Kul şahsi hevesi, nefsi,
iradeyi, dünya ve ahiret ümitlerini bırakmalıdır. Bunları bırakıp kalbine
yalnız Allah (CC) sevgisi girdiği an doğruyu bulmuş sayılır. Artık kalbinde yalnız
Allah (CC) sevgisi vardır. Her şeyi Allah’tan (CC) ister; başka bir şey arzu
etmez. Çünkü Allah (CC) onu kullar arasından seçmiştir. Onların içinden saf
olarak almış; hem kullara sevdirmiş hem de kendisi sevmiştir. İnsanların kalbi, o sevilmiş,
seçilmiş insanın sevgisiyle doludur. Bu yapılanlar, onun için bir nimet
sayılır. Sonra sonsuzluk ifade eden hoşluklardır. Bunların içinde ebedi kalma
saadeti vardır. Kul, bu halinde elinde olmayan ilahi bir irade ile düşünür ve
ilahi tecelliler arasında kendisini yok olmuş bulur. Hakk’ın (CC) tedbiriyle
hareket eder. O’nun (CC) dilediği gibi olur, O’nun (CC) rızasına göre razı
olur. O’nun (CC) emrine uyar, başkasını bilmez. O’ndan (CC) başka kimsede
varlık göremez. Bu durumda bilir ki fiil, söz ve hareket hepsi Hakk’a (CC)
tabidir.
Bu durumda ilahi vaadler alır;
hayal dahi edemediği şeyleri bulur ve alır. Burada da ilave yapmak gerekirse
deriz ki, kulun iradesi yok olmuştur. Yalnız ilahi irade kendini gösterir.
Bu mevzuyu biraz açmak
isteriz. Kastımız, kulun iradesi yok olduktan sonra bazı değişiklikleri
bildirmektir. Kul bir iş diler, fakat kendi iradesi ile değil. Hakk’ın (CC) iradesi
dahilinde. Az zaman sonra o değişir, başka bir şekil alır. Bu değişik iş, belki
o kulu üzer; ama üzülmemek gerek. Çünkü Allah-u Teala (CC) Hz.leri şöyle
buyuruyor:
- “Biz bir iş değiştirdiğimiz zaman ancak yerine ondan daha iyisini, daha
güzelini veya aynısını getiririz. Allah’ın (CC) her şeye kadir olduğunu bilmez
misin?”
Burada sözle söylenmesi
gerekmeyen işler vardır ki onu yalnız tasavvuf ehli bilir.
Yukarıda zikredilen Ayet-i
Kerimenin bir nüzul sebebi vardır. Ama biz bunun üzerine duracak değiliz.
Yalnız bazı hususları belirtmek için anlatmakta fayda vardır.
Hz. Peygamber (SAV) irade
bakımından Hakk’ın (CC) emir ve tecellisine bağlıydı. Şu kadar var ki bazı
ilahi irade yönünden iyi, fakat zuhur eden hadiseler cihetinden zahirde hatalı
görülen şeyler sezerdi; ama kalben… Bunu bilen ancak Allah’tı (CC). Değiştirmek
de Allah’a (CC) ait idi. Hal böyle iken değişen bazı ayetler Peygamberi (SAV) üzerdi. Bunun üzerine bu ayet nazir
oldu. Peygambere (SAV) ihtar edildi.
Tasavvufi ve öz manası ele
alınırsa şu ayet-i kerime de kastımız olan inceliği belirtmeye yeter:
- “Dünyanın geçici nimetlerini istiyorsunuz. Halbuki Allah (CC), öbür alemin
güzelliğini sever. Eğer geçmiş bir hüküm Allah (CC) tarafından verilmiş
olmasaydı sizi büyük bir azap tutardı; bu yaptığınız işin cezası olurdu.”
İşte burada sözü edilen “geçmiş hüküm”, ilahi iradedir. Buna
Hakk’ın (CC) arzusu denir. Bu irade hiçbir an değişiksiz olmaz, daima değişir.
Makamı buraya varan kul, iradesi ile bir iş yapmaya kalkarsa ceza görür. Hakk’ın
(CC) iradesine göre hareket edip fakat kalbine bir şey gelirse yalnız bir
histen ötürü olur. Aksi halde: “Bu neden
oluyor?” gibi sözler sarfedilirse Allah (CC) kulunu azarlar, kaderin daima
değişmesi gerektiğini söyler, sonunda şöyle buyurur:
- “Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilmiyor musunuz?”
Bunu biraz tefsir etmek
gerekirse şöyle:
- “Sen kader denizindesin. Onun dalgaları seni çevirmektedir; kah bu yana
kah öte yana.”
diyebiliriz. Şunu da burada
ilave etmeliyiz ki her veli son makama erdiğini sandığı derece, bir nebinin ilk
adımı olsa gerektir. Velilik ve ilahi iradeye geçtikten sonra yalnız nebilik,
yani peygamberlik makamı vardır. Ve her veli, peygamberin makamına ermesine
imkan olmadığını da bilmelidir.
En iyisini Allah (CC) bilir.
Kaynak:
Gavsulazam Abdulkadir-i
Geylani (KSA),
Fütûh-ul
Gayb (Gizliden
Sesler)
|