Hakk (CC) Rahmeti’nin insan gözünde damla damla olmasıdr gözyaşları. Dilin, duygunun ve gönlün el ele, yüz yüze birlestiği, iç içe girdiği anın çiçekleşmesi üzerinde jaledir gözyaşları…

Cennet hurilerinin kulaklarındaki küpeler, göz damlalarının yanında toprak kadar aşağı ve değersiz kalır!

Heybet, korku, saygı ve sevgi gibi insanı duygulandıran, gönül tasını yakan ve kalbten sefil arzuları sıyırıp atan, ulvi hislerin çepeçevre ruhu sardığı anın şehadet kanıdır gözyaşları…

Bulut bulut yükselip, Hakk Rahmeti’nin eteklerine dudak gezdiren, bu fanî alemin bekaya mazhar pırlantalarıdır gözyaşları…

Bu tuzak ülkesinde, böylesine pervaz edişlerle arsiyeler yapıp, nazlı nazlı lahut aleminin kapısını çalmak başka hangi faniye müyesser olmuştur?

Eserinde esrarını izlemek; buldukça aramaya istek kazanmak ve Yunus diliyle “Deryada mahi ile, Sahrada ahu ile” O’nu (CC) yad etmek, inlemek…

Her yerde O’nun (CC) haberini sormak ve sonra çözülen her düğüm karşısında buzlar gibi erimek…

 

Sel olup çağlamak, başını taştan taşa vurup ağlamak…

Tıpkı Yunus gibi, Celaleddin-i Rumî (RA) gibi, devrin “Büyük dertlisi” gibi yanmak, kavrulmak…

Hangi saadet bundan daha tatlı, hangi haz bundan daha içten olabilir?

Annenin ağlaması içten içedir; riyasız, ari ve durudur. Onun her iniltisinde binlerce ney feryadı gizlidir. Yavru da ağlar.

Hem de dünyaya gelir gelmez… İyi güne ereceğine, saadet göreceğine, yahut başına geleceklere, ihmal edilişine belki de atalarının günahına ve çevresinin körlüğüne…

Ak alınlı, ak duvaklı geline, ananın en kıymetli hediyesi ayrılık gözyaşlarıdır.

İnce gelin, hayatının sonuna kadar, o saflardan saf, inci danesi gözyaşlarını unutamaz. Onları unuttuğu gün, anayı da unutur, atayı da…

Bir düşünün, gözü dolu bulut ana, üzerimize ağlamasa, nice olur halimiz? Ya o da denizler gibi cimri olsaydı; güneş vurmadan incelmese, buharlaşmasa ve yukarı uçmasaydı.

Ya o, öyle mi? Yaz demez, kış demez, bahar demez, güz demez daima ağlar…

Nebiler Nebisi (SAV) Efendimizin diliyle Hakk (CC); millet haysiyetini, memleket namusunu görüp gözeten göze denk tutar ağlayan gözü.

Zaten Nebiler Nebisi (SAV) Efendimiz: “Ağlamayan gözden sana sığınırım.” dememiş miydi?.. Tıpkı şeytanın hilelerinden, hasis duyguların ezip geçmesinden Allah’a (CC) sığındığı gibi…

Ermişlerin nazarında gözyaşları, Cennet pınarlarından daha değerlidir.

Zira o damlalar, “tamûyu” söndürecek bir iksir sayılır Rahmet’i Sonsuz’un katında…

Hakk’an sâfî Nebisi Adem (AS) saadet kasesini gözyaşları ile doldurup içmedi mi?..

Dertli Nebî, tufan Peygamberi Hz. Nuh (AS) o katrelerle alemi sele vermedi mi? Yaradılış esrarına ilk dokunan Mevla’nın (CC) Halîl’i (AS) “Hasbî, Hasbî” diyerek gözyaşlarıyla ateşi “berd’ü selam”ı etmedi mi?

O incelerden ince, Hakk esrarının merkezleştiği, Faraklit (İncilde Peygamberimizin SAV adı)  müjdecisi Ruhullah’ın (İsa AS) hali hep ağlamak değil miydi?

Masum Resul Davud’un (AS) ağlamalı feryadı değil miydi ki, insan derununda lahutî ahenk ve sızlanışın adı olan Zebur’u tilavet ederken, en ince gönül telleri üzerinde yüzlerce mızrabın ahı duyulurdu.

Ve, son durakta, en doğru yolun başında, büyük muammanın Keşşafı, yaradılışın özü aziz Ruh, kördüğümü çözer gibi bu esrarı gözyaşlarıyla çözmedi mi?

Sevgililer Sevgilisi (SAV) Efendimizin Ta ana kucağında bin niyaz ile “Ümmetim, Ümmetim…” dediği andan, ba’s-ü ba’delmevt’e ve ötesine kadar hep aynı şey için inlemedi mi?

Şair İkbal, bir yüksek toplulukta, ruhların huzurunda, Nebîler Sultanı’na (SAV):  “En muteber hediye” deyip, bir bardak şehid kanı takdim etmişti.

Ben gökler ötesi o alî meclise çağrılsaydım, günahıma ağlamış kimselerin gözyaşlarını alır götürürdüm.

“Ağla ey gözlerim, gülmezem ayruk / Dost iline varup, gelmezem ayruk.”

Kavuşmak için ağlamak ve kavuşmuş olmaktan ötürü ağlamak…

Bu ağlayış, bir yetimin, bir ümitsizin ağlayışı da değil..

Bu ağlayış tam bilemeden, öze eremeden veya visalin neşesinden, huzurun heybetinden doğup gelen bir ağlayıştır.

Sonunda rahmetin tebessümü olduğu için de, tatlıdır.

Ve yine bu ağlayış, bulup bildiğini buldurma ve bildirme yolunda olduğu için de hüsransızdır.

“Sular gibi çağlasan / Eyyub gibi ağlasan / Ciğergahı dağlasan / Ahvalini sormaz mı?”

Anadolu insanı bu manada ağladı. Kurduğu umranların çamurunu hep böyle gözyaşlarıyla yoğurdu.

Gözyaşları ruh inceliğinin şahitleridir. İnce insan, yüzünü gözyaşları ile yıkayan insandır.

İçi sızlamayanlar, kirpiği ıslanmayanlar kem talih hoyratlardır.

Bu incelik bir havari inceliği de değildir. Şecaat ve cesaret arz edeceği yerde, o birden bire tunçlaşır, demirleşir; aşılmaz ve bükülmez hale gelir.

İşte o en büyük devlet adamı Hz. Ömer (RA), Peygamber (SAV) halesinde en büyük devlet adamı…

Şiddeti, öfkesi ve nefretiyle beraber, bir kalbi kırığın yanında, bir “yerdeki yüz” karşısında çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlar ve etrafını da ağlatırdı.

O manzumede daha niceleri vardır ki, haykırışı arslanın ödünü koparmış, ormanı velveleye vermiş; harp meydanlarında bir haykırışla bin hanümanı harap etmiştir.

Fakat, Hakk’ın (CC) huzurunda, muhasebe anında öylesine incelerden ince bir hal almıştır ki, ancak Cennet hurileri o kadar incelikten haberdar olabilirdi.

Uzun senelerden beri ne kadar hasretiz gözyaşlarına!.. Onu, bu memleketin taşına, toprağına, evine, mabedine sormalı.

Sormalı şu dağlara, taşlara ve üzerinde uçuşan kuşlara…

Ve bütün bir maziye sormalı, bağrına kaç damla gözyaşı düştüğünü.

Sonra mabedlerdeki sütunlara, geniş kubbelere ve çevredeki cidarlara da sormalı, ne zamandan beri hıçkırığa hasret olduklarını.

Seccadelere de sormalı, kaç defa gözyaşlarıyla ıslandıklarını.

Bu kadar içten uzaklaşılan, bu kadar gönüle yad kalınan ikinci bir devir gösterilebilir mi?..

Şimdi sizler, ey bütün bir tarih boyunca ağlamayı unutmuş olanlar! Gamsızlar, dertsizler ve ağlanacak hallerine gülenler! Gelin; şu çıkmazın başında durup asırlık gamsızlığımıza bir son vererek beraber ağlıyalım! Cehaletimize ağlayalım!

Kaybettigimiz şeylerden habersizliğimize ağlayalım! Kusurdan bir heykel haline gelmiş mahiyetimize, duygularımızın dumura uğrayışına ve hoyratlaşan gönlümüze ağlayalım!

Bu vaziyette öleceğimize, öldüğümüz gibi dirileceğimize, taşmalı ve prangalı büyük imtihanda, en büyük merasimde fevc fevc geçecek olan mazinin şanlıları arasında yer bulamayacağımıza ağlayalım!

Daldan kopan bir meyve gibi, yalnız düşüşümüze, ayaklar altında ezilişimize, rahmetten cüda kalışımıza ağlayalım!..

Yukarılara doğru güvercinler gibi kanat çırpalım ve çok yükseklerde öyle bir “Ah!” edelim ki, ünümüz, gözyaşlarından meydana gelen bulutları harekete getirsin.

Sonra ateşimizi söndürecek o damlalar, yağmurlar gibi başımızdan aşağıya insin ve ateşimizi söndürsün. Kin ve nefret ateşini. Bütün dünya ve ukba ateşini…

Allah’ım (CC) ! Sen’den diliyor ve dileniyoruz: Bize Merhamet etmen için gözlerimize yaş ver ve bizi ağlat!.

Sen’den uzak kalış hasretini duyamayışımıza ağlat! Gönlün şak şak oluşuna, ağyar ateşine yanışına, öyle ağlat ki, sîneler kebap olsun…

Ondan bir bir feryat çıksın, meleği ve feleği velveleye versin.

Beni de ağlat; gece kadar karanlık ruhuma şefkat et de ağlat!

Ağlamalarıma dahi ağlamam lazım geldiği için ağlat! Bükülmüş şu kaddime, solgun ve ölgün rengime, burulmuş boynuma ve kırık kalbime merhamet et de sadece Rıza barin için ağlat!

Şu en sakin anda, sızlanışlara cevap verdiğin dakikalarda, kapkara gönlümle değil, Sen’den başkasına secde etmeyen başımla sana dönüyor, titreyen dudaklarımla ağlatmanı diliyorum.

Heyhat ki “merhamet, merhamet” diyeceğim an, bir hail gibi günahlarım karşıma dikiliyor ve içimde yığın yığın burkuntu meydana getiriyor.

Allah’ım (CC)! Benim uzaklığım itibariyle değil, Sen’in yakınlığın hürmetine kalbime rikkat ver ve öyle ağlat ki, kendimi kaybedeyim, yolunda ar ve haysiyetten geçeyim, ta “Bu delidir” desinler..

“Gidip boynumda zincir ile Ravzai Pak’a, o denlü ağlayam ben ki, görenler hep beni divane sansın” Ola ki, düşen damlalardan bir tanesi aşkına düşmüş olur; işte o, benim için ummanlara bedeldir.

Şehit kanı kadar aziz gözyaşları içinde nefesim kesilirken varlık sırrını bana duyur.

Şu kararsız gönlümü doyur. Hicabımdan yüzümü saklamaya çalışayım.

Habibi’ne (CC) görünmek istemeyeyim. Pişdarım ve ali rehberimden kaçayım.

Sonra bir âlî divan kurulsun. Ben zülüfleri dağınık, hıçkırıkları gırtlağında düğümlenmiş, yüzü karaların uğramadığı o divana çağrılayım “La tüahiznâ” kalkanıyla huzura varayım.

Kirlerime göz yumup “bu da bizdendi” desinler; dilenciye bir mülk bağışlasınlar.

Çöl yolcusunu sevindirip bir bulut ve bir meltemle imdadıma yetişsinler. Sevincimden orada yığılıp kalayım. Gözyaşlarım içinde boğulayım!..

Bekliyorum bir zamansız saatin sessiz sesini

Dinliyorum işte kalbimin vuruşlarında Seni YA RABBİ.

EY İNSANLAR:

Bugün veyahut yarın cümlemize ölüm geleceğine ve hesap yerine gideceğimize göre akibetimize ağlamamız gerekmez mi?

Gideceğimiz yeri henüz görmemişken ahir ömrümüzü muhasebeli olarak geçirmeye  bakalım.

Sen ey Müslümanım diyen insan. O dehşetli günü hatırlayıp hazırlanabiliyor musun? Hazırlanabiliyorsan sana ne mutlu. Bak ömür sermayen bitiyor, ona göre hareket et.

Ey mü’min kardeşlerim. Dünyada iken ahir ömrünüzde Allah (CC) rızası için çok ağlayın.

Ağlayamıyorsanız en azından ağlamaya çalışınız. Nebiler Nebisi(SAV) Efendimizin bu Hadisi Şeriflerine mazhar olasınız.

Gözyaşlarımız hiç bir zaman dinmeyecek Ya Rabbi (CC)! Sen bizleri bağışla Ya Rabbi (CC)!

AMİN

www.GAVSULAZAM.de

© 2003-2005    www.GAVSULAZAM.de    Her Hakkı Mahfuzdur...