İnsanları iki şahıs olarak
görürüz. Biri iyilik içindedir.. Nimet içindeki adam sıkıntıdan
ve kederden kurtulamaz. Sebebi, nimetin bolluğu ve bunların icabı maddi
sıkıntıdır. Mal, mülk, her zaman iyilik getirmez, her parçasının ayrı derdi
vardır. Evladı olur hastalanır, kaza olur, mal mülk telef olur. Bunlar tabii
afetler olduğu halde o insan normal karşılamaz, haliyle elindeki nimetin tadını
bulamaz.
Eğer zenginlik; nimet,
rahatlık, mal, şöhret, hizmetçi ve uşakla olacaksa bunlar o zatta vardır ve
ayrıca düşmandan emin bir durumdadır. Azıcık sıkıntılarla bu nimetleri unutmak
yerinde olmaz. Haddizatında, o adam için darlık yok demektir. Bunları kendi
mütalâasına göre bela saysa bile, yalnız Allah’ı (CC) bulamayışına ve dünya
halini sezemeyişine bağlamak yerinde olur. Bu zat Allah-ü Teala’yı (CC) “İstediğini yapar, değiştirir, güzellik
verir. Sonra hepsini götürür. Zengin eder, fakir eder, alçaltır, yükseltir,
öldürür, diriltir. Önce verir veya sonraya bırakır.” bir zat olduğunu
bilseydi, elindeki nimetin hiçbirisine aldanmazdı…
Zaman olur, bu genişlik içinde
yüzen adam cehaleti yüzünden bu hale iyice bağlanır. Aslında az olan ve esasa
taallûk etmeyen darlığın giderilmesi için çalışmaya başlar. Bu kere de sıkıntı
birse beşe yükselir. Bunun nedeni yine dünyayı bilmeyişidir. Halbuki dünya;
bela, keder, hasret ve bir sürü teklif ve tekdirle doludur. Bunlar her ne kadar
zahirde bela gibi görünseler de aslında nimet sayılırlar. Burada sabır
meyvesini misal vermek doğru olur. Bu meyve evvela acıdır sonra tatlı olduğu
anlaşılır. Bunun tadına, insan ancak acı çektikten sonra kavuşur. Acısını
tatmayan ve ona tahammül edemeyen tad bulamaz. Belaya sabreden kimseye
iyilikler kendiliğinden gelir. Şunu da diyelim ki; bir işçi ancak ekmeğini alın
terinden sonra alır. Ve ruhen, bedenen bitap düşüp, ayrıca bir sürü gönül
darlığı çekip kuvvetten düştükten sonra ücretini alır. Dahasını söylemek lazım
gelirse, kendi gibi birisine hizmet edip manevi bir çöküntüye uğrar, benliği
söner, bunun mukabili ücretini alır. Fakat yine de bu para tatlı gelir. Sonu
malum. Bu kadar güç işlerden sonra alınan para güzel yemek olur. Hoş katık,
tatlı meyve ve sevilen elbise haline gelir. Tabii olarak sevinç ve rahat
başlar.
Azın azı dahi olsa, dünyanın
evveli, üst makama erinceye kadar acıdır. Şunu misal verelim: İnce ve acı
tabaka ile sarılı bala benzer. Bala ermek için acıyı tatmak asıldır, ancak bu
halden sonra tada erilir ve asıl aranan bulunur.
Her şey sırası ile olduğu gibi
acı ve tatlı karışık da olur. Bunun için acıya sabır, tatlıya da razı olmak
gerekir. Kul sabrını ilâhi emirlere uymakla göstermelidir.
Yasaklardan çekilmek, kaderin
akışına boyun eğmek yerinde olur. Böylece her şey hoş geçer, bilhassa ilâhi
emirlerin gereğini yapar, nefsine ve şahsi arzularına karşı olursa ömrünün ilk
demleri hoş geçtiği gibi, sonu da tamamen iyiye döner. Gençlik temiz olunca
ihtiyarlık da herkes tarafından saygı ile karşılanır. Herkes sever, hürmet
eder. Böyle olanın en büyük arzusu dahi yerine gelir. İradesiz süt çocuğuna
yapılan karşılıksız hizmet gibi, hiç kimse bir şey beklemeden hizmet eder.
Dünyası böyle geçtiği gibi, ahireti daha üstün, daha farklı olur. Çünkü işin acılı
tarafı geçmiş ve her darlığı yenmiştir.
Burada hatırlatmak istediğimiz
bir durum vardır ki; bu: Nimetlere aldanmamak ve daima şükür etmektir. Aksi
halde insan Hakk’ı (CC) gücendirmiş olur. Elindeki nimetleri kaçırır. Peygamber
(SAV) Efendimiz buna işareten:
- “Nimet ehlî değildir. Onu şükürle bağlayınız.”
Buyurdu. Nimetin şükrü, vereni
itiraf etmektir. Nimetin sahibi ise Allah’tır (CC). Bu durumu her halde görmek
lazım.
Her yerde haddi aşmayarak,
İlâhi emirler dahilinde hakkı ödemek gerekir. Zekât, yemin kefareti, adak,
fakir ve düşkünlere yardım gibi şeyleri esirgememekle beraber, gerek borçlu
olanlara ve gerekse zaman zaman, çeşitli hadiseler karşısında çaresiz kalanlara
yardım etmek yerinde olur. Bilhassa bir hatanın sonunda bir iyilik yapmak,
bolluğa, genişliğe kavuşmaya vesile sayılır…
Her nimetin kendine göre şükrü
vardır. Mesela: Vücud sağlığının şükrü, zayıflara yardım ve ayrıca bol ibadet
yapmak olmalıdır. Sonra kötü şeylere bakmamak, kötü yerlere gitmemek, günahtan
sakınmaktır. Sıhhatin ayrıca mal ve mülkün elden gitmemesi için de bir çaredir.
Hakkını gözeterek çaresizlere elindekinden vermelidir. Aksi halde: Ağaç sulu
meyvesini vermez, yaprakları düşer, tadı kaybolur, sanki yokmuş gibi olur.
Hakkı gözetilmediği için de her şey bereketini kaybeder. İlâhi emirlere
uyulduğu takdirde daima iyilik zuhur eder. Her şeyde bolluk olur. Dünya işleri
yoluna girer. Ahirete gelince: Peygamberler (AS), şehidler, sıddıklar ve
salihlerle beraber olunur. Ayet:
- “Bunların arkadaşlığı hoş olur.”
Eğer dünya zinetine aldanır ve
geçici zevklerin peşinde olursan her iyilik kaybolur. Hiçbir şeyin sade olmaz.
Herşey gözünde küçük görünür.
İnsan, hoşlandığı hiçbir şeyi
bulamaz, fakat yine de dünyayı bırakamaz.
Her kim dışı süslü, içi
öldürücü zehirlerle dolu olan işlere kapılırsa, onun için söylenecek şey;
belanın yaklaşmış olduğu ve az zamanda geleceği olur. Dünyada böyle olduğu
gibi, öbür alemde de en güç azaba düçar olur.
Her bela bir suçun cezasıdır
ve her darlık işlenen bir suçun karşılığıdır. Buna; bir deneme, bir tenbih
denilebilir. Günahlara kefaret demek de yerinde olur, günahkar için bu hüküm
verilir.
Büyük insanlara gelince,
onlara bela, yükselme sebebi olsa gerek. Çünkü her belanın sonunda yüksek makam
ve ulu dereceler vardır. Zaman aşımıyla, bela gibi görünen şeyler aslında bir
lütuf olduğu anlaşılır. Her hareket ve adımda yükselme kaydedilir. Çünkü
büyüklerin darlığı perişanlık için olmaz, bilakis daha yüksek makamlara ermek
için bir imtihan sayılır. İmanın hakikatına ve güzelliğine erip ermedikleri,
darlık zamanında çeşitli sebeplere baş vurmamaları ile meydana çıkar. Böylece
Allah (CC) onların sağlam iman sahibi olduklarını kullara anlatmak ister.
İşte bir Hadis-i Şerif:
- “Sabırlı ihtiyaç sahipleri, kıyamet günü Hakk’ın (CC) misafiridir. Dünya
ve ahirette Hakk’tan (CC) uzak olmazlar.”
Dünyada kalpleri hoştur,
ahirette ise rahatları artar.
Balâ onların kalplerini
temizler. Halkın ve sebeplerin tesiri olamayacağını bildikleri için, Allah’a (CC)
çok bağlanırlar. O’na (CC) varmak için benlikleri ve şahsi hevesleri bir tuzak
olduğu kanaatine sahip olduklarından yalnız Hakk’a (CC) bağlanırlar. İyi
bilirler ki, her şey Hakk’tan (CC) ve Hakk’ındır (CC).
Son şunu diyelim: Bela onlar
için nimet demektir…
Belanın gelişi iki sebebe
bağlanır. Birincisi, yukarıda da belirtildiği gibi sabırsızlığın ve kötü
yolların tutumu neticesinde olur. İkincisine gelince, yine anlatıldığı gibi
günahlardan temizlenmek için olur. Her iki halde iyi sabreden için netice
hayırlıdır. Bela ne kadar çoğalırsa çoğalsın sabretmek, taatı ve ibadeti bırakmamak
yerinde olur…
Hal, sabırla devam ederse
görülecektir ki; insan iyilikler ve hoşluklar içindedir. Yani sabır devam
ettikçe ilâhi fiiller zuhura gelir ve her kötülük iyiliğe çevrilir.
İşte… Günler ve aylar devam
ettikçe her halde sabretmek daha hayırlı olur, durumun inkişafı için daha
yararlı olur…
Kaynak:
Gavsulazam Abdulkadir-i
Geylani (KSA),
Fütûh-ul
Gayb (Gizliden
Sesler)
|