......................................................................
  "ez-Zâhir (cc)": Aşikar olan…

  "el-Bâtın (cc)": Gizli olan…

......................................................................

 

 

“Apaçık” ve “Gizli” anlamlarına gelen “ez-Zahir” ve “el-Batın” ismi şerifleri Kur’an-ı Kerim’de birer defa geçmekte. “O (CC) ilktir, sondur, apaçıktır, gizlidir. O (CC) her şeyi bilendir.”[1]

İşin ehli olanlar bir sanat eserinden sanatkarın ilmini, gücünü, zevkini, görebilirler. Anlamayanlar ise öküzün trene baktığı gibi bakıp geçerler.

Her çiçekte, her böcekte, zülfün her telinde, yağmurun her damlasında, elimizin her çizgisinde Allah’ın (CC) ilmi, kudreti, sanatı apaçık görülmekte.

Zatı ise görülenlerin parlaklığı nedeniyle gözlerden gizli kalmakta. Çünkü bugünkü gözler Rabbimizin zatını görecek şekilde yaratılmamıştır. Bir ismi Zahir olan Rabbimizin (CC) yarattığı tenimizi görüyoruz. Ama bir ismi de Batın olan Rabbimizin (CC) yarattığı aklımızı göremiyoruz.
Balı apaçık görüyoruz ama tadını göremiyoruz. Gülü görüyoruz ama kokuyu göremiyoruz.

Bizlere ten gibi açık, akıl gibi gizli nimetler veren Zahir ve Batın Rabbimize açıkta ve gizli yerlerde ibadetler yaparken kötülüklerin açığından da, gizlisinden de kaçınacağız.[2]
Verdiği nimetlerden elmayı yerken, görünen rengi ve yuvarlaklığı yanında görünmeyen tadı, kokusu ve gıdasını hissettiğimizde “Zahir” ve “Batın” olan Rabbimizi hatırlayacağız.

Yaratılan her şeyin bir görünen, binlerce görünmeyen yönünü öğrendiğimizde yine “Zahir” ve “Batın” olan Rabbimizi hatırlayacağız demeyeyim, hatırdan hiç çıkarmayacağız.

İnsanlara yardım ederken gecede, gündüzde, gizlide açıkta vereceğiz. Verirken biz kendi varlığımızı değil verdiğimizi göstereceğiz.

Yardımı alan isek, verilene değil verene bakacağız ve teşekkür edeceğiz. Rengarenk süslü ağaçlar üzerinde bize ni’metler sunan Rabbimizin ni’metleri bizim gözlerimize perde olup materyalizm hastalığına yakalanıp gönül gözü kör olanlardan olmayalım.

O çiçekler, meyveler, manzaralar, havalar, güneşler, gözümüz aracılığıyla gönül gözümüzü açsın da, içimiz imanla, dışımız amelle süslensin.

Allah-ü Teala (CC)’nın varlığı, hem aşikardır, hem gizlidir. Aşikardır; çünkü varlığını bildiren izleri, nişanları gözsüzler bile görmüş ve bu hakikatler hakikati yüce varlığa, eşyanın umumi şahadetini sağırlar bile işitmiştir. Gizlidir; çünkü biz O’nu (CC) künhüyle bilemeyiz, amma varlığını kat’i surette biliriz. Ortada mademki mahluk var, elbetteki Halık vardır. Bu varlara bakarak yaratıcı bir varın varlığını kabul etmek, akıl için her halükarda zarurettir. Sonra O’nun (CC) ilmini, kudretini, her şeyi görüp işittiğini... yine kat’i surette biliriz. Varlar içindeki alimleri izliyerek her şeyi bilen alime, güçlüleri izleyerek her şeye gücü yeten kadire, işitenlerden en iyi işitene, görenlerden en iyi görene, yaşayanlardan en kamil hayat sahibine geçmek, yine akıl için bir zarurettir. Varlığını Halik’a borçlu olan bir var; bilgi, kudret, görme, işitme, yaşama gibi yüksek sıfatları şayet Halik ona bağışlamasaydı, nereden bulacaktı? Bu izler görülüp dururken, o izleri meydana getiren Halık’ta (CC), bu sıfatların yokluğunu akıl kabul eder mi? İşte Allah-ü Teala (CC), yarattığı eserlerden izlenerek bu suretle bilinirse de (marifet-i hakikiyye) ile asla bilinmez. Yani O’nu (CC) tam bir biliş ile tanımak, hiçbir mahluk için mümkün değildir. Çünkü mahlukun akılları da, bilgileri de mütenahidir. Mahdut bir çerçeve içine münhasırdır. Allah-ü Teala (CC) ise gayr-i mütenahidir. Önü, sonu olmayan bir varlık ve asla bitmez, tükenmez ilim ve kudret sahibidir. Mütenahinin, gayr-i mütenahiye tam bir bilgi ile ulaşması muhaldir. Mesela, uçsuz, kenarsız denizleri bir fincana sığdırmak imkanı var mıdır? Onun için O’nun (CC) bir ismi de “el-Batın”dır. O’nu (CC) tam bir biliş ile bilmek, insan takatinin ilerisinde olduğu içindir ki, hiç kimse bununla mükellef tutulmamıştır. Allah (CC) bilgisi hususundaki mükellefiyetimizin derecesi, O’nun (CC)  varlığına, birliğine ve her şeyi bildiğine, görüp işittiğine, gücü, kudreti her şeye kafi olduğuna, O’nun (CC) hiçbir hususta ortağı ve benzeri olmadığına, kemal sıfatlariyle muttasıf, noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna iman etmektir. İşte bizim vazifemiz budur. Allah (CC) ve Rasulü (SAV) bize bu kadarını emretmiştir ve bundan ötesini düşünmeyin, çünkü ne kadar çalışsanız o ciheti anlamaya gücünüz yetmez buyurmuştur. Allah (CC) ve Peygamber’in (SAV) “Burada durun ve buradan ileri geçmeyin” dedikleri yerde durmayıp da, ileri gitmek için aklını zorlayanlar, ya inkar veya şirk uçurumuna yuvarlanmışlardır. Bunlar ellerindeki terazinin ne kadar siklet tartabileceğim bilmeyen gafiller gibidir. Mesela, miligram tartan terazi de vardır, şayet birisi bununla balya tartmağa kalkışırsa, neticede balyanın sikletini değil, elindeki terazinin bütün bütün bozulduğunu görür, başka bir şey öğrenemez. Her şeyin haddi, hududu var, o hudut içinde kullanılırsa faydalanılır. Hududu dışında zorlandığı vakit ise, ziyan görülür.
Bilme cihazımızın da böyle olduğunu unutmamalıyız. Malum ya, bir şeyi bilmenin iki yolu vardır: ayan yolu, istidlal yolu. Bilinecek olan şey, eğer karşınızda bulunuyor, onu aynen ve şahsen gözünüzle açıkça görebiliyorsanız buna ayan-beyan bilmek denir. Kafa gözüyle görüp bilmektir. Eğer bilinecek olan şeyin bizatihi kendisi görülmeyip de, hasılları ve tezahürleri, yani alametleri ve nişanlan görülüyor ve bu alametler vasıtasıyla o şeye eriliyorsa, buna da istidlal suretiyle bilmek denir. İstidlal, bir şeyi doğrudan doğruya değil de ona ait bir nişan, bir iz kılavuzluğu ile görmektir ki, bu da akıl gözüyle, kalp gözüyle anlayarak bilmektir. Gerek kafa gözüyle olsun, gerek akıl gözüyle olsun, bu bilgi yollarının son ucu (hayret) durağına varır ve orada kalır, İlmin nihayeti, acz ve hayrettir.
Hiçbir şeyi künhüne ulaşmak ve onu içinden, dışından bütün zerratiyle, bütün esrariyle kavrayabilmek mümkün değildir. Tam bir biliş ile, değil Yaradan’ı (CC), yaratılmışı bile bilmek imkansızlığı açık bir hakikattir. Yaratılmışlar içinde kendimize en yakın olan, yine kendi şahsımız değil mi? O halde kendi şahsımızı öğrenmek, ötekilerden daha kolay olacak demektir. Öyleyken sorarız, acaba insan kendini tam bir biliş ile öğrenebilmiş midir? Onun ne acib hazineleri var ki, gözlerin gördüğü eşyayı, o çeşitli manzaraları... kulağın işittiği türlü türlü sesleri, o hazinelerde saklayıp senelerce sonra istediğimiz zaman onları oralardan çıkarıp basiretiniz önüne getiriyor. On, onbeş yaşında tekmil Kur’an’ı ezberlemiş çocuklar görüyoruz. Bazı insanlar da var ki, bir kütüphane dolabı dolduracak kadar hadisler, şiirler, kasideler ve birçok ilmi meselelerle hafızalarını donatmışlardır. Bütün bunlar (dimağ) dediğimiz kafatasının içindeki yumuşak maddenin nerelerinde ve nasıl muhafaza ediliyor? Hem öyle muhafaza ki, fotoğraf makineleri, gramofon plakları bunun yanında sıfır kalıyor. Bunlara, bu esrara nüfuz etmiş bir insan var mı?

Allah-ü Teala’nın (CC) kudretiyle kurulan bu uzuv, böylece idrakimizin önünde bir muamma halinde dururken, onu yaratan kudreti, künhüyle nasıl idrak edebiliriz? Hele o kudretin sahibi, o ekmel varlığı tam bir biliş ile nasıl biliriz? Allah-ü Teala (CC)’nın künh-i zatı bir sırr-ı mutlaktır; o sırrı ancak kendisi bilir. O’nun (CC) ihataya sığmaktan münezzeh olan azamet ve ululuğu sahasına yükselmek isteyen fikirler, uçsuz bucaksız deryalara düşmüş katrecikler gibi mahvolur... biter.


[1] Hadid S. A.3

[2] A’raf S. A.33; En’am S. A.120

 
   
 

Varlığı herşeyden aşikar olan Sensin Allahım (CC! Gözümüzün gördüğü her manzara Seni hatırlatır. Kulağımızın duyduğu her name, Sana şahitlik eder.

Allahım (CC)! Dünyayı, ayı ve güneşi yaratmakla varlığını ortaya çıkaran Sensin. Biz Senin varlığını dilimizle ikrar ettik, kalbimizle tasdik ettik. Ayetlerini gördük ve iman ettik.

Allahım (CC)! Varlığı hem aşikar, hem gizli olan Sensin. Gizlisin, çünkü hakkıyla bilinemezsin.

Allahım (CC)! Senin hakikatine ermek, kulların için mümkün değildir. Ancak biz Senin var olduğunu biliyoruz.

Allahım (CC)! Herşeyin sırrına vakif olan Sensin. Kalplerimizde gizli olanı da bilen Sensin.  Sen "el-Batın"sın...

(AMİN)

.................................................

 

Kula Gerekenler: Varlığına ve birliğine her zerrenin şahadet ettiği Allah-ü Teala’yı (CC) inkar edenlere katılıp da, dünyasını, ahiretini harap etmekten sakınmak; bilakis O’na (CC) iman ederek, hudutsuz lutf ve kereminden faydalanmaktır.

 

İsm-i Şerif'in Faideleri: 5 vakit Namazdan sonra 1106 kere “Ya Zahir”  İsm-i Şerifine devam eden, işlerin gizli taraflarını görür.

Rüyasında diledigini görmek isteyen, yatmadan önce 2 rekat namaz kılar, ardından 1106 kere “Ya Zahir”  ism-i şerifini okur da yatarsa maksadı hasıl olur.

5 vakit Namazdan sonra 62 kere “Ya Batın c.c”  zıkrine devam edenin duaları kabul olunur,gafletten kurtulur,iç alemi nurlanır..  Her gece 6200 kere “Ya Batın c.c” ism-i şerifini okuyan ilimde,fende san’atta başarılı olur.. 

 

 

 
 © 2003-2004     GAVSULAZAM.de    Her Hakkı Mahfuzdur.