Allah (CC) insanları bu konuda şöyle
uyarmıştır: “Artık
sen onları, belli bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak. Onlar
sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklarla Biz onların
hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz)? Hayır, onlar şuurunda değiller.”
Ama elbette bu insanların hepsinin durumu
bir değildir. Kimisinin de azabı dünyada başlar. Hastalıklar, kazalar,
sakatlanmalar, büyük maddi kayıplar, sevdiklerini kaybetme gibi sürekli bir
kayıp içindedirler. Başlarına gelenlerin Allah’tan (CC) bir deneme olduğunu
düşünmedikleri ve tevekküllü olmadıkları için, karşılaştıkları her sıkıntı
onlar için azap olur. Allah (CC) hiçbir yönden işlerini rast getirmez. Daima
bir bereketsizlik ve terslik olur. Küçük büyük ne ile ilgilenseler, hangi işe
yönelseler hep maddi veya manevi zararla sonuçlanır. Nitekim Allah (CC) Kuran'da
onların bu durumlarını geçim sıkıntılı bir hayat olarak nitelendirmiştir: “Kim
de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve
Biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.”
Allah’tan (CC) korkmayan bir insanın,
sahip olduğu karanlık ruh hali yüzüne yansır. Yüzündeki nursuz ifade, konuşmasındaki
bozuklukla birleşince son derece tedirgin edici bir görünüme bürünür. Kuşkusuz
bu, manevi bir pisliğin ve çirkinliğin fiziksel görünüme yansımasıdır. Allah (CC)
ayette bunu “zillet” olarak
tanımlamıştır: “Kötülükler
kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları
bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah’tan (CC) (kurtaracak) hiçbir koruyucu
yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir.
İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.”
Bu insanların uğradıkları gizli
kayıplardan biri de akıllarının ve kavrama kabiliyetlerinin ellerinden
alınmasıdır. En basit gerçekleri bile kavrayamazlar. Örneğin içinde
bulundukları mutsuzluğun, huzursuzluğun, korku ve sıkıntı dolu ruh halinin
sebebini göremezler.
Kuşkusuz Allah’tan (CC) korkmayan bir
insanın başına gelebilecek azap türleri burada sayılamayacak kadar çeşitlidir. İnsanı
Allah (CC) yaratmıştır ve ona en acı verecek şeyleri de yine O (CC) bilir. İnsanın
hiç tahmin edemeyeceği yönlerden sıkıntılar yaratarak onu cezalandırabilir.
Allah’ın (CC) gazabı bir ayette şöyle
haber verilmiştir: “…Allah’ın
(CC) gazablanması, elbette sizin kendi nefislerinize gazablanmanızdan daha
büyüktür. Çünkü siz, imana çağrıldığınız zaman inkar ediyordunuz.”
Hiç kuşkusuz şuuru açık hiçbir insan,
sonsuz güç ve kuvvet sahibi Allah’ın (CC) gazabını üzerine çekecek bir ahlakı
benimsemez. Kaldı ki insan o kadar zayıf yaratılmış bir varlıktır ki çoğu zaman
çok küçük ve sıradan sıkıntılara bile katlanamaz. Örneğin bağırtacak,
yalvartacak derecede bir acı insan için dayanılmazdır. Ama buna gelene kadar,
sırf bu çığlığı uzaktan duymak bile aslında insana tarifsiz bir sıkıntı
yaşatır. Çünkü insanın hem ruhu hem de fiziği acıya, korkuya, gerilime son
derece tahammülsüz bir şekilde yaratılmıştır. Biraz dar ve sıkışık bir mekanda
bulunmaya, tiksinti verici bir kokuya, biraz mide bulantısı ya da diş ağrısına
bile tahammülü yoktur. Üstelik bunlar bir azap çeşidi değil, dünyada
karşılaşılabilen son derece sıradan eksikliklerdir.
Bu açık gerçeklere rağmen insanların çoğu
gaflet ve şuursuzluklarından dolayı Allah (CC) korkusundan uzak bir yaşam
sürerler. Oysa bu insanların ruhlarına ve bedenlerine dünyada tattırılan acılar
cehennemde karşılaşacakları azapların çok küçük birer yansımasıdırlar ve sadece
ibret ve uyarı mahiyetindedirler.
Ama bir ömrü, Allah’ın (CC) sonsuz gücünü,
kudretini göz ardı ederek geçiren bu insanlar, kendilerine ölüm gelince Allah’ın
(CC) azametini tüm şiddetiyle hissedecek ve dünyadaki hiçbir korku ile
kıyaslanamayacak, tarifi mümkün olmayan bir korkuya kapılacaklardır.
Kişisel azapların yanı sıra Kuran, Allah’ın
(CC) kendi katından gönderdiği azaplarla helak olmuş insan topluluklarının
örnekleri ile de doludur. Bu insanlar Allah’ın (CC) sınırlarını tanımayarak
başkaldırdıkları için onlar hiç şuurunda değillerken ansızın büyük felaketlerle
yok edilmişlerdir. Allah (CC) kimine evlerini yerinden söken kasırgalar
göndermiş, kimine içinde oturdukları şehirleri yerle bir eden sağanaklar isabet
ettirmiştir. Depremlerle nice insan topluluklarını, mülkleriyle beraber yerin
dibine geçirmiştir. Kimini suda boğmuş, kimini de püsküren lavların altında
bırakarak taş haline getirmiştir.
- AHİRETTE GÖRDÜKLERİ KARŞILIK:
İnsanların dünyada geçirebilecekleri
ortalama 60 sene gibi çok az bir zamanları vardır. Okul yılları, iş hayatına
atılma, para kazanıp iyi bir ev, araba sahibi olma, uygun bir insanla evlenme,
çoluk çocuk sahibi olma derken göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir elli
senenin ardından kırışıklıklarla dolu bir derinin altında, fiziksel işlevlerini
büyük ölçüde yitirmeye başlamış bir insan kalır. Aşağı yukarı bir beş on
senelerinin kaldığını gören insanlar artık kendilerini ölüme daha yakın
hissetmeye başlarlar. Fakat işin ilginç yanı buna rağmen şuursuz ve anlayışsız
olmaya devam eder, kalan bu birkaç yıllarını da ölümü fazla düşünmemeye
çalışarak geçirmeye gayret ederler. Allah (CC) bu durumlarına karşılık
insanları bir ayette şöyle uyarır: “Bize
gelecekleri gün, neler işitecekler, neler görecekler. Ama bugün o zalimler
apaçık bir sapıklık içindedirler. İş hükme bağlanıp biteceği, hasret gününe
karşı onları uyar; onlar bir gaflet içindedirler ve onlar inanmıyorlar.”
Ancak sorumsuzca geçirilen bu yaşamın
ardından kolayca canlarını teslim edeceklerini ve huzur içinde öleceklerini
zanneden bu insanların ölümleri, hiç de onların bekledikleri sakinlikte
gerçekleşmez. Hissetmeden, kolaylıkla hayatı terk edip ebedi uykularına
yatacaklarını zannederlerken, hiç
beklemedikleri bir anda kendilerine vekil kılınan ölüm meleklerini
karşılarında bulurlar. Ölüm melekleri ise insanların yalvarmasına göre değil,
Allah’ın (CC) emrine göre hareket ederler. Birdenbire sırtlarında şiddetli bir
darbe duydukları ve tarifsiz bir acı hissederek meleklerin canlarını almaya
geldiklerini gördükleri zaman herşeyi anlarlar: “Melekleri,
onların yüzlerine ve arkalarına vurarak, ‘yakıcı azabı tadın’ diye o inkâr
edenlerin canlarını alırken görmelisin.”
İnkarcıların işlediği suç çok büyük bir
suçtur ve cezası bütün zamanlar boyu sürecektir. Bu kişilerin kaçmaları,
ölmeleri kısacası hiçbir şekilde kurtulmaları mümkün değildir. Çünkü herşeyi
yoktan vareden ve herşeyin gerçek sahibi olan, sonsuz bir güç ve ilim sahibi,
Alemlerin Rabbi olan Allah’a (CC) isyan etmişlerdir.
Bu insanlar, dünyadayken Allah’tan (CC) korkmazlar
ama Allah (C) buna karşılık ahirette onlara benzerini hiç yaşamadıkları,
tatmadıkları kadar büyük korkular yaşatır. Onlara özel olarak hazırlanmış
korkunç bir azap ortamı sunar. Sonsuza dek korku, dehşet ve gerilim içinde
kahreder: “(O
gün) Zalimleri kazandıkları dolayısıyla korkuyla titrerlerken görürsün; o
(yaptıkları) da üstlerine çöküvermiştir…”
Korku ve dehşet hissi, hızla tükenen bir
ömrü Allah’tan (CC) korkup sakınmadan pervasızca geçiren bu insanların artık
sonsuza kadar peşlerini bırakmayacaktır. Çünkü Allah (CC) o zamana dek “…onları yalnızca gözlerin dehşetle
belireceği bir güne ertelemektedir.”[8]
Kıyamet ve hesap günü yaşadıkları bu korku, şaşkınlıkla da karışık bir korkudur
ve Kuran’da şöyle tarif edilir: “Sur’a
üfürüleceği gün, Allah’ın (CC) dilediği kimseler dışında, göklerde ve yerde
olan herkes artık korkuya kapılmıştır ve her biri ‘boyun bükmüş’ olarak O’na
(CC) gelmişlerdir.”
Kıyamet günü insanlar panik halinde
çırpınırlarken gebe kadınlar da korkudan çocuklarını düşürürler. Uğrayacakları
azabın korkusunun şiddeti insanların akıllarını başlarından alır. Ayetlerde
insanların o günkü durumu haber verilir: “Ey
insanlar, Rabbinizden (CC) korkup sakının, çünkü kıyamet saatinin sarsıntısı
büyük bir şeydir. Onu gördüğünüz gün, her emzikli kendi emzirdiğini unutup
geçecek ve her gebe kendi yükünü düşürecektir. İnsanları da sarhoş olmuş
görürsün, oysa onlar sarhoş değillerdir. Ancak Allah’ın (CC) azabı pek
şiddetlidir.”
Ama korku, panik ve dehşete kapılmaları
kendilerine bir fayda sağlamaz. Kendilerine yardım edilmez. Üstelik bu daha
başlangıçtır. Hayal gücünün bile alamayacağı ızdıraplar çekecek, korkular
yaşayacaklardır. Sonsuz güç ve adalet sahibi Allah (CC), Müntakîm (intikam alan) sıfatının bir tecellisi olarak intikam
alacaktır. Ağlamanın, yalvarmanın, feryat etmenin, çırpınmanın, pişman olmanın,
af dilemenin hiçbir şeyin faydası yoktur.
Kimse inkarcılara yardım edemez. Ne
yaparlarsa yapsınlar faydası yoktur; günahlarını itiraf etmeleri, sabretmeleri
ya da sabretmemeleri de bir şeyi değiştirmez.
Allah (CC) bu ümitsiz çırpınışlara ayette
dikkat çekmiştir: “Girin
ona; artık ister sabredin, ister sabretmeyin. Sizin için birdir. Siz ancak,
yaptıklarınızla cezalandırılıyorsunuz.”
Bu duruma gelen kişiler öyle bir açmaza
girmişlerdir ki sonsuza kadar bir çıkış yolu bulamayacaklardır. Oysa dünyada hayatları
boyunca kendilerine sayısız hatırlatmalar, uyarıp korkutan haberler gelmiştir.
Yine önlerine sayısız imkan ve nimetler sunulmuş, onlardan sadece vicdanlarını
kullanmaları ve Allah’tan (CC) korkup sakınarak hareket etmeleri istenmiştir.
Ama cehennemde Allah’a (CC) yakaracak bu kişiler dünyadayken kibirlerinden
dolayı Allah’a (CC) yalvarıp yakarmazlar. Korkusuzca büyüklenir, ölümü ve
ahireti hiç hesaba katmazlar.
Dünyadayken Allah’a (CC) karşı
büyüklenmekten korkup çekinmeyenler, kıyamet günü yüzüstü sürüklenerek azap
yerlerine götürülürler. Artık sonsuza dek hem fiziksel hem manevi olarak
akıllarının alamayacağı kadar şiddetli acılar yaşayacaklardır.
İnkarcılar zaten daha dirilişle birlikte
hemen kibirleri kırılmış, perişan duruma düşmüşlerdir. Ama bu sadece
başlangıçtır. Bölükler halinde cehenneme girdiklerinde Cehennemin kapıları
üstlerine kapatılır ve olabilecek en dehşet verici görüntülerle karşılaşırlar.
Ve sonra da ateşe atılırlar. Kuşkusuz dünyadaki hiçbir acı, Cehennem azabının
şiddeti ile kıyaslanamaz. Çünkü Allah’ın (CC) verdiği dayanılmaz azabın bir
benzeri yoktur. Bir ayette şöyle buyrulur:
“Artık o gün hiç kimse (Allah’ın CC.)
vereceği azab gibi azablandıramaz. O’nun (CC) vuracağı bağı hiç kimse vuramaz.”[12]
Fiziksel acıların yanı sıra manevi azaplar
da bir yandan bu insanları kahreder. Cehennemden sonsuza kadar asla
çıkamayacaklarını anlamanın verdiği ümitsizlik hissi bütün ruhlarını kaplar. Bu
arada sürekli horlanır, aşağılanır, rezil olur, küçük düşerler. Ama
çaresizdirler. Korku, dehşet ve ümitsizlik dolu bir sonsuzluk kendilerini
beklemektedir.
Şu anda Cehennemin kenarında olsanız ve
oradaki zebanilerin cehennem ehline yaptıkları dayanılmaz işkenceleri gözünüzle
görseniz, cayır cayır yanan ateşin uğultusunu, Cehennem ehlinin çığlıklarını,
kemiklerini çatırdatan inlemelerini, kahırla nefes alıp vermelerini, bir kez
daha dünyaya geri dönmek isteyen pişmanlık dolu yalvarışlarını duysanız ve
sonra tekrar dünyadaki yaşamınıza geri döndürülseniz acaba hayatınızda neler
değişirdi?
Hiç kuşku yok ki içinizi tarifsiz bir
korku kaplar, bambaşka bir insan olurdunuz. Hayatınızı bütünüyle farklı
düzenlerdiniz. Etrafınızdaki insanların bu gerçeği göz ardı ettikleri için
büyük bir gaflet içinde olduğunu düşünür, olanca gücünüzle ahiret için
çabalardınız. Allah’a (CC) karşı günah olabilecek herşeyden şiddetle sakınır,
toplayabildiğiniz kadar ecir toplamaya çalışırdınız. Ahiret hayatınızı riske
sokabilecek en ufak bir söz ya da davranış korkudan içinizi titretir, hemen
Allah’a (CC) yalvara yalvara, ürpertiyle dua eder, bağışlanma dilerdiniz.
Gördükleriniz, duyduklarınız bir an olsun aklınızdan çıkmazdı, kendi sonunuz
için aynı ihtimali düşünmekten Allah’a (CC) sığınırdınız. Allah’ın (CC) sevgisini
kazanmak, O’nun (CC) azabından kurtulmak için malınızı, canınızı, tüm
enerjinizi kullanırdınız. Üstelik bunların hepsinde ölene dek sabırlı ve
kararlı olur, karşınıza bir zorluk çıksa bile bu size zorluk gibi görünmezdi.
Kimse sizi yolunuzdan çeviremez, Allah’ın (CC) rızasından taviz verdiremezdi.
Her şart ve koşulda, her durumda ahiretiniz için yapabileceğinizin en fazlasını
yapardınız. İnsanların, toplumların ne yaptıkları, nasıl bir hayat tarzını
benimsedikleri, hangi ideolojilerin peşinden koştukları sizi hiç mi hiç
ilgilendirmezdi. Her halinizle ve her tavrınızla sadece Allah’ın (CC) hoşnutluğunu
kazanmaya çalışırdınız. Allah’ın (CC) emir ve yasakları konusunda son derece
titiz olduğunuz gibi insanlara da bunu anlatır, her gördüğünüz kimseyi bu
gerçekle uyarırdınız. En büyük hedefiniz,hayatınızın tek amacı Yüce Allah’ın
(CC) dostluğunu kazanmak olurdu ve kendinizi tamamen O’na (CC) teslim ederdiniz. “…taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan
ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır, ondan sular çıkar, öyleleri
vardır ki Allah (CC) korkusuyla yuvarlanır…”[13]
ayetindeki benzetmeyle vurgulanan korkunun şiddeti sizin de üzerinizde tecelli
ederdi.
Peki şu an Cehennemi görmemiş olmanız mı
sizi gereği gibi korkup sakınmaktan ve buna göre yaşamaktan alıkoyan? Oysa
Allah (CC) cehennemin varlığını pek çok ayetinde haber vermekte, cehennemi
insanlara tüm detaylarıyla tanıtıp, ondan sakındırmaktadır. Kaldı ki vakti
geldiğinde Cehennemi görmeyen insan kalmayacaktır. Allah (CC) bunu kesin olarak
haber vermiştir. Ancak ondan yalnızca Allah’tan (CC) korkup sakınanlar
kurtarılacak gerisi diz üstü çökmüş bir biçimde bırakılacaktır:“Sizden
ona girmeyecek hiç kimse yoktur. Bu, Rabbinin (CC) kesin olarak üzerine aldığı
bir karardır. Sonra, takva sahiplerini kurtarırız ve zulmedenleri diz üstü
çökmüş olarak bırakıveririz.”
Ama unutmayın ki orada diz üstü çökmüş
olarak kaldıktan sonra cehennemi görmenin insana bir faydası olmaz. Çünkü orası
artık geri dönüşü olmayan bir yerdir…
“Sen
yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, her
şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.”
www.GAVSULAZAM.de
|