Bu iman, güçlü bir Allah (CC) korkusunu
doğurur. Bu korku da insanın tüm tavır ve davranışlarını, hareket ve
konuşmalarını Allah’ın (CC) beğendiği, hoşnut olduğu ahlak doğrultusunda düzenlemesini
sağlar.
Allah’tan (CC) korkan kişi O’nun
sınırlarını korumaya karşı derin bir hassasiyet içinde olur. Allah’tan
korkmayan insanlar ise, Allah’ın (CC) beğenmediği her türlü tavrı
gösterebilirler.
Allah’a (CC) hesap vereceğini unutmuş bir
insanın dürüstlük göstermesi, insanlara fedakarlıkta bulunması, adil ve namuslu
olması, kısacası güzel ahlaklı olması için hiçbir nedeni yoktur. Onun tüm
ahlakını yalnızca kendi kişisel hırsları ve çıkarları şekillendirir. Ve ölümlü
insanlara güzel ahlak göstermenin onun için bir anlamı olamaz. Bu bakış
açısının bir sonucu olarak kişinin kendi çıkarları uğruna yapmayacağı şey
yoktur.
Allah’ın (CC) kadrini gereği gibi takdir
edemediğinden Allah’ın (CC) azabı onun için caydırıcı bir unsur olmaz. Allah’tan
(CC) korkmadığı ve karşılık göreceğini düşünmediği için haddi aşmada, insanlara
zalimce bir tavır göstermede hiçbir sınır tanımaz ve alabildiğine azgın bir
karakter sergiler. Allah’ın (CC) azametini ve intikam alacağını aklına
getirmediği için rahatlıkla Allah’ın (CC) sınırlarını aşar. Bu nedenlerden
dolayı Allah (CC) korkusu olmayan insanlar, her türlü günaha ve ahlaki
bozukluğa açıktırlar.
Hem Allah’ın (CC) dinine uymazlar, hem de
zalimce bir tavır göstererek diğer insanları da dinden uzaklaştırmaya çalışırlar.
Dinin sunduğu güzel ahlakın yaşanmasına kesinlikle tahammül edemezler. Elbette
bu insanlar dünyada işledikleri zulümlerin karşılıklarını ahirette
göreceklerdir. Allah (CC) Kuran’da bu insanları ve uğrayacakları sonu şöyle
haber vermiştir:“Şüphesiz,
inkar edenler ve Allah (CC) yolundan alıkoyanlar gerçekten uzak bir sapıklıkla
sapmışlardır. Gerçek şu ki, inkar edenler ve zulmedenler, Allah (CC) onları
bağışlayacak değildir, onları bir yola da iletecek değildir. Ancak, onda ebedi
kalmaları için cehennem yoluna (iletecektir.) Bu da Allah’a (CC) pek kolaydır.”
İşte ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde
büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere kılarız. Sonuç takva
sahiplerinin (Allah’tan CC. korkanların)dır.”
Allah (CC) korkusu olan bir insan nefsinin
kötülüklerinden sakınır. Bunun dışında hiçbir korku insanda, kendi olumsuz
özelliklerini köklü bir şekilde düzeltme isteği ve gayreti doğurmaz.
Bu nedenle Allah’tan (CC) korkmayan
kardeşlerden biri nefsinin sınır tanımaz kötülüklerine kendini teslim etmiştir.
Kardeşine karşı olan rekabet duygusundan ve kendi kurbanının kabul
edilmemesinden kaynaklanan kıskançlık ve öfkesi yüzünden, bir anda öz kardeşini
öldürmeye kalkışabilecek bir duruma girmiştir.
Bu örnek, nefsine uymanın ve Allah’tan (CC)
korkmamanın insana neler yaptırabileceğini, ne kadar korkunç bir hale
sokabileceğini gösteren önemli bir ibrettir.
Allah’tan (CC) korkmayan insan, nefsine
dokunan bir olayda, sırf kendi nefsinin istekleri için karşısındakilere maddi
ve manevi zarar vermekten asla çekinmez.
Kıskançlık aynı zamanda şeytanın
karakterinin de temel özelliğidir. Şeytan da Allah’ın (CC) huzurundan
kovulduğunda, Hz. Adem’e karşı olan kin ve kıskançlığı tümüyle ortaya çıkmış ve
var gücüyle onun soyundan gelecek insanları Cehenneme sürükleyeceğine dair
yemin etmiştir. Ne var ki bu yemini yine ancak kendi yandaşları ve dostları
için geçerlidir. Allah’tan (CC) korkup sakınan samimi müminler üzerinde ise
hiçbir etkisi yoktur.
- ŞUURSUZDUR: ŞEYTANLA OLAN BENZERLİK:
Allah’ın (CC) varlığını ve gücünü
bildikleri halde, Allah’ın (CC) dilediği biçimde davranmayan, O’ndan (CC) gerçek
manada korkmayan insanların durumu şeytanın durumuyla benzerlik taşır. Şeytanın
sürekli telkini ve etkisi altında bulunan bu kimseler, neredeyse şeytanla aynı
tür bir zihniyet ve ruh hali içine girmişlerdir. Bu ortak ruh halinin en
belirgin özelliği ise şuursuzluktur. Yani, insanın bildiği ve gördüğü bir
gerçek karşısında, vermesi gereken mantıklı tepkiyi, göstermesi gereken en
akılcı tutum ve davranışı, ruh halini değil, göz göre göre çarpık, dengesiz ve
kendi zararına sonuçlanacak tepki ve davranışı göstermesidir. Bu çarpık
davranış tarzının en somut örneğini şeytanın Allah’a (CC) başkaldırmasında
görürüz. Kuran’da bu olay tüm insanlar için bir ibret vesilesi olarak
aktarılır.
Allah (CC) Hz. Adem’den (AS) önce
melekleri ve cinleri yaratmıştı. Onlar Allah’ı (CC) övgü ile tesbih
ediyorlardı. Sonra Allah (CC) ilk insan olan Hz. Adem’i (AS) yarattı ve
meleklere ona secde etmelerini emretti. Melekler Allah’ın (CC) emrine gönülden
itaat ederek Hz. Adem’e (AS) secde ettiler. Ancak meleklerin arasında bulunan
ve cinlerden olan İblis, Allah’ın (CC) bu emrine başkaldırarak O’na (CC) isyankar
oldu. Çünkü kendisinin Hz. Adem’den (AS) daha üstün olduğuna inanıyordu. Bu
kibiri yüzünden, Allah (CC) kendisine, “Ey
İblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin
mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?”
diye sorduğunda şöyle cevap vermişti:“…Ben
ondan daha hayırlıyım; Sen beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”
Allah’ın (CC) emrine karşı böyle bir
itaatsizliğe cüret eden İblis’i Allah (CC) lanetledi ve kendisi için ebedi
Cehennem azabı takdir etti.
Kuşkusuz İblis’in bu isyanında esrarengiz
bir ruh hali hakimdir. İblis Allah’ın (CC) varlığına bizzat şahittir. Öyle ki
Allah’la (CC) konuşmuştur. Allah’ın (CC) sıfatlarını, gücünü ve sonsuz cehennem
azabını da çok iyi bilmektedir.
Şeytanın ve Allah (CC) korkusundan uzak
tüm insanların esrarengiz benzerliği burada gizlidir: Allah’ın (CC) varlığını
bildikleri halde O’nun (CC) hükmüne karşı gelebilmek ve inkarcılardan olmak. Bu
aslında son derece mucizevi bir olaydır. Çünkü bu bilgilere sahip olan şeytanın
çok üstün bir imana ve korkuya sahip olması gereklidir. Şuur seviyesi de aynı
oranda yüksek olmalı, Allah’a (CC) son derece itaatli ve saygılı olmalıdır.
Oysa şeytan çirkin bir cüret ve cesaret göstermiştir.
Hem Allah’ın (CC) varlığını tanımak, O’nun
(CC) sonsuz gücünü ve ilmini kabul etmek, hem de O’na (CC) kasıtlı olarak isyan
etmek açık bir şuurla izah edilemeyecek bir durumdur.
Bir ayette bu kişilerin durumu şöyle izah
edilir:“De
ki: ‘Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik
olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri
evirip-çeviren kimdir?’ Onlar: ‘Allah (CC)’ diyeceklerdir. Öyleyse de ki: ‘Peki
siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız?’ .”
Bir başka ayette ise inkarcıların
şuursuzca davranışları ve ruh halleri şöyle haber verilmiştir:
“İnkar
edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya
bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği
gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl
erdiremezler.”
Bu insanların şuursuzca inkar ettikleri
konulardan biri de, yeniden diriliştir. Ancak yokken var edilmiş ve öleceğini
kesin olarak bilen bir insanın bir daha nasıl diriltileceğini sorması kuşkusuz
son derece hayret vericidir. Bir ayette, insanların yeniden dirilişi inkar
etmelerinin şaşırtıcı olduğuna şöyle dikkat çekilir:“Eğer
şaşıracaksan, asıl şaşkınlık konusu onların şöyle söylemeleridir: ‘Biz toprak
iken mi, gerçekten biz mi yeniden yaratılacağız?’ İşte onlar Rablerine (CC) karşı
inkara sapanlar, işte onlar boyunlarına (ateşten) halkalar geçirilenler ve işte
onlar -içinde ebedi kalacakları- ateşin arkadaşları olanlardır.”
“Ona:
‘Allah’tan (CC) kork!’ denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler,
kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o.”
Allah (CC) korkusu olmayan insanların en
belirgin özellikleri boş bir kibir ve gurur içinde olmalarıdır. Bunun temelinde
kişinin kendisini Allah’tan (CC) bağımsız bir varlık olarak görüp, sahip olduğu
bazı özelliklerin kendinden kaynaklandığını zannetmesi yatar. Oysa bu son
derece anlamsız bir düşüncedir. Çünkü insan son derece aciz ve pek çok
eksikliği olan bir varlıktır. İstediği kadar kendini üstün ve kusursuz
zannetsin, mutlaka yorulur, acıkır, susar, başı ağrır, uyumadan yapamaz, hasta
olur, yaşlanır ve eninde sonunda ölür, bedeni çürüyüp parçalanır.
Allah’ın (CC) büyüklüğünü, herşeyi yoktan
var ettiğini, insanlara sahip oldukları bütün imkan ve özellikleri verenin O (CC)
olduğunu, dilediği anda hepsini geri alabileceğini, tüm canlıların ölümlü
olduğunu, yalnızca Allah’ın (CC) varlığının baki olduğunu bilen ve sürekli
bunun bilincinde olan bir insanın, kibirli ve azgın bir tavır içinde olması
mümkün değildir. Ancak bunları kavrayamayan, eksikliklerini, acizliklerini ve
ölümlü olduğunu unutan, şuuru bulanık bir insan böyle bir şeye cüret edebilir.
Tıpkı Allah’ın (CC) Kuran’da insanlara bu konuda ibret olarak aktardığı Karun
gibi…
Karun’un Allah’tan (CC) korkmadan azmasına
ve kibirlenmesine sebep olan şey zenginliğidir. Mülkün tamamının Allah’ın (CC) olduğunu
ve dilerse hepsini geri alabileceğini unutmuş, bu hazineleri kendisinin sahip
olduğu bazı özelliklerinden dolayı hak ettiğini düşünmüştü:“Gerçek
şu ki, Karun, Hz. Musa’nın (AS) kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı.
Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan
güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: ‘Şımararak sevinme,
çünkü Allah (CC) , şımararak sevince kapılanları sevmez.’
‘Allah’ın
(CC) sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini)
unutma. Allah’ın (CC) sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde
bozgunculuk arama. Çünkü Allah (CC), bozgunculuk yapanları sevmez.’ Karun Dedi
ki: ‘Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir.’ Bilmez mi, ki
gerçekten Allah (CC), kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından
kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri
yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkarlardan kendi günahları sorulmaz.”
Ayetlerde görüldüğü gibi, Karun aynı
ahlaktaki tüm insanlara ibret olarak daha dünyadayken azaplandırılmıştır. Eğer
iddia ettiği gibi bir güç sahibi olsaydı kuşkusuz önce kendini bu azaptan
kurtarırdı. Ancak ne bilgisi, ne hazineleri, ne de topluluğu ve itibarı onu
Allah’ın (CC) gazabından koruyamamıştır:“Sonunda
onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a (CC) karşı ona
yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden
de değildi. Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: ‘Vay, demek
ki Allah (C), kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve
kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, (CC) bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de
şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkar edenler felah bulamaz’ demeye
başladılar.”
Karun’un durumu, Allah (CC) korkusu
taşımadıkları için büyüklenme tutkusuna kapılan ve kendilerini acıklı bir sona sürükleyenlere apaçık bir örnek
teşkil etmektedir. Ahiretteki güzel
sonucun ise ancak büyüklenmeyen takva sahiplerine ait olduğu bir ayette şöyle
bildirilmektedir: “İşte
ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak
istemeyenlere kılarız. Sonuç takva sahiplerinin (Allah’tan CC. korkanların) dir.”
Allah (CC) korkusundan uzak insanlar
içlerindeki kibiri öyle büyütüp beslemişlerdir ki, iyi olan herşeye yalnız
kendilerinin layık olduğunu düşünür, bu yüzden de başkalarının sahip oldukları üstünlükleri
kıskanırlar. Bu konuyla ilgili Allah (CC), Kuran’da ibret olarak Hz. Adem’in
(AS) iki oğlu arasındaki olayı anlatmıştır:“Onlara
Adem’in (AS) iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah’a CC.) yaklaştıracak
birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul
edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: ‘Seni mutlaka öldüreceğim.’(Öbürü
de:) ‘Allah (CC),ancak korkup-sakınanlardan kabul eder.’ ‘Eğer beni öldürmek
için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak
değilim. Çünkü ben ,alemlerin Rabbi olan Allah’tan (CC) korkarım.’ ‘Şüphesiz
kendi günahını ve benim günahımı yüklenmeni ve böylelikle ateşin halkından
olmanı isterim. Zulmedenlerin cezası budur.’ Sonunda nefsi ona kardeşini öldür-eyi
(tahrik edip zevkli göstererek) kolaylaştırdı; böylece onu öldürdü, bu yüzden
hüsrana uğrayanlardan oldu.”
Allah (CC) korkusu olan bir insan nefsinin
kötülüklerinden sakınır. Bunun dışında hiçbir korku insanda, kendi olumsuz
özelliklerini köklü bir şekilde düzeltme isteği ve gayreti doğurmaz. Bu nedenle
Allah’tan (CC) korkmayan kardeşlerden biri nefsinin sınır tanımaz kötülüklerine
kendini teslim etmiştir. Kardeşine karşı olan rekabet duygusundan ve kendi
kurbanının kabul edilmemesinden kaynaklanan kıskançlık ve öfkesi yüzünden, bir
anda öz kardeşini öldürmeye kalkışabilecek bir duruma girmiştir. Bu örnek,
nefsine uymanın ve Allah’tan (CC) korkmamanın insana neler yaptırabileceğini,
ne kadar korkunç bir hale sokabileceğini gösteren önemli bir ibrettir.
Allah’tan (CC) korkmayan insan, nefsine
dokunan bir olayda, sırf kendi nefsinin istekleri için karşısındakilere maddi
ve manevi zarar vermekten asla çekinmez. Kıskançlık aynı zamanda şeytanın
karakterinin de temel özelliğidir. Şeytan da Allah’ın (CC) huzurundan
kovulduğunda, Hz. Adem’e (AS) karşı olan kin ve kıskançlığı tümüyle ortaya
çıkmış ve var gücüyle onun soyundan gelecek insanları Cehenneme sürükleyeceğine
dair yemin etmiştir. Ne var ki bu yemini yine ancak kendi yandaşları ve
dostları için geçerlidir. Allah’tan (CC) korkup sakınan samimi müminler
üzerinde ise hiçbir etkisi yoktur.
“Müstağni”, hiçbir şeye
ihtiyacı olmayan, her türlü kusur, eksiklik ve sorundan uzak demektir ve bu
sıfat ancak Allah’a (CC) mahsustur. İnsanlar ve diğer tüm canlılar da Allah’ın
(CC) yarattığı ve her an O’nun (CC) dilemesiyle yaşamlarını sürdüren, birçok
acizlik ve ihtiyaç içinde olan varlıklardır.
Ancak başta da belirttiğimiz gibi Allah’tan
(CC) korkmayan insanlar, akıl ve şuurları kapandığı için Allah’a (CC) karşı
acizlik içinde olduklarını görmezden gelirler. Kendi akıllarını beğenirler ve
eksik ya da hatalı olabileceklerini
düşünmezler. Kendilerinden son
derece emin oldukları için de günaha
girmekten sakınmaz, endişe duymazlar. Allah (CC) Kuran’da, bu zihniyetin
sonucunun “azgınlık” olacağını
bildirmiştir:“Hayır;
gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden.”
Bu insanlar kendilerini herşeyden müstağni
gördükleri gibi yaptıklarının cezasını görmekten, bela ve azapla karşılaşmaktan
da kendilerini uzak görürler. Bu nedenle azgınlıklarını ısrarla ve şuursuz bir
cesaretle sürdürürler.
Allah’ın (CC) bir denemesi olarak
üstlerindeki nimetlerde bir artış olursa azgınlıkları iyice pekişir. Halbuki
bu, Allah’ın (CC) onlar için hazırladığı bir denemedir. Ve azgınca yaşadıkları
süre arttıkça, Cehennemde görecekleri azabın şiddeti de aynı oranda artacaktır:
Allah’tan (CC) korkmayan kimseler kendilerini ölümden bile müstağni görürler.
Bu insanlar için, yakın çevrelerinden
henüz yaşı genç bir insanın ölümü ya da makam-mevki, kültür seviyesi gibi
konularda kendilerinden üstün gördükleri bir insanın ölümü ani ve beklenmedik
durumlardır.
Bu kişinin özellikle, bir kaza ya da ağır
bir hastalık sonucu ölmüş olması, genç ve sağlıklı görülen bedeninin
tanınamayacak, hatta bakılamayacak hale gelmesi, ölümü unutmak isteyen bu tip
insanlara büyük bir darbe olur.
- DÜNYEVİ KORKU VE ENDİŞELERLE DOLUDUR:
Allah (CC) inancına ve korkusuna sahip
olmayan insan için tüm dünya kaos ve belirsizliklerden oluşur. Her şeyin
tesadüfler sonucu geliştiğini, etrafında olup biten olayların da başıboş
işlediğini sanır. Bu durumda hiçbir zaman gerçek bir emniyet ve huzur duygusu
yaşayamaz. Çünkü her an başına bir şeyler gelebilir, onu üzecek, yıpratacak,
zarar verecek olaylar gelişebilir.
Gelecekle ilgili sayısız endişeleri ve
korkuları vardır. Örneğin amansız bir hastalığa yakalanabilir, tüm parasını
kaybedebilir ya da sevdiği bir insandan ayrılabilir. Veya hiç ummadığı
felaketler kendisinin ya da yakınlarının başına gelebilir.
Tüm bu muhtemel olayları kontrolsüz
zannettiği için her birinden ayrı ayrı endişe ve tedirginlik duyar. Her birini
kendi kontrolü altına almanın mümkün olmadığını da bildiği için büyük bir
çaresizlik ve ümitsizlik içine düşer.
Etrafında, kendisini ezmeye, alt etmeye
çalışacak sayısız rakipleri vardır. Bunlarla başa çıkabilmesi mümkün değildir.
İnsanların kendisi hakkında ne düşündüğüne kadar herşeyi tek tek hesaplamak
zorundadır. Bu, ona tarifsiz bir gerilim ve stres yaşatır. Oysa yalnızca Allah’tan
(CC) korkan bir insan saydığımız bu korkuların hiçbiriyle muhatap olmaz. Allah (CC) korkusu ve iman bu korkuların hepsini
ortadan kaldırır.
Her şeyin sahibinin ve yaratıcısının Allah
(CC) olduğunu, olayların Allah’ın (CC) kontrolünde ve çizdiği kader
doğrultusunda geliştiğini, kendisine inanıp güvenen kullarını Allah’ın (CC)
koruyup kollayacağını bilmek iman eden bir insanı her türlü korku ve
bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturur.
Başta da belirttiğimiz gibi, Allah’tan (CC)
değil de başkalarından korkan insanlar, Allah’ın (CC) yarattıklarını Allah’tan (CC)
bağımsız bir güç ve irade sahibi olarak görürler. Allah’ı (CC) bırakıp O’nun (CC)
yarattıklarından medet umarlar. Bu beklentilerinin karşılığını hiçbir zaman
alamadıkları gibi ömürleri aşağılanarak ve ezilerek geçer.
Allah’a (CC) kul olmakta kibirlenen,
büyüklenen bu insanlar aslında binlerce insanı razı etmeye çalışırlar.
Allah (CC)
iman edenlere kesinlikle insanlardan korkmamalarını, yalnızca
kendisinden korkmalarını emretmiştir:“…Öyleyse
insanlardan korkmayın, benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık
satmayın…”
“…Onlardan
korkmayın, Benden korkun, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Umulur ki
hidayete erersiniz.”
Kuran’da Allah’tan (CC) korkup
sakınmayanların nankörlüklerine dair pek çok örnek vardır. Fakat bunların
içinde belki de en ayrıntılı olarak aktarılan örnek, İsrailoğulları’nın Allah’a
(CC) ve Peygamberlerine (AS) karşı gösterdikleri vicdansızlık ve
nankörlüklerdir.
İsrailoğulları kimseye verilmeyen
nimetlerle donatılmış, kendilerine sayısız mucizeler gösterilmiş, aralarından Peygamberler
(AS), yöneticiler çıkmış bir kavim olduğu halde, içlerindeki birtakım azgın kimseler
bunlardan hiç etkilenmemişlerdir.
Hz. Musa (AS) her defasında onları sabırla
eğitmeye çalışmış, ancak onlar “gerçek
iman”a ve “Allah’a (CC) kul olmaya”
asla yanaşmamışlardır.
Azabı görünce Allah’ın (CC) affına
sığınmışlar, Allah (CC) kendilerinden azabı kaldırınca ise yeniden zulme
sapmışlardır. Allah (CC) onları her affettiğinde, onlar yeniden inkara
dönmüşler, hatta O’ndan (CC) başka ilahlar edinmişlerdir.
Peygamberleri (AS) inkarcılara karşı zorlu
bir mücadele içindeyken, İsrailoğulları içindeki münafıklar kendi arzu ve
beklentilerini, menfaatlerini ön planda tutmuşlar, hiçbir zaman samimi olarak
Allah’a (CC) ve O’nun (CC) dinine bağlanmamışlardır.
Büyük bir nankörlük göstererek,
Peygamberleri Hz. Musa’yı (AS) mücadelenin en zorlu anında tek başına bırakmış
ve kendi canlarının ve çıkarlarının derdine düşmüşlerdir. Bununla da kalmamış,
son derece küstah ve nankörce tavır ve ifadeler sergilemişlerdir:“Dediler
ki: ‘Ey Musa (AS)! Biz, onlar durduğu sürece hiçbir zaman oraya girmeyeceğiz.
Sen ve Rabbin (CC) git, ikiniz savaşın. Biz burada duracağız.”
Görüldüğü gibi bu insanlar içlerinde Allah
(CC) korkusu taşımadıklarından, nefisleriyle çatışan bir olay karşısında,
derhal Allah’a (CC) ve Peygamberine (AS) karşı nankör ve asi bir tavra
girmişlerdir.
Allah’ın (CC) ve elçisinin daha önce, kendilerini
en zorlu düşmanları olan Firavun’un zulmünden kurtardığını, sayısız nimetler
verdiğini, onları sürekli imana ve ebedi kurtuluşa davet ettiğini bir anda
unutuvermişlerdir.
www.GAVSULAZAM.de
|