Allah’ın (CC) tehdidinden ve azabından
korkan müminler, O’nun (CC) emir ve hükümlerine son derece titizlikle uydukları
için, Allah’ın (CC) beğendiği üstün bir ahlaka sahip olurlar.
Mütevazi, hoşgörülü, ince düşünceli,
fedakar, aklı ve şuuru açık, Allah’ın (CC) yaratmasındaki üstünlükleri en güzel
biçimde takdir edebilen, yüksek bilince ve büyük bir duyarlılığa sahip ideal
bir yapı geliştirirler.
Kısaca Allah (CC) korkusu müminleri ruhen
zenginleştiren, onları cennete layık bir duyarlılığa eriştiren, son derece ince
hikmetlerle donatılmış asil bir duygudur; ebedi mükafat ve mutluluğun
anahtarıdır.
- MÜMİNLER ALLAH’IN (CC) YÜCE MAKAMINDAN
KORKARLAR:
Allah’ı (cc) Kuran’da tanıtıldığı gibi
tanıyan ve samimi olarak O’nun (CC) sıfatları hakkında düşünen bir mümin en
başta Allah’ın (CC) bizzat kendisi’nden, üstün ve şerefli makamından içi ürpererek
korkmaya başlar.
Allah’ın (CC) heybet
ve azametinden, sonsuz kudret ve üstünlüğünden ötürü, O’nun (CC) zatına
karşı son derece saygı ve hayranlık dolu bir korku besler.
Bu korku, Allah’ın (CC) üstün ve yüce
makamının bilincinde olan müminin kalbinde doğal olarak oluşan bir korkudur.
Bu korkunun derecesi kişinin imanının ve
tefekkürünün derinliği derecesinde artar. Bu saygı dolu korku Kuran’da “haşyet” olarak da tanımlanır.
Allah (CC) sonsuz bir güç sahibidir,
sonsuz bir ilme sahiptir, sonsuz bir akla sahiptir, dilediğini dilediği gibi
yapar; Kendisi yaptığından sorulmaz, fakat O (CC), insanları yaptıklarından
sorguya çekecektir.
O (CC) alemlerden müstağnidir, hiç kimseye
ihtiyacı yoktur, fakat tüm varlıklar O’na (CC) muhtaçtır; herkesi ve herşeyi yoktan var
eden ve her an varlıkta tutan O’dur (CC); herşeyin ve herkesin sahibi O’dur
(CC), dilerse herkesi yok edip yerine başkalarını yaratabilir ve bunda da hiç
kimseye hesap verici değildir, hiç kimseden çekinmez, hiçbir şeyi unutmaz; O (CC)
bir şeyi diledi mi ona “ol” der ve
olur, O’na (CC) hiçbir şey güç gelmez.
Tüm bu sonsuz üstünlüklerin sahibi olan
Allah’a (CC) karşı değil isyankar bir tavır almak, O’nu (CC) unutarak bir an
geçirmek bile şuurlu bir insanın cesaret edebileceği bir şey değildir.
Allah’ı (CC) Kuran’da tanıtıldığı gibi
tanıyan ve O’nun (CC) kudretini gereği gibi takdir eden bir insanın Allah’tan (CC)
saygıyla sakınmaması, O’nun azametinden korkuya kapılmaması mümkün değildir.
Mümin Allah’ın (CC) büyüklüğünü,
azametini, kudretini bildiği gibi “İntikam
alan”, “Kahreden”, “Azap veren”, “Zillete düşüren” sıfatlarını da bilir.
Allah’ın (CC) rızasına ters düşen bir
tavır ya da konuşmanın karşılıksız kalmayacağını bilir.
Allah’ın (CC) her an herşeyden haberdar
olduğunu, her yeri sarıp kuşattığını, kendisine şah damarından yakın olduğunu
bilerek hareket eder.
İşte Allah (CC) müminin bu güzel tavrına
karşılık onu dünyada ve ahirette ebediyen rahmeti, rızası ve cennetiyle ödüllendirir:“Rabbin
(CC) makamından korkan kimse için ise iki cennet vardır.”
Elbette ki Allah’ı (CC) hakkıyla takdir
edebilmek için Kuran ayetlerini çok iyi bilmek gerektiği gibi, O’nun (C) dış
dünyadaki ayetlerini —delillerini— de iyi bilip tanımak şarttır.
En küçük bir atomdan ya da bir canlı
hücresinden dev yıldızlara hatta galaksilere kadar Allah’ın (CC) sayısız
yaratılış delilleri hakkında detaylı bilgi sahibi olmak insanın Allah (CC) korkusunu
artırır.
Çünkü bunları bilmek kişinin, Allah’ın
(CC) yarattığı şeylerde tecelli eden sonsuz aklına, gücüne, ilmine çok daha
yakından şahit olmasını, Allah’ın (CC) kudretini, diğer insanlara göre, çok
daha fazla takdir edebilmesini sağlar.
Bu da O’na (CC) karşı duyduğu korku ve
haşyetin kat kat artmasına vesile olur. İşte Allah (CC) bu sırrı bir ayetinde şöyle açıklar: “…Kulları
içinde ise Allah’tan (CC) ancak alim olanlar ‘içleri titreyerek korkar’.
Şüphesiz Allah (CC), üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır.”
- MÜMİNLER ALLAH’IN (CC) TEHDİDİNDEN
KORKARLAR:
Allah (CC) Hz.leri bir ayetinde müminin,
kendi makamından korktuğu gibi, tehdidinden de korktuğunu belirtir:“…İşte
bu, makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır).”
Allah’ın (CC) tehdidi, kendisine iman
etmeyen, itaat etmeyen,kendi rızasını gözetmeyen, emir ve yasaklarını
tanımayanlar için vaat ettiği maddi, manevi sonsuz bir azaptır.
Bunun yeri de cehennemdir. Mümin, bu
dünyada hiç kimsenin Allah’ın (CC) azabından emin olamayacağını çok iyi bilir.
Bu yüzden Allah’ın (CC), inkarcılara vaat
ettiği cehennemdeki dayanılmaz ve sonsuz azaba düşmekten korkar. Müminlerin bu
ruh hali Kuran’da şöyle tarif edilir: “Onlar,
din gününü tasdik etmektedirler. Rablerinin (CC) azabına karşı (daimi) bir
korku duymaktadırlar. Şüphesiz Rablerinin (CC) azabından emin olunamaz.”
Allah’tan (CC) içleri titreyerek korkan
müminler, Kuran’ı okurken cehennemle ilgili ayetlerin hepsini tek tek kendileri
için hissederek düşünürler.
Zira Kuran ayetlerinde, Allah’ın (CC)
sürekli müminlere hitab eden uyarıp korkutmaları yer alır; inkarcılar ise zaten
Allah’ın (CC) kitabını okumazlar, okusalar da gereği gibi kavrayamazlar.
Dolayısıyla müminler, bu ayetlerin Allah’ın
(CC) mümin kullarını uyarmak ve onları Cehennemden sakındırmak için olduğunu
düşünürler.
Çünkü, Kuran’dan öğüt alabilecek ve Allah’ın
(CC) azabından korkup sakınabilecek yalnızca kendileridir.
Bundan dolayı da diğer insanları değil,
Kuran’da övülen takva sahibi müminleri ve üstün ahlak sahibi peygamberleri
kendilerine örnek alırlar.
İşte bunun doğal bir sonucu olarak “cehennem
ayetleri diğer insanları ilgilendiriyor, ben ise müminim” gibi tehlikeli bir
kendinden eminlik içine girmezler.
Elbette imanlarından dolayı Allah’tan (CC)
daima kurtuluşu ve rahmetini umarlar.
Ancak bu, “…Rablerine (CC) korku ve umutla dua ederler…”
ayetinde dikkat çekildiği gibi yine korkuyla karışık bir ümittir.
Allah (CC) Kuran’da insanları Cehennemden
sakındırmak için pek çok uyarı ve hatırlatmalarda bulunmuştur.
Belki korkup sakınırlar diye inkarcıları
ahirette karşılaşacakları azapla tehdit etmiştir.
Bu bir ayette şöyle vurgulanır:“…Gerçekten
hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem yakınlarını hüsrana
uğratanlardır. Haberiniz olsun; bu apaçık olan hüsranın kendisidir. Onların
üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da tabakalar vardır. İşte Allah (CC),
kendi kullarını bununla tehdit edipkorkutuyor. Ey kullarım! Öyleyse Benden
sakının.”
erçek şu ki Allah (CC) insanları gerek
ayetleriyle, gerek elçileri aracılığıyla, gerekse yaşadıkları olaylarla
kendisinden sakındırır.
Onlara çağrıda bulunur, azabıyla korkutur.
Ama bu uyarılar: “…Biz
onları korkutuyoruz. Fakat (bu) onlarda büyük bir azgınlıktan başka birşey
artırıyor.” ayetinin bir
tecellisi olarak inkarda diretenlere bir fayda sağlamadığı gibi, kaçışlarını
daha da artırır. Ve o zaman da yalanladıkları azap üzerlerine hak olur: “Sen
buna müstahaksın, dahasına müstahaksın. Yine müstahaksın, dahasına da
müstahaksın. İnsan, ‘kendi başına ve sorumsuz’ bırakılacağını mı sanıyor?”
İnsanın dünya hayatında sahip olduğu
ölçüler Allah’ın (CC) cehennemde vereceği azabı tam olarak kavramaya yeterli
değildir.
Çünkü Allah’ın (CC) azabının bir benzeri
yoktur. Dünyada bulundukları süre içinde Allah (CC) korkusundan uzak yaşayan ve
Allah’ın (CC) azabını yalanlayanlar, hesaba çekildikten sonra kitaplarını sol
yanlarından alırlar ve bu an artık haklarında hükmün verildiği ve sonsuz azaba
mahkum oldukları andır.
Bölük bölük cehenneme sevk başlar. Daha
ulaşmadan başlarına geleceklerin korkusu tüm benliklerini kaplar. Psikolojik
olarak tamamen çökmüş durumdadırlar. Sürüklenerek cehennemin kapısına varırlar.
O anı Allah (CC) ayetinde şöyle bildirir: “İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk
edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara
(Cehennemin) bekçileri dedi ki: ‘Size Rabbinizin (CC) ayetlerini okuyan ve
bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?’ Onlar: ‘Evet.’
dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. Dediler ki: ‘İçinde
ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe
kapılanların konaklama yeri ne kötüdür’.”
Bu şekilde bir daha asla çıkmamak üzere
Cehennemin kapılarından içeri girerler. Cehennemin kapıları üzerlerine
kapatılır ve kilitlenir. Hiçbir kaçış imkanı yoktur. Artık bedenleri ve ruhları
sonsuza kadar dayanılmaz acılar içinde kıvranacaktır. Ama uğrayacakları
azapların hiçbiri onları öldürmeyecektir. Her seferinde derileri yenilenecek ve
onlar işlerinin bitirilmesini isteyecek ama kendilerine şöyle cevap
verilecektir: “(Cehennem bekçisine:) ‘Ey Malik (bekçi), Rabbin (CC) bizim işimizi
bitirsin’ diye haykırdılar. O: ‘Gerçek şu ki siz (burda) kalacak kimselersiniz.’
dedi.”
Cehennemdeki azapların farklı çeşitleri
vardır. Bunların her biri insanın hayal gücünün ötesindedir. İnkarcı cehennemin
odunu olur,
ateşin üstünde tutulup mum gibi eritilir, yüzü ateşte evrilip çevrilir, elleri
bağlı olarak ateşin dar yerine atılır, haşlanır, dağlanır, bu haldeyken
demirden kamçılarla kırbaçlanır, katrandan elbiseler giyer, ateşten yataklara
yatırılır, üstüne ateşten örtüler örtülür, darı dikeni ve zehirli zakkum yer,
kan ve irin içer, başından aşağı kaynar su dökülür, içirilen kaynar su
bağırsaklarını parça parça koparır, ateş yüzünü yalar, dişleri sırıtır halde
kalır, nefes alıp vermesi bile kahır doludur. Bunlar bir daha son bulmayacak
olan fiziksel azabın sadece bir parçasıdırlar.
Cehennem ehli fiziksel olduğu gibi
psikolojik olarak da acı çeker. Çaresizlik, ümitsizlik, pişmanlık, aşağılanma,
rezil olma, küçük düşme, horlanma, öfke, kin ve çekişme duygularının karışımı
sonucunda yaşadıkları azap da bir yandan kendilerini yer bitirir. Onca
kalabalığın arasında herkes yalnızdır ve birbirine düşmandır. Sürekli
birbirlerini lanetlerler. Çığlıklar, haykırışlar, yalvarmalar, kahır dolu inlemeler
birbirine karışır.
Ancak şunu unutmayın: Cehennemde bu azapları
yaşayanlar başka yaratıklar değildir. Dünyada sokaktan geçerken gördüğünüz, bir
kısmını tanıdığınız bildiğiniz insanlardır. Hiçbir şey değişmemiştir, aynı şuur
açıklığında insanlardır. Belki de hiç ummadıkları bir anda ölüm melekleri
canlarını almış ve kendilerini yaptıklarının karşılığını öderken bulmuşlardır.
Allah’ın (CC) yarattıkları arasında, Allah’ın (CC) bu büyük tehdidinin şuurunda
olup sürekli korku ve ümit içinde yaşayanlar ise yalnızca müminlerdir:
“Onlar:
‘Rabbimiz (CC), cehennem azabını bizden geri çevir; gerçekten, onun azabı
ödenmesi kaçınılmaz bir borç (veya sürekli bir acıdır)’ derler.”
- MÜMİNLER ÖLÜME HAZIRLIKSIZ
YAKALANMAKTAN KORKARLAR:
İnsan ölümlü bir varlıktır. Ancak ortalama
60 sene gibi kısa bir süre dünyada kalacaktır. Bundan sonra ise kendisi için
sonsuz bir hayat başlayacaktır. Bu sonsuz hayatı, ya nimetlerle donatılmış
cennetler içinde ya da insanın ruhuna ve bedenine acı vermek için özel olarak
yaratılmış azap mekanı olan Cehennemin içinde sürüp gidecektir. Allah (CC) dilediği an insanın buradaki yaşamına son
verip, ahirete geçirebilir.
Emin olun ki bu geçiş, bir göz açıp
kapaması kadar çabuk gerçekleşecektir. İnsan öleceği, imtihanının son bulacağı
ve hakkında kesin hüküm verileceği zamanı bilemez. Bu yüzden bu an geldiğinde
hazırlıksız yakalanmaktan, hesabını veremeyeceği, ihmal ettiği, ertelediği,
gevşek tuttuğu konuların olmasından çok korkup sakınması gereklidir. Çünkü ölüm
melekleri geldiklerinde artık eksiklerini tamamlama, yapması gerekenleri telafi
etme gibi bir imkan olmayacaktır.
O ana kadar yapıp ettikleri yanına kar ya
da zarar olarak kalacak ve bunlardan hesaba çekilerek hakkında hüküm
verilecektir. Ölüm geriye dönüşü olmayan bir kapıdır. Kişiye, “Öğüt alıp düşünen bir kimsenin öğüt
alabileceği kadar”süre tanınmıştır.
Ölüm geldiği anda bu süre tamamlanmıştır.
Ne kadar yalvarıp yakarsa da kendisine bir fırsat daha tanınmaz.
Allah’a (CC) karşı yerine getirmediği
sorumluluklarını yerine getirmesi için ek bir süre verilmez.
- MÜMİNLER HESAP GÜNÜNDEN KORKARLAR:
İman etmekte olanların Allah’a (CC) ve
kıyamet gününe karşı besledikleri korku ayette şöyle tarif edilmektedir: “Onlar,
Rablerine (CC) karşı gayb ile (O’nu CC. görmedikleri halde) bir haşyet
içindedirler ve onlar, kıyamet saatinden ‘içleri titremekte olanlardır’.”
Allah (CC) korkusundan uzak yaşayan
insanların yaşamları boyunca gözardı ettikleri, müminlerin ise sakınarak
hareket ettikleri hesap anı geldiğinde, kişinin dünyada yaptıkları birer birer
kendisine gösterilecektir. Dünyada bulunduğu süre içinde her yaptığı, her
niyeti gözler önüne serilecektir. Üstelik en ufak bir ayrıntı bile unutulmadan…
Dünyada korkusuzca bir yaşam süren kişinin
Allah’a (CC) karşı işlediği tüm suçlar tek tek ortaya dökülür. Sadece
yaptıkları değil, kalbinden geçirdiği tüm kötülükler de… O an içinde bulunduğu
utanç tarifsiz bir utançtır. Hiçbir şeyi inkar edemez. O inkar etmeye kalksa
işitme, görme duyuları ve derileri Allah (CC) dilediği için dile gelip konuşur,
aleyhine şahitlik ederler.
İşte iman edenlerin her an şuurlarını açık
tutan, onları sakındıran ve titizliklerini artıran korku böyle bir günün korkusudur.
Bilirler ki Allah’ın (CC), “O inkar
edenler müslüman olmayı nice kereler dileyecekler.”
ayeti o gün tecelli edecektir.
Şu anda da imtihan devam etmektedir ve az
önce yukarıda tasvir edilen ortamda tartıya getirilecek olanlar içine, şu an
yaşadıklarımız da dahil olacaktır. Bu yüzden insanın dünyada bulunduğu süre
içinde hesabını veremeyeceği herşeyden sakınması gereklidir. Zaten akıl sahibi
bir insan için bunun aksi mümkün değildir.
Allah (CC) her yeri ve herşeyi sarıp
kuşatmışken ve insana şah damarından daha yakınken, görevli melekler de en
küçük ayrıntıyı dahi atlamadan kaydederlerken insanın geçici ve değersiz
dünyevi konularla kendini meşgul etmesi ve hesap gününü unutması olabilecek en
büyük gaflettir.
İnsan sabah gözünü açtığı andan itibaren Allah
(CC) kendisine yeni bir gün, yeni bir fırsat daha yaratmış demektir. Kişi hemen
Allah’a (CC) hesap vereceği anı hatırlayıp, güne samimi bir niyetle
başlamalıdır. Niyeti ise, Allah’ın (CC) razı olmayacağı ve kendisinin de
hesabını veremeyeceği herşeyden uzak durup sakınarak, hareket etmek olmalıdır.
Unutmamak gerekir ki o an geldiğinde
tutuklanarak sonsuz azaba yollanacak olanlar, “keşke” diyecek olan insanlardır.
“Ey
insanlar, Rabb’inizden (CC) korkupsakının ve öyle bir günün azabından
çekinipkorkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve
(hiç) bir çocuk da babası için bir şeyi verebilecek (durumda) değildir.
Şüphesiz Allah’ın (CC) va’di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya
sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah (CC) ile aldatmasın.”
- ALLAH'IN (CC) RIZASINI VE SEVGİSİNİ
KAYBETMEKTEN KORKARLAR:
İçli ve derin bir Allah (CC) sevgisine
sahip olan müminler bu sevgiyi besleyen en önemli duygunun yine içli, derin ve
saygı dolu bir korku olduğunu gayet iyi bilirler. Allah (CC) sevgisinin
tarifsiz manevi hazzını tadan müminler, Allah’a (CC) karşı bir hata ya da kusur
işleyerek en çok sevdikleri varlığın sevgisini ve hoşnutluğunu, dostluğunu
kaybetmekten çok korkarlar.
Allah (CC) korkusu aynı zamanda Allah (CC)
sevgisinin de kaynağıdır. Çünkü Allah (CC) sevgisi ancak Allah’a (CC) yakınlaşmakla,
Allah’la (CC) içli ve samimi bir
bağlantı içine girmekle gerçekleşir. Allah’a (CC) yakınlaşmak ise O’nun (CC) sevgi
ve rızasını kazanmakla, yani O’nun (CC) sınırlarını korumakla ve O’nun (CC)
emirlerini yerine getirmekle mümkündür. Bu ise Allah (CC) korkusu olmadan elde
edilebilecek bir durum değildir. Çünkü Allah’tan (CC) korkmayan bir insanın
nefsi, onu sürekli olarak Allah’ın (CC) razı olmadığı şeyleri yapmaya, razı
olacağı şeylerde ise ihmal ve gevşeklik göstermeye sürükler. Bu yüzden Allah (CC)
rızasını kazanmanın yegane yolu Allah (CC) korkusudur. Bu, Allah’ın (CC) koyduğu
bir kanundur. O halde Allah’tan (CC) gereği gibi korkmadan O’nun (CC) sevgisini
ve rızasını kazanacağını sanmak büyük bir cahillik ve aldanış olacaktır.
Her şeyden önce Allah (CC) kendisinden
korkmalarını insanlara emretmiştir. Bu yüzden, Allah’ın (CC) bu emrini göz ardı
edip, yalnızca Allah’ı (CC) sevmenin yeterli olduğunu söylemenin hiçbir mantığı
olamaz. Allah’tan (CC) korkmadığı halde O’nu (CC) sevdiğini söyleyen bir kimse
gerçekte kendini kandırmaktan, vicdanını rahatlatmaya çalışmaktan başka bir şey
yapmaz. Allah (CC) sevgisi dediği şey, kendi ilkel ve yüzeysel bakış açısıyla
kafasında kurduğu bir sevgi türüdür. Gerçek Allah (CC) sevgisiyle hiçbir ilgisi
yoktur. Allah (CC) kendisinden korkmasını emrederken, bunun gerekli olmadığını
savunan bir insan, ancak kendisini aldatabilir. Bu akılsızca iddianın “oruca, namaza, ibadete gerek yoktur”
demekten hiçbir farkı bulunmamaktadır. Böyleleri, sadece Allah (CC) korkusu
konusunda değil, Allah’ın (CC) birçok emrini uygulamamak için de çeşitli
bahanelere başvururlar.
Allah’ın (CC) dünyada da Karşılık
Verebileceğini Bilirler Kuran’da, Allah’ın (CC) kimi insanları işledikleri
suçlar nedeniyle cezalandırmasıyla ilgili pek çok örnek aktarılmıştır. Allah
(CC) kendilerine birçok fırsat verdiği halde inkarda direnen insanlar
yaptıklarının karşılığını daha dünyadayken almışlar ve insanların gözleri
önünde birer ibret kılınmışlardır.
Bu ibret kılınma, kendisine Allah (CC) tarafından
büyük bir mülk ve hazine verildiği için şımaran ve büyüklüğe kapılan Karun’un
kıssasında özellikle vurgulanır. İnsanlar önce güç sahibi sandıkları Karun’a
büyük bir hayranlık duymuşlar ama sonra Allah’a (CC) karşı korkusuzca
büyüklenmesinden dolayı uğradığı sonu görünce gerçeği anlamışlardır. Karun
azgınlığının karşılığını kimsenin hiç ummadığı bir zamanda, görülmemiş bir
şekilde almış ve insanlara büyük bir ibret olmuştur: “Böylelikle
kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte
olanlar: ‘Ah keşke, Karun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten
o, büyük bir pay sahibidir’ dediler.”
“Sonunda
onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a (CC) karşı ona
yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden
de değildi.Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: ‘Vay, demek
ki Allah (CC), kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve
kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah (CC), bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de
şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkar edenler felah bulamaz’ demeye
başladılar.”
Kuran’ın genelinde vurgulanan ve Karun
kıssasında da özel olarak dikkat çekilen nokta, Allah’ın nice görkemli, güç
sahibi toplulukları dünyada azaplan-dırması ve bununla insanlara Allah’ın
azabından kendilerini koruyamayacaklarını göstermesidir. Bu gerçek başka
birçok ayette bildirilmiştir: “Yeryüzünde
gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona
uğradıklarını görsünler. Onlar, güç bakımından kendilerinden daha üstün idiler…”
“...
Bilmez mi ki gerçekten Allah (CC), kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından
kendisinden daha güçlü ve insan sayısı bakımından daha çok olan kimseleri
yıkıma uğratmıştır…”
“Onlardan
önce nice insan nesillerini yıkıma uğrattık, onlar mal bakımından da, gösteriş
bakımından da daha güzeldiler.”
Mümini diğer insanlardan farklı kılan şey
tüm bunların şuurunda olup Allah’tan (CC) içi titreyerek korkması ve sakınarak
hareket etmesidir. Bir hata ya da günah işlediğinde Allah’ın (CC) o anda bunun
karşılığını vermeyeceğinden emin olamayacağı için hemen Allah’a (CC) yönelip
tevbe eder Allah’tan (CC) bağışlanma diler ve pişmanlığını dile getirir.
Mümin, Allah’tan (CC) çok korkar ama
bununla birlikte Allah’ın sonsuz merhametine de güvenir. Bu, sadece ahireti
düşünmenin getirmiş olduğu bir duyarlılıktır.
Allah (CC) Kuran’da bunun tam tersinden
yani kendilerine Allah’ın (CC) azabının geldiğini gördükleri halde hiç
üstlerine kondurmayan ve aynı tavırlarını devam ettiren insanların durumundan
şöyle bahseder: “Derken,
onu (azabı) vadilerine doğru yönelerek gelen bir bulut şeklinde gördükleri
zaman, ‘Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur’ dediler. Hayır, o kendisi için
acele ettiğiniz şeydir. Bir rüzgar, onda acı bir azab vardır. Rabbinin (CC) emriyle
herşeyi yerle bir eder. Böylece meskenlerinden başka, hiçbir şey(leri) görünemez
duruma düştüler. İşte biz, suçlu-günahkar bir kavmi böyle cezalandırırız.”
Sonuç olarak Kuran’a baktığımızda
görüyoruz ki yapılan hiçbir kötülük ve günah —
tevbe edilip vazgeçilmediği
sürece — Allah’ın (CC) yüce adaletinin gereği, karşılıksız kalmamaktadır. Ama bu
karşılık, kimi zaman dünyada insanlara erişmekte, kimi zaman da hesap gününde
ortaya çıkmaktadır. Nankörlük edip de yaptıklarından vazgeçmeyenlerin Allah’ın (CC)
kendilerini bir anda yakalayabilecek azabından asla güvende olmamaları
gerektiği Kuran’da şöyle bildirilmiştir: “Kara
tarafında sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden veya üzerinize taş yığınları
yüklü bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil
bulamazsınız. Veya sizi bir kere daha
ona (denize) gönderip üzerinize kırıp geçiren bir fırtına salarak nankörlük
etmeniz nedeniyle sizi batırmasına karşı emin misiniz? Sonra onun öcünü Bize
karşı alacak (kimseyi de) bulamazsınız.”
Bir insan sorumsuzca bir yaşam süremez. Çünkü
insan başıboş değildir. Allah’a (CC) karşı sorumludur. Bunu reddederse çok
şiddetli bir karşılık görür. Tüm güç Allah’ın (CC) elindeyken böyle bir cürette
bulunmak o kişinin Allah’ın (CC) kadrini hakkıyla takdir edememesinden başka
bir şey değildir. Çünkü Allah (CC) dilese o anda kişiden tüm nimetlerini çekip
alabilir. Allah (CC) ayetlerinde insanlara, ellerindeki her türlü nimetin bir
anda alınabileceğini şöyle hatırlatmıştır: “Eğer
dilemiş olsaydık, gözlerinin üstüne bastırır-kör ederdik, böylece yola
dökülüp-koşuşurlardı. Fakat nasıl göreceklerdi ki? Eğer dilemiş olsaydık,
oldukları yerde (en görkemli çağlarında) onları bir başka kalıba sokardık;
böylece ne ileri gitmeye, ne geri dönmeye güç yetirebilirlerdi.”
Gerçek budur, insan sahip olduğu herşeyi, aldığı
her nefesi, yaşadığı her anı Allah’a (CC) borçludur. İşte müminler bu
gerçeklerin farkında olduklarından Allah’tan (CC), Yüce Allah’ın (CC) sınırlarını
aşmaktan daimi bir korku duyarlar.
www.GAVSULAZAM.de
|