- ALLAH’I
(CC) GEREĞİ GİBİ TAKTİR EDEMEMELERİ:
Toplumun genelinde kulaktan dolma bir din anlayışı
yaygındır. Bu yüzden çoğu insan Allah’ı (CC), dinin gerçek kaynağında, yani
Kuran’da bildirilen sıfatlarıyla, özellikleriyle tanımaz. Dolayısıyla O’nu (CC)
gereği gibi de takdir edemez. Oysa Allah (CC) bize kendisini, Kuran’da en doğru
ve açık bir biçimde tanıtmıştır.
Çoğu insanın Allah (CC) hakkında bildikleri ailelerinden,
akrabalarından ya da sağdan soldan duyduklarından ibarettir. Bunun bir sonucu
olarak da herkesin Allah (CC) hakkındaki düşüncesi farklı farklıdır. İşin ilginç
yanı insanların büyük bir kısmı, o güne kadar çevrelerinden duyduklarının ve
öğrendiklerinin yanlış veya eksik olabileceğine ihtimal vermez. Verse de
doğrusunu araştırmayı ve öğrenmeyi önemli görmez. Bu ise onları Cehennemle
sonlanabilecek büyük bir yanılgıya sürükleyebilir. Çünkü Allah’ı (CC) tanımamak,
beraberinde O’nun (CC) pek çok sıfatının sonucundan da habersiz olmayı getirir.
Bu tür insanlar Allah’ı (CC) genelde affeden, yardım eden,
rızık veren, lutfeden, nimet veren, koruyan, merhametli olan gibi sıfatlarıyla
düşünüp kendilerini rahatlatırlar. Oysa Allah’ın (CC) intikam alan, azap veren,
cezası şiddetli olan, kahredici olan sıfatlarının kapsamını bilmezler; Allah’ı (CC)
bu sıfatlarıyla düşünemezler. Bu sıfatların kendi hareket, davranış ve konuşmalarına
bakacak olan yönlerini akıllarına getirmezler. Allah’ın (CC) bazı sıfatlarını
ismen bilseler bile, tam olarak ne anlama geldiklerinden, bu sıfatların kendi
sonsuz hayatlarına nasıl yansıyıp, etki edeceklerinden habersizdirler. Ya da
Allah’ın (CC) birçok sıfatını tek yönlü düşünüp, bu sıfatların kendilerini de
kapsayacağını düşünmezler. Örneğin kendilerine bir haksızlık yapıldığında Allah’ın
(CC) sonsuz adaletiyle ahirette bu haksızlığın cezasını vereceğini düşünürler.
Fakat Allah’ın (CC) ayetlerine gereği gibi inanıp yerine getirmezlerse
kendilerinin de Allah’ın (CC) azabı ile karşılık göreceklerini düşünmezler.
İnsan Allah’a (CC) kul olsun diye yaratılmıştır ama bu
yaratılış amacını reddederse, mutlaka karşılığını görür. İşte böyle büyük bir
suça da büyük bir ceza gerekir ki, cehennem de bu adaleti yerine getirmek için
vardır. Yaratılmış en kötü mekan olan Cehennem, insanın hayal gücünün
alabileceğinden çok öte bir azap kaynağıdır. Bu azap Allah’ın (CC) şanına
yakışır bir şekilde yaratılmıştır ve dünyada mümkün olan en büyük acılardan kat
kat şiddetli acılar içerir.
İşte bahsettiğimiz türden insanlar, vicdanlarına
uymamalarından kaynaklanan gaflet ve şuursuzlukları nedeniyle Allah’tan (CC) korkup sakınmazlar. O’nun (CC) gücünü ve
kudretini, heybet ve azametini gereği
gibi algılayamaz, O’nun (CC) makamından
ve büyüklüğünden, O’nun (CC) gazabına maruz kalmaktan içleri titreyerek
korkmazlar. Dolayısıyla Allah’ın (C) rızasını kazanmaya ve O’nun (CC) emirlerini
ellerinden gelenin en fazlasıyla yerine getirmeye çalışmazlar. O’nun (CC) yasaklarına
uymaz, sınırsızca bir yaşam sürerler. O’nun (CC) verdiği nimetler karşısında
gereken saygı ve şükrü yerine getirmez, Allah’a karşı sürekli bir nankörlük
içinde bulunurlar. Sonuçta ise bu dünyada korkusuzca geçirdikleri yaşamlarının
bedelini, korku ve azap içinde geçirecekleri sonsuz hayatlarıyla öderler. Çünkü
tüm bunlar Allah’a(CC) karşı işlenmiş
suçlardır ve buna uygun da karşılıkları vardır.
- İNKARCILARIN
YANLIŞ AHİRET İNANCI:
Cahiliye toplumundaki pek çok insan, Allah’ı (CC) gereği
gibi tanıyıp takdir edemediği gibi, Cennet ve Cehennem hakkında da pek çok
eksik bilgiye ve batıl inanışa sahiptir. Bu kişiler dünya hayatından
istedikleri kadar yararlanıp, Allah’a (CC) isyan edip, bunun karşılığında da
Cehennemde kısa bir süre kalacaklarını, daha sonra affedileceklerini
zannederler. Ama kendilerini bekleyen son, tahmin ettiklerinden çok daha
acıdır. Çünkü Cehennem kendilerine yapılan uyarıları dinlemeyen azgın
inkarcılar için sonsuza dek sürecek bir azap mekanıdır. Allah (CC) Cehennemin
inkarcılar için yaratıldığını ve inkarda direnen kişiler için geriye hiç-bir
dönüş olmadığını vurgulamaktadır:
“Gerçekten
cehennem, bir gözetleme yeridir. Taşkınlık edip-azanlar için son bir varış
yeridir. Bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır.”
Kaldı ki cehennem, insanın hayal gücünün alamayacağı kadar
büyük acıları yaşatan bir yerdir. Şuurlu hiçbir insanın Cehennem azabı gibi bir
azabı göze alabilmesi mümkün değildir. Cehennem, Allah’ın (CC) “Kahhar”
(kahreden) sıfatının en şiddetli tecelli ettiği ve dünyadaki hiçbir azapla
kıyaslanamayacak azaplarla dolu korkunç bir ortamdır. Bir damla kaynar suya,
anlık bir gerilime, biraz açlığa, karanlığa, soğuğa dayanamayan aciz insanın,
ferah ve umursuz bir şekilde böyle bir azabı göze aldığını söylemesi, ancak
şuurunun tam kapalı olduğunun bir göstergesi olabilir. Kendince Allah’ın
azabını hafife alan, rahatlıkla karşılayan bir kimse, işte baştan beri
bahsettiğimiz Allah’ın (CC) kadrini gereği gibi takdir edemeyen kimsedir.
- DÜNYADA
KENDİLERİNE TANINAN SÜREYE ALDANMALARI:
Allah (CC) dünyadaki imtihan ortamının bir gereği olarak
insanlara süre tanır. Yaptıkları hataları düzeltmeleri için onlara uyarılar
gönderir ve çeşitli fırsatlar verir. İşte cahiliye insanlarının Allah’tan (CC) gereği
gibi korkmamalarının altında yatan bir başka sebep de budur. Yani bu insanların
yaptıklarının karşılığını o an görmemeleridir. Çünkü genelde insanlar
karşılığını hemen akabinde alacakları konularda son derece hassastırlar. Şöyle
bir örnek üzerinde düşünelim:
Büyük bir şirkette iyi bir maaşla çalışan bir kişiye önemli
bir sorumluluk verilse ve bu sorumluluğu başarılı şekilde yerine getirmediği
takdirde şirketteki işine son verilecek olsa acaba bu kişi nasıl bir gayret ve
dikkat içinde olur? Sonucunda uğrayabileceği kaybı bildiği halde bu işte
herhangi bir gevşeklik ya da rehavet içinde bulunabilir mi? Elbette ki hayır.
Bu kaybı asla göze almak istemeyecektir. Bunun için elinden gelen herşeyi
yapacak, hatta gerektiğinde kendi rahatından, uykusundan, diğer işlerinden
feragat edecek ama o işi başaracaktır. Çünkü bu kişi kendisini sıkıntıya
sokacak bir sondan korkmaktadır. Peki ama aynı tür insanlar acaba bunların
hepsinden daha gerçek olan Allah’a (CC)
hesap vermeleri konusunda aynı korkuyu yaşarlar mı? Büyük çoğunluğu yaşamaz.
Çünkü bu insanlar ölümü ve ahireti o kadar yakın görmezler, onlara göre içinde
yaşadıkları hayat daha gerçektir.
Oysa bir ayette insanlara belirli bir süre tanındığı şöyle
açıklanır:“Eğer Allah (CC),
kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin)
sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye
kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah (CC)
kendi kullarını görendir.”
Bu insanlar Allah’ın (CC) razı olmayacağı bir şey
yaptıklarında, o anda “başlarına taş yağması” gibi bir azap gelmesini bekler
sonra da “nasıl olsa bir şey olmuyor” mantığı ile taşkınlıklarına devam
ederler. Bu sapkın mantığa her dönemde yaşayan cahiliye toplumu insanlarında
rastlanır ve Allah (CC) onların bu cahilce düşünce yapılarını bize şöyle haber
verir:
“…Ve kendi
kendilerine: ‘Söylediklerimiz dolayısıyla Allah (CC) bize azap etse ya.’
derler. Onlara cehennem yeter; oraya gireceklerdir. Artık o, ne kötü bir gidiş
yeridir.”
İman etmeyen ya da üstün körü bir inancı olan çoğu insan bu
sapkın bakış açısına sahiptir. Oysa, yaptıklarının karşılıksız kalacağını ve
bundan dolayı da kendilerinin son derece uyanık olduklarını düşünen bu
insanlar, aslında bu azaba bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş
sürüklenmektedirler: “Ayetlerimizi
yalanlayanları ise, onları bilmeyecekleri bir yönden derece derece (günahları
yükletip azaba) yaklaştıracağız.”
Allah’ın (CC) ayetlerde bahsettiği, açıkça görülebilen
azaplar olabileceği gibi gizli azaplar da her an insanı kuşatabilir. Öyle ki bu
azap insanı daha dünyadayken de kuşatabilir. Örneğin kişi Allah’ın (CC) razı
olmadığı bir tavrı ya da ahlakı sürdürürken, amansız bir hastalık kendisini
içten içe sarıyor olabilir. Mutlaka fiziksel olması da gerekmez, Allah’ın (CC)
insanın kalbine vereceği bir korku, sıkıntı bile o kişiye bulunduğu ortamı dar
getirmeye yeter. Nitekim Allah (CC) ayetlerinde korkunun bir ceza türü olduğuna
dikkat çekmiştir:“…Böylece Allah (CC)
yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı.”
Hiçbir insan, Allah’ın (CC) hoşnut olmadığı bir hareket
tarzı içindeyken üzerinde kendisine ansızın isabet edebilecek bir bela
dolaşmadığından emin olamaz; Allah’ın (CC) hiçbir azabından güvende olamaz.
Allah (CC) bu gerçeği ayetinde haber vermiştir: “O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın
gelmeyeceğinden güvende miydiler?Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye
dalmışken, onlara zorluazabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? (Veya) Onlar,
Allah’ın (CC) tuzağından güvende mi idiler? Allah’ın (CC) bir tuzak
kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz.”
Aynı uyarı şu ayetlerde de geçer:“Kara tarafında
sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden veya üzerinize taş yığınları yüklü bir
kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil
bulamazsınız. Veya sizi bir kere daha ona (denize) gönderip üzerinize kırıp
geçiren bir fırtına salarak nankörlük etmeniz nedeniyle sizi batırmasına karşı
emin misiniz? Sonra onun öcünü Bize karşı alacak (kimseyi de) bulamazsınız.”
Unutmamak gerekir ki insan acizlik içinde olan, Allah’a (CC)
sonsuz derecede muhtaç bir varlıktır. İmtihan ortamı içinde tüm zorluk ve
sıkıntıları ancak Allah’a (CC) dayanarak ve O’ndan (CC) güç alarak
göğüsleyebilir. Ama aczini kabul etmeyen ve Allah’tan (CC) korkmayanlar, gizli
açık tüm bu azap ve belalarla baş etmek durumundadırlar ki insan yaratılış
olarak buna dayanabilecek güçte değildir. Bu yüzden gerek dünyadaki, gerekse
ahiretteki bela ve azaplardan kurtulmanın tek yolu Allah’tan (CC) elinden geldiği kadar korkmak ve bu bilinçli
tavır üzere bir yaşam sürmektir.
- AZAP
GÖRECEKLERİN YALNIZCA ÇOK AZGIN KİŞİLER OLDUĞUNU DÜŞÜNMELERİ
İnsanların birçoğu ölümlerinden sonra Allah’ın (CC), kendilerini
yaşadıkları hayattan hesaba çekeceğinden ve bu hesabın sonucunda Cennete ya da
cehenneme sevkedileceklerinden haberdar oldukları halde ahiretleri için bir
hazırlık yapmazlar. Nitekim bu insanların, ahiretin varlığına inandıklarını
iddia ettikleri halde, iman etmeyenlerden pek de farklı bir yaşantıya sahip
olmadıkları ve bundan da hiçbir tedirginlik duymadıkları görülür. İki tarafın
da yaşam tarzları, tavır ve davranışları, hırsları, tepkileri neredeyse
birbirinin aynıdır. Aradaki tek fark birinin müslüman olduğunu iddia etmesi,
diğerinin ise böyle bir iddiasının olmamasıdır.
Hem Kuran’a inandığını iddia eden hem de iman ettiği
kitabın hükümlerine uymayan bu insanların rahatlıklarının sebebi, kalplerinin
temiz olduğu, zaten hiçbir kötülükte bulunmadıkları iddiasında olmalarıdır.
Dolayısıyla bunun temelinde yatan inanç da, kendilerinin Cehenneme
gidebileceklerine asla ihtimal vermemeleri, başka bir deyişle Cennete
gideceklerini kesin olarak görmeleridir.
Bu inancın bir özelliği de Cehenneme gidecek olan insan
modelini kendi mantıklarına göre belirlemiş olmaları ve diğer insanları da
Cennet ehli ilan etmeleridir.
Onlara göre Cehennemlik olan insanlar, çoğunlukla
televizyonda seyrettikleri ve gazetelerde okudukları katiller, hırsızlar,
teröristler ve insanlara zarar verme peşinde koşan dengesiz kişilerdir. Bunun
dışında kalanlar ise hemen her günahlarının affedileceğini sandıkları, halkın
arasında çoğunluğu oluşturan sıradan insanlardır. Kendi aralarında
belirledikleri bu ölçüler, adam öldürmediklerine, hırsızlık yapmadıklarına ve
terörist de olmadıklarına göre, kendilerinin Cennet halkından oldukları zannını
doğurur. İşte kendilerini müslüman kabul ettikleri halde; her türlü günahı
işleyebilmelerinin, ibadet etmemelerinin, Kuran’ı yaşamamalarının ve Allah’ın (CC)
sınırlarından uzak bir hayat sürebilmelerinin ve bundan da hiçbir korku ve
tedirginlik duymamalarının altında yatan sebep budur. Yani bunların hiçbirinin
Cehenneme gitmek için bir sebep teşkil etmediği zannına kapılmaları… Oysa ki bu
kendilerini ateş çukuruna sürükleyen korkunç bir yanılgıdır.
İçlerinde Allah (CC) korkusu taşımayan cahiliye
insanlarının müslümanlık adına türettikleri kurallar, Kuran’ın hükümlerinden
çok farklıdır. Örneğin, Kur’an’a göre çok önemli olan ve Allah’ın (CC) uyulmasını
kesin emrettiği bir konu, kendi yüzeysel mantıklarına göre o kadar da fazla
önemi olmayan, üzerinde durulmayacak bir konu olarak değerlendirilir. Böylece,
kendi uydurdukları dinin ölçüleri kendilerine, Allah (CC) korkusundan tamamen
uzak bir hayat modeli sunar. Allah (CC) bir ayetinde bu insanların bozuk
mantığına şöyle dikkat çekmiştir: “De ki: ‘Göklerden
ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir?
Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren
kimdir? Onlar: ‘Allah (CC)’ diyeceklerdir. Öyleyse de ki: ‘Peki siz yine de
korkup-sakınmayacak mısınız?’.”
Bütün ömrü boyunca kendi bildiği dini uygulayan ve böylece
gerçek dinin hiçbir hükmünü yerine getirmeyen üstelik de bu şekilde cennete
gireceklerini iddia eden bu tür kişiler büyük bir aldanış içinde yaşantılarını
korkup sakınmaksızın geçirirler. Fakat her ne kadar kendilerini kandırsalar da
vicdanları her fırsatta kendilerine gerçeği hatırlatır. Kuran’ın gerçekleriyle
karşılaşıp koskoca bir ömrü günahlarla ve yanlışlarla geçirdiklerini öğrenmek
istemedikleri için kendilerine gerçek dini anlatan kişileri de kesinlikle
dinlemek istemezler. Bu konu üzerinde düşünmemek için bilinçli olarak başka
konularla dikkatlerini dağıtırlar. Başka bir deyişle, korkmalarına sebep olacak
bir konu geçtiğinde ya da akıllarına bir düşünce geldiğinde bunu hemen örtbas
ederek eski rahatlıklarına, gafletlerine geri dönmek isterler. Allah’ı (CC), O’nun
(CC) tehdidini, O’nun (CC) azabını akıllarına getirmekten, diğer bir deyişle
Allah (CC) korkusundan sürekli bir kaçış içindedirler. Halbuki bu çok büyük bir
akılsızlıktır. Çünkü bu kaçış onları kendilerini bekleyen korkunç sondan
kurtaramayacaktır.
- “ALLAH
(CC) NASIL OLSA AFFEDER” ŞEKLİNDEKI DÜŞÜNCELERİ:
“Onların ardından
yerlerine kitaba mirasçı olan birtakım ‘kötü kimseler’ geçti. (Bunlar) Şu
değersiz olan (dünya)nın geçici-yararını alıyor ve: ‘Yakında bağışlanacağız’
diyorlar…”
Ayette de dikkat çekildiği gibi insanların bir kısmı Allah’ın
(CC) isteklerine uygun bir hayat sürmemelerine rağmen yine de Allah’ın (CC) kendilerini
affedeceği düşüncesindedirler. Kuşkusuz bunun en temel sebebi Allah’ın (CC) sıfatlarını,
adaletini takdir edememeleri ve olayları Kuran mantığından uzak bir şekilde
değerlendirmeleridir. Elbette ki Allah (CC) affedecidir ve tüm kullarına daima
tevbe kapısı açıktır. Fakat bunun şartının ne olduğunu Allah (CC) Kuran’da
şöyle bildirmiştir: “Allah’ın (CC) (kabulünü)
üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra
hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah böylelerinin tevbelerini kabul
eder. Allah (CC) bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. Tevbe, ne
kötülükleri yapıpedip de onlardan birine ölüm çatınca: ‘Ben şimdi gerçekten
tevbe ettim’ diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için
acı bir azab hazırlamışızdır.”
Ancak Allah (CC) korkusundan uzak olan insanlar gizli-açık
sürekli uyarılmalarına, hakkı bilmelerine rağmen “nasıl olsa Allah (CC) affeder” gibi çarpık bir mantıkla günahları
üzerinde ısrarlı davranırlar. Oysa bu, şeytanın insanları aldatmaya çalıştığı
konulardan biridir. Şeytan böyle bir kandırmaca ile insanları her türlü günaha
ve sahtekarlığa peşi sıra sürükler.
Dahası Allah (CC) bir başka ayette, “Şüphesiz Rablerinin (CC) azabından emin olunamaz.”
ifadesiyle insanlardan hiç kimsenin böyle bir garantisinin olmadığını açıkça
belirtmiştir.
- KENDİLERİNİ
CENNETE LAYIK GÖRMELERİ:
Kuşkusuz, Kuran’dan uzak çarpık bir din anlayışının
doğurduğu ahiret inancı da çarpık olacaktır. Nitekim cahiliye insanlarının
büyük bir bölümünün ortak özelliği kendilerini Cennet ehli olarak görmeleridir.
Birçoğunun öldükten sonra, yaptıklarından sorguya çekileceğine pek kanaati
yoktur. Kendilerince şayet böyle bir ihtimal olsa bile, yine de iyi bir sonuçla
karşılaşacaklarını düşünür ve böylece kendilerini kandırıp rahatlatırlar. Allah
(CC) bu garip kendinden eminliğe Kuran’da bir bağ sahibinden örnek vererek
dikkat çekmiştir. Ayetlerde bildirildiğine göre, Allah’tan (CC) korkmayan bağ
sahibi malca zengin olmasından kaynaklanan, kendinden son derece emin bir
şımarıklık içindedir. Bahçesinin verimli olması ve görünümünün güzelliği onun
kendine olan güveninin temel dayanağıdır.
Bağlarının güzelliğini ve bereketini gördüğünde güçlü olmak
için Allah’a (CC) ihtiyacı olmadığı zannına kapılmış ve kendinden son derece
emin ve küstah bir üslup kullanarak şöyle demiştir:
“Kendi nefsinin
zalimi olarak (böylece) bağına girdi (ve): ‘Bunun sonsuza kadar kuruyup yok
olacağını sanmıyorum’ dedi. ‘Kıyamet saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna
rağmen Rabbime (CC) döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir
sonuç bulacağım’.”
İşte bu bağ sahibi, aslında, ahireti ve hesap gününü
akıllarından çıkararak her türlü taşkınlığı ve sınır tanımazlığı işleyen, daha
sonra da sonsuza kadar yok olma ya da “bir
ihtimal” cehenneme gidip yanma düşüncesinin dehşeti karşısında, nasılsa
Cennete gideceği avuntusuyla kendisini kandıran günümüz insanına da bir
örnektir. İşine gelmediği anda kıyamet saatini inkar eden, işine gelince de
Cennetlik olduğunu düşünen bu şuursuz çifte standart zihniyete sahip olanların
elbette ki içlerinde en küçük bir Allah (CC) korkusuna bile yer yoktur.
- ALLAH’I
(CC) SEVDİĞİNİ SÖYLEMEYİ YETERLİ SANMALARI:
İnsanların Allah’tan(CC) sakınmamalarının ve gereği gibi korkmamalarının
altında yatan bir başka sebep de, Allah’ı (CC) sevdiklerini söylemeleri fakat
bu konuda samimi davranmamalarıdır. Çünkü gerçek sevgi beraberinde saygıyı ve
Allah’ın(CC) beğenmediği şeylerden
sakınmayı da getirir. Fakat ilginç olan, bu insanların yaşamlarına ve hareket
tarzlarına bakıldığında buna dair hiçbir alamet görülmemesidir. Çünkü samimi
olarak Allah’ı (CC) seven bir insan herşeyden önce O’nun (CC) sınırlarına son
derece titizlik gösterecek, O’nun (CC) sevip beğendiği şeyleri sevecek, beğenmediği,
kınadığı, sakındırdığı şeylerden şiddetle sakınacaktır. Bu sevgisini, ölene dek
yaşamının tüm detaylarında O’nun (CC) rızasını arayarak, O’na (CC) olan derin
saygısı, güveni, boyun eğiciliği ve sadakatiyle gösterecektir. Yoksa bunun
dışında sadece sözlü olarak sevgi iddiasında bulunmak fakat buna rağmen Allah’ın
(CC) sınırlarını aşarak pervasızca bir yaşam sürmek, kuşkusuz samimiyetten son
derece uzak bir tavır olacaktır. Ve elbette ki bu samimiyetsizlik karşılıksız
kalmayacak, kişi olabilecek en büyük hüsrana uğrayacaktır.
Şu nokta çok önemlidir: Allah’ın (CC) hükümleri son derece
açıkken ve Cehennemin varlığı kesin bir gerçekken,bir insanın sadece sözlü bir
sevgi ifadesini yeterli görmesi, kendini temize çıkarıp vicdanını
rahatlatmaktan başka bir amaç taşımaz. Bu ise Kuran mantığı ve ruhuyla taban
tabana zıt bir tutumdur.
- CAHİLİYE
KORKUSU İLE KORKMALARI:
Allah (CC) insanın her türlü halini, kusurlarını, aklından
geçenleri, dualarını bilmektedir. O halde yapılması gereken şey Allah’a (CC)
samimiyetle yönelip O’nu (CC) dost edinmektir. Allah’a (CC) karşı duyulması
gereken içli korku, insanı teslimiyetli ve güzel ahlaklı hale getirerek onu
Allah’ın (CC) sevgisini kazanmaya, Allah’a (CC) yakınlaştırmaya yarayan bir
teşviktir.
Cahiliye insanlarının korkuları ise daha farklıdır. Onların
duydukları korkular geçicidir. Bir sıkıntıyla karşılaştıkları zaman Allah’ın (CC)
azabını hatırlar, onunla karşılaşmaktan korkarlar. Ama Allah (CC) bir deneme
olarak onları kurtardığında tekrar eski inkarlarına geri dönerler. Kuran’da bu
konuyla ilgili şöyle bir örnek verilmiştir: “Karada ve denizde
sizi gezdiren O’dur (CC). Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel
bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca
bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık
bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O’na (CC) ‘gönülden
katıksız bağlılar (muhlisler)’ olarak Allah’a (CC) dua etmeye başlarlar: ‘Andolsun
eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız.’ Ama
(Allah CC.) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa
koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu)
dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı
size haber vereceğiz.”
Görüldüğü gibi cahiliye insanlarının korkuları onlara bir
fayda sağlamaz. İman edenlerin aksine, karşılaştıkları olaylardan öğüt alıp
düşünmezler. Nitekim Allah (CC) ancak “içi
titreyerek korkan”ların öğüt alabileceklerini Kuran’da şöyle bildirmiştir: “Allah’tan (CC) ‘İçi
titreyerek korkan’ öğüt alır-düşünür. ‘Mutsuz-bedbaht’ olan O’ndan (CC) kaçınır.”
İşte cahiliye insanları yukarıdaki ayetlerde bildirilen
ikinci gruptandır. Yani Allah’a (CC) karşı derin ve içli bir korku duymadıkları
için karşılaştıkları olaylar onları doğruya ulaştırmaz. Allah (CC) Kuran’da bu
insanların tutumunu daha pek çok ayetiyle haber vermiştir. Bu ayetlerden
bazıları şöyledir: “De ki: ‘Eğer
biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?’ ‘Allah’ındır
(CC)!’ diyecekler. De ki: ‘Yine de öğüt alıpdüşünmeyecek misiniz?’ De ki: ‘Yedi
göğün Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?’ ‘Allah’ındır (CC)!’ diyecekler. De
ki: ‘Yine de sakınmayacak mısınız?’ De ki: ‘Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Her
şeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O (CC), koruyup
kolluyorken kendisi korunmuyor.’ ‘Allah’ındır (CC)!’ diyecekler. De ki: ‘Öyleyse
nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?’ Hayır, biz onlara hakkı getirdik,
ancak onlar gerçekten yalancıdırlar.”
www.GAVSULAZAM.de
|