Güzel bir ahlaka sahip olabilmek ancak Allah’tan (CC) korkmakla ve O’nun (CC)  emirlerine kesin olarak boyun eğmekle mümkündür. Bir insanın güzel ahlaka sahip olması ve bunu kararlılıkla sürdürebilmesi için, güçlü bir Allah (CC) sevgisi ile birlikte güçlü ve içli bir Allah (CC) korkusu taşıması gerekir.

Allah’tan (CC) gereği gibi korkabilmek ise, Allah’ın (CC) büyüklüğünü, şanını ve azametini, üstün makamını, sonsuz ilim ve kudretini, kulları üzerindeki kayıtsız şartsız güç ve hakimiyetini, dilediğini dilediği gibi gerçekleştirebileceğini sürekli akılda tutmak ve tefekkür etmekle, Allah’ın (CC) vaadine, tehdidine, hesap gününe, cezasının şiddetine, cehennem azabının sonsuzluğuna ve korkunçluğuna kesin olarak iman etmekle mümkündür.

Bu iman, güçlü bir Allah (CC) korkusunu doğurur. Bu korku da insanın tüm tavır ve davranışlarını, hareket ve konuşmalarını Allah’ın (CC) beğendiği, hoşnut olduğu ahlak doğrultusunda düzenlemesini sağlar.

 

Allah’tan (CC) korkan kişi O’nun sınırlarını korumaya karşı derin bir hassasiyet içinde olur. Allah’tan korkmayan insanlar ise, Allah’ın (CC) beğenmediği her türlü tavrı gösterebilirler.

 

Allah’a (CC) hesap vereceğini unutmuş bir insanın dürüstlük göstermesi, insanlara fedakarlıkta bulunması, adil ve namuslu olması, kısacası güzel ahlaklı olması için hiçbir nedeni yoktur. Onun tüm ahlakını yalnızca kendi kişisel hırsları ve çıkarları şekillendirir. Ve ölümlü insanlara güzel ahlak göstermenin onun için bir anlamı olamaz. Bu bakış açısının bir sonucu olarak kişinin kendi çıkarları uğruna yapmayacağı şey yoktur.

 

Allah’ın (CC) kadrini gereği gibi takdir edemediğinden Allah’ın (CC) azabı onun için caydırıcı bir unsur olmaz. Allah’tan (CC) korkmadığı ve karşılık göreceğini düşünmediği için haddi aşmada, insanlara zalimce bir tavır göstermede hiçbir sınır tanımaz ve alabildiğine azgın bir karakter sergiler. Allah’ın (CC) azametini ve intikam alacağını aklına getirmediği için rahatlıkla Allah’ın (CC) sınırlarını aşar. Bu nedenlerden dolayı Allah (CC) korkusu olmayan insanlar, her türlü günaha ve ahlaki bozukluğa açıktırlar.

 

Hem Allah’ın (CC) dinine uymazlar, hem de zalimce bir tavır göstererek diğer insanları da dinden uzaklaştırmaya çalışırlar. Dinin sunduğu güzel ahlakın yaşanmasına kesinlikle tahammül edemezler. Elbette bu insanlar dünyada işledikleri zulümlerin karşılıklarını ahirette göreceklerdir. Allah (CC) Kuran’da bu insanları ve uğrayacakları sonu şöyle haber vermiştir:“Şüphesiz, inkar edenler ve Allah (CC) yolundan alıkoyanlar gerçekten uzak bir sapıklıkla sapmışlardır. Gerçek şu ki, inkar edenler ve zulmedenler, Allah (CC) onları bağışlayacak değildir, onları bir yola da iletecek değildir. Ancak, onda ebedi kalmaları için cehennem yoluna (iletecektir.) Bu da Allah’a (CC) pek kolaydır.”[1]

 

İşte ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere kılarız. Sonuç takva sahiplerinin (Allah’tan CC. korkanların)dır.”[2]

 

Allah (CC) korkusu olan bir insan nefsinin kötülüklerinden sakınır. Bunun dışında hiçbir korku insanda, kendi olumsuz özelliklerini köklü bir şekilde düzeltme isteği ve gayreti doğurmaz.

 

Bu nedenle Allah’tan (CC) korkmayan kardeşlerden biri nefsinin sınır tanımaz kötülüklerine kendini teslim etmiştir. Kardeşine karşı olan rekabet duygusundan ve kendi kurbanının kabul edilmemesinden kaynaklanan kıskançlık ve öfkesi yüzünden, bir anda öz kardeşini öldürmeye kalkışabilecek bir duruma girmiştir.

 

Bu örnek, nefsine uymanın ve Allah’tan (CC) korkmamanın insana neler yaptırabileceğini, ne kadar korkunç bir hale sokabileceğini gösteren önemli bir ibrettir.

 

Allah’tan (CC) korkmayan insan, nefsine dokunan bir olayda, sırf kendi nefsinin istekleri için karşısındakilere maddi ve manevi zarar vermekten asla çekinmez.

 

Kıskançlık aynı zamanda şeytanın karakterinin de temel özelliğidir. Şeytan da Allah’ın (CC) huzurundan kovulduğunda, Hz. Adem’e karşı olan kin ve kıskançlığı tümüyle ortaya çıkmış ve var gücüyle onun soyundan gelecek insanları Cehenneme sürükleyeceğine dair yemin etmiştir. Ne var ki bu yemini yine ancak kendi yandaşları ve dostları için geçerlidir. Allah’tan (CC) korkup sakınan samimi müminler üzerinde ise hiçbir etkisi yoktur.

 

  • ŞUURSUZDUR: ŞEYTANLA OLAN BENZERLİK:

 

Allah’ın (CC) varlığını ve gücünü bildikleri halde, Allah’ın (CC) dilediği biçimde davranmayan, O’ndan (CC) gerçek manada korkmayan insanların durumu şeytanın durumuyla benzerlik taşır. Şeytanın sürekli telkini ve etkisi altında bulunan bu kimseler, neredeyse şeytanla aynı tür bir zihniyet ve ruh hali içine girmişlerdir. Bu ortak ruh halinin en belirgin özelliği ise şuursuzluktur. Yani, insanın bildiği ve gördüğü bir gerçek karşısında, vermesi gereken mantıklı tepkiyi, göstermesi gereken en akılcı tutum ve davranışı, ruh halini değil, göz göre göre çarpık, dengesiz ve kendi zararına sonuçlanacak tepki ve davranışı göstermesidir. Bu çarpık davranış tarzının en somut örneğini şeytanın Allah’a (CC) başkaldırmasında görürüz. Kuran’da bu olay tüm insanlar için bir ibret vesilesi olarak aktarılır.

 

Allah (CC) Hz. Adem’den (AS) önce melekleri ve cinleri yaratmıştı. Onlar Allah’ı (CC) övgü ile tesbih ediyorlardı. Sonra Allah (CC) ilk insan olan Hz. Adem’i (AS) yarattı ve meleklere ona secde etmelerini emretti. Melekler Allah’ın (CC) emrine gönülden itaat ederek Hz. Adem’e (AS) secde ettiler. Ancak meleklerin arasında bulunan ve cinlerden olan İblis, Allah’ın (CC) bu emrine başkaldırarak O’na (CC) isyankar oldu. Çünkü kendisinin Hz. Adem’den (AS) daha üstün olduğuna inanıyordu. Bu kibiri yüzünden, Allah (CC) kendisine, “Ey İblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?”[3] diye sorduğunda şöyle cevap vermişti:“…Ben ondan daha hayırlıyım; Sen beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”[4]

 

Allah’ın (CC) emrine karşı böyle bir itaatsizliğe cüret eden İblis’i Allah (CC) lanetledi ve kendisi için ebedi Cehennem azabı takdir etti.

 

Kuşkusuz İblis’in bu isyanında esrarengiz bir ruh hali hakimdir. İblis Allah’ın (CC) varlığına bizzat şahittir. Öyle ki Allah’la (CC) konuşmuştur. Allah’ın (CC) sıfatlarını, gücünü ve sonsuz cehennem azabını da çok iyi bilmektedir.

 

Şeytanın ve Allah (CC) korkusundan uzak tüm insanların esrarengiz benzerliği burada gizlidir: Allah’ın (CC) varlığını bildikleri halde O’nun (CC) hükmüne karşı gelebilmek ve inkarcılardan olmak. Bu aslında son derece mucizevi bir olaydır. Çünkü bu bilgilere sahip olan şeytanın çok üstün bir imana ve korkuya sahip olması gereklidir. Şuur seviyesi de aynı oranda yüksek olmalı, Allah’a (CC) son derece itaatli ve saygılı olmalıdır. Oysa şeytan çirkin bir cüret ve cesaret göstermiştir.

 

Hem Allah’ın (CC) varlığını tanımak, O’nun (CC) sonsuz gücünü ve ilmini kabul etmek, hem de O’na (CC) kasıtlı olarak isyan etmek açık bir şuurla izah edilemeyecek bir durumdur.

 

Bir ayette bu kişilerin durumu şöyle izah edilir:“De ki: ‘Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir?’ Onlar: ‘Allah (CC)’ diyeceklerdir. Öyleyse de ki: ‘Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız?’ .”[5]

 

Bir başka ayette ise inkarcıların şuursuzca davranışları ve ruh halleri şöyle haber verilmiştir:

“İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.”[6]

 

Bu insanların şuursuzca inkar ettikleri konulardan biri de, yeniden diriliştir. Ancak yokken var edilmiş ve öleceğini kesin olarak bilen bir insanın bir daha nasıl diriltileceğini sorması kuşkusuz son derece hayret vericidir. Bir ayette, insanların yeniden dirilişi inkar etmelerinin şaşırtıcı olduğuna şöyle dikkat çekilir:“Eğer şaşıracaksan, asıl şaşkınlık konusu onların şöyle söylemeleridir: ‘Biz toprak iken mi, gerçekten biz mi yeniden yaratılacağız?’ İşte onlar Rablerine (CC) karşı inkara sapanlar, işte onlar boyunlarına (ateşten) halkalar geçirilenler ve işte onlar -içinde ebedi kalacakları- ateşin arkadaşları olanlardır.”[7]

 

  • GURURLU VE KİBİRLİDİR:

 

“Ona: ‘Allah’tan (CC) kork!’ denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o.”[8]

 

Allah (CC) korkusu olmayan insanların en belirgin özellikleri boş bir kibir ve gurur içinde olmalarıdır. Bunun temelinde kişinin kendisini Allah’tan (CC) bağımsız bir varlık olarak görüp, sahip olduğu bazı özelliklerin kendinden kaynaklandığını zannetmesi yatar. Oysa bu son derece anlamsız bir düşüncedir. Çünkü insan son derece aciz ve pek çok eksikliği olan bir varlıktır. İstediği kadar kendini üstün ve kusursuz zannetsin, mutlaka yorulur, acıkır, susar, başı ağrır, uyumadan yapamaz, hasta olur, yaşlanır ve eninde sonunda ölür, bedeni çürüyüp parçalanır.

 

Allah’ın (CC) büyüklüğünü, herşeyi yoktan var ettiğini, insanlara sahip oldukları bütün imkan ve özellikleri verenin O (CC) olduğunu, dilediği anda hepsini geri alabileceğini, tüm canlıların ölümlü olduğunu, yalnızca Allah’ın (CC) varlığının baki olduğunu bilen ve sürekli bunun bilincinde olan bir insanın, kibirli ve azgın bir tavır içinde olması mümkün değildir. Ancak bunları kavrayamayan, eksikliklerini, acizliklerini ve ölümlü olduğunu unutan, şuuru bulanık bir insan böyle bir şeye cüret edebilir. Tıpkı Allah’ın (CC) Kuran’da insanlara bu konuda ibret olarak aktardığı Karun gibi…

 

Karun’un Allah’tan (CC) korkmadan azmasına ve kibirlenmesine sebep olan şey zenginliğidir. Mülkün tamamının Allah’ın (CC) olduğunu ve dilerse hepsini geri alabileceğini unutmuş, bu hazineleri kendisinin sahip olduğu bazı özelliklerinden dolayı hak ettiğini düşünmüştü:“Gerçek şu ki, Karun, Hz. Musa’nın (AS) kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: ‘Şımararak sevinme, çünkü Allah (CC) , şımararak sevince kapılanları sevmez.’

‘Allah’ın (CC) sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın (CC) sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah (CC), bozgunculuk yapanları sevmez.’ Karun Dedi ki: ‘Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir.’ Bilmez mi, ki gerçekten Allah (CC), kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkarlardan kendi günahları sorulmaz.”[9]

 

Ayetlerde görüldüğü gibi, Karun aynı ahlaktaki tüm insanlara ibret olarak daha dünyadayken azaplandırılmıştır. Eğer iddia ettiği gibi bir güç sahibi olsaydı kuşkusuz önce kendini bu azaptan kurtarırdı. Ancak ne bilgisi, ne hazineleri, ne de topluluğu ve itibarı onu Allah’ın (CC) gazabından koruyamamıştır:“Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a (CC) karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi. Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: ‘Vay, demek ki Allah (C), kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, (CC) bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkar edenler felah bulamaz’ demeye başladılar.”[10]

 

Karun’un durumu, Allah (CC) korkusu taşımadıkları için büyüklenme tutkusuna kapılan ve kendilerini acıklı bir  sona sürükleyenlere apaçık bir örnek teşkil  etmektedir. Ahiretteki güzel sonucun ise ancak büyüklenmeyen takva sahiplerine ait olduğu bir ayette şöyle bildirilmektedir: “İşte ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere kılarız. Sonuç takva sahiplerinin (Allah’tan CC. korkanların) dir.”[11]

 

  • KISKANÇ VE SALDIRGANDIR:

 

Allah (CC) korkusundan uzak insanlar içlerindeki kibiri öyle büyütüp beslemişlerdir ki, iyi olan herşeye yalnız kendilerinin layık olduğunu düşünür, bu yüzden de başkalarının sahip oldukları üstünlükleri kıskanırlar. Bu konuyla ilgili Allah (CC), Kuran’da ibret olarak Hz. Adem’in (AS) iki oğlu arasındaki olayı anlatmıştır:“Onlara Adem’in (AS) iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah’a CC.) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: ‘Seni mutlaka öldüreceğim.’(Öbürü de:) ‘Allah (CC),ancak korkup-sakınanlardan kabul eder.’ ‘Eğer beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben ,alemlerin Rabbi olan Allah’tan (CC) korkarım.’ ‘Şüphesiz kendi günahını ve benim günahımı yüklenmeni ve böylelikle ateşin halkından olmanı isterim. Zulmedenlerin cezası budur.’ Sonunda nefsi ona kardeşini öldür-eyi (tahrik edip zevkli göstererek) kolaylaştırdı; böylece onu öldürdü, bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu.”[12]

 

Allah (CC) korkusu olan bir insan nefsinin kötülüklerinden sakınır. Bunun dışında hiçbir korku insanda, kendi olumsuz özelliklerini köklü bir şekilde düzeltme isteği ve gayreti doğurmaz. Bu nedenle Allah’tan (CC) korkmayan kardeşlerden biri nefsinin sınır tanımaz kötülüklerine kendini teslim etmiştir. Kardeşine karşı olan rekabet duygusundan ve kendi kurbanının kabul edilmemesinden kaynaklanan kıskançlık ve öfkesi yüzünden, bir anda öz kardeşini öldürmeye kalkışabilecek bir duruma girmiştir. Bu örnek, nefsine uymanın ve Allah’tan (CC) korkmamanın insana neler yaptırabileceğini, ne kadar korkunç bir hale sokabileceğini gösteren önemli bir ibrettir.

 

Allah’tan (CC) korkmayan insan, nefsine dokunan bir olayda, sırf kendi nefsinin istekleri için karşısındakilere maddi ve manevi zarar vermekten asla çekinmez. Kıskançlık aynı zamanda şeytanın karakterinin de temel özelliğidir. Şeytan da Allah’ın (CC) huzurundan kovulduğunda, Hz. Adem’e (AS) karşı olan kin ve kıskançlığı tümüyle ortaya çıkmış ve var gücüyle onun soyundan gelecek insanları Cehenneme sürükleyeceğine dair yemin etmiştir. Ne var ki bu yemini yine ancak kendi yandaşları ve dostları için geçerlidir. Allah’tan (CC) korkup sakınan samimi müminler üzerinde ise hiçbir etkisi yoktur.

 

  • MÜSTAĞNİDİR:

 

“Müstağni”, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, her türlü kusur, eksiklik ve sorundan uzak demektir ve bu sıfat ancak Allah’a (CC) mahsustur. İnsanlar ve diğer tüm canlılar da Allah’ın (CC) yarattığı ve her an O’nun (CC) dilemesiyle yaşamlarını sürdüren, birçok acizlik ve ihtiyaç içinde olan varlıklardır.

 

Ancak başta da belirttiğimiz gibi Allah’tan (CC) korkmayan insanlar, akıl ve şuurları kapandığı için Allah’a (CC) karşı acizlik içinde olduklarını görmezden gelirler. Kendi akıllarını beğenirler ve eksik ya da hatalı olabileceklerini  düşünmezler. Kendilerinden  son derece  emin oldukları için de günaha girmekten sakınmaz, endişe duymazlar. Allah (CC) Kuran’da, bu zihniyetin sonucunun “azgınlık” olacağını bildirmiştir:“Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden.”[13]

 

Bu insanlar kendilerini herşeyden müstağni gördükleri gibi yaptıklarının cezasını görmekten, bela ve azapla karşılaşmaktan da kendilerini uzak görürler. Bu nedenle azgınlıklarını ısrarla ve şuursuz bir cesaretle sürdürürler.

 

Allah’ın (CC) bir denemesi olarak üstlerindeki nimetlerde bir artış olursa azgınlıkları iyice pekişir. Halbuki bu, Allah’ın (CC) onlar için hazırladığı bir denemedir. Ve azgınca yaşadıkları süre arttıkça, Cehennemde görecekleri azabın şiddeti de aynı oranda artacaktır: Allah’tan (CC) korkmayan kimseler kendilerini ölümden bile müstağni görürler.

 

Bu insanlar için, yakın çevrelerinden henüz yaşı genç bir insanın ölümü ya da makam-mevki, kültür seviyesi gibi konularda kendilerinden üstün gördükleri bir insanın ölümü ani ve beklenmedik durumlardır.

 

Bu kişinin özellikle, bir kaza ya da ağır bir hastalık sonucu ölmüş olması, genç ve sağlıklı görülen bedeninin tanınamayacak, hatta bakılamayacak hale gelmesi, ölümü unutmak isteyen bu tip insanlara büyük bir darbe olur.

 

  • DÜNYEVİ KORKU VE ENDİŞELERLE DOLUDUR:

 

Allah (CC) inancına ve korkusuna sahip olmayan insan için tüm dünya kaos ve belirsizliklerden oluşur. Her şeyin tesadüfler sonucu geliştiğini, etrafında olup biten olayların da başıboş işlediğini sanır. Bu durumda hiçbir zaman gerçek bir emniyet ve huzur duygusu yaşayamaz. Çünkü her an başına bir şeyler gelebilir, onu üzecek, yıpratacak, zarar verecek olaylar gelişebilir.

 

Gelecekle ilgili sayısız endişeleri ve korkuları vardır. Örneğin amansız bir hastalığa yakalanabilir, tüm parasını kaybedebilir ya da sevdiği bir insandan ayrılabilir. Veya hiç ummadığı felaketler kendisinin ya da yakınlarının başına gelebilir.

 

Tüm bu muhtemel olayları kontrolsüz zannettiği için her birinden ayrı ayrı endişe ve tedirginlik duyar. Her birini kendi kontrolü altına almanın mümkün olmadığını da bildiği için büyük bir çaresizlik ve ümitsizlik içine düşer.

 

Etrafında, kendisini ezmeye, alt etmeye çalışacak sayısız rakipleri vardır. Bunlarla başa çıkabilmesi mümkün değildir. İnsanların kendisi hakkında ne düşündüğüne kadar herşeyi tek tek hesaplamak zorundadır. Bu, ona tarifsiz bir gerilim ve stres yaşatır. Oysa yalnızca Allah’tan (CC) korkan bir insan saydığımız bu korkuların hiçbiriyle muhatap olmaz. Allah  (CC) korkusu ve iman bu korkuların hepsini ortadan kaldırır.

 

Her şeyin sahibinin ve yaratıcısının Allah (CC) olduğunu, olayların Allah’ın (CC) kontrolünde ve çizdiği kader doğrultusunda geliştiğini, kendisine inanıp güvenen kullarını Allah’ın (CC) koruyup kollayacağını bilmek iman eden bir insanı her türlü korku ve bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturur.

 

Başta da belirttiğimiz gibi, Allah’tan (CC) değil de başkalarından korkan insanlar, Allah’ın (CC) yarattıklarını Allah’tan (CC) bağımsız bir güç ve irade sahibi olarak görürler. Allah’ı (CC) bırakıp O’nun (CC) yarattıklarından medet umarlar. Bu beklentilerinin karşılığını hiçbir zaman alamadıkları gibi ömürleri aşağılanarak ve ezilerek geçer.

 

Allah’a (CC) kul olmakta kibirlenen, büyüklenen bu insanlar aslında binlerce insanı razı etmeye çalışırlar.

 

Allah (CC)  iman edenlere kesinlikle insanlardan korkmamalarını, yalnızca kendisinden korkmalarını emretmiştir:“…Öyleyse insanlardan korkmayın, benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın…”[14]

 

“…Onlardan korkmayın, Benden korkun, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Umulur ki hidayete erersiniz.”[15]

 

 

  • VİCDANSIZ VE NANKÖRDÜR:

 

Kuran’da Allah’tan (CC) korkup sakınmayanların nankörlüklerine dair pek çok örnek vardır. Fakat bunların içinde belki de en ayrıntılı olarak aktarılan örnek, İsrailoğulları’nın Allah’a (CC) ve Peygamberlerine (AS) karşı gösterdikleri vicdansızlık ve nankörlüklerdir.

 

İsrailoğulları kimseye verilmeyen nimetlerle donatılmış, kendilerine sayısız mucizeler gösterilmiş, aralarından Peygamberler (AS), yöneticiler çıkmış bir kavim olduğu halde, içlerindeki birtakım azgın kimseler bunlardan hiç etkilenmemişlerdir.

 

Hz. Musa (AS) her defasında onları sabırla eğitmeye çalışmış, ancak onlar “gerçek iman”a ve “Allah’a (CC) kul olmaya” asla yanaşmamışlardır.

 

Azabı görünce Allah’ın (CC) affına sığınmışlar, Allah (CC) kendilerinden azabı kaldırınca ise yeniden zulme sapmışlardır. Allah (CC) onları her affettiğinde, onlar yeniden inkara dönmüşler, hatta O’ndan (CC) başka ilahlar edinmişlerdir.

 

Peygamberleri (AS) inkarcılara karşı zorlu bir mücadele içindeyken, İsrailoğulları içindeki münafıklar kendi arzu ve beklentilerini, menfaatlerini ön planda tutmuşlar, hiçbir zaman samimi olarak Allah’a (CC) ve O’nun (CC) dinine bağlanmamışlardır.

 

Büyük bir nankörlük göstererek, Peygamberleri Hz. Musa’yı (AS) mücadelenin en zorlu anında tek başına bırakmış ve kendi canlarının ve çıkarlarının derdine düşmüşlerdir. Bununla da kalmamış, son derece küstah ve nankörce tavır ve ifadeler sergilemişlerdir:“Dediler ki: ‘Ey Musa (AS)! Biz, onlar durduğu sürece hiçbir zaman oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin (CC) git, ikiniz savaşın. Biz burada duracağız.”[16]

 

Görüldüğü gibi bu insanlar içlerinde Allah (CC) korkusu taşımadıklarından, nefisleriyle çatışan bir olay karşısında, derhal Allah’a (CC) ve Peygamberine (AS) karşı nankör ve asi bir tavra girmişlerdir.

 

Allah’ın (CC) ve elçisinin daha önce, kendilerini en zorlu düşmanları olan Firavun’un zulmünden kurtardığını, sayısız nimetler verdiğini, onları sürekli imana ve ebedi kurtuluşa davet ettiğini bir anda unutuvermişlerdir.

www.GAVSULAZAM.de


[1] Nisa S. A.167-169

[2] Kasas S. A.83

[3] Sad S. A.75

[4] Sad S. A.76

[5] Yunus S. A.31

[6] Bakara S.A.171

[7] Rad S. A.5

[8] Bakara S. A.206

[9] Kasas S. A.76-78

[10] Kasas S. A.81-82

[11] Kasas S. A.83

[12] Maide S. A.27-30

[13] Alak S. A.67

[14] Maide S. A.4

[15] Bakara S. A.15

[16] Maide S. A.24

© 2003-2005    www.GAVSULAZAM.de    Her Hakkı Mahfuzdur...