emrim değildir. Eğer bizimle olan ahdi bozarsanız, Allah’a (CC)
karşı olan ahdinizi bozmuş olursunuz. Zira bu ahd, Allah (CC) Hz.lerinin
ahdidir. Eğer bizden,sadece kâğıt almakla yetiniyorsanız, bize lâzım
değilsiniz.”
Resulullah
(SAV) Efendimiz aç yatardı, bu yüzden, midesine taş bağladığı olurdu. Ayakta
namaza devam ederdi. Hatta bu yüzden ayakları yorulurdu.
Resululah
(SAV) Efendimizin Ashabı da (RA), kendisine uydu. Hz. Ebu Bekir (RA) Efendimiz,
nefes aldığı zaman, içerisinden kızarmış ciğer kokusu alırdı. Malını tümden,
Allah (CC) ve Resulü’nün (SAV) yolunda harcadı. Hz.Ömer (RA) bu yolda çok
ciddi çalıştı. Güç kuvvet sarfetti. Elbisesine deri yama vurdu. Başına bir bez
parçası sarardı. Hz. Osman (RA) her gece ayakta namaz kılar, Kur’an-ı Kerim’i
hatmederdi. İlmin kapıcısı Hz. İmamı Ali (KV) Sahabenin (RA) zahidleri
arasındaydı. Onların en mücahidi idi. Nice islâm beldelerini O (KV) fethetti.
Bu
anlatılan zatlar, Ashabın (RA) haslarıdır. Resulullah (SAV) Efendimize yakınlık
derecelerine rağmen, amelleri anlatıldığı gibi idi. İşte amelleri, gayretleri
ve zühdleri, açlıkları…
Ey
kardeşim! Hükmünü şeriat ve hakikat üzerine ver. Bu zatlara uymak istiyorsan, hiç
bir şekilde ifrata varma.
Hakikata
hakikat isminin verilmesi, ancak işlerin amellerle tahakkuk edeceği içindir. Bir
de işlerin hakikati, şeriat denizinde taşıp gelen neticeye bağlı olduğu
içindir.
20-
HALKIN İLTİFATINA ALDIRIŞ
ETMEMEK:
Müridin
benimseyeceği edep yollarından biri de halkın saygı gösterisine bir iltifatı
olmamasıdır. Halkın bu saygısı, daha önce de izah edildiği gibi şöhretli makam
tekdifi de olabilir. Aynı şekilde, halkın ona tazim için ayağa kalkması veya
ehemmiyet vermeyip kalkmaması, üstünlüğünü kabul etmeleri veya etmemeleri ve daha
başka zâhiri hallerin hiç biri, gönlünde bir iltifat yeri bulmamalıdır. Bu
meyanda izleyeceği bir yol varsa, o da Allah-ü Teala (CC) Hz.lerinin emrini
gözetmek olacaktır.
Şeyh Ebu
Abdullah Kazzaz şöyle anlattı : “Kalblerden
hiç birine marifet nuru girmez. Taa, o kalbin sahibi, her şeyden önce, Hakk Teala
(CC) Hz.lerini tercih edinceye kadar.”
Nişaburlu,
Ebu Abdullah Muhammed b.Menazil b.Şeyh'ül. Melâmiye şöyle anlattı: “Bir kulun ömrü içinde bir nefesi olsun, manevi
marazlardan salim, sağlıklı geçerse, ömür boyu kendisine yeter.”
Şeyh Ali
Havas (RA) Hz.leri şöyle anlattı: “Bir, müridin
gönül arzındaki kuraklığın alametleri arasında o vardır ki, Şeyhin sohbeti iIe
hal, keşif gibi hallerin sahibi olmayı gözetler. Eğer o kimse gönül arzında bir
şeylerin yetişip boy salmasını istiyorsa, önce orayı benlik,riya, sahte varlık,
enaniyyet, şirk ve ortaklık gibi şeylerden, hatta Allah’a (CC) Hz.lerine karşı
her kötü şeylerden kalbini temizlemesi icab eder. İşte beklenen hasılatın
tohumu bundan sonra ekilebilir.”
Sonra
şöyle anlattı : “Müridin gönül arzının
temizliğine alâmet odur ki, Kibirli değil, nefis ciheti ile engin gönüllü ola. Başını
eğik tuta. Hatta, nefsini ezik düşüren her şey kendisini sevindirmeli.”
www.GAVSULAZAM.de
|