Sana bir misal getireceğim. “Fena” üzerine olacak. Şunu demek
isterim. Bir sultan, halk içinden seçeceği kimseyi bir beldeye tayin eder. Ona
her türlü yetkiyi verir. Bir vali için lazım olan her çeşit nişanları takar. Borozan,
bando, asker vs. Bu hal bir müddet devam eder. Aradan zaman geçer. O vali
kendini beğenmeye başlar. Padişahın nimetini unutur. Sanki o yer kendisine
bakidir. Kendini beğenir,ilk halini unutur, eksiğini hatırlamaz, eski fakirliği
aklına gelmez. Halbuki bir zamanlar bir köşede unutulmuştu.
Bu kibir o zavallıyı sarar.
Kendini çok beğenir. Firavunlaşır. Bu hali çok iyi bilen şah onu azleder. Öyle
bir hal alır ki, ilk devrini arar ama eline geçmez.
Padişah ondan yaptıklarının
hesabını sorar. Bütün hatalarının cezasını çektirir. Emirlerin yapılmayışı,
yasaklara tecavüz etmek o zavallıya pahalıya mal olur. Çok feci bir şekilde
hapsolur. En dar yere tıkılır. Büyük sıkıntıya düşer. Devamlı bir ihtiyaç
içinde kıvranır. Bu kıvranma onun için iyi olur. Böbürlenmesi ölür. Kibri
gider. Haddini bilir. Nefsi körlenir. Şahsi arzusu söner. Benliğini eritir.
Bunlar padişahın gözünden kaçmaz. O şahsın bilgisi bunları kaybetmez.
Bu durumda padişahın merhamet
nazarı ona dokunur. Rahmet ve merhamet nazarına mazhar olur. Dolayısıyla,
zindandan çıkarılma emrini verir. Bu arada bütün in’am ve ihsanını ona
yağdırır. Eski devletini verir. Ayrıca o miktarın iki misli de mükafat verir.
Artık bu iş böyle devam eder. Bundan sonra kötülüğe girmez. Kibri, gururu
unutur. Saf ve temiz olarak vazifeye devam eder.
İşte bu misal bir iman
sahibinin halidir. Bir kimse Allah’a (CC) yaklaşınca, Allah (CC) onu sever ve
seçer. Kalb gözü açılır. Nimet, in’am ve ihsan kapıları ona açık olur.
Zaman olur, o kalb gözü ile
kimsenin görmediğini görür, işitmediğini işitir, akla hayale gelmeyen garip
işler seyreder. Yerin, göğün hikmetini anlar. Onlardaki esrarı çözmeye başlar.
En güzel vaadi alır. Vaad olunduğu şey kendisine bol bol verilir.
Hakk’a (CC) yaklaşır. O’nun (CC)
güzel sözlerini duyar. Bu duygu yalnız safiyetten ve manevi yükselmeden gelir.
Bu hale fenaya ermiş kişi kavuşur.
O sözün hikmetini söyler.
Çünkü kalbi temizdir. Safiyete ermiştir. O temizliğin nuru, kalbten dile gelir.
O nurlu hal, o büyük insanın her halinde sezilir.
Fenaya ermiş olan kibirli
değildir. Gönlü engin olur. Dışı mütevazi insanlar gibi olur. Aldığı helâldir.
Her haliyle Allah’ın (CC) yasaklarına yanaşmaz. İşte bu halde o insan kendinden
emin olur. Kendini huzur içinde görür. İşte bu hoşluk bir zaman devam eder,
bunun bir daha gitmeyeceğini sanır aldanır. Aniden belaların kapısı açılır.
Çocukları yok olur. Malı telef olur. Kalbindeki huzur bozulur. İlk zamanda
verilmiş olan bütün nimetler yok olur.
Bu haller bu zatı hayrette
bırakır. Üzülür, kalbi kederle dolar. Zahirine baksa yalnız kötülük görür.
Kalbine dönse, yalnız hüzün ve zulmet görür. Allah’a (CC) dua etse icabet
bulmaz. Bir yandan vaad alsa verildiğini göremez. Birine bir şey vermek istese
yerine getiremez. Bir rüya görse tabir etmek kolay olmaz. Halka karışmak istese
yapamaz. Şayet bir kolaylık bulup halka gitmek istese derhal bela ile
karşılaşır.
Halkın eli, bu durumda ona
musallat olur. Neredeyse tırnaklarıyla vücudunu parçalarlar. Dilleri ırzına
malına dokunur. İlk halinden bazı şeyler anlatmak isterse, diyemez. Evvelce gördüğü
nimete karşı, şimdiki belayı hoş görse yapamaz. Bu halde, nefis onu böyle yok
eder. Heva, şahsi arzu onu ilk halden alıkoyar. Manevi yolculuğu tükenir.
Oluşlar durur. Manevi hal kapanır. Daimi bir telaş içinde kalır. Her gün
sıkıntısı üzüntüsü çoğalır. Bu haller devam ederken haberi olmadan manen
yükselir. Birden kapı açılır, bu açılış ani olur, açılışla beraber maddi ve
manevi varlık yok olur, yalnız ruh kalır.
İşte bu halde işler başka
olur. Batıni deruni sesler işitir. İlk söz; Hz. Eyyub’a (AS) olduğu gibi
tecelli eder:
- “İşte sana, tatlı su, iç ve şifa olduğunu bil, yıkan!.. Ayağını vur, o
çıkar…”
Kalbinde rahmet çeşmeleri akmaya
başlar. İlahi rahmet ve şefkat onu diriltir, ona hakikat kapıları açılır. Gönül
yolları gösterilir. Her kuvvet karşısında söner. Her varlık hizmetine koşar.
Diller onu över. Her canipten onun ziyaretine koşarlar. Şah diye geçinen,
kendilerini yaratıcı olarak tanıtanlar, onun kapısında köleye benzerler.
O, insan olmuştur. Rahmet onun
yüzünden okunur. İLAHİ NUR,
gözlerinden çıkar. Kendisini de halinden memnun eder. Bu hali Hakk’a (CC) varıncaya
kadar devam eder.
Sonra kavuşacağına kavuşur.
Dünya gözü onu görmez, buranın duygusu o alemi sezemez. Allah-ü Teala (CC)
onlara hazılanan nimetleri anlatırken şöyle buyuruyor.
- “Onların mükafatı büyüktür. Buradaki ölçüler ve tartılı bilgi onları
bilemez. O göz kamaştırıcı nimetleri hiçbir nefis bilemez.”
Kaynak:
Gavsulazam Abdulkadir-i
Geylani (KSA),
Fütûh-ul
Gayb (Gizliden
Sesler)
|